• Sonuç bulunamadı

-1-

Yüzü koyun yerde yatıyorum. Fakat bir cinayet kurbanı değilim.

Göğsümün altında kitaplar var. Ellerim, bunları tozlarının kostümünden soyarak ayırıyor. Gözlerim bazı bir tanesinin sahifelerine dalıyor, bazı da ötekilerin kitapları üzerinde koşuşuyorlar.

O kadar tersine dönmüşüm ki yer başımın üstünde ve tavan ayakların altında gibi görünüyor.

Kendimden geçmişim. O sırada biri avuçlarını gözlerime koysa ve beni kapı ile pencerenin nerede olduğuna dair imtihana çekse bilemeyeceğim.

Birdenbire, kitapların üstünden iki beyaz şeyin başıma doğru yürüdüklerini görür gibi oldum. Evvela onlara gözlerimi çevirmedim. Fakat beyazlıklar, gözlerimin uçlarına takılmış, adeta kirpiklerimi çekiştire çekiştire beni kendilerine zorla baktırdılar: A! İki beyaz şey yürüyor!.. İki... küçük..beyaz hayvan! Aynı boyda, aynı biçimde, aynı renkte iki canlı mahluk!

Kuş mu? Değil. Ördek yavrusu mu? Değil. Kedi mi? Belki de kedi. Pek farkında değilim ve aldırmadım.

İki küçük beyaz hayvan kulağımın dibine kadar gelmişlerdi.

Başımı çevirdim ve iyice gördüm: İki beyaz iskarpin içinde iki beyaz çoraplı, beyaz kadın ayağı, iskarpinin derisi üzerinde oynak dalgalar çizerek, durdukları yerde kıvranıyorlar. Öyle canlı şeyler ki adeta onlarla konuşabilirim, zaten onlarda bana gülümsüyorlar gibi.

Gözlerimi biraz kaldırdım: İnce ayak bilekleri. Biraz daha: Genişleyen beyaz çorabı dolduran ve çorabın mesameleri arasından rengi görünen ince, yaldızlı tüylü pembe dolgun iki et sütunu.

Birdenbire bir rüzgar, bir etin çırpınışı, bir sıçrama ve bir haykırış: Derhal doğruldum.

Karşımda bir genç kız: Pervin. - Kendine gel! Diye bağırdı. Fakat ben bitmişim.

- Kitaplarını mı tertip... - Evet.

Filan, ilk mükaleme, sükut. Oturduk.

Yalnızız.

Ne güzelleşmiş! Esvaplarının açık yerlerinden görünen vücudunun her çıplak parçasından bir gençlik fışkırıyor. Yüzü, boynu, göğsünün bir köşesi, elleri nefis bir ten rengi bağlamışlar ve dudaklarımı çağırıyorlar.

Fakat ne yaparsın ki Pervin, güzelliğine hiç yaraşmayacak kadar ciddi bir mahluktur. Bu yaşında bilmem hangi Avrupa darülfünununun felsefe şubesinden çıkmıştır. Malumat mı istersiniz? Bitirmiş. Terbiyeci İsmail Hakkı, yahut Ruhiyatçı Mustafa Şekip beylerden bir farkı varsa güzelliği, şirinliği ve pembeliğidir.

Pervin kaşlarını çattı:

- Ben birkaç kız arkadaşımla felsefe mecmuası çıkarmak istiyorum. Senin fikrini almaya geldim! Dedi.

Gözlerim süzülmüş cevap verdim:

- Hay hay ... Pekala... Enfes... Mükemmel.

Ve Pervin’in bütün vücudunu gözlerimle yalayarak devam ediyordum: - Harika!.. Çıkaralım efendim..Memlekette hiç felsefe mecmuası yok! Pervin daha ciddileşti:

- “Eflatunun Şark tasavvufundan mülhem olup olmadığına dair” bir ankette yapmak istiyoruz, ne dersin?

Ben şaşırdım. Hay Eflatununa da, Şark tasavvufuna da... Ama çare yok bir şeyler söylemek lazım.. Fakat bu Eflatun da kim oluyor? Ha! Bir Yunan filozofu galiba... Tamam. “Gözlerim Pervin’den ayrılmıyor, kafirde ne göğüs var!” Eflatun... Ha... Evet... Eflatun şüphesiz mutasavvıftı, madem ki Şark tasavvufu Eflatundan daha evveldir, (Ne kollar! Bu kızın yalnız kolları bütün güzelliğini ispata kafidir.) Öyleyse Eflatun Şark tasavvufundan mülhemdir.

Bunları Pervin’e anlattım, bağırdı.

- Öf!.. Sen de bu meselede kara cahilmişsin ayol!..

Ne ise, dedim bunları sonra konuşuruz; ben sana cahil olmadığımı ispat ederim. Bu mecmuayı kaç kız çıkartacak?

Yedi kız!..

Gözlerim parladı, haykırdım:

Ala ... Hepsini topla bana getir. Enfes bir mecmua çıkaracağız göreceksin. Yedi kız ha?.. Mükemmel!

- Senden başka erkek muharrir olmayacak! - Ne münasebet!Tabi!.. Elbette!..

- Sen de yalnız idare edeceksin.

- Merak etme ben hepsini idare ederim.

Artık Pervinle yedi kızı bir araya toplayacağımız günü kararlaştırıyoruz. Ben bu yeni fırsatın heyecanını saklamak için epey ezilip büzüldüm, nihayet hafta içinde bir gün buluşmaya karar verdik.

GENÇ KIZLAR CUMHURİYETİ * -Şen Roman-

-2-

Bir gün Pervin, yanında altı kızla, bize geldi.

Aman ne dilber şeyler! Bunların arasında ciddi bir adam taklidi yapmamın ne kadar güç olduğunu düşününüz!

Büyük bir masanın etrafına oturduk. Masanın altını dolduran on dört bacak arasında dizlerim titriyordu. Ne konuşacağımızı bir aralık unutmuştum, fakat Pervin bir sakallı adam ciddiyetiyle beni uyandırdı:

- Mecmuanın adını ne koyalım? Diye bağırdı. Ben hemen teklif ettim:

- İpek çorap!

Pervin, kızarak ayağa kalktı:

- Yo!.. dedi, zevzeklik yok! Felsefe mecmuası çıkaracağız! - Öyle ise “Eflatun” ismini koyalım!

Yedi kız birden el çırptılar ve: - Mükemmel! Diye bağırdılar.

Sağımda Neriman isminde bir kız oturuyordu, el çırpıyor, hem de bacaklarını sallayarak dizlerini birbirine vuruyordu ki ara sıra benim bacağıma değiyordu. Ben bu tabi temasları devam ettirmek için, sağ dizimle bazı askeri harekata giriştim. Hem mecmua hakkında fikirlerimi söylüyor, hem de sağ dizimin yaptığı ılık et banyosunun keyfiyle gözlerimi süzüyordum. Neriman birden bire doğruldu ve bana döndü:

- Ne yapıyorsunuz kuzum? Bir felsefe mecmuasını çıkardığımızı unuttunuz mu? - Hayır! Hayır unutmadım, hareketim tamamıyla “ilmi” dir.

- Anlamadım?

- Malum ya dizin üstümde bir “veter” vardır ki oraya dokunulursa dimağda bir “Fili mün’akis” olur, bunu tecrübe ediyorum.

- Burası laboratuar değil!

Ben genç kızların dizleri üstünde yapılacak ilmi bir tecrübenin en güzel laboratuarın zifaf yatağı olabileceğini söylemek istedimse de sustum.

Pervin yüzüme öfke ile bakarak:

- Kendinize geliniz, efendim! Diye bağırdı ve müzakereye devam ettik.

İşte “Eflatun” mecmuasının ilk idari içtimaı böyle şuh ve aşıkane bir hadise ile başladı. Fakat Eflatuni bir aşk değil!

Sol tarafımda oturan kız Meliha isminde enfes bir şeydi. Ben sağ taraf uğurlu gelir diye Neriman’dan başlamıştım, dizlerimle sol cenahta da harekata karar verdim ve mecmuaya dair fikirlerimi söylerken masanın altında sol cenah taarruzuna başladım. Sol dizim ılık banyosunu yapıyordu, Meliha dizini hafifçe çekerek, kulağıma fısladı:

Bu hareketiniz ne “İlmi” ne de “Edibane”dir. Dedi.

- Bu gayet hayati bir ilimdir ve aşk darülfünununda okunur. Ben böyle bir mektep açılmasına taraftarım.

- Sizi de oraya profesör yapmalı!

GENÇ KIZLAR CUMHURİYETİ * -Şen Roman-

-3-

O günden sonra bizim kızlar bana teker teker gelmeye başladılar. Hepsi birer makale getiriyorlardı ve ben bunları “Eflatun” mecmuası için topluyordum.

Evvela Neriman gelmişti.

Upuzun bir makale getirdi. İsmi şu idi: “Tedaii efkar kanunlarının İskoçya nazariyelerinden sonra tekamülü.”

Karşımda bir koltuğa oturdu, ayağının birini şiddetle ötekinin üstüne attı, bir zabit gibi dimdik durarak, yüksek sesle makalesini okumaya başladı.

Ben makalenin bir satırını bile dinlemiyordum. Kulaklarım yerine gözlerim çalışıyordu ve Neriman’ın ayaklarını heyecanla sallaması yüzünden rüzgarlanan ve çırpınan etekleri arasında görünüp kaybolan pembe bir sahasını gözden kaçırmamakla meşguldüm. Bir aralık, dizlerin yukarısından ipek çorabı bitip de nefis bir taze çıplak bacağın görünmeye başladığı çizginin üstüne gözlerim saplanmış kalmış. Hatta o kadar ki, manzarayı daha iyi görmek için ben farkında olmadan biraz daha eğilivermişim. Birdenbire farkında olmamışım.

Neriman bağırıyordu:

- Ne bu, Allah’ınızı severseniz. Biz böyle mi mecmua çıkartacağız? Siz beni hiç dinlemiyorsunuz!

Ben şaşırdım ve kekeledim:

- Dinliyorum efendim, dinliyorum iki gözüm.

Neriman bir ayağını şiddetle yere vurarak daha hızlı bağırdı: - Ne dinliyorsunuz?

- Makaleyi... Makalenizi... - Ne yazdım söyleyin bakayım!

- Evet?

Fakat ben alt tarafını getiremedim. Bozuldum. Uydurmaya çalıştım, saçmaladım. Gözlerim yine Neriman’ın etekleri altına gitti. Bu sefer, kız ayağını yere vurduğu için manzaranın çerçevesi biraz daha büyümüştü. Dayanamayarak yerimden fırladım, makaleyi Neriman’ın elinden çekip aldım, masanın üstüne fırlatıp atarak bağırdım:

- Ey ...Bu da nesi a canım?... İskoçya, İrlanda, İngiltere, tedaii efkar,tekamül, mekamül...Ne oluyorsunuz a efendim?.. Bunlardan size ne , bana ne?.. Bir kere şu dışarıdaki havaya baksanıza. Haziran ortasındayız... Güneş altında bütün mahlukat çıldırıyor. Şimdi çayırlar, tepeler, deniz kenarları, çam altları hep çiftlerle dolu. Bütün vücutlar birbirlerine aşk veriyorlar..Bütün yüzler kızarmış, bütün nefesler titriyor, bütün dudaklar ıslak, bütün göğüsler alev içinde.. Her çift kolun içinde bir vücut var. Ateşin deraguşlar. Kemikler çıtırdıyor.. Vücutlar birbirine çakmak gibi kıvılcımlar çıkarıyorlar...

“Oh” çeken nefesler... Hayat Neriman hanım hayat...

“Biz ne yapıyoruz? Makale okuyoruz! Ne imiş? Tedaii efkar hakkında , bilmem kaç yüz sene evvel İskoçyalılar şöyle düşünmüşler, böyle demişler...Canım efendim bunlardan bize ne?.. Hele makale yazmak, okumak size hiç yaraşmıyor... Çirkin ve ihtiyar kızlar dururken böyle şeylerle uğraşmak size mi düşer? O zavallıların hakkına tecavüz ediyoruz. Bırakınız, alemi onlar ıslah etsinler! Sizin bu güzel gözleriniz niçin yaratılmış? Kitap sahifelerinde ferini kaybetmek için değil! Sizin bu güzel dudaklarınız niçin yaratılmış?

Makale okurken, kuru yemiş gibi pörsümek için değil! Sizin bu güzel elleriniz niçin yaratılmış? Kalem tuta tuta pörsümek için değil.!

Neriman şaşırmış kalmıştı. En büyük hayretle sordu: - Niçin yaratılmış?

Hemen koştum, ellerini tuttum ve sordum: - Elleriniz mi niçin yaratılmış?

- Evet!

- Öpülmek için!

Ve derhal iki elini de hararetle öptüm. Neriman yine sordu: - Gözlerim niçin yaratılmış?

Ve derhal gözlerini de öptüm.

Neriman gülerek üçüncü suali de sordu: - Ya dudaklarım?

- Onlar da öpülmek için!

Ve derhal dudaklarını da öpmeye başladım. Artık Neriman dördüncü bir sual soramıyordu. Evvela sorulacak bir sual kalmamıştı. İkincisi de dudaklarımın altında bir mühürlü balmumuyla kapanmış zarf gibi sımsıkı birbirine yapışan dudaklarını kımıldatacak halde değildi. Kollarımın içinde vücudunu bile kımıldatamıyor ve göğsümün üstünde yamyassı olan göğüyle zor nefes alıyordu.

Buse uzun sürdü, bittiği vakit dedim ki:

- Eflatunun ruhunu şadetmek için en iyi hareket budur. Mecmua filan hep lakırdı.!

Yan gözle bakarak:

- Çapkın! Diye mırıldandı, fakat bu kelimenin “kın” hecesi ağzından çıkar çıkmaz dudaklarını gene mühürlemiştim.

GENÇ KIZLAR CUMHURİYETİ * -Şen Roman-

-4-

Anlıyorsunuz ya... Bu “Eflatun” mecmuasının çıkacağı yoktu. Her genç kız elinde makalesiyle bana geldikçe:

- Hayat ! hayat ! Nazariyeleri bırakalım artık! diye bağırıyordum hemen ameliyata başlıyordum. Ah! Ömrümün en nefis günleri böyle geçti. Altı tane güzel kız, birer birer, kollarımın arasında Eflatun mecmuasını unuttular. Yalnız aralarında Pervin yoktu. Ne zararı var? Ben tam bir düzine baygın, süzgün göz seyrettim, okşadım. Kafi...

Kafi ama bir gün Pervin pür hiddet bana geldi, yeşil gözleri ateş içinde idi ve yan yana mangala düşmüş bir çift zümrüt küpeye benziyordu.

Ter ter tepindi, bar bar bağırdı:

- Hani mecmua? hani matbaa? Hani ilanlar? Hani klişeler? Ben şaşırdım ve korkudan kaçmış bir sesle cevap verdim: - Hepsi hazır, şekerim... Dur! telaş etme... Hazır... İlanlar...

Sus, yalancı musibet sus! Çapkın kafir... Sen buraya gelen kızlara neler söylüyormuşsun? Bana da söyle bakayım?

Kendimi topladım... Hımm... Sıra Pervin’de... Haydi bakalım... Ey Eflatun medet. Pervini elinden tutarak yanıma oturttum.

- Yavrucum... Dur... Kızma... Ben sana anlatayım... - Ne anlatacaksın, yezit?

- Mühim bir nazariyem var canım belki mecmuaya yazarız. - Ne imiş o nazariye?

Yutkunarak cevap verdim:

- Ben diyorum ki... Genç kızlar evvela hayatı öğrenmelidirler, tetkikata oradan başlamalıdırlar.

Elimi Pervin’in dizine koydum:

- Mesela... Canım... Bir delikanlı elini böyle, bir genç kızın dizine koysa ne tesir yapar? Kızlar bunu bilmeli.

- Benim gibi ciddi bir kızsa hiçbir tesir yapmaz.

- Ah... Senin ciddiyetini sevsinler... Ya o delikanlı elini biraz daha ileriye götürürse ne olur?

- Ne olacak terbiyesizlik olur. Çek elini!

- Dur dur, izin ver bak... Bir titreme duymuyor musun? - Çek elini diyorum.

- Bırak! Mesele mühim... Hem de fizyolojik... Bak, titriyorsun. - Uf...f.

- Hem de tatlı bir raşe... - Çapkın musibet! - Doğrudur.

Pervin’de kollarımın arasında idi; ona da 20. asırla Eflatun felsefesinin Froyt nazariyelerine nasıl istihale ettiğini anlattım.

- Kafir!.. Artık Eflatun mecmuası, daha intişar etmeden tarihe karışmıştı. Ben bazen yedi kızı da alarak adaya götürüyordum ve eşeklerle çamlara çıkıyorduk.

Hepsi kahkahalar içinde bir kat daha gençleşmişlerdi. Bir gün çamlar altında bana sordular:

- Peki ama biz ne zaman mecmua çıkaracağız, cemiyet açacağız?

- Ne zaman vaktinizi nasıl geçeceğinizi bilmezseniz... Yani Nezihe Muhittin hanımın yaşına geldiğiniz zaman! Dedim.