• Sonuç bulunamadı

2.5. VERGİ KAÇIRMA OLANAKLARI

2.5.1. Gelirin Yüksekliği

Harcama ve servet biriktirmeye olanak sağlayan gelir, ödeme gücünün bir göstergesi olup, “marjinal prensibine” göre, gelir arttıkça artan gelirin sağlayacağı marjinal faydanın azalacağı varsayılır. Bu noktadan hareketle, gelir artışlarının veya genel olarak yüksek gelir düzeyinin, vergi kaçakçılığına negatif yönde etki yapacağı sonucuna varılabilir. Teoride,

“ailelerin gelir düzeyi ile vergi direncinin negatif bir şekilde; maaş, ücret ve emekli aylıkları gibi gelir unsurları ile pozitif olarak ilişkili olduğu”

saptanmıştır. Gelir düzeyi yükselirken vergi kaçırma fırsatları artmakta iken, yüksek gelir sahiplerinin ücret, maaş ve emekli aylığı alanlara göre daha fazla vergiden kaçınma olanaklarına sahip olmaları nedeniyle, gelir

kalemleri içinde ücret, maaş ve emekli aylıklarının oranı yükselirken vergi kaçırma fırsatları düşmektedir.181

Mükellefin gelir düzeyi vergi kaçırma olanaklarına etkisi dolayısıyla bu süreçte önemli bir diğer etkendir. Orta gelir düzeyinden mükelleflerin vergi kanunlarına daha uyumlu oldukları, düşük gelirli vergi mükellefleri ile yüksek gelirli vergi mükelleflerinin orta gelirli mükelleflere göre vergiye daha az uyumlu oldukları saptanmıştır. Mükellefin gelir düzeyi ile vergi kaçırma eğilimi arasındaki ilişkiye yönelik yapılan çeşitli çalışmalarda, mükelleflerin geliri arttıkça vergiye karşı daha fazla antipati besledikleri ve vergi kaçakçılığının da arttığı ortaya konulmuştur.182

Becker, Buchner ve Sleeking (1987) yaptıkları bir çalışmada, kaçırılan vergi oranının artan gelirle birlikte yükselmekte olduğu görüşünü savunmuştur. Konuya ilişkin olarak bulguların çeşitliliğine rağmen, vergi kaçakçılığı ile gelir arasında pozitif bir ilişkinin varlığı sonucuna ulaşılabilmektedir. Diğer taraftan, yaşamlarını sürdürebilmek amacıyla oldukça sınırlı gelirleri bulunan çok düşük gelir grubunda da vergi kaçakçılığı olasılığının artabileceği bir gerçektir.183

Gelir grupları ile vergi uyumu arasındaki ilişki teorik tahminlere dayanmakla birlikte, yapılan çalışmalarda vergi kaçakçılığının gelirdeki artışla birlikte artığı görülmektedir. Ancak bazı çalışmalarda (Christian 1994) beyan edilen geliri 50.000 ve 100.000 dolar arasında olan grubun %60’ının düşük vergi bildirdiği, %14’ünün fazla vergi bildirdiği ve %26’sının ise doğru beyanda bulunduğu tespit edilmiştir.184

181 Yakup Karabacak, “Vergi Kaçakçılığının Nedenleri: Arz ve Talep Yanı”, Vergi Dünyası, Sayı:

287, Temmuz 2005, (Erişim) https://www.vergidunyasi.com.tr/dergiler.php?id=3693, 06 Haziran 2011, s. 7-8.

182 Demir, a.g.m., s. 10.

183 Karabacak, a.g.m., s. 8.

184 Manos Matsaganis ve Maria Flevotomou, “Distributional Implications of Tax Evasion in Greece”, GreeSE Paper No 31, LSE Hellenic Observatory Papers on Greece and Southeast

Europe, January 2010, (Erişim)

http://www2.lse.ac.uk/europeanInstitute/research/hellenicObservatory/pdf/GreeSE/GreeSE31.pdf, 08 Haziran 2011, s. 29-30.

İtalya’da yapılan bir çalışmada gelirin düşmesi ile birlikte beyan dışı gelirin de düştüğü, Kıbrıs’a ilişkin olarak yapılan bir çalışmada vergi kaçakçılığına göre düzeltilmiş gelir dağılımının beyan edilen gelirin dağılımından daha az eşit olduğu ve Yunanistan’a ilişkin bir çalışmada ise yüksek gelir grubundakilerin vergi uyumsuzluğuna daha eğilimli oldukları ortaya çıkmıştır.185

Ödeme gücünün bir göstergesi olarak gelir düzeyi vergi kaçırma ya da vergiden kaçınma davranışını dolayısıyla vergi yükünü etkileyen faktörler arasında yer almaktadır. Bu noktada kişi başına düşen vergi yükü önem kazanmaktadır. Tablo 19’da kişi başına düşen toplam vergi geliri miktarı başka bir ifadeyle kişi başına toplam vergi yükü yer almaktadır.

Tablo 19’dan da görüldüğü üzere, Türkiye’de kişi başına düşen vergi yükü 1965 yılında 41 dolar iken, bu miktar 2000 yılında 1.000 doların üzerine çıkmış, 2010 yılında ise hızlı artış eğilimini sürdürerek 2.606 dolara ulaşmıştır. OECD ortalamasına baktığımızda ise kişi başına düşen toplam vergi yükünün 2009 yılında 12.747 dolar olarak gerçekleştiği görülmektedir.

Diğer taraftan, kişi başına düşen vergi yükü rakamları ile birlikte aslında bu yükü paylaşan vergi mükellefi sayısı da önem taşımaktadır.

Vergi yükü hızla artmakla birlikte faal mükellef sayılarında ciddi bir değişim görülmemektedir.

Bu çerçevede, 2001 yılında toplam faal mükellef sayısı 8.349.464 iken bu sayı zaman zaman azalmakla birlikte 8 milyonlu seviyeleri korumuş ve 2010 yılında ise 8.671.470’e ulaşmıştır. 2001 yılında gelir vergisi faal mükellef sayısı 1.768.653 ve kurumlar vergisi faal mükellef sayısı 565.556 iken 2010 yılına gelindiğinde gelir vergisi faal mükellef sayısı 1.693.316’ya düşmüş ve kurumlar vergisi faal mükellef sayısı ise 652.009’a yükselmiştir.

2011-2010 yılları arasında faal gelir vergisi mükellef sayısının toplam faal mükellef sayısına oranı %20-22 aralığında seyrederken, kurumlar vergisi faal mükellef sayılarının toplama oranı ise %7-8 aralığında değişmiştir.

185 Matsaganis ve Flevotomou, a.g.m., s. 5.

Diğer taraftan gelir vergisi stopajına tabi mükelleflerin sayılarının toplam faal mükellef sayılarına oranını aynı dönemde %23’den %27’li seviyelere ulaşmıştır.186

Tablo 19: Kişi Başına Düşen Toplam Vergi Geliri

Ülke 1965 1975 1985 1995 2000 2005 2006 2007 2008 2009 2010

186http://www.gib.gov.tr/index.php?id=271 adreslerinde yer alan vergi istatistiklerinden derlenmiştir.

2011 Nisan ayında verilen 2010 vergilendirme dönemi yıllık kurumlar vergisi beyanlarına göre, Türkiye genelinde en yüksek beyanda bulunan ilk 100 mükellefe ilişkin toplam tahakkuk tutarı 12.349.670.157187 TL olup, aynı döneme ilişkin toplam kurumlar vergisi tahakkuk tutarı 37.512.508.000188 TL olarak gerçekleşmiştir. Bu durumda kurumlar vergisi tahakkukunun yaklaşık

%33’ü ilk 100 mükellef tarafından beyan edilmektedir. İlk 100 mükellefin dağılımına bakıldığında, 23 mükellefin faaliyet alanının bankacılık faaliyetleri olduğu görülmektedir.