• Sonuç bulunamadı

HALKLA İLİŞKİLERİN UYGULAMA ALANLAR

A- SOSYAL BİR FAALİYET OLARAK HALKLA İLİŞKİLER Halkla ilişkiler; bir kişi veya örgüte karşı

1. HALKLA İLİŞKİLERİN UYGULAMA ALANLAR

Halkla ilişkiler toplumsal boyutu ağır basan ve hayatın tüm alanlarında uygulanabilecek bir yönetim faaliyetidir. Bireyin ve organizasyonun amaçlarına uygun olarak çeşitli teknik ve yöntemleri kullanır. Bu teknik ve yöntemler toplumların kültürel ve siyasal yapılarına uygun olmalıdır. Toplumsal dokuya ters düşen halkla ilişkiler faaliyetleri istenen sonucu vermeyebilir. İçinde bulunulan toplumun değer yargılarına ve anlayışına ters düşen politikalar toplum tarafından benimsenmez.

Profesyonel halkla ilişkiler yaşamın her alanında uygulanır. (Sjöberg : 1981 : 14)

1- Devlet yönetiminde (ulusal, bölgesel, yöresel ve uluslar arası)

2- Ticaret ve sanayide (küçük, orta ve uluslar arası) 3- Topluluklarla ilişkiler ve sosyal ilişkilerde

4- Eğitim kurumları, üniversiteler, kolejler ve benzeri yerlerde

5- Hastaneler ve sağlık hizmetlerinde 6- Hayır kurumlarında ve yardım işlerinde 7- Uluslar arası ilişkilerde.

Bu kadar geniş bir alanda faaliyet gösteren, diğer disiplinlerle ortak çalışan, sürekli yüzü topluma ve insana dönük olan halkla ilişkiler biriminin sorumluluğunda bulunan iletişim ve etkileşim faaliyetinin; sorumluluk duygusundan yoksun hareket etmesi çeşitli toplumsal çatışma ve huzursuzluklara yol açar.

Görülüyor ki halkla ilişkilerin uygulama alanı bulunmadığı hemen hemen hiçbir alan yok gibidir. Hedef kitlesini en küçük gruptan ulusal çapta en büyük organizasyon olan devlete kadar, hatta uluslar arası organizasyonlarda kamuoyunu etkilemek amacıyla halkla ilişkiler tekniklerinden ve politikalarından yararlanılır. Bu amaçla ekonomik, kültürel, siyasal ve sosyal alanlarda : uygun ortam yaratmak, satışı artırmak, insanların temayüllerini bilmek ve gelecekteki temayüllerini belirlemek, karşılıklı iletişimi artırmak, sorun alanlarında karşılıklı diyalog yoluyla yakınlaşma sağlamak, gerekirse bu yakınlaşmayı lehe çevirmek, sosyal sorumluluk duygusunu pekiştirmek, kültürel değerleri korumak ve gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde ulaştırmak, ürün ve

hizmetleri tutundurmak ve o ürün ve hizmet hakkında olumlu imaj oluşturmak, toplumsal yanı ağır basan kararlara toplumun katılımını sağlamak, dolayısıyla demokrasiye katkı yapmak maksadıyla halkla ilişkilere gerek duyulur.

Tüm bu amaçların gerçekleşmesi için ekonomik, kültürel, siyasi ve toplumsal alanlarda çaba göstererek toplumu etkilemek, bireysel ve toplumsal değişimi arzulanan yöne kanalize etmek, toplumsal hassasiyetleri, toplumsal normları ve toplumsal yapıyı iyi analiz etmek gerekir. Eğer normları güçlü bir toplumda etki yaratmak istiyorsak, elimizdeki kozlar (gerekçe, değer, alternatif, fikir, bilgi ve ideal vb.) sağlam olmalı, hedef kitlede iyi yankı bulabilmelidir. Kendisinden güç aldığımız değerler, o toplumdaki değerlerden zayıfsa, toplumsal bellekte yankı bulmuyorsa etkisi hissedilmez. Oluşturmak istediğimiz toplumsal ortam mevcut değerlerle (norm) çatışıyorsa sonuç alamız da zor olur.

Global ölçekte uygulanan halkla ilişkiler kampanyalarının amacı belki de tüm ideoloji ve dinleri ehlileştirerek tüketimi teşvik edip, toplumu "salt müşteri" düzeyinde tutmaktır. Şirketlerin amaçları göz önüne alındığında üretilen malı satacak toplumsal ortamların yaratılması öncelikli hedefler arasındadır. Bu gün dünyaya yön veren çok uluslu şirketler açısından yönetim biçimi ve

toplumsal yapı (sınıf ve katmanlar) "tükettiği ve üretimi engellemediği" sürece sorun alanı oluşturmamaktadır. Çok uluslu şirketlerin devletleri de bu siyaseti benimsemiş gözüküyorlar.

Bunun için halkla ilişkilerin toplumu tanıma fonksiyonunu devreye sokarak amaçlarının önünde engel olan değerleri ya sulandırarak ya da o değerlere yeni anlamlar yükleyerek değişime uğratmaktadırlar. Özgürlük gibi insan onuru yüklü bir değer – uğruna can verilen – bir içecek firması tarafından “...iç özgürlüğünü yaşa” gibi maddi bir değere indirgenmekte, ya da başka bir firma “... parfümü kullan kendini mutlu hisset” gibi özgürlük ve mutluluk gibi değerleri dönüştürerek ticarileştirmekte, o değerlerdeki kutsiyeti profanlaştırmaktadır. Bu halkla ilişkilerin sorumsuz bir şekilde kullanılması ve hayata tüketim merkezli bir bakışın yansımasıdır.

Halkla ilişkiler netice itibariyle bir tanıma ve tanıtma işidir. Tanımada ulaşılabilecek hedeflerin tutturulması için o yapının bilinmesi hayati önem arz eder ki o yapıya uygun halkla ilişkiler politikaları ve kampanyaları uygulanabilsin.

Tanıma; hedef kitlenin/kamunun isteklerini, beklentilerini,

şikayetlerini öğrenmedir. Tanıtma ise örgütün ne iş yaptığı, ne tür hizmetleri ne kalitede verdiği, ne gibi kolaylıklar sağladığı, ürünün fiyatının ne olduğu, diğer ürünlerden farkı, kullanım kolaylığı vb. unsurların hedef kitlede yankı

bulması ve yönetileni/tüketiciyi aydınlatma, yönetimin eylem ve işlemlerini halka anlatma ve açıklama olarak nitelenebilir.

Toplumda bir değişim yaratmak için o toplumun yapısını iyi bilmek, toplumsal statülere değer vermek ve mevcut normlardan daha güçlü normlarla (değerlerle) topluma seslenmek gerekmektedir. İnsan haklarına, ahlak kurallarına, dini değerlere, toplumun örf ve adetlerine ters ya da bu değerleri dikkate almayan yani tanıma fonksiyonunu devre dışı bırakan bir halkla ilişkiler kampanyasının toplumda başarı şansı olamaz.

Sosyolojik açıdan toplum dejenerasyona uğramış, yapı zayıflamış; kültür, din, dil, örf ve gelenekler maya görevi göremez olmuş ise o topluma yapılan her müdahale yankı bulacak ve etkisini kolayca gösterecektir. Böyle toplumlarda istenilen her türlü olumsuz etki kolaylıkla sağlanabilecektir. Burada genel anlamda halkla ilişkilerin, topluma hangi yönde etki yapacağı önemlidir. Toplumsal yapıyı yeniden düzeltecek bir halkla ilişkiler uygulaması, kısmen geçmişteki değerlerin yeniden canlandırılması kısmen de yeni ve evrensel değerlerin oluşturulması için uygun politikalar içerebilir. Verilecek karar, uygulayıcıların o toplum için yapmak istediklerine ve sosyal sorumluluk bilincine bağlı olarak değişebilir.

Topluma yapılan müdahaleler iki yönlüdür. Yukarıdan aşağıya yapılan bir müdahale, toplum değerlerini dikkate almaz tepeden inmeci ve zora/güce dayalı olarak yürütülür. Bunun başarı şansı azdır, istenilen değişimi sağlamaz, çoğunlukla çatışmaya yola çar. Aşağıdan yukarıya yapılan müdahale ise mevcut yapı ve hiyerarşi/statüyü dikkate almakla birlikte birey esaslı ve tedrici olmalıdır. Kültürel değişim sadece üst yönetimin sorumluluğu olmamalı ve yeni bir kültür oluşturulurken alınan her kararda çalışanların katılımı sağlanmalıdır. Toplumsal katılımın olmadığı durumlarda, kültürel değişim toplumları kaosa sürükleyebilir. Kültürel değişimin başarılı olması istenirse bu değişimi kademeli bir şekilde uygulamak gerekir.

Eğer halkla ilişkiler mesleğini uygulayanlar örgütlü bir yapıya kavuşur, adına faaliyette bulunduğu organizasyonlarla amaç birliği ederlerse değişimin yönünü belirleme güçleri de artar. Bu yönü belirleyecek sorumluluğun niteliğidir. Kurumsal ve bireysel perspektiften bakıp toplumsal adalet ve denge kaygısı taşımadan sadece kendinin ve kurumunun çıkarlarını düşünen kişiler kısa vadede kazançlı çıksalar bile uzun vadede toplumsal çatışma, çevrenin tahribi vb. durumların ortaya çıkması ile kayıpları artmaya başlayacaktır.

Her bir halkla ilişkiler uygulaması faaliyette bulunduğu alanda, o alanın özellik ve yapısına uygun

politikalarla sonuç alma yoluna gider. Bir eğitim sektöründeki halkla ilişkiler uygulaması ile sağlık sektöründeki halkla ilişkiler uygulaması norm ortak tabanında aynı görünse de işin türü, toplumsal rol ve statülerden kaynaklanan bazı yaklaşım farklılıkları olacaktır. Bu da o alandaki insan hassasiyeti ve meslek etiğine bağlı olarak değişir.

Halkla ilişkilerin faaliyet sahası toplumdur ve bu zeminde 'halkla' ilişkilerini tayin ederken kendi tarafını da tayin etmiş olmaktadır. İlişkide iki tarafın olduğu düşünülürse birey ya da örgüt adına iş yapan halkla ilişkiler uzmanlarının birey ya da örgütün çıkarlarıyla “halkın” çıkarlarını bir noktada buluşturabilecek donanıma sahip olmaları gerekmektedir. Eğer halktan yana, onun değerlerine saygılı ve halkı otoriteye karşı koruyan bir anlayışla bu faaliyet yürütülecekse toplumun tüm katmanlarının "modus vivendi"sini (uzlaşma) arkasına alıp demokrasiye gerçek anlamda önemli bir katkı yapabilecektir. Bu ancak ortak çıkarların ve tercihlerin yanında durmak, ayrılıkları körüklememek, toplumun herkesçe kabul görmüş değerlerini korumakla mümkündür. Bu yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen bir demokratikleşmedir (grassroots democracy). Aşağıdan yukarıya demokratikleşme (bottom up democracy) insan haklarını bireysel anlamda ele alan, bireyin özgürlüğüne ve

katılımına önem veren, kimlik ve direnişini toplumsal hareketlerin temeline oturtan ve bireyin topluma karşı sorumluluğu olduğu bilincinden hareket eder, "sorumlu özne" nin toplumsal değişimi/dönüşümü başarabileceğini varsayar. Her iki yöndeki demokratikleşme birbirinden ayrı düşünülemez, belki toplumların yapısına göre hangisinin tercih edilebileceği tartışılabilir, bu kararı verecekler değişimin yönünü de belirleyeceklerdir.

Halkla ilişkilerin devlet eliyle ve 'sivil' örgütlerce kullanılması onu, amaçladıkları politikaların hakim kılınması için bir araca dönüştürebilir. Bu gün hemen hemen tüm halkla ilişkiler uygulamaları modern kültürün taşıyıcısı niteliğinde olup, modernizme 'acenta' görevi yapmaktadırlar. Ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal alanlardaki tüm kampanyalarda kullanılan ''modern giyimli insanlar birer kültür taşıyıcıları görevi yapmakta, görsel imajlar, kokteyller, dil vs. unsurlar modern formatla sunulmaktadır. Dolayısıyla bu tür uygulamalarla bu gün halkla ilişkiler gerçek temeline dayanıp dayanmadığını bilmediğimiz enformasyonla ve imaj yaratmayla veya imajları desteklemeyle "yaratılmış, inşa edilmiş, kurgulanmış" gerçekler sunmaktadır. Medyada nasıl görünüleceği, etkili konuşmanın nasıl yapılacağı, iletişimde etkinlik ve medyayı kullanma eğitimleri dünyayı anlama hakkında değil, imajlarla hedeflenen amaçları

gerçekleştirmeye dönüktür. Ürünlerin tasarlanması, paketlerin ve renklerin belirlenmesi, firma binalarının ve yönetici odalarının tasarım biçimleri hep imaja dönüktür; derinlikli bir sorgulamaya tabi tutulduğunda içerik ve samimiyetten yoksun oldukları görünen uygulamalardır. Michael Levine “Halkla İlişkiler : bir gerilla savaşı” adlı eserinde geleneksel halkla ilişkiler anlayışının devamı olduğunu söylediği, benimsediği ve Tiffany Kuramı adını verdiği yaklaşımında şık ambalajlara sarılan armağanların sade ya da kutusuzlara göre çok daha değerli olduğunu söyler... Aslında benim de her gün yaptığım şey, armağanları şık ambalajlara yerleştirmektir. Bir mesaj alırım ve Tiffany’s’in en şık kağıdına sararım. Mesaj nasıl olursa olsun onu çok daha çekici, çok daha ilginç ve çok daha yararlı göstermeye çalışırım. (Levine : 2004 : 31)

Amaç; modernizme uygun toplumsal bir dönüşümü sağlayıp, tüketim kalıplarını değiştirmektir. Tüketim kalıplarının değişimi uzun vadede tutum, davranış ve kültürde de değişimi beraberinde getirecektir. Öze değil forma, kalbe değil kalıba önem veren yaklaşım halkın mevcut halini beğenmeyen, onu “köylü, kıro, cahil” vs. sıfatlarla hor gören bir anlayışı benimser, kendine benzemesini ama kendini geçmemesini arzular.

Yöneticilerin halka bakış açıları ve halkın tercihlerini dikkate alıp/almamaları demokratik yaşamla, "makul

çoğunluğun" mutluluğuyla doğru orantılıdır. Demokrasinin biçimsel düzeyde kaldığı bir ülkede egemenlerin halka bakış açısı da demokratik olmayıp otokratiktir. Yönetici kesim kendilerini halktan daha bilgili ve ehil görerek, halka tepeden bakan; halkla ilişkilerini de halkın değerlerinden kopuk bir şekilde, biçimsel argümanlarla manipüle eden bir zihniyeti yansıtır. Bu anlayış, halkın kendi kendisini yönetemeyeceği, ‘bilen, okumuş-yazmış insanların’ onlar adına yönetim işini üslenmesini söyleyerek, halkı ‘cahil ve beceriksiz’ bir konumda tutan, böylece iktidarlarını ilelebet sürdürmek isteyen bir anlayıştır. "Aklı çok eren, kendini halk adına düşünme, siyaset üretme, karar verme ve iktidarı kullanma mevkiinde gören, halka rağmenci, yukarıdan buyrukçu seçkin takımı; tanzim, tanzimat, ıslahat, yenileştirme, reform, devrim, vb. teşebbüslere külliyen aykırı düşer. Bu takıma sorarsanız halkın akıllı vasilere ihtiyacı vardır. Halkın siyasi ve toplumsal geleceğine, gündelik ve tarihsel kaderine ipotek koyanlara göre bu vasiler de kendilerinden başkası değildir." (Bulaç : 1995 : 86) Bu çeşit iktidarlar alınan kararlara harfiyyen uyulmasını, hiçbir biçimde itirazda bulunulmamasını ister, toplumsal olaylara da tahammülleri yoktur. Böyleleri için "pasif bir toplum en iyi toplumdur, çünkü yönetilmesi en kolay olan toplumdur" (Chomsky : 1997 : 90) Böyle bir yönetim anlayışında siyasal halkla ilişkilerin varlığından

bahsetmek abestir.

Oysa gerçek bir demokratik toplum "yönetilenlerin rızası" ilkesi üzerine kurulmalıdır. Fakat bir konuda tüm insanların aynı rızayı ortaya koymaları mümkün değildir. Kimi kabul ederken kimi reddedecek ve taraflar oluşacaktır. "Oydaşlık olanaksızdır; azınlık yönetimi sürekli bir düzenleme olarak hiç kabul edilemez; bu nedenle, çoğunluk ilkesini reddedince geri kalan şu ya da bu biçimde anarşi ya da buyurganlık (despotluk) olmaktadır." (Lipson : 1984 : 474) Bir konu üzerindeki konsensüs çatışmaları ortadan kaldırır. Konsensüs de büyük ölçüde halkla ilişkiler mesleğinin sorumlu kullanımı sonucunda sağlanacak ve taraflar arasında bir dostluk köprüsü kurulmasına imkan verecektir. Bu köprü tarafların birbirlerini gerçek anlamda anlamaları, mesleki terimle ifade edecek olursak tanıma ve tanıtma fonksiyonunun yeterince uygulanması sonucunda oluşacaktır.

Toplumda konsensüs sağlanamayan alanlarda ise halkla ilişkiler 'rıza üretimi' sürecini devreye sokarak çoğunluk sağlamak için çaba gösterir, demokrasilerde gerekli olan meşruiyet alanını yaratır. Ya da halkı eğlence, oyun, konser, magazin vb. şeylerle "izleyici" konumunda bırakarak yönetim işini halk adına başkalarının yapmasına zemin hazırlar. Bu günün demokrasilerinde yönetilenlerin rıza gösterme hakkı saklı olmakla birlikte, halk ancak

"izleyici" statüsündedir. Yönetim, düzen ve güvenliğin sağlanması amacıyla "halkın isteklerini bilen, kendileri gibi sorumlu yurttaşlar" tarafından gerçekleştirilmeli; onların rızasını almak ise, kamu zihnini denetleme görevi yapan organlar eliyle sağlanmalıdır. Bu durum siyasal halkla ilişkilerin önemini ortaya koyar ve işlevsel hale getirir. Toplumda düzen ve barışın sağlanabilmesi elbette devletin varlığını zorunlu kılmaktadır. Fakat otoritenin toplumsal katmanlarca paylaşılması, dengeli ve adil bir şekilde dağıtılması toplumun yönetilebilmesinin önemli bir şartıdır.

Kuzey Amerika liberalizminin önemli savunucularından John Dewey, "Toplum siyaset dediğimiz şeyin gölgesi altında yaşıyor.... Büyük iş odaklarının üretim, değişim, tanıtım, ulaşım ve iletişim araçlarının denetimi yoluyla, bu arada basın, basın araçları, reklam ve propaganda araçları üzerindeki yetkileriyle ülkenin yaşamını yönettiğinde demokrasinin pek bir anlamı kalmadığını ifade ediyordu." (Chomsky : 2000 : 62) Örgütlü birimler, tek tek insanlarınkinden daha fazla ve daha meşru haklara sahiptirler ve bu birimler, büyük ölçüde egemen oldukları devletten maddi destek alırlar; James Madison'un deyişi ile "hem devletin araçları hem de onun tiranlarıdır... Halka dayalı bir hükümet, halka dayalı bilgi kaynaklarını kullanmadığında, olsa olsa bir farsa ya da bir trajediye-ya da her ikisine birden- dönüşür." (Chomsky :

2000 : 63) Siyaset toplumun örgütlenmiş en üst kurumudur, onun için siyasal alanda örgütsel amaçlardan çok kamu yararının gözetilmesi adil bir yönetimin olmazsa olmazları arasında olmalıdır. Siyasetin fonlanması kamu kaynaklarından olmalı ve siyaset kurumunun amacı adaletin sağlanmasından başka bir hedefe yönelmemelidir.

Halkla ilişkiler biliminin önde gelen isimlerinden Edward Bernays şunları söylemektedir. "Kitlelerin düzenlenmiş alışkanlıklarının ve fikirlerinin bilinçli ve incelikli biçimde yönlendirilmesi demokratik toplumların önemli bir parçasıdır, bu önemli görevin altından kalkabilmek için 'bilinçli ve incelikli düşünen azınlıklar düzenli ve sistematik olarak propagandadan yararlanmalıdırlar." Çünkü "kamu zihnini denetleme iplerini ellerinde bulundurmak da onlara düşer. Propaganda, liderlere kitlelerin zihnine şekil verme mekanizması sağlar; böylelikle "kitle eline geçirdiği yeni gücü istenilen yöne kanalize edecektir." (Chomsky : 2000 : 64)

"Bu yüzyılın başlarına denk gelen doğuşundan bu yana, devasa halkla ilişkiler sanayii, iş dünyası liderlerinin deyişi ile "kamu zihnini denetleme" görevini üstlenmiş durumda. Bu sanayi kendinden beklenenleri gerçekleştirerek modern çağ tarihinde merkezi önem taşıyan bir tema oluşturmuş oldu. Halkla ilişkiler sanayinin

köklerini ve başlıca merkezlerini "en özgür" ülkede (ABD) bulmuş olması hiç de şaşırtıcı değil." (Chomsky : 2000 : 54) Halkın etkili propaganda teknikleri ile değil de karşılıklı rıza ile yönetilmesi, satın aldığı maldan ve hizmetten aldanmaması için sorumluluk sahibi halkla ilişkilercilere ihtiyaç vardır.

Modernleşmesini dış etkiler yoluyla tamamlamaya çalışan Türkiye'de toplumla ilişkiler tepeden inmeci bir yaklaşımla yürütülürken, dışarıdan ithal edilen 'halkla ilişkiler' bilimi de topluma şekil vermek ve modernleşmesine katkı yapmak için kullanılmaktadır. Sivil toplumun gelişmemesi, hali hazırdaki 'sivil toplum' örgütlerinin yarı resmi birer hüviyet arz etmeleri sebebiyle halkla ilişkiler, bu örgütler eliyle toplumun modernleşmesi ve kapitalistleşmesine (tüketim toplumu haline dönüşmesine) imkan sağlayan bir fonksiyon icra etmektedir. Küçük çaplı organizasyonlarda halkla ilişkiler kendi mecrasında yapılmakta ise de, ulusal çapta bir halkla ilişkiler kampanyası için düzensiz ve yönetilmeye razı bir kitlenin varlığı 'ajanların' işlerini kolaylaştırmaktadır. Sivil toplumu gelişmemiş bir ulusun halkı, sadece kelimeden ibaret, içeriği doldurulamayan bir yığındır ve sosyal açıdan kontrolü kolay olmaktadır. Yığınla ilişkilerde muhatap 'hayali'dir, iletişimin ana unsurlarından biri yoktur. Mesajın gerçek muhatabı bulunmadığından, herkes gerçek

muhatabın 'başkası' olduğunu düşünerek, iletişime bigane (duyarsız) kalmakta, tüm olup bitenler karşısında umursamaz davranmakta, belli bir zaman sonra dolaylı yollardan etkilenmektedir. Bu dolaylı etkiden ajanlar (elit) hukuk karşısında sorumlu değillerdir ve bedel de ödememektedirler.

Halkla ilişkiler, 'yerel' ölçekte samimiyetle, dürüstlükle ve toplumsal değerler dikkate alınarak yapılırsa önemli kazanımlar sağlarken, ulusal ölçekte sivil toplumu gelişmemiş bir ülkede yönetici ve elit kesimin istediği doğrultuda sonuçların alınmasına imkan vermektedir. Küçük çaplı yerli bir şirketin tanıtımı, ürünlerini tutundurması bakımından PR gereklidir fakat çok uluslu yabancı bir şirketin o toplumda pazar bulması kültürle de alakalıdır ve beraberinde zihniyet değişimi getirir. İşte burada halkla ilişkiler ajanları (uzmanları) bu değişimi kolaylaştıracak yöntemleri arayıp/bulan, halkı 'rakip' görmeyerek, "beraber" iş yapma taktiği ile manipülasyona yol açmaktadırlar. Bu görevini ya 'toplumsal aktörlerle' işbirliği yaparak ya da kamuoyundan gelen itirazlara karşın iş dünyası gündeminin dayatılmasını mümkün kılan şeyin 'halkın rızası ve tercihi' olduğunu söyleyerek, "rızasız rıza" üretiminin yolunu açarak yaparlar. Bu tercihlerin her ikisi de sosyal sorumlulukla doğrudan ilişkilidir.

Devlet ve şirketlerin yönetiminde ve toplumsal yapıya yön vermede "iş dünyasının çıkarları ve devletlerin

ulusal güvenlik kaygılarının" etkisi inkar edilemez bir

gerçek olarak önümüzde duruyor. Bu kaygılar önümüzde iken, toplum değerleri ile barışık, ideal halkla ilişkiler kampanyaları yürütmek pek mümkün görünmemektedir. Yapılanlar, genellikle toplumsal hassasiyetleri dikkate almayan, halka 'yabancı' ve "yukarıdan alınan kararlara" ayarlı uygulamalardır.