• Sonuç bulunamadı

Gelenekselcilik-Davranışsalcılık tartışması daha öncede ifade edildiği üzere Uluslararası İlişkiler disiplininin yaklaşık bir asırlık tarihinde –her ne kadar kimileri kabul etmese de ya da sıralamanın çok işlevsel olmadığını söylese de- yaşanmış üç büyük tartışmanın ikincisidir. Bu tartışma, 1950 ve 1960’lı yıllarda disiplinin formasyonunu doğrudan etkilemiş ve bu tartışma sonrası dönemde Uluslararası İlişkiler yazımı, yeni bir boyut kazanmıştır. Bir kuşak çatışması olarak da adlandırılan bu tartışmada Davranışsalcılar, yeni araştırma teknikleri ve analiz metotları ile yeni kuşağı temsil ederlerken, Gelenekselciler her hali ile eski kuşağın temsilcileriydi. Aslında öz olarak ikisi

432 Daha öncede zikredildiği üzere UNESCO, Davranışsalcılığın gelişmesinde çok önemli bir platform vazifesini görmüştür. Uluslararası çatışmaların çözümünde UNESCO yaklaşımı olarak da bilinen; “çatışan tarafların bir zeminde buluşmaları ve birbirleri hakkında görüş alış verişinde bulunmaları karşılıklı toleransı artıracak ve krizin çözümlenmesinde hayati rol oynayacaktır” yaklaşımı Davranışsalcıların çatışma çözümlemesinde sıklıkla referans olarak gösterdikleri bir yaklaşımdır. Unesco yaklaşımı ve eleştirileri için bakınız, David J. Singer, “Threat Perception and the Armament Tension Dilemma”, The Journal of Conflict Resolution, (Vol: 2, No: 1, 1958), ss. 90-107.

433 Harty, Modell, “The First Conflict Resolution…, ss. 721-723.

434 Timothy Dunne, “Mythology or Methodology? Traditions in International Theory”, Review of

de pozitivisttiler435 ve bu özellikleri nedeniyle daha sonraki üçüncü büyük tartışmada Post- pozitivistlere karşı aynı saflarda yer aldılar.

Gelenekselcilerle Davranışsalcılar arasındaki tartışma, Amerikalı akademisyenlerin ABD’nin izolasyonist politikayı terk ettiği andan itibaren Uluslararası İlişkiler’e yönelik ilgilerin artması ile ilk sinyallerini vermeye başladı. Tartışmayı özellikle ilk yıllarında Amerikalı ve İngiliz bakış açılarının çatışması olarak adlandırmak bu anlamda haksız bir değerlendirme olmasa gerek.436 Öz olarak pozitivist, formasyon olarak Anglo-Saxon akademiya mensuplarının bu kadar aynı iken hangi noktada tartıştıklarını anlamak zor olsa da, iki paradigma arasında aslında büyük farklılıklar vardı. Bir önceki bölümde Davranışsalcıların Gelenekselcilere yönelttiği eleştirilerin neler olduğu anlatılmıştı. Bu eleştirilere karşılık, Gelenekselcilerin karşı-eleştirileri, iki paradigma arasındaki farklılığın ‘şeklen’ ne kadar derin, ‘içerik’ olarak ise ne kadar dar olduğunu sembolize etmektedir.

Gelenekselciler, disiplinin asıl sahiplerinin kendileri olduğu iddiası ile diğer disiplinlerde yeterince başarılı olamamış kişilerin Davranışsalcılık kisvesi altında Uluslararası İlişkiler çalışmalarına dahil olmalarını kesinlikle kabul edemiyorlar ve Davranışsalcılığın Uluslararası İlişkiler disiplinine yöneltilmiş en büyük tehdit olduğunu bile dile getirmekten çekinmiyorlardı.437 Kendi metotları, modelleri ve doğa bilimine mahsus terminolojileri ile Uluslararası İlişkiler’e angaje olmayan çalışan diğer disiplin mensupları, uluslararası ilişkilerin ve Uluslararası İlişkiler’in gerçek doğasını asla özümseyemiyorlar ve çalışmalarında bir çok noktayı görmezden geliyorlardı.438 İronik bir dille tutunamayanların disiplini haline dönen Uluslararası İlişkiler’deki doğa bilimci ve doğa bilimi arzusunun temizlenmesi gerektiğini savunan Gelenekselciler, Davranışsalcıların iddia ettiği üzere doğa bilimlerindeki başarıların sosyal bilimlerde de tekrarlanabileceğini tezini şiddetle reddettiler.439 Çünkü Gelenekselcilere göre; doğa bilimleri ilerleme gösteren bir formasyona sahip iken sosyal bilimler için ‘ilerleme’ doğru bir tanımlama sıfatı değildir zira sosyal bilimler doğrusal bir ilerleme kaydedemez. Öte yandan doğa bilimleri bir çok noktada tahmin için elverişli bir zemine sahip iken, sosyal

435 Daniel S. Geller, John A. Vasquez, “The Construction and Cumulation of Knowledge in International Relations”, International Studies Review, (Vol: 6, 2004), s. 1.

436 Fred Halliday, Rethinking International Relations, (Hampshire: Macmillan Press, 1994), ss. 27-29. Ayrıca bakınız, Lijphart, “The Structure of the Theoretical..., ss. 60-65.

437 Donald J. Puchala, “Woe to the Orphans of the Scientific Revolution”, Journal of International Affairs, (Vol: 44, 1990), s. 63.

438 James N. Rosenau, “Behavioral Science and the Study of International Relations”, The Journal of Conflict

Resolution, (Vol: 9, No: 4, 1965), ss. 519-520.

439 Franke Wilmer, The Social Construction of Man, the State, and War: Identity, Conflict, and Violence in

bilimler böyle bir içerikten yoksundur. Davranışsalcıların tezlerini hayata geçirirken esinlendikleri Charles Sanders Peirce, Pierre Duhem, K. Popper, I. Lakatos’un bilimsel ilerlemeye dair görüşleri sosyal bilimler için uygun bir reçete değildir.440

Doğa ve sosyal bilimlerinin mantığı üzerinden alevlenen tartışma çok kısa bir sürede daha geniş bir alana doğru yayılmaya başladı. Davranışsalcıların, karar alma yaklaşımı ile çıktıkları yolda, simülasyonu, sibernetiği, daha çok istatistiği ve matematiksel formülü kullanmaları alevlerin artmasına yol açtı. Artık 1960’lı yıllarla birlikte akademiya ikiye bölünmüştü. Bu dönemde herkes ya bilimselci ya da değildi, akademik dergiler (The

Journal of Conflict Resolution - Orbis), üniversiteler (Chicago/Princeton-Columbia) ve

daha niceleri iki farklı sesin tınıları ile konuşuyorlardı.441 Gelenekselciler, artık çığırından çıkmış Davranışsal temayülün önüne geçmenin zamanının geldiğini haykırıyordu. Gelenekselciler için Davranışsalcılar, nicelikselleştirmeye haddinden çok ağırlık veren, marjinal ya da uluslararası ilişkiler ile ilgili alakasız konulara sırf metot uğruna önem veren, gerçekten uzak konularda model yaratma, metot geliştirme konusunda gereksiz çaba sarf eden, bireyin değerlerini ve politik dünyadaki ideolojileri ihmal eden, uluslararası ilişkilerin aktörlerini ve dinamiklerini çok fazla dikkate almayan ve geleneksel araştırmaların ve tarihin katkılarını kayda değer bulmayan bir paradigmadan ibaretti.442 Eleştirilerini daha da artıran Gelenekselcilere göre, Davranışsalcıların tüm çalışmaları uzun süreli zaman diliminde hiçbir anlam ifade etmeyecekti, kavramları ölçülebilir materyaller haline sokmaya çalışan yeni kuşağın, diğer disiplinlerle olan yakın ilişkisi de Uluslararası İlişkiler’in mantığı ile örtüşmüyordu.

Gelenekselciler, çok sert bir dille Davranışsalcıları eleştiriyorlar ve her çalışmalarında bu eleştirilere mutlaka yer veriyorlardı. Davranışsalcıların, uluslararası ilişkilerin en temel sorunlarını/sorularını çözümlemek adına ihmalkar davranmaları, Gelenekselcilerin sürekli olarak ilk atıfta bulunduğu noktaydı. Davranışsalcıların uluslararası ilişkilerin sınırlarının izin vermediği ölçüde kesinliğin peşinde koşmaları ve ele aldıkları konulara yönelik tahminde bulunma ve çözüm konusunda saplantılı olmaları bir

440 Fred Chernoff, “The Study of Democratic Peace and Progress in International Relations”, International

Studies Review, (Vol: 6, 2004), s. 52.

441 Bu dönemde özellikle akademik dergiler arasındaki ayrım ve kantitatif ve kalitatif çalışmalara yer veren dergilerin listesi için bakınız, James C. Grand, “Integration and Fragmentation in Political Science: Exploring Patterns of Scholarly Communication in A Divided Discipline”, The Journal of Politics, (Vol: 67, No: 4, 2005), ss. 9-11.

diğer eleştiri noktasını teşkil ediyordu.443 Fetişist boyutta sayılar, gerçeklikle örtüşmeyen soyut modeller ile yakından ilgilenen Davranışsalcıların, bu ilgilerine rağmen so-called devrimin başladığı 1950’den 1970’li yılların başına kadar toplam 7.678 değişken uluslararası davranışları analiz etmek adına kullanıldı. Niceliksel anlamdaki bu büyüklüğe rağmen toplam değişkenlerin sadece %2,4’ü istatiksel olarak önemli bulgulara ulaşabildi.444

Davranışsalcılar, kendilerini Gelenekselcilerden ayıran en önemli unsurun veri- depolama olduğunu, örneğin David Singer gibi önemli temsilcilerinin ağzından sürekli dile getiriyorlardı.445 Davranışsalcıların disiplinin gelişimi adına çok büyük bir açılım olarak sunduğu veri-depolama, Gelenekselciler için olmazsa olmaz unsurlardan biri değildi. Zira zaten Davranışsalcıların veri-depolama adına sarf ettikleri çaba boşunaydı. Gereksiz veri toplayan, anlamsız ve tarih-dışı karşılaştırmalar yapan Davranışsalcıların bu çabalarına başkaca bir niteleme uygun düşmese gerek.446 Aslında özellikle ABD’deki think-thank kuruluşları ve hatta doğrudan Amerikan hükümeti tarafından ekonomik açıdan hatırı sayılır ölçüde destek gören, teknolojinin tüm imkanlarını veri-depolama ya da diğer teknikler için kullanan Davranışsalcılar bu artılarına rağmen gerçek anlamda bir Uluslararası İlişkiler teorisi üretemediler.447 Ortada gerçekten bir devrim olmadığını kabul eden Gelenekselcilere göre, illa ki bir devrimden bahsetmek zorunlu ise, bu devrim kesinlikle teorik olamaz, ancak metodolojik olabilirdi.

Metodoloji anlamında da bir çok açıdan kusurlu olan Davranışsalcılık, bir Uluslararası İlişkiler teorisi olduğu savını taşımasına rağmen birbiri ile çok uyumlu görünmeyen farklı unsurları, bu unsurların tarihsel kontekslerini göz önünde bulundurmadan bir araya toparladıkları için Gelenekselciler tarafından ahistorik olarak nitelendirmiştir.448 Örneğin politik düzenlilikler peşinde koşan ve istatistiki düzenlilikler ile politik olanların aynı seyiri takip edeceğini ileri süren Davranışsalcılar, tarihsel

443 Stanley Hoffmann, “Hedley Bull and His Contribution to International Relations”, International Affairs, (Vol: 62, No: 2, 1986), s. 181.

444 Patrick M. Morgan, Theories and Approaches to International Politics: What Are We to Think?, (New Brunswick: Transaction Books, 1987), s. 32.

445 Singer, “Data-Making in International…, ss. 69-72.

446 Halliday, Rethinking International…, ss. 27-29. Ayrıca bakınız, Lijphart, “The Structure of the Theoretical..., ss. 60-65.

447 Bernstein, et al., “God Gave Physics…, s. 45.

448 Gary Goertz, Paul F. Diehl, “Enduring Rivalries: Theoretical Constructs and Empirical Patterns”,

International Studies Quarterly, (Vol: 37, 1993), s. 147. Benzer eleştiriler ve Realizm’in en önemli temsilcilerinden biri olan R. Niebuhr’un bilimsel yaklaşıma yönelik tespitleri için bakınız, Kennteh W. Thompson, “Beyond National Interest: A Critical Evaluation of Reinhold Niebuhr’s Theory of International Politics”, Review of Politics, (Vol: 17, 1955), ss. 167-189.

değişimin etkilerini, sosyal öğrenmenin getirdiklerini göz ardı etmişlerdir.449 Kültürel faktörleri, ideolojileri ve sosyo-politik bazı unsurları –sadece karar alma yaklaşımı hariç- önemli bir analiz birimi olarak görmeyen Davranışsalcılar, ideolojik olarak ‘bilinçsiz- muhafazakar’ bir formasyona sahipti. Çünkü sadece kayıt tutuyorlar ama şeylerin nasıl olması gerektiğine dair herhangi bir açılımda bulunmuyorlar ve bu yönü ile de bir anlamda statükoyu koruyorlardı. Üstelik çalışmalarında kullandıkları verileri genellikle resmi makamlardan aldıkları için devleti ve devlet merkezli yaklaşımları güçlendiriyorlardı.450 Devlet ve Davranışsalcılık bağıntısı, Davranışsalcıların sadece Gelenekselciler tarafından değil, Post-pozitivistler tarafından da büyük eleştirilere maruz kalmasına yol açmıştır.

Kendine özgün bir teorik yaklaşımdan yoksun ve modeller yığıntısından ibaret olan Davranışsalcılık, uluslararası ilişkilerin temel çalışma başlıklarına dair genel bir bakış açısı getirememiş, özel koşullar ve durumlar altında uluslararası politikanın süreci ile ilgili neredeyse hiç bir katkı da bulunamamıştı.451 Bu yüzden Davranışsalcıların önemli bir kısmı Realizmin genel mantığından kopamamış452 ve Realist argümanlara sarılmaya devam etmişlerdir.453 Temel analiz biriminin devlet olmaya devam etmesi, iç ve dış politika ayrımının keskin sınırlarının hala aşınmamış olması ve güç politikaları üzerine yapılan vurgular, Davranışsalcıların Realizmden çok şey miras aldığının kanıtlarıydı.454 Disiplinin, Realizmin tarihselciliği yüzünden zemin kaybettiğini ileri süren Davranışsalcıların, Realizmin özünü koruması ve sorunların Realist bakış açısı ile hangi metodolojik araçlarla yönetileceğini pekiştirmekten öteye geçememesi Davranışsalcıların en temel açmazıydı.455 Hatta disiplinin soy kütüğüne dair özellikle Post-pozitivistlerin kaleme aldığı çalışmalarda –örneğin Robert Cox gibi- aslında ikinci büyük bir tartışmanın hiç yaşanmadığı sadece İdealistler ile Bilimselciler arasında bir tartışmanın yaşandığı da sıklıkla vurgulanır olmuştur. Çünkü Post-pozitivistler asıl ayrımın İdealizm/Ütopyanizm

449 Robert C. North, Matthew R. Willard, “The Post-Behavioralism Debate: Indeterminism, Probabilism and the Interaction of Data and Theory”, Conflict in World Society: A New Perspective on International Relations, (ed), Michael Banks, (Sussex: Wheatsheaf Books, 1984), s. 25.

450 Michael Banks, “The Evolution of International Relations Theory”, Conflict in World Society: A New

Perspective on International Relations, (ed), Michael Banks, (Sussex: Wheatsheaf Books, 1984), ss. 10-14.

451 Carey B. Joynt, Percy E. Corbett, Theory and Reality in World Politics, (London: MacMillan, 1978), ss. 49-52.

452 Andrew Linklater, “General Introduction”, International Relations: Critical Concepts in Political Science

Vol: I, (ed), Andrew Linklater, (New York: Routledge, 2000), ss. 3-4.

453 Stefano Guzzini, Anna Leander, “Social Theory of International Relations: An Apprasial of Alexander Wendt’s Theoretical and Disciplinary Synthesis”, Journal of International Relations and Development, (Vol: 4, No: 4, 2001), s. 319.

454 Ferguson, Mansbach, The Elusive Quest…, ss. 25-28. 455 Schmidt, “On the History..., ss. 11-12.

değil Ütopyanizm-Bilimselci ayrımı olduğunu zikretmişlerdir zira onlara göre Realistlerde Bilimselciydiler -ya da bunun tersi-.456

Gelenekselcilik-Davranışsalcılık tartışması, 1950 ve 1960’lı yıllarda çok geniş bir platformda hayat buluyor ve akademiyanın birincil gündemini oluşturuyordu. Bu dönemde her iki tarafta kullanmış oldukları yöntemler ile kendi paradigmalarının en geçerli reçete olduklarını savunuyorlardı. Ancak her iki tarafın lideri konumundaki iki önemli isim diğerlerine oranla daha ön plana çıkıyordu. Davranışsalcıların ve/ya Amerikalıların sözcüsü olan Morton Kaplan ile Atlantiğin diğer tarafının sözcüsü ve/ya Gelenekselci Hedley Bull, 1960’lı yıllarda ‘World Politics’ dergisinin sayfalarını bu tartışma ile doldurdular.457 Bull, Gelenekselcilerin eleştirilerini sistematik olarak ilk defa ifade etmesi bakımından onlar için önemli bir isim iken Kaplan, hem geliştirmiş olduğu sistem modelini savunmak adına Davranışsalcı paradigmanın daha iyi anlaşılması çabalarına hizmet ettiği hem de Bull’un eleştirilerinin doğrudan muhatabı olduğu için Davranışsalcıların önemli bir aktörü konumundaydı. Gelenekselcilik-Davranışsalcılık tartışması ile özdeşleştirilen Bull- Kaplan tartışmasında ilk eleştiriler Bull’dan gelmiştir.458

Bull’un eleştirilerini şu şekilde sıralayabiliriz; Davranışsalcıların kullandığı dili eleştirerek işe başlayan Bull’a göre Davranışsalcıların kullandıkları dil oldukça dolambaçlıydı (circuitous), öte yandan terminoloji henüz oturmamış ve bu paradigmanın temsilcileri aynen Marksizmin fraksiyonları arasındaki karşıtlığı andırır şekilde birbirlerine karşıydılar. Diğer disiplinlerde başarısız olup, kendi dillerini disipline taşıyan yeni kuşak, disiplinde yeni bir skolastizmin üremesine yol açtı. Davranışsalcılar başta dış politika ve savunma politikasının araçları olmak üzere Uluslararası İlişkiler’in temel sorunları ile ilgilenmekten kaçındılar. Sözde modeller ile uluslararası ilişkileri açıklamaya çalışıp, sayı ve ölçüm fetişistliğine kapılıp, teoriyi ihmal ettiler. Bir çok sosyal bilimler disiplininde olduğu üzere Uluslararası İlişkiler’de de kesin kanılara ve verilere ihtiyaç var ancak bu ihtiyaç Gelenekselci çizgide kalarak da giderilebilir. Zira Geleneksel Uluslararası İlişkiler yazını bu açığı kapatacak bir yapıya sahiptir. Bull, bu genel eleştirilerin ardından Davranışsalcı paradigmanın önderi konumundaki isimlerin çalışmalarına atıfta bulunarak eleştirilerini özelleştirmeye başlıyor. Örneğin Morton Kaplan’ın sistem modelinde temel

456 Robert W. Cox, “Science in the Study of International Organization: A Rejoinder”, International

Organization, (Vol: 26, No: 1, 1972), ss. 154-157.

457 Murray Forsyth, “The Classical Theory of International Relations”, Political Studies, (Vol: 26, No: 3, 1978), s. 411. Ayrıca bakınız, Timothy Dunne, “International Society: Theoretical Promises Fulfilled?”, Cooperation and Conflict, (Vol: 30, No: 2, 1995), ss. 125-157.

458 Bull’un Davranışsalcılara yönelik eleştirilerini yönelttiği çalışma için bakınız, Hedley Bull, “International Theory: The Case for A Classical Approach”, World Politics, (Vol: 18, No: 3, 1966), ss. 361-377.

kurallar (essential rules) olarak adlandırdığı şeylerin, aslında uluslararası ilişkilere dair yapılan günlük tartışmalarda bile kullanılan yorumlar kadar basit olduğunu belirterek, bu yaklaşımın özgün olmadığını Kaplan’ın sadece entelektüel bir egzersiz yaptığını ima ediyordu.459

Bull’un bu sert eleştirilerine karşılık Morton Kaplan aynı derginin sayfalarında gecikmeksizin cevaplarını ve karşı eleştirilerini yöneltiyor ve çalışmasının başlığını ‘yeni büyük tartışma’ (new great debate) koyuyordu.460 Kaplan, Bull’a ve Gelenekselcilere cevaben; sistem ve sistem modellerinin belirli bir alandaki değişimi anlamak adına gerekli olduğunu belirtiyor ve sistemi anlamak adına da bilimsel metotlara gereksinim olduğunu ekliyordu. Bu söylemin, fiziğin ya da doğa bilimlerinin prosedürlerinin kullanılması şeklinde yorumlanmaması gerektiğini belirten Kaplan, Bull’un normal sezgi ile bilimsel bilgiyi birbirine karıştırdığını ve bilimsel sezginin tarihsel olarak bir çok keşifte ve yenilikte ne kadar hayati rolü olduğunu verdiği örnekler ile anlatmaya çalışıyordu. Bull’un sistem modellerine yönelik rencide edici değerlendirmelerine karşılık Kaplan, ‘sistem ve süreç modellerinin farklıymış gibi görünmelerine rağmen, aslında bu modeller sistem ve süreç arasındaki ilişkiyi açığa çıkaran teorik bir çerçeveye de sahiptir’ diyordu. Kaplan’ın bu ‘can havli ile’ yönelttiği karşı-eleştirilerden sonra Bull, ilk başlarda çok sert eleştirdiği Davranışsalcıları 1960’lı yılların sonlarından itibaren biraz daha yumuşak bir dille eleştirmeye başlamış ve özellikle diğer disiplinlerden gelenlerin katkılarını değerlendirmenin gerektiğini vurgulamıştır. Ancak başta ekonomist ve istatistikçiler olmak üzere diğer disiplin mensuplarının, Uluslararası İlişkiler’in özü konusunda yetersiz olduklarını ve bu kişilerin çabalarının disipline dair bir birikim oluşturamadığı noktasındaki şüphelerini eklemekten de geri kalmamıştır.461