• Sonuç bulunamadı

KÜRESELLEŞME OLGUSUNUN KAVRAMSAL AÇIDAN İNCELENMESİ

1.5. Küreselleşme Tartışmaları

1.5.1. Hiper-Küreselciler

Hiper-küreselciler “için çağdaş küreselleşme her yerdeki halkların küresel piyasa

disiplinine artan bir şekilde maruz kaldıkları yeni bir çağı tanımlamaktadır”. Onlara göre

küresel piyasa ve küresel ekonomi çağında ulus devletlerin kendi ulusal ekonomilerini etkin olarak idare etmeleri ya da düzenlemeleri mümkün değildir (Ohmae, 2006). Bunun nedeni olarak da sermaye hareketliliği, ulus ötesi şirketler ve karşılıklı ekonomik bağımlılık gösterilmektedir (Martell, 2007: 173). Ulusal hükümetler mali disiplin, paranın ve teknolojinin dolaşımında sınırlı siyasi kısıtlamalar ve sağlam ekonomik idareyi teşvik eden ve giderek birbirine benzeyen neoliberal ekonomik stratejileri benimsemek zorundadır (Held ve Grew, 2008: 40). Çünkü ekonomilerin üretim, ticaret ve finans sistemleri öyle hızlı bir şekilde ulusallıktan çıkmaktadır ki, ulusal ekonomi artan bir şekilde küresel akışın bir yeri olmaktadır ve ulus devletin yerini ulus-üstü yönetim sistemi almaktadır (Held vd., 2006: 163-168). Böylece ulus devletlerin varlığının sıra dışı karşılandığı, hatta imkânsız olduğuna vurgu yapılmakta ve yeni bir döneme işaret edilerek yeni bir dünya düzeni inşa edilmektedir (Held vd., 2006: 163-168). Bugün birçok şirketin mülkiyet yapısı, uluslararası dağıtımı yapılan ürün olanağı, iş gücü ve tüketicileri o şirketlerin ulusal olmalarından ziyade çok uluslu olduklarını göstermektedir. Bu şirketler arasında sık sık sözü edilenler arasında Coca-Cola ve McDonalds yer almaktadır. Kürselleşmenin kültür üzerindeki etkisinde ise ulusal kültürün yerini daha homojenize, küresel kültürün almaya başladığından bahsedilmektedir. Burada insanların sadece kendi ulusal kültürleri yerine küresel olarak dünya kültürünü tercih ettikleri ve bu durumun da internet gibi küresel elektronik iletişimi, küresel televizyon yayınları, göç ve turizm tarafından kolaylaştırıldığı savunulmaktadır (Martell, 2007: 173-174).

Neoliberal görüşleri savunan hiper-küreselciler, küresel eşitsizliklerin çözümünün küresel sermayeye ve rekabete açık politikaların izlenmesi ile mümkün olduğuna ısrar etmektedirler. Neoliberaller, ekonomik küreselleşmenin kazananlar gibi kaybedenler de yarattığını kabul ederek, refah ve zenginliklerin dünya ekonomisi genelinde giderek yayılmakta olduğunu vurgularlar. Onlara göre küresel yoksulluk son elli yılda önemli ölçüde

azalmış ve insanların refah düzeyi neredeyse tüm bölgelerde önemli ölçüde artmıştır (Held ve Grew, 2008: 41).

1.5.2. Şüpheciler

Küreselleşmenin başlıca ekonomik bir fenomen olduğunu savunan hiper-küreselcilerin (Held vd., 2006: 166) karşısında şüpheciler küreselleşmeyi, “uluslararası ekonominin artan

bir şekilde dünyayı ulusal devletlerin çok güçlü olarak kaldıkları üç ana bloğa bölme gerçeğini gizleyen bir efsane” (Held vd., 2006: 164) olarak tanımlarlar. Bugünkü dünya

ekonomisinin tamamen küresel bir ekonomiden ve bütünleşmiş olmaktan çok uzak olduğu iddia eden şüpheciler yakın zamandaki ekonomik faaliyetleri ayrı ulusal ekonomiler arasındaki bağların yoğunlaşması olarak yorumlarlar.

14% 13% 16% 13% 10% 21% 6% 7% Fransa Almanya İngiltere Diğer AB Japonya ABD Diğer Gelişmiş

Gelişmekte Olan Ülkeler

Şekil 1.7. Ev Sahibi5 Ülkelere Göre En Büyük 100 Ulus Ötesi Şirketlerin Dağılımı (2009)

Kaynak: UNCTAD, 2009.

Bütünleşmiş küresel bir ekonomiden uzak bir durumda şüpheci analiz, dünya ekonomisinin Avrupa, Asya-Pasifik ve Amerika kıtasının kontrolündeki bloklar arasında bölündüğüne vurgu yapmakta ve ekonomik faaliyetlerin artan bölgeselleşmesine örnek olarak resmi ve bölgesel yapıların gelişimi ile ulus ötesi şirketlerin ve ulusal firmaların üretim ve pazarlama stratejilerini göstermektedir. Şekil 1.7’de görüldüğü gibi en büyük 100 ulus ötesi şirketlerinin ev sahipleri ABD, Japonya ve Avrupa Birliğine üye ülkelerdir. Ekonomik ve mali karşılıklı bağımlılığa yönelik artan bu eğilimler analiz edildiğinde, belli başlı OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) devletleri arasındaki ticaret, sermaye ve teknoloji akışlarının dünyanın geri kalanını dışlayarak yoğunlaştığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin 1950 - 1995 yılları arası gelişmekte olan ülkelerin dünya ihracatındaki payı % 33’den % 27,7’ye, dışarıya olan yabancı yatırımlardaki payı da % 50’den % 16’ya düşmesi, dünya ekonomik faaliyetlerinin yapısında OECD ülkelerinin ve onlar arasındaki bağların hakimiyetini

5Ev Sahibi Ülke (Host Country): Yabancı yatırımın yapıldığı ülkedir.

göstermektedir (Held ve Grew, 2008: 29-31). Bölgeselleşmiş küresel ekonomi, ticaret bölgeleri arasında küresel bir ticaret sistemidir ve ticaret bölgesi dahilinde gümrük tarifeleri giderek aynılaşırken, dünyanın geri kalanına karşı ticaret engelleri korunmaktadır. Bölgesel ekonomik entegrasyon oluşumuna önemli bir diğer örnek Avrupa Birliği’dir (AB). Temelleri 1957’de atılan birlik, üyelerinin ekonomik, sosyal, siyasal vb. birçok konuda uyum sürecini ileri bir düzeye taşımış ve 1992 yılında Maastricht Antlaşmasıyla bir ekonomik birlik konumunu almıştır. Bu Antlaşma, Avrupa hükümetlerinin giderek Amerikan teknolojisinin, Asya imalatının, 1992’de Avrupa’da parasal istikrarı alt üst eden küresel finansal akışların hâkim olduğu bir dünyada rekabet edebilmesinin tek yolu olarak görülüyordu (Castells, 2008: 139-140, 178). Etki alanı olarak bir diğer önemli birleşme hareketi, 1965 yılında ABD ile Kanada arasında başlayan Serbest Ticaret Antlaşması’nın Meksika’yı da kapsayarak uygulamaya geçmesiyle oluşturulan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi’dir (NAFTA). Asya kıtasındaki önemli ekonomik kutup ise 1967’de Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) olarak adlandırılan Japonya ve çevresindeki Güneydoğu Asya ülkelerinin oluşturdukları (Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayland) ekonomik entegrasyon hareketidir (Ay, 2002: 51-52).

Küresel eşitsizliklerin çözümünün mümkün olduğunu savunan hiper-küreselcilerin aksine şüphecilere göre küresel eşitsizlik sorunu fiilen çözüme kavuşturulamaz. Onlara göre uluslararası sermaye tek bir dünya yaratmaktan ziyade, çoğu Üçüncü Dünya ekonomisini marjinalleştirerek küresel eşitsizliği derinleştirmektedir. Zira bölgeselleşmiş küresel ekonomiler arasındaki ticaret ve yatırım hareketlerinin yoğunlaşmasıyla, dünyanın geri kalanı büyük ölçüde dışlanmış olmaktadır. Bu nedenle şüpheciler, daha eşit ve adil bir dünya düzeninin kurulmasına dair büyük tasarılara kuşkuyla yaklaşırlar ve soğuk bakarlar (Held ve Grew, 2008: 43-44). Küresel ve homojen bir kültür yayılımını savunan hiper-küreselcilerin aksine şüpheciler, ulusların kürselleşmeye farklı yanıt verdiklerini savunmaktadır. Örneğin McDonalds dünyada hızla yayılmasına rağmen kullanılan malzemeler yerel geleneklere uygun şekilde değiştirilmektedir. Türkiye’de içecek olarak ayran sunulurken, Japonya’da karides burger menülerde yer almaktadır. Bu durum her milletin Amerikan kültürünün küreselleşmesine izin vermediğinin göstergesidir (Martell, 2007: 176).

Şüpheciler, ulus devletler arasındaki etkileşimin geçmişten günümüze var olduğunu söyleyerek, küreselleşme olgusunun yeni olmadığını da düşünmektedirler. Bu bağlamda şüpheciler, ulus devletin gücünü hafife alan hiper-küreselleşme tezini de temelden hatalı ve siyaset açısından naif olarak görürler ve dünyanın birbirine daha çok bağımlı hale geldiğini

varsayan hiper-küreselleşmecilerin aksine, küreselleşme tezini devam ettiren efsaneleri ifşa etme çabası içindedirler (Held vd., 2006: 168-169, 172).