• Sonuç bulunamadı

Taksimdeki Zafer Abidesinden hiç kimse memnun değil: Ne halk ne de İsmail Hakkı ve Namık İsmail beyler gibi ilk önce bu allı yeşilli Eyüp oyuncağına hararetle rey verdikleri halde, sonradan Milliyet Gazetesinde vicdan azabı duydukların ilan eden sanatkarlar... Hatta abide de kendi kendisinden memnun değil; çünkü öfkesinden olacak, yer yer çatlıyor!

Gariptir ki bu soğuk taş yığını için bilmem kaç yüz bin lira alan Sinyor Kanonika da yaptığı işten memnun değil. Çünkü abideyi tashih etmek ve genişletmek istiyormuş.

Hayır. Biz baştan başa kusur olan bu abideyi değil, sanat hakkındaki anlayışımızı tashih etmek ve genişletmek mecburiyetindeyiz.

İnsan, ayağını bir kunduracıya uzatır, ölçüsünü aldırır, glase veya rugan bir ayakkabı ısmarlar. Bunda şaşıracak bir şey yoktur. Çünkü üç buudu ve kendisine göre bir hacmi olan ayak gibi bir madde ölçüye gelir, fakat bir milletin istiklal destanı, zafer heyecanı ayak gibi ölçülebilen bir madde midir ve uzunluğu, yüksekliği, eni kaç santimdir ki bunu İtalya’dan çağırdığımız bir sanatkara ısmarladık?

Hepimiz biliriz ki hissetmeden sanat eseri yapılamaz. Sinyor Kanonikanın İstiklal cengiyle, milli mücadele zaferiyle ne alakası olmuştur ki ondan milli bir hassasiyetin en büyük ifadesini bekledik? Sakarya’da bu Sinyorun babası mı şehit şehit düşmüştür, oğlu mu? Sırtında cephane taşıyan Türk köylü kadını bu Sinyorun nesidir, anası mı, kız kardeşi mi? Mütarekede işgal kuvvetlerinin işkenceleri altında inleyen sanatkar, Mimar Sinan’ın torunları değildir de, bu İtalyan mıdır? Her malımız yerli olacak da, vicdanımızı Avrupa’dan mı getireceğiz? Milli benliğimiz Avrupa’nın hangi tezgahında imal ediliyor? Türk sanatkarları dururken Avrupalıya müracaat etmek, takma saç gibi göğsümüzün içine iğreti bir kalp oturtmak demektir. Bunlar öyle kaba ve basit hakikatlerdir ki yarım liralık bir estetik kitabının sahifelerinden öğrenmek kabilken bize yüz binlerce liraya mal oldu.

Şimdi, Siyor Kanonikanın teklifine göre, bu abide parçalanacak, bayrak tutan askerler birkaç adım öne alınacak, üstüne bir tak kurulacak ve ta tepesine de bir hilal kondurulacakmış. Belediye tarafından gönderilen fenni bir heyet vaktiyle abidenin çürük yapıldığını görmüştü sanırım.

Aradan birkaç sene geçmeden, asırlarca yaşamış ihtiyar Çemberlitaş gibi zaman zaman tamir, tashih, tadil isteyen bu hasta abide, bir kudret timsali olmaktan çok uzaktır.

O kadar uzaktır ki en büyük zafer destanımızı hicveden bu karikatür bile gülünç varlığına tahammül edemiyor da yer yer çatlıyor, her gün bir az daha yıkılıyor ve her gün, azar azar intihar ediyor!

AŞK ve TABANCA *

Bizde de aşk cinayetleri çoğalmaya başladı ve geçenlerde, üç gün içinde iki erkek sevgililerini öldürdü. Bu Avrupai ilanı aşk usulünün bizde de moda olması, garba doğru çok hızlı gittiğimizin delillerinden biridir, fakat en kötüsü.

Avrupa’da jüri heyetleri, aşk ihtirası yüzünden yapılan cinayetleri ekseriya affederler; bunun için, orada sevgilisine, çiçek yerine kurşun atanlar çoğalmıştır. Eğer ihtiras, bir cinayeti mazur gösterecek sebep telakki edilirse dünyanın bütün canileri masumdurlar. Para için, yahut içki yüzünden yapılan cinayetler de mi affedilmelidir? Çünkü bütün diğerleri gibi bu iki sebep de en büyük ihtiraslardandırlar. Vatani duygularda bazı cinayetlere sebep olmuştur. Roma’yı ailesinden daha çok seven Horace kız kardeşini öldürmedi mi? Pençap şehrini kız kardeşinden daha fazla seven Eşber, Sumru’yu asmadı mı? Bütün cinayetler bir ihtiras mahsülüdür, yalnız delilik müstesna. Belki o da mahiyetini bilmediğimiz bir ihtirastır; fakat izah edemediğimiz bir mücrim şuuru affediyoruz.

Bence bunu bile affetmemek lazımdır; çünkü her ihtiras deliliğe giden bir yoldur ve en şuurlu cinayetlerin bile yarım saniye sürüp geçen bir cinnet nöbeti içinde yapılıp yapılmadığını bilemeyiz.

Aşk yüzünden cinayet yapanlara acıyoruz. Fakat yeryüzünün bütün canileri merhamete aynı derecede muhtaçtırlar. Kim büyük bir mecburiyet olmadan silaha sarılmıştır?

Açlık, sarhoşluk, delilik, sevda çekicilik birbirlerinden daha az kuvvetli birer amil midirler? Bütün caniler, hastalıkları veya ihtirasları tarafından aldatılan, tuzağa düşürülen birer masumdurlar. Hepsine acırız. Fakat kendimize acımaya da mecburuz. Biz, yani adam öldürmeyenler ki ekseriyeti teşkil ediyoruz, bu masum akalliyetin pençesinden kurtulmak ve aramızda bu kanlı işe istidadı olanların da gözlerini yıldırmak için onları feda etmeye mecburuz. Hatta ben öyle düşünüyorum ki, vazıı kanunların bir az merhametleri olmasaydı ortada cinayetten eser kalmazdı. Yani, her öldüren adam, mutlak surette öldürülseydi... İster cinayeti tehevvüren, ister taammülen, ister aşk, ister delilik yüzünden yapmış olsun.

Cemiyetle tabiat arasındaki fark buradan geliyor.

Tabiat acımaz. Bütün mevcudat arasındaki ahenk ve inzıbat, bu müsamahasızlığın eseridir. Sevda gözünüzü bürümüştür. Öfkelisiniz veya delisiniz diyerek bir aslanın üstüne

saldırınız. Bakalım; aşkınızı, tehevvürünüzü veya cinnetinizi esbabı muhaffefeden addederek sizi mazur görür mü ve parçalayacağı yerde parmağınızı ısırmakla iktifa eder mi dersiniz?

Hayır. Aşk ve tabanca arasındaki dostluğu affetmemek lazımdır. Bunlar çok tehlikeli müttefiklerdir. Fert arasındaki aşk cinayetlerinin milletler arasına da sirayet ettiğini bir düşününüz? Farz ediniz ki bir millet, en sevdiği diğer millet üzerine ansızın bombalar ve boğucu gazlar yağdırarak canına okuyor. Bu aşıkane cinayeti de mazur mu göreceğiz?

Bunun için jüri heyetlerine pek taraftar değilim ve bizde buna benzer bir adalet hakemi olmamasını lehimize bir kıymet olarak kabul ediyorum. Adaleti merhametin zıddı sanmaktan ileri gelen bu jüri müsamahaları, bence, zulümden daha zalimdirler.

Adalet merhametin kendisidir; fakat gözyaşlarını bir tek madde üzerine akıtan küçük bir merhamet değil, her tarafı düşünen büyük ve şümullü bir merhamet.