• Sonuç bulunamadı

Hızır (a.s.)‟a ve Onun Kerametlerine Vurgu

BÖLÜM 3: ÂġIK PAġA‟NIN KUR‟AN AYETLERĠNE YAKLAġIMI

3.19. Hızır (a.s.)‟a ve Onun Kerametlerine Vurgu

Bu bölümde Garib-nâme‟de Hızır (a.s.) ve ona ait özelliklerin neler olduğu konusuna değineceğiz. Müellifin Hızır (a.s.) ile ilgili yazdığı kıssa Garib-nâme‟nin sekizinci bölümünde geçmektedir. Onun için müellif kıssada Hızır (a.s.)‟a ait sekiz kerametten bahsedecektir. Müellif konunun Kur‟an‟la irtibatını kurmak için de ًةَْحمَر ُهاَنْػيَػتّٰاا َنِداَبِع ْنِم اًدْبَع اَدَجَو َػف

ْنِم اَنِدْنِع ُهاَنْمَّلَعَو ْنِم اَّنُدَل

اًمْلِع “Derken orada, bizim seçkin kullarımızdan öyle has bir kulumuzu buldular ki, biz ona tarafımızdan bir rahmet vermiĢ kendisine nezdimizden bir ilim vermiĢtik.”317 ayetini kullanmaktadır. Ayette geçen “ikiniz” kelimesinden kasıt Musa (a.s.) ve YuĢa (a.s.)‟dır. “kullarımızdan bir kul” kelimesinden kasıt ise cumhura göre Hızır (a.s.)‟dır ki onun asıl adı Belyâ b. Melkânt‟dır. Diğer bir görüĢe göre bu zat Ġlyas(a.s.)‟dır.318

Bilindiği gibi tüm mutasavvıflarda Hz.Hızır‟a ayrı bir ehemmiyet verilmektedir. Çünkü tüm sûfi çevrelerde Hızır (a.s.) keĢf ve iĢaret ilminin hocası kabul edilmektedir. Ġyi bir mutasavvıf olan ÂĢık PaĢa da bu yönüyle o Ģahsa gerekli ehemmiyeti vermiĢ ve eserindeki bir kıssayı müstakil olarak ona ayırmıĢtır. Bu açıklamaları yaptıktan sonra ÂĢık PaĢa‟nın konuyla ilgili düĢüncelerine geçelim.

Öncelikle Ģunu ifade edelim ki ÂĢık PaĢa, kıssada kullandığı ve hepsi de Kehf Suresi‟nde geçen ve içerik itibariyle Musa (a.s.) ve Hızır (a.s.) arasındaki diyaloğu ele alan ayetlerle ilgili iĢarî yorumlar yapmaz. Yani ayetleri sûfi gelenek çerçevesinde yorumlamaya ve tefsir etmeye kalmaz. O sadece Hızır (a.s.)‟ın kimliğine, kiĢiliğine, kerametlerine ve kendi üzerinde bıraktığı tesirlere vurgu yapmaya çalıĢır. Ona göre Hızır (a.s.) çok önem verilmesi gereken bir Ģahıstır ki bu yüzden Kur‟an da ona yer vermiĢtir. Dolayısıyla müellif Hızır‟la ilgili yazdığı kıssada Kehf suresinde geçen ilgili ayetleri iĢarî tefsir geleneği çerçevesinde yorumlamamakta, sadece yeri geldiğinde özellikle ledunnî ilim noktasında onun özelliklerini anlatırken bu ayetlere atıf yapmaktadır. Bu açıklamalar perspektifinde müellifin Hızır‟a ait olan kerametlerini açıklamaya çalıĢalım.

Müellif kıssanın baĢlangıcında Hızır‟ın harikulade özelliklere sahip olduğuna, tüm milletlerin ondan haberdar olduğuna, onda nice gizli hazinelerin var olduğuna, âĢıklığın

317 Kehf, 18/65.

318 Ebussuûd, ĠrĢâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kitâbi’l-Kerîm, Trc. Ali Akın, Boğaziçi Yay., Ġstanbul, 2006, VIII, 3763.

180

ancak onu görmekle mümkün olabileceğine, sayısız velilerin onun talebesi olduğuna ve onun kendisinin de hocası319 olduğuna vurgu yaptıktan sonra Hızır (a.s)‟ı müstesna bir Ģahıs yapan kerametlerinden ilkinin zaman ve mekân üstü olması olduğunu belirtmektedir. Müellif Hızır (a.s.)‟ın bu vasfını açıklarken onun bazen yerde, bazen gökte olduğunu, tüm memleketleri ve milletleri gezdiğini, denizlerin ve karaların onun mekânı olduğunu ifade eder. Dolayısıyla insanların onun mekânıyla ilgili belirli bir yorumda bulunamayacağını ifade eden, müellif böylece insanların baĢlarının sıkıĢtığı her yerde onunla karĢılaĢabilme ümidini taĢıdıklarını ifade eder. Her an ve her yerde insanın karĢına çıkabilecek vasıfta olan böyle bir kiĢinin de kılık kıyafeti her zaman değiĢik olmakta, çoğu zaman insan onun farklı kılıklara girebilmesinden dolayı onu tanıyamamaktadır. Müellif Hızır‟ın insanın karĢısına uyurken ya da uyanıkken yani her durumda çıkabileceğini belirtirken onun hem peygamber, hem veli hem de Tanrı‟nın kudret eli olduğunu ifade eder.320

Bizce burada dikkatin çekilmesi gereken husus, müellifin Hızır (a.s.)‟ı bir peygamber olarak kabul etmesidir. Âlimler arasında onun peygamber mi yoksa veli mi olduğu hususu tartıĢmalıdır. Âlimlerin çoğu Hızır (a.s.)‟ın insanlara risaletle gönderilmeyen bir nebi olduğu görüĢündedir. Muhakkik sufilere göre o, peygamber değil, bir velidir.321 Bursevî ise: “Ona katımızdan bir rahmet” vahiy ve peygamberlik “vermiĢ” Bu rahmet vahiy ve nübüvvettir. Nitekim “rahmet” kelimesinin nekra oluĢu ve Cenâb-ı Kibriyâ‟ya tahsisi de buna iĢaret eder.”322

diyerek kanaatini belirmektedir. Müellif burada kanaatini onun hem peygamber hem de veli olduğu noktasında kullanmaktadır.

Müellife göre Hızır‟a verilen ikinci keramet ise cuma günleri yeryüzünde ne kadar cami varsa hepsinde hazır bulunup mescitteki tüm insanlar ile Cuma namazını birlikte kılmasıdır. Bu yönüyle Cuma kıymet kazanmıĢ hayırlı ve kutlu bir gün olmuĢtur. Gerçi cemaatten çoğu onun aralarında saf tuttuğundan haberdar değildir. Sadece çok az kiĢi onun o gün mescitte var olduğunu bilir. Müellife göre Hızır‟ın Cuma namazlarında mescitte bulunmasının sebebi halkın ibadetinin kabul edilmesi ve onun sayesinde yapılacak olan ibadetin rağbet görmesidir. Çünkü Hızır, Allah (c.c.)‟ın “Biz ona tarafımızdan bir rahmet vermiĢ, kendisine nezdimizden bir ilim vermiĢtik.” ifadesine

319 ÂĢık PaĢa, a.g.e., II/1,75.

320

ÂĢık PaĢa, a.g.e., II/1,77-79.

321 Ġsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Trc. Zekeriya Tüfekçioğlu, Erkam Yay., 2008, Ġstanbul, XI, 459.

322

181

mazhar olmuĢ ve O‟nun katında ayrı bir değere sahip olmuĢtur. Dolayısıyla onun mescitlerde insanlarla saf tutmasından dolayı ibadet rağbet görmüĢ ve bu rağbetten insanlar faydalanmıĢtır.

Hızır‟ın üçüncü kerameti ise âb-ı hayat denilen ölümsüzlük suyundan içmesi ve böylece ebediyyen ölümden uzak durmasıdır. Bu nedenle Azrail ona dokunmayacak, Ġsrafil‟in suru da onun için olmayacaktır. Hem Allah ondan ahiret hesabını da kaldırmaktadır.323

ÂĢık PaĢa‟nın Hızır‟la ilgili bu görüĢleri âlimler arasındaki bir tartıĢmayı da aklımıza getirmektedir. Acaba Hızır (a.s.) ölmüĢ müdür yoksa hayatta mıdır? Hayatta ise acaba ne zaman ölecektir? Bu konu hakkında Ġsmail Hakkı Bursevî Ruhu‟l Beyân adlı esrinde Kehf,65 ayetinin tefsirini yaparken bu konuyla ilgili birçok müfessirin, muhaddisin ve mutasavvıfın görüĢlerini ortaya koymaktadır. O görüĢlere göre sufî çevreler Hızır(a.s.)‟ın ölmediğini ve aramızda yaĢadığını ittifakla kabul etmektedirler.324

Ġbn-i Arâbî, Hâkim Tirmizi, Ebu Tâlib Mekki bu görüĢtedir. Yine Ruhu‟l-Beyân sahibine göre Ġbn Abdilberr ve Begavî de bu görüĢtedir ve çeĢitli delillerle onun hayatta olduğunu söylerler. Bu görüĢ konuyla ilgili birinci görüĢü yansıtır. Ġkinci görüĢ ise Hızır‟ın öldüğü Ģeklindedir ki muhaddislerin çoğu bu görüĢe sahiptir. Buharî bu görüĢü savunanların baĢında gelir.325

Garib-nâme müellifi ise sûfi gelenekten gelmesinin de tesiriyle Hızır‟ın ölümsüz olduğunu ve bu halin ona has bir keramet olduğunu açıklamaktadır.326

Kıssada Hızır (a.s.)‟ın dördüncü kerameti olarak ilm-i ledün vasfına sahip olduğundan bahsedilir ki iĢte burada müellif Kefh, 65 ayetini kullanmaktadır. Mezkûr ayette geçen “katımızdan bir ilim verdik” cümlesinden kastın ilm-i ledün olduğu anlaĢılmaktadır. Müellif Hızır‟ın bu kerametini açıklarken konuyu doğrudan doğruya Kur‟an ayetleriyle açıklamaktadır. Ayetlerde de değinildiği üzere Musa (a.s.) ledün ilmine327

sahip Hızır (a.s.) ile görüĢmek ister. Cenâb-ı Hak Musa‟ya Hızır‟ı nerede bulabileceğini bildirir. Musa yanındaki gençle (YuĢa b. Nun) bir deniz seferine çıkar ve onlara iĢaret edilen

323ÂĢık PaĢa, a.g.e, II/1,83

324Ġsmail Hakkı Bursevî, a.g.e, XI, 459

325Ġsmail Hakkı Bursevî, a.g.e, XI, 460-461

326 ÂĢık PaĢa, a.g.e., II/1,83-85

327Ledün, zaman ve mekân zarfıdır. “…de, …da, yanında, nezdinde, zamanda” anlamına gelir. Tasavvufta Allah‟tan vasıtasız gelen bilgi, ilhamı ifade eder. Ġlm-i ledün, çalıĢmakla öğrenilmez, tamamen ilahi bir mevhibedir. Bkz. Komisyon (Fikret Karaman, Ġsmail Karagöz, Ġbrahim Paçacı, Mehmet Canbulat, Ahmet GeliĢken, Ġbrahim Ural), Dinî Kavramlar Sözlüğü, DĠB Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2007, s. 395-396.

182

yerde Hızır‟ı bulurlar. Akabinde Musa (a.s.) Hızır‟la bu ilmin vasfını öğrenmek adına bir yolculuğa çıkar. Yolculukta enteresan bazı olaylarla karĢılaĢılır. Musa (a.s.) bu olayların iç yüzünü bilemez ve neticede Hızır ona olayların iç yüzünü anlatarak kendinde var olan ilmin yansımalarını göstermiĢ olur. Konuyla alakalı daha geniĢ ve detaylı bilgiler Kehf Suresinde ve bu surenin çeĢitli tefsirlerinde geçmektedir.328

Biz mevzuyu uzatmamak adına kıssanın bu detaylarına girmemeyi uygun görmekteyiz.

Müellifin Hızır‟da bulunduğunu söylediği ilm-i ledün „katındaki ve yanındaki ilim‟ anlamına gelse de Elmalılı‟nın belirttiği gibi, kıssanın içeriği ve konuyla ilgili rivayetlerin de katkısıyla gelenek içinde batınî, vehbî veya gayb bilgisini dile getiren bir terim haline gelmiĢtir. Ġlm-i ledünü genel olarak olayların görünmeyen yüzünü bilmek, olayların esrarına hâkim olabilmek, batıni bilgilere sahip olmak ifadeleriyle de açıklayabiliriz. ĠĢte Hızır‟ın kerametini oluĢturan bu ilim, sayısız sufiye ilham kaynağı olmuĢ ve metodu ilham ve keĢfe dayanan bir takım batıni bilgilerden hareketle de çeĢitli iĢarî tefsirlerin yapılmasına yol açmıĢtır.

Parçada Hızır (a.s.)‟ın beĢinci kerameti olarak bütün milletlerin dilini ve halini bilmesi gösterilmektedir. Kıssaya göre “Hızır, her milleti hallerine göre hoĢ tutar ve onların dillerinde onlara nice haberler verir. Çoğu milletler de onun için kurbanlar keser, adaklar adar ve onların nice dilekleri kabul olur. Allah Hızır‟a öyle bir hüner vermiĢtir ki dağlarda, karada ve denizde nice hayvanlar onun emrine girip onun isteklerini yerine getirmektedir.”329

Müellifin bu açıklamaları aslında günümüzde de Hızır‟la alakalı halkımızın inancını büyük oranda yansıtmaktadır. Özellikle Hıdrellez denilen ve baharınmüjdecisi sayılan günlerde kültürümüzde adak kurbanı kesme anlayıĢı herkesçe malumdur.

Hızır‟ın altıncı kerameti onun, elinden tuttuklarının mertebesinin artması makamının yükselmesi, Ģöhretinin yayılmasıdır. Yani Hızır hangi insana yardımcı olup onun elinden tuttuysa, o kiĢinin hem dünyası hem de ahireti kurtulur ki bu da onun diğer bir kerametidir.

328

Kıssanın detayları için Bakınız: Ebussuûd, a.g.e, VIII, 3763; Âlusî, Rûhu’l-Me‘ânî, Dâru‟l Fikr, Beyrut, 1997 XV, 461-480; Begavî, Me‘âlimu’t-Tenzîl fi’t-Tefsîri ve’t-Te’vîl, Dâru‟l-Fikr, Beyrut, 1985, III,584; Kurtubî, Muhammed, el-Câmi‘u li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru Ġhyai‟t-Turâsi‟l-Arabî, Beyrut, 1965, XI, 12-17; Ġbn-i Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-‘Azîm, Daru‟l-Mearif, Beyrut, 1987, III, 97-101.

329

183

Hızır‟ın yedinci kerameti de Ģudur: Allah onu dünyaya devamlı hayır iĢlemesi için göndermiĢtir. O kiĢi Allah‟ın insanlara bir lütfu ve mahlûkata acımasının bir yansımasıdır. Bu yüzden onun vazifesi insanları iyiliğe ve hayra ulaĢtırmaktır. Bu yüzden insanlar çeĢitli sıkıntılarından dolayı tam umudunu yitirme aĢamasına geldiği zamanlarda sıkıntılarından kurtulmak için Hızır‟ın yardımını bekler ve sıkıntılarından da kurtuldukları zaman onu Hızır‟a atfederler. Nitekim dilimizde “kul sıkıĢmayınca Hızır gelmezmiĢ” ifadesi de bu durumu yansıtmaktadır.

Müellif Hızır‟ın sekizinci ve son kerameti olarak birçok görünmeyen velinin onun hizmetinde olduğu ve emrini yerine getirdiğini söyler. “Hızır‟a bağlı olan bu veliler dünyanın her tarafına yayılarak darda kalan tüm insanlara yardımcı olurlar. Onlar zaman ve mekâna bağlı da hareket etmezler. ĠĢte bu velilerden oluĢan ordunun komutanı Hızır‟dır. Hızır‟a bağlı velilerden oluĢan bu ordu üç, beĢ, yedi ve kırka bölünmüĢtür.”330

Bu arada kıssada dikkatimizi çeken bir husus da Ģudur: Müellif uzun uzadıya yazdığı bu kıssada Hızır (a.s.)‟dan bahsederken onun ismini hiç kullanmaz ve “ol” (o) zamiriyle ona iĢaret eder. Bu durumun kanaatimize göre yukarıdaki ayetle bir ilgisi vardır. Zira ayette de Hızır (a.s.)‟ın ismi kullanılmaz ve ona ا َنِداَبِع ْنِم اًدْبَع “Kullarımızdan bir kul” Ģeklinde hitap edilmiĢtir. Ayette Hızır‟ın isminin kullanılmaması ve kıssada müellifin de Hızır‟ın ismini kullanmaması bu yönden de bir paralellik oluĢturmaktadır.

Müellif Hızır(a.s.)‟ın sekiz kerametini bu Ģekilde anlatmaktadır. Özellikle Hızır‟ın dördüncü kerametinde ilm-i ledün anlatılmıĢtır ki bu Kehf suresinde geçen Hızır ve Musa kıssası perspektifinde açıklanmıĢtır. Hızır‟ın diğer birçok kerametine de aynı surenin tefsirlerinde müfessirler tarafından temas edilmektedir.331