• Sonuç bulunamadı

B. TASAVVUF VE TIP

I. A HÜSN( GÜZELLİK)

Tasavvufta Hüsn, hüsn-i mutlak’ı yâni Allah’ı temsil eder. Hüsn, Allah’ın tecellisidir ve ona ulaşmak veya onu bulmak aşk ile mümkündür. Hüsn eserde Ruh’a yerleşmiştir ve İlâhî olanı temsil eder yâni buradaki Hüsn, tasavvufta olduğu gibi hüsn-i rahmânîdir.881 “Allah güzeldir, güzeli sever.” hadisi de bu duruma delil olacak

niteliktedir.882 Tasavvufta ruh, güzellik ve cemalin birleştiği yer olarak geçer.883 Ruh

879 Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 28-36. 880 Muînüddîn Çiştî, Sûfî Tıbbı, s. 43. 881 Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 23. 882 Tirmizi, Edeb, 41; Müslim, İman, 147.

ve hüsn birlikteliği şöyledir: “Hakîkat-ı hafâ, zuhuru ve mükevvveni şâmildir. Ruh ile hüsn ve cemâl-i İlâhî’ye işaret olunur.”884

Eserde Hüsn, gönül aydınlatan ve yürek yakan bir karakterdir. Hüsn’ün etkisi ve parıltısı o kadar güçlüdür ki yansıdığı gönlü harap ve viran eder. Ayrıca Hüsn çekici bir güzelliğe sahip olmakla birlikte iyi huylu ve sevgi rehberidir.885

Eserde Hüsn Akl’ın haberi olmadan Ruh’a ulaşır ve bundan Ruh’un kendisinin de haberi olmaz çünkü Hüsn ona gizlice gelmiştir. Bunu da okuduğu bir efsunla yapar ki bu durumda Akıl, Güzellik karşısında devre dışı kalır. Hüsn Ruh’a varınca güzelliğini Ruha da yansıtır, Ruh güzelken daha da güzel olur. Güzellik’in askerleri gelip Ruhun dört yanını sarar. Bu askerlerin Ruhu kuşatmasıyla Ruh’un letâfeti arttıkça artar.886

Ruh, Hüsn’ün kendisinde olduğunu bilmediği, onu tanımadığı ve ondan haberi olmadığı için vasıflarını çokça duyduğu bu gizemli kahramanı bilmek, öğrenmek ister. Bunu Aşk’tan rica edince Aşk Ruh’a:

-Hüsn’ün makamı nasipsizliktir, onunla karşılaşmak için ise kişinin kendisinden ayrılması gerekir, der.887

Ruh, bu sözü anlayamayıp onun hakîkatini bilmek istemesi üzerine, Aşk’ın Ruh’a birkaç yöntem tarif eder.888 Fakat Ruh bunlarla tatmin olup yetinemez ve Aşk’tan kendisini Hüsn’ün kendisine ulaştırmasını ister. Bunun üzerine Ruh, Aşk önderliğinde yolculuğa çıkar.889

Ruh, Hüsn’ü bulmak için zorlu bir yolculuğa çıkar ve Hüsn’e giden yolda birçok engel ve tuzakla karşılaşır ki bu durum tasavvuftaki seyrü sülûkta da böyledir. Muhabbetin evveli sevgilinin güzelliğinin tuzağına düşmek, sonu ise (nefsinden fâni olup aşk uğrunda) canını vermektir.890 “Güzelliği anlamak için sevmek gerekir.”891

Ayrıca “her kim ki mahbûbdur, güzeldir. Bunun aksi olmaz. Fakat her güzelin

884 Şimşek, Tasavvuf Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, s. 287. 885 Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 24.

886 Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 23, 24. 887 Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 26. 888 Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 26, 27, 28. 889 Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 28. 890 Kuşeyrî, er-Risâle, 2013, s. 595. 891 Bkz. Gazzâlî, İhyâ, 2015, cilt 4, s. 603.

mahbûb olması lazım gelmez. Güzellik mahbûbiyyetin cüz’üdür; ve mahbûbluk ise bir asıldır.”892

Aslında buradaki güzellik şeklî bir güzellikte ziyade enfüste olan bir güzelliktir. Çünkü eserde Hüsn, adı geçmese de Mâşuk’a yâni Allah’a karşılık gelir. İlâhî Zât’ta sevilen, hayran olunan güzellik, basar ile görülen değil, basiretle anlaşılıp hissedilen güzelliktir. Çünkü insanda “bâtınî basiret zâhirî basardan, yâni baştaki gözden çok daha kuvvetlidir. Kalp gözden daha çok anlar. Hâlbuki aklın mânâlardan anladığı güzellik, gözün gördüğü suretlerden anladığı güzellikten daha büyüktür.”893

Dolayısıyla “Sadece duyuların verdiği lezzet ve muhabbeti bilenler, Allah’ın cemâline bakmanın lezzetini anlayamaz.”894 Haliyle “en büyük zevk Allah’ın

Cemaline bakmak”895 tır sözü, dinde de tasavvufta da geçerli bir ifadedir. Eserde İlahî olanı ifade eden Hüsn’ün, Beden üzerinden anlatılması ise birtakım mecazlar üzerinden tarifi kolaylaştırıp anlaşılır kılmak içindir.896 Ayrıca eserde ilâhî güzelliğin

insan üzerinden anlatılması, insanın ilâhî asara ayna olmasının da bir göstergesidir. Bu ise tasavvuftaki gibi “her ne kadar suret ve şekil bahis konusu değilse de kul ile Allah arasında bâtınî bir münasebet”897 olduğunun göstergesidir.

Ruh, Hüsn’ü bulduğunda vuslata ermiş ve hakîkatı bilmiştir. Yalnız, bu mertebeye gelene kadar gerideki her şeyi, Beden ülkesi yıkılmış, harab olmuş, tüm varlığı ve birikimi yok olmuştur. Şöyle ki “gerçekten hükümdarlar (krallar) bir ülkeye girdikleri zaman orasını bozguna uğratırlar.” (Neml, 34.) ayeti doğrultusunca, kıyaslanamayacak bir durum olsa dahi beden ülkesinin hükümdarı olan Ruh’un, her şeyin sahibi, bütün varlıkların asıl hükümdarı olan Allah’a vasıl olduğunda, ülkesi harap ve perişan olmuş, tüm varlığı yıkılmış, bütün gücü yok olmuştur fakat böylelikle Ruh kendisinden kurtularak kendisini bulmuştur. Vuslat, içinde böyle iki ayrı durumu barındırır. Fîhi Mâ Fîh’teki bir ifadeyle “Envarın leşkerlerinden vücud şehri harab olur.”898 Yâni Allah’a vasıl olunduğunda O’ndan gelen nurların

yakıcılığı, o nurların askerleri vâsıl olanı harab eder.

892 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, s.185. 893 Gazzâlî, İhyâ, 2015, cilt 4, s. 539.

894 Küçük, Tasavvuf Tarihine Giriş, s. 156. 895 Gazzâlî, İhyâ, 2015, cilt 4, s. 534.

896 Bkz. Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 23, 24, 897 Gazzâlî, İhyâ, 2015, cilt 4, s. 553.

Ruh’un Hüsn’ü bulduğu, anladığı noktada insanın anlamı ve kemâli ortaya çıkar. Çünkü insan “ahseni takvim” olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla başa dönecek olursak, Ruh yolculuğun sonunda yaratılışında var olan bu güzelliğe ulaşmış, Hüsn’ün kendisinde olduğunu, kendisi olduğunu görmüş ve bilmiştir.899 Bu son

aslında öze dönüştür, yaratılıştaki başa dönüştür. 1. Naz, Girişme, İşve ve Şive

Hüsn’ün, tâbileri olan naz, girişme, işve ve şiveyi yanına alıp Ruh’a gelmesi Ruh’un belli bir aşamayı geçip mertebesinin yükselmesinden sonra kendisine uygun bir dost aramasıyla olmuştur. Ruh’un bu talebi Hüsn tarafından malum olunmuş gibi Hüsn de Ruh’a gitmeye karar verir.900 Burada önemli bir nokta olarak, insan için

önce talep, istek, niyet olması gerekir ki sonrasında Allah kula cevap verir. Önce kul Allah’a yönelir ve bunun üzerine Allah kula mukabele eder.

Naz, girişme, işve ve şive Hüsn’ün ayrılmaz arkadaşlarıdır ve Hüsn ile beraber Ruh’a gelip (Beden üzerinde) kimi kaşa, kimi göze, kimi boya olacak şekide onun dört bir yanına yerleşirler.901 Tasavvufî olarak bu durum bize kudsi hadis olan

Allah’ın kulunu sevdikten sonra onun gören gözü tutan eli olması hadisini hatırlatır ki bu tasavvufun temellerinin de dayandırıldığı hadis olması bakımından önemlidir.902 Hüsn’ün bu arkadaşları Ruh’a geldikten sonra Ruh’un parlaklığını,

huzurunu ve güvenliğini arttırırlar.903 Nihayet ma’şuka ‘dil-ârâm’ derler; yâni gönül

onunla karar ve rahat eder.904 Tasavvufta naz “Âşıkın ma’şûka kuvvet vermesidir.”905 İşve de “Cemâlin tecellisidir.”906 Genel olarak da işve, cilve, naz; eserlerin

suretlerindeki sonsuz tecellidir.907

899 Bkz. Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 36. 900 Bkz. Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 22. 901 Bkz. Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 23.

902 Bkz. "Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:"

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." (Buhârî, Rikak 38.)

903 Fuzûlî, Risâle-i Sıhhat ve Maraz, s. 24. 904 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, s. 60. 905 İz, Tasavvuf, s. 160.