• Sonuç bulunamadı

1.2. OECD ÜLKELERİNDE VERGİ YÜKÜ

1.2.1. Gelir Vergisi

Gelir üzerinden alınan vergiler; verginin ekonomik kaynaklarına göre alınması ilkesinin sonucunda doğan vergi grupları olup, gelir vergisi ile kurumlar vergisinden oluşmaktadır. Kişisel gelir ve kurumlar vergileri, özellikle ekonomik kalkınmanın ileri aşamalarında genel vergi sistemi içinde önemli bir yer tutarlar.71

69 OECD, a.g.e, s. 23, 94.

70 Heady, a.g.m., s. 3-4.

71Esra Siverekli Demircan, “Vergilendirmenin Ekonomik Büyüme ve Kalkınmaya Etkisi”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Temmuz-Aralık 2003, Sayı: 21, s. 102.

Gelir vergisi; gerçek kişilerin belirli bir dönemde elde ettikleri irat ve kazançların safi tutarı üzerinden mükellefin kişisel ve ailevi durumunu dikkate alarak hesaplanan vergidir. Ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilmekle birlikte, bu vergi genellikle artan oranlı bir tarifeye göre alınan dolaysız ve subjektif vergiler arasında günümüzde en yaygın uygulanan bir vergidir. Kalkınmanın finansmanında kullanılan vergilerin başında gelir vergileri gelmektedir. Bu tür vergide devletin yapacağı bir artış bireylerin tasarruf ve yatırımları üzerinde önemli etkiler yapmaktadır.72

Avrupa Birliği üyesi ülkelerde gelir vergisi yerine tüketim üzerinden alınan vergiler ile sosyal güvenlik katkılarının payı daha büyüktür. Vergi yapıları farklı olmakla birlikte, özellikle KDV gibi mal ve hizmetler üzerinden alınan vergilerin (özel tüketim vergisi gibi) yaygınlaşması ile birlikte gelir ve kurumlar üzerinden alınan vergilerden bu vergilere doğru bir kayma meydana gelmiştir. Bu değişim, gelirde etkin bir artış sağlayan geniş tabanlı tüketim vergilerinin kabulü ile sonuçlanmıştır. Ancak, özellikle Yeni Zelanda ve Türkiye’de genel tüketim vergilerinin kabulü gelir vergisinde ciddi bir azalmaya sebep olmuştur. Yeni Zelanda’da toplam vergi gelirleri içinde gelir vergisinin payı 1985’te %60 iken, 1990’da %46’ya düşmüştür. Türkiye’de ise, bu oran 1980’de %44 iken 1985’te %28’e düşmüştür. Diğer taraftan Japonya’da genel tüketim vergilerinin payı 1990’lardaki kurumlar vergisi gelirlerindeki düşüşü karşılamak için artırılmıştır.73

Aşağıdaki tablolarda OECD’ye üye ülkelerde yıllar itibariyle gelir vergisinin, toplam vergi gelirleri ve GSYH içindeki payları yer almaktadır.

OECD ülkelerinde gelir ve kurumlar üzerinden alınan vergiler toplam vergi gelirleri içinde önemli bir paya sahip olup, Avustralya, Kanada, Danimarka, Norveç, İsviçre, ABD, İzlanda ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde bu vergilerin vergi yapısı içindeki payı %45’i geçmektedir. OECD ortalaması ise

%34-37 aralığında bulunmaktadır.

72 Siverekli Demircan, a.g.m, s. 102.

73 Heady, “The Truth About Tax Burdens”, s. 1.

Tablo 4’de yer aldığı üzere, gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payına ilişkin OECD ülkeleri ortalaması 1965 yılında %26,2 iken, 2008 yılında %25’tir ve OECD ortalaması %25’ler seviyesinde istikrarlı bir seyir izlerken, 1975-1985 yıları arasında %29 seviyelerine kadar çıkmıştır.

Tablo 4: OECD Ülkelerinde Gelir Vergisinin Toplam Vergi Gelirleri İçindeki Payı Kaynak: OECD, Revenue Statistics, 1965-2009, 2010 Edition, s. 84.

Tablo 4’den de görüleceği üzere, gelir vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki payının en yüksek olduğu ülkeler Danimarka ve Yeni Zelanda’dır. Danimarka aynı zamanda gelir vergisi yükünün en yüksek olduğu ülkedir.

2008 yılı rakamlarına göre, Danimarka’da toplam vergi gelirlerinin yaklaşık %52’si gelir vergisinden, %8’i ise kurumlar vergisinden elde edilmektedir. Gelir vergisine ücretler üzerinden alınan vergiler, faiz, kar payları, emlakın değerlenmesinden alınan vergiler ve işgücü piyasasına ilişkin katkılar dahil olmakla birlikte gerçek kişilerin dışında şirketler de bir ölçüde gelir vergisi ödemektedir.74

Vergi yükü hesaplamaları toplumda vergilendirmenin parçası olmayan bazı faktörlerden etkilenmektedir. Bu faktörlere, transfer gelirlerinin vergilendirilmesi, kamu sektöründen gerçek kişilere yapılan ödemeler, emeklilik tasarruflarına ilişkin ertelenmiş ödemeler ve kurumlar vergisi olduğu gibi dolaylı vergiler doğrudan vergiler ayrımının yapılma şekli de dahildir. Bu kapsamda diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Danimarka’nın vergi yükü transfer gelirlerinden ödenen vergiler nedeniyle fazla tahmin edilmektedir. GSYH ölçümlerinde hesaba katılmayan transfer gelirlerinin vergilendirilmesi, gelir üzerinde vergiye sebep olmaktadır. Refah devletinin finanse edilmesi amacıyla pek çok ülkenin aksine Danimarka’da sosyal katkıların özel bir yeri bulunmamaktadır ve gelir vergisi ve sosyal katkılar gerçekte benzer tipte vergilerdir. Danimarka’da gelir vergisi ve sosyal katkıları birlikte değerlendirdiğimizde toplam vergiler içinde OECD ortalamasına yakın olduğu görülecektir.75

Tablo 5’den de görüleceği üzere, 2008 yılı rakamları karşılaştırıldığında en düşük gelir vergisi yüküne sahip ülkeler Slovak Cumhuriyeti, Çek Cumhuriyeti, Kore ve Türkiye iken, en yüksek gelir vergisi yüküne sahip ülkeler ise Danimarka (25,2), İsveç (13,8) ve Yeni Zelanda

74 SKAT (Ministry of Taxation), “Tax in Denmark 2008”, (Erişim), http://www.skm.dk/public/billeder/english/tax_in_denmark/2008/Tax2008.pdf, 02 Mart 2011, s. 2.

75 SKAT, a.g.m., s. 6.

(13,7)’dır. Gelir vergisi yükünün düşük olduğu ülkelerde, sosyal güvenlik katkıları yükü ve mal ve hizmetler üzerindeki vergi yükü daha fazladır.

Tablo 5: OECD Ülkelerinde Gelir Vergisinin GSYH İçindeki Payı

Ülke/Yıl 1965 1975 1985 1995 2000 2005 2006 2007 2008

Kaynak: OECD, Revenue Statistics, 1965-2009, 2010 Edition, s. 84.

Danimarka’dan sonra en yüksek vergi yüküne sahip İsveç’te vergi yükü, 1960-1970 yılları arasında büyük ölçüde artmış, 1980’li yılların sonlarında toplam vergi yükü %55’in üzerine çıkmıştır. Son 10 yıllık süreçte ise gelirden alınan vergilerde azalmaya gidilmesi ile birlikte vergi yükü azalmaya başlamıştır.76 Avrupa’da çoğu ülke bütçe açığı, borç krizi ile uğraşırken İsveç, bütçe açığı olmayan hatta fazla veren bir ülkedir ve Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yer almaktadır. 1950’li yıllarda yaklaşık %20 olan vergi yükü, 1970’lerde piyasalara ve topluma ilişkin olarak gerçekleşen bir dizi radikal hükümet müdahalesi ile ikiye katlanmıştır. 1980’lere doğru İsveç piyasaları tekrar düzenlemeye başlamış, marjinal vergi oranlarını düşürmüş, düşük enflasyon politikasını benimsemiştir. 1990’larda ise adımlar tekrar hızlanmış, devlet bazı şirketlerdeki hisselerini satarken merkez bankasına özerklik vermiş ve özel emeklilik sistemine geçmiştir. Bu reformlardan sonra reel gelirler yaklaşık

%35 artarken, işletmeler de daha verimli bir hale gelmiştir. Ayrıca, emlak üzerinden alınan vergiler azaltılmış, servet vergileri kaldırılmış ve ortalama gelir elde eden çalışanların yıllık vergiden sonra ekstra bir ay gelir almasını sağlayan yeni bir gelir indirimi sistemi kabul edilmiştir. Bu reformlardan sonra yaklaşık 10 yıl önce %56’ya kadar ulaşan vergi yükü İsveç’te %45’ler civarına düşmüştür.77 Kuşkusuz, bu iki ülkedeki politik (sosyal demokrat) iklimin de etkisi bulunmaktadır.