• Sonuç bulunamadı

Uluslararası ilişkiler disiplininde gelenekselcilik-davranışsalcılık tartışması ve çağdaş uluslararası ilişkiler teorilerine etkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Uluslararası ilişkiler disiplininde gelenekselcilik-davranışsalcılık tartışması ve çağdaş uluslararası ilişkiler teorilerine etkileri"

Copied!
150
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER DİSİPLİNİNDE

GELENEKSELCİLİK-DAVRANIŞSALCILIK TARTIŞMASI ve

ÇAĞDAŞ ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİNE ETKİLERİ

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Doç. Dr. Şaban ÇALIŞ

Hazırlayan

Erdem ÖZLÜK

034229001002

(2)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ULUSLARARARASI İLİŞKİLERİ TANIMLAMAK VE DİSİPLİNİN GELENEĞİNİ YAŞATMAK 1.1. Bir İlişki ve Disiplin Türü Olarak Uluslararası İlişkiler... 7

1.2. Uluslararası İlişkiler Disiplininin Tarihi ... 12

1.3. Teori Nedir? Uluslararası İlişkiler Teorisi Ne Anlama Geliyor? ... 17

1.4. Geleneksel Uluslararası İlişkiler Teorileri... 20

1.5. Gelenekselcilerin Temel Varsayımları: İdealizm Üzerinden Realizmi Okumak ... 24

1.6. İlk Tartışmadan Geriye Kalanlar ve Disiplinin Geleceğine Aktarılanlar ... 33

İKİNCİ BÖLÜM SOSYAL BİLİMLERDE DAVRANIŞSALCILIK 2.1. Davranışsalcılık: Metodolojiden Daha Fazlası... 36

2.2. Davranışsalcılık Nasıl Doğdu? Ne Anlama Geliyor?... 39

2.3. Psikoloji: Bilinçten Laboratuara Uzanan Yolda Davranışçılık ... 41

2.4. Sosyoloji: Gözlemlenebilir Toplum? ... 44

(3)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ULUSLARARASI İLİŞKİLER’DE DAVRANIŞSALCILIK

3.1. Uluslararası İlişkiler Disiplininde Davranışsalcılığın Doğuşu ... 53

3.2. Gelenekselcilik Olmadan Davranışsalcılık... 56

3.2.1. Data-Model versus Teori: Bilinçaltı Pozitivizm... 56

3.2.2. Genealoji: Richardson ve Wright İle Yola Çıkmak... 59

3.3. Disiplinde Olağan Dışı Dönemden Olağan Döneme: Davranışsalcılık... 64

3.3.1. Sancılı Bir Giriş: Karar Alma Yaklaşımları ve R. Snyder ... 64

3.3.2. Saha Teorisi ve Event-Data: Q. Wright ve C. McClelland ... 68

3.3.3. Data-Making: D. Singer ... 70

3.3.4. Çoğulcu Güvenlik: K. Deutsch... 72

3.3.5. Oyun Teorisi: T. Schelling ... 74

3.3.6. Simülasyon: H. Guetzkow... 76

3.3.7. Çatışma Çözümlemesi: A. Rapoport ve B. Mesquita... 78

3.3.8. Sistem Modelleri: M. Kaplan ... 81

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GELENEKSELCİLİK-DAVRANIŞSALCILIK TARTIŞMASI: BİR TARTIŞMADAN DAHA FAZLASI 4.1. Tartışmaya Davranışsalcı Bir Giriş ... 85

4.2. Gelenekselci Bir Karşı Duruş: İkinci Büyük Tartışmanın Tarafları... 92

4.3. Tartışmayı Değerlendirmek ve Bazı Sorular ... 98

4.4. Post-Davranışsalcılık mı Postdavranışsalcılık mı? Yeniden Hauntology ve The Truth Is (not) Out There ... 102

SONUÇ ... 106

(4)
(5)

GİRİŞ

Sefaleti, kutsallığı, öğreticiliği, mihmandarlığı ya da çözümsüzlüğü ile Tarih iç içedir insan ve insana dair şeylerle. Bu çalışmanın da bir disiplinin tarihine olabildiğince bulaşmaktan gayrı bir amacı yoktur. Çekinceleri bir kenara koyaraktan belirli bir dönemin ve hatta belirli bir coğrafyanın tasvirinden ibarettir. İnsanı doğrudan kurucu özne olarak seçmemiş gibi görünse de, bu çalışma gizil bir insan öznesine sahiptir. Gerçek öznesi ise insanlığın bugüne değin kurmuş olduğu en kompleks, en kapsamlı ve hatta bazen kendisinden bile önemli görülen bir siyasal formasyondur. Bir yönü ile aşırılıklar çağı olduğu kadar kısa, şiddeti içerdiği ölçüde uzun ve bir o kadar da Amerikan bir yüzyılın yani XX. asrın biyografisidir aslında bu çalışma. Biyografi ilk bölümlerde Avrupa’da daha sonraki kısımlarda ise Amerika’da geçmektedir. Ancak şimdiye kadar anlatınlar gibi doğrudan yaşanmışın tasvirinden çok, fikri bir biyografidir de bir ölçüde. Kısacası bu çalışma, XX. yüzyılın dominant unsurunun içinden çok dışarısına ve dışarıdaki rollerine atıfta bulunan Uluslararası İlişkiler’in Türkçe literatüründe arada kalmış, üzerinde çok konuşulmamış ve henüz özgün bir bakış açısının tutturulamadığı epistemesine dair bir biyografidir. Bu biyografiyi ele almadan, epistemenin ifade ettiği anlamı çözümlemeden önce tüm bunların hayat bulduğu zemin üzerinde durmak yapacağımız analizi anlamlı kılacağı ölçüde, gereklidir de. Öncelikle ilk harfleri büyük olarak yazılan ve bir disipline refere eden Uluslararası İlişkiler’in kısaca öncesini, büyük oranda gelişimini ve son olarak da bir sonraki adresinin neresi olabileceği üzerinde durulacak ve disiplin içerisinde epistemeye dair ne varsa –bilinçli dışarsamaları görmezden gelerek- ele alınacaktır.

Geçmişi, paradigmalar arasında geçen yoğun tartışmalarla dolu bir disiplinin yaklaşık bir asırlık tarihindeki 3 büyük tartışma diğerlerinden ayrılmaktadır. Aslında bu 3 büyük tartışma öylesine büyüktür ki, disiplin içerisindeki her türlü tartışmayı belirli bir sınıfa sokacak kadar geniş alana hitap eder ve bu geniş alanın kaynağında büyük bir savaş yatar. Uluslararası İlişkiler disiplinin milâdı yaygın şekilde kabul edildiği üzere I. Dünya Savaşı’nın sonuna tekabül eder. İdeolojik bir bakış açısı ile söyleyecek olursak da milat, II. Dünya Savaşı sonrasına kaymaya başlar. İlk söylemde İngiliz ağırlığı varken ikinci milat buram buram Amerika kokmaktadır. Her iki tespitte başlangıç noktaları farklılaşsa da, disiplin hariçtekiler için her yönü ile Anglo-Saxon’dur. Hariçte kalarak biz, hiçbir ideolojik kaygı taşımadan disiplinin I. Dünya Savaşı sonrasında doğduğu tespitine daha yakın durduğumuzu kabul ediyor ve bir asırlık disiplinin tarihinde yaşanan üç büyük tartışmanın

(6)

disiplini cazip kıldığı ölçüde, bir o kadar anlaşılmaz yaptığını savlıyoruz. İlerleyen bölümlerde de görüleceği üzere çalışma, bu cazibe ve anlaşılmazlık arasında gidip gelecektir.

Uluslararası İlişkiler, savaşın bir ürünü olmakla birlikte barışın nasıl tesis edileceği ve korunması gerektiğine dair açılımlara sahip bir teorik yaklaşım olan İdealizm ile terminolojisini yerleştirmeye başlamış, konjonktür olabildiğine İdealizmin tersine işleyip, İdealizmin havası bulanınca ve pis gerçekler canım teoriye göre bir kez daha galebe çalınca, Realizm ağırlığını hissettirmiştir. Böylelikle de her ne kadar hala kimileri kabul etmese de disiplinin ilk büyük tartışması cereyan etmiştir. İlk büyük tartışma, disiplinin miladına dair tartışmaların yapıldığı, uluslararası ilişkiler ve Uluslararası İlişkiler arasındaki ayrımın netleştirildiği ilk bölümünün ortak konuları olacaktır. Bu bölümde ayrıca pejoratif ve doğuştan aksak yanları ile İdealizmin birçoklarının iddia ettiğinin aksine gelip geçici bir fenomen olmadığı ve büyük tartışmalardan ilkinin bir tarafını layıkıyla oluşturduğu vurgulanacaktır. Disiplinin hüviyetini kazanmasında ve ilk adımlarını atmasında; terminolojisini yerleştirmek, sınırlarını çizmek gibi asli görevleri üstlenen İdealizm, bu sıfatı ile disiplinin gerçek anlamda ilk teorisi olmak hakkını da kazanmıştır. Felsefik köken olarak oldukça derin köklere sahip İdealist teori, dönemin şartları çerçevesinde; savaş, barış, çatışma ve işbirliği nosyonları dahilinde; “nasıl daha barışçıl bir dünya yaratabiliriz/büyük felaketlerin önüne nasıl geçeriz” sorunsalını hipotetik-dedüktif bir yaklaşımla ele almaya çalışmış ve disipline bilgi birikimi sağlamak gibi bir başka asli görevi de yerine getirmiştir. İdealizmin ve İdealistlerin bu yöndeki çabalarını hayata geçirmek adına izledikleri yollar, argümanları, amaçları ve bu amaçların yerine getirilmesi için gerekli araçlar, İdealizmin tarihsel olarak geçirdiği evrimler, ele alındıktan sonra ayrıntıları ile işlenecektir.

Bu idealist duruşa karşılık, güç dengesi politikalarının yeniden işlemeye başladığı 1930’lu yılların pratiği ve E. H. Carr’ın provokatif teoriği; İdealizm’i derinden sarsmış ve kendilerini Thucydides’den, Kautilya’dan ve hatta Galû Bela’dan beri dile getirilen gerçeklerin resmedicisi olarak tanımlayan Realistler, ağırlıklarını hissettirmişlerdir. Uluslararası ilişkilerin mantığını anlayabilecek, dünya politikalarını analiz edebilecek bir açılıma ve sorunların nedeni, çözümüne dair en geçerli reçeteye sahip olduğunu savunan Realizm, geniş bir yelpazede yankı buldu. Disiplinin İdealist havasını içine sığdıramayan ancak başka bir yaklaşıma da henüz sahip olamayan araftakiler, Realizmin gelişi ile rahat bir nefes aldılar. Ancak Realizm, adı uluslararası ilişkiler olarak tanımlanan ilişkiler

(7)

yumağını tanımlamakta zorlanınca, II. Dünya Savaşı’nın sonrasını öngörmede yetersiz kalınca; etkisini yitirmeye, müritlerini kaybetmeye başladı. Zira 1945 sonrasında artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Disiplin içerisinde en geniş spektrumda kabul gören, kendisinden öncekiler ve sonrakilerin eleştirilerine konu olan Realizm aslında disiplindeki diğer teorilerinde varlık sebebini teşkil eder. Realizmi sarsabildiği ölçüde bir yaklaşım ya da paradigma kabul görmüş ve özgün olarak nitelendirilmiştir. Ancak bu çalışmada ilk büyük tartışma resmedilirken taraflardan biri olan İdealizm -anti teze bağımlılığımızı da yadsımadan- sadece kendi ağırlığı ile değerlendirilecek, Realizm olmadan da İdealizmin yazılabilirlik sınırları zorlanacaktır.

II. Dünya Savaşı hem savaşa dair gelişmeler hem de sonuçları bakımından ilkinden bir çok noktada ayrılmaktadır. Artık iki kutuptan, üç dünyadan, dört aktörden, yığınlarca ideolojiden ve bir o kadarda teknik gelişmelerden bahsetmeye başlıyor, dünya politikalarının belirlendiği zeminin kaydığına şahitlik ediyorduk. Doğum yeri Avrupa olan disiplin, ikametini Amerika’ya alıyor, Amerikan bakış açısı dünyanın pratiğini şekillendirdiği ölçüde disiplinin yazımını da doğrudan etkiliyordu. İdeolojinin bir çözümleme aracı olarak görülmeye başlanması, üç asırlık tarihe sahip güç dengesinin nihayete ermesi, teknik gelişmelerin insanoğlunun en küçük veçhesini bile derinden etkilemesi, aktörlerin sayısının artması vs…gibi gelişmeler disiplinin yeni bir döneme girmesine yol açtı. İdealist ve Realist bakış açıları öz olarak artık anakronik, konjonktür ise algılanamayacak kadar anomalik idi. Yeni bir çözümleme aracına ihtiyaç hasıl olmuştu. Ancak bu ihtiyaç hemen giderilemedi.

İkinci büyük tartışma bu ihtiyaca cevap vermeye hazırmış gibi görünse de bunu aslında başaramadı. Bu söylem, geleneksel olan ile olmayan arasındaki tartışmayı içeren ikinci büyük tartışmanın anlamsız olduğunu ya da önemsiz olduğunu göstermez. Uluslararası ilişkiler olarak adlandırılan ilişkiler yumağında önceliği barışa vererek barışın nasıl tesis edileceğini sorgulayan İdealizm ile, önceliği savaşa vererek savaşların nasıl önleneceğini sorunsallaştıran Realizm, bir çok noktada tamamen zıt kutuplarda yer almış olsalar da farklı araçları kullanarak benzer amaçlara ulaşmaya çalıştılar. Bu yüzdende her ne kadar her iki yaklaşım içinden kendilerini Gelenekselciler olarak barkodlayan bir grup çıkmasa da benzeştikleri yönler göz önünde bulundurularak Gelenekselciler olarak adlandırılırlar. Bu kategorizasyon, aynı zamanda disiplindeki ikinci tartışmanın başlangıcına denk düşer. İkinci büyük tartışmanın bir tarafında Gelenekselciler varken diğer tarafında Bilimselciler yer alır. Çok provokatifçe sıfatlaşmış olan bu isim disiplin

(8)

içerisinde pek fazla kabul görmemiş ve yerine Davranışsalcılık yaygın bir şekilde kullanılmıştır.

İkinci büyük tartışma özünde Uluslararası İlişkiler’in metodolojisine yönelik bir tartışmadır. Davranışsalcılık, sosyal bilimlerin diğer dallarında başlayan iç hesaplaşmanın ürünlerinden etkilenen bir grup akademisyenin disipline kattıkları bir bakış açısıdır. Etki alanı sosyal bilimler ile sınırlı kalmamış, doğa ve fen bilimlerinden de olabildiğince faydalanılmıştır. İdealizm, uluslararası ilişkilerde neyin olması gerektiğine dair normatif bir duruş sergilerken, Realizm nelerin olduğunun portresini çiziyordu. Davranışsalcılık ise bu ya da benzer sorunlarla ilgilenmemiş yani öze dokunmamış, yöntem sorunları üzerinde odaklanmış ve ne sorusunu temel soru eki olarak almak yerine nasıl sorusunu sıklıkla kullanmıştır. Neyin olduğundan, neyin ele alınmasından çok nasıl ele alınması gerektiğini sorgulamıştır.

XX. yüzyılın başından itibaren sosyal bilimlerin bir çok alanında –özellikle Psikoloji, Sosyoloji ve Siyaset Bilimi- bilimsel bir devrim yapmaya aday oldukları sloganı ile kendi disiplinleri içerisinde taraftar toplamaya başlayan Davranışsalcılık, bu yolda önemli adımlar kat etmiştir ki bu adımlar çalışmanın ikinci bölümünün iskeletini oluşturmaktadır. Ancak Davranışsalcıların bilimsel devrimi o etkili olduğu disiplinin başta gelenekselcileri olmak üzere bir çok çevre tarafından eleştirilmiş ve “so-called bilimsel devrim” nitelemesi sıklıkla Davranışsalcıları tanımlamak adına kullanılmıştır. Bu eleştiriler ve so-called nitelemesinin ne düzeyde geçerli ya da geçersiz olduğu da aynı bölümün alt başlıklarından birini oluşturacaktır.

Eleştiricilerine göre; bir teoriden ziyade sayılar, istatistikler ve tablolar arasında kaybolmuş diğer disiplinlerde başarısız olmuş, bir anlamda tutunamayanların sarıldığı bir bakış açısıdır Davranışsalcılık. Çalışma, bu tezi çürütmek ve tüm eleştirileri göğüslemek misyonuna sahiptir. Tezin, tezi de burada ileri sürülecektir. Sonda söylenecek şeyi burada ifade etmek gerekirse, Davranışsalcılık tüm eksikliklerine, number crunchers yönüne ve tutunamayan müritlerine rağmen disipline çok şey katmış her yönü ile paradigmatik bir devrime refere eder. Bugün özellikle dış politika analizinde adı geçen her türlü model, yaklaşım ve bakış açısının altında Davranışsalcıların imzasını görebilmek mümkün. Özellikle Türkçe literatürde kaleme alınan Uluslararası İlişkiler ya da Dış Politika kitaplarında Davranışsalcı metodolojinin hakimiyeti ağırlıktadır. Davranışsalcılık’ın ifade ettiği anlam, nereden kaynaklandığı ve beslendiği, geleneksel olanlara yönelik eleştirileri ve disipline kattıkları, literatüre yerleştirdikleri modelleri, istatistiki hesapları, simülasyon,

(9)

içerik analizi, sistem ve oyun teorileri tüm detayları ile üçüncü bölümde ele alınacak ve ikinci tartışmanın disiplinin gelişimi için ne kadar anlamlı ve bir o kadarda tarafların eğretiliğinden dolayı anlamsız olduğu tartışılacaktır.

Gelenekselcilerdeki düşük yoğunluklu pozitivist öğeler, Davranışsalcılarda zirveye ulaşmış ve birbirine zıt bu iki taraf, üçüncü büyük tartışmanın bir tarafını oluşturmuşlardır. Üçüncü büyük tartışma, disiplinin bir asırlık tarihinde ne kadar teorik yaklaşım varsa hepsini bir sınıfa koyduğundan dolayı disiplinin en büyük tartışmasıdır. Artık her şey ve herkes ikiye ayrılmıştı: Pozitivistler/Modernistler ve Post-Modernistler/Post-Pozitivistler. 1980’li yılların ortalarından itibaren ve özellikle de Soğuk Savaş’ın sonra ermesi ile birlikte, 1970’li yıllarda ses getiren başta Neo-Realizm, Pluralizm, Yapısalcılık, Liberalizm, Bağımlılık Okulu, Karmaşık/Karşılıklı Bağımlılık, Fonksiyonalizm ve daha bir çok yaklaşım, Gelenekselciler ve Davranışsalcılar gibi problem solving bir saik ve pozitivist motiflerle işlenmişlerdi. Bu yaklaşımların hiç biri ne iki kutuplu dünyanın sonunu ne de yeni dönemin bürüneceği yeni hali öngöremediler. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte küreselleşmenin de getirileri sonucu ulus-devletin paranoid bir dürtü ile koruduğu sınırlarının geçilmezliği aşılmaya başlanmış, tarihin sonu ilan edilmiş, Realizm’in şiddetle savunduğu ûlvi ve süfli politika ayrımı anlamsızlaşmış, kısacası dünyanın gündemi çeşitlenmişti.

Bu çeşitlilik pratik anlamda yeni bir ortaçağın (neo-medievalism) yaşanmasına yol açarken, epistemeye dair yeni açılımlarla disiplin içerisinde de bir zenginlik görülmeye başlanmıştır. Artık daha önceden Siyaset Bilimi, Sosyoloji ve Uluslararası İlişkiler’in alt çalışma konularından biri olan ekolojik sorunlar, insan hakları, kimlik ve kültürel faktörler, toplumsal cinsiyet, göç, dil, bilgi ve iktidar ilişkileri vs…gibi konu başlıkları büyük bir ilgi görmeye ve her biri özgün bir teorik yaklaşım olarak disiplin içerisindeki yerlerini almaya başladı. Eleştirel Teori, Konstrüktivizm, Yapısalcılık, Feminist Teori, Post-Modernizm gibi teoriler, eleştirel dönemin ve Post-Pozitivist çağın sütunlarını oluşturuyorlardı. Bu teoriler çalışmanın dördüncü bölümünde Gelenekselcilik-Davranışsalcılık tartışmasının değerlendirilmesi ve disiplinin bugününü ne ölçüde etkilediğinin tartışılmasından sonra yüzeysel olarak ele alıanacaktır. Bu bölümde ayrıca genel bir değerlendirme yapılacak ve Davranışsalcılık’ın paradigmatik bir devrime işaret edip etmediği, 1970’li yıllardan sonra değiştirdiği kabuk ve büründüğü yeni roller ele alınacak, Post-Davranışsalcılık’ın (her ne kadar literatürde çok ses getirememiş olsa da) ifade ettiği anlam tartışılacaktır.

(10)

Sonuç olarak Uluslararası İlişkiler disiplini, buraya kadar anlatılmaya çalışıldığı gibi diğer sosyal bilimlerdeki disiplinlere nazaran otonomisini oldukça geç bir dönemde kazanmış olmasına ve bir asırlık görece kısa tarihine rağmen çok çabuk gelişmiş ve bir cazibe merkezi halini almıştır. Ancak disipline dair not edilmesi gereken en temel sorunlardan biri, disiplinin özerkliğini kazanmış olmasına rağmen hala özgünlüğünü tam anlamı ile sağlayamamış olmasıdır. Disiplin içerisinde adı geçen teorilerin hiç biri doğrudan Uluslararası İlişkiler’de kullanılmaya başlanmamış, sürekli olarak ithal edilmiştir. Bu bir sıkıntı ise, bu sıkıntının aslında tüm sosyal bilimler disiplinleri için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte bu tablo Uluslararası İlişkiler disiplininde biraz daha belirgindir ve bir çoğunun iddia ettiğinin aksine disiplinin inter-disipliner yapısı Uluslararası İlişkiler öğrencileri için (ki bunun içine akademisyenler, pratiğini icra edenler ve tabi ki her türlü öğrenciler de dahildir) önemli sıkıntıların yaşanmasına yol açmaktadır. İşte bu bağlamda disiplinin her ne kadar adı, doğuş şekli çok özgün olmasa da, argümanları ve kazandırdıkları ile en özgün teorisi Davranışsalcılık’tır. Çalışma, bu tez perspektifinden okunmalı ve öyle değerlendirilmelidir.

(11)

BİRİNCİ BÖLÜM

ULUSLARARARASI İLİŞKİLERİ TANIMLAMAK ve DİSİPLİNİN GELENEĞİNİ YAŞATMAK

1.1. Bir İlişki ve Disiplin Türü Olarak Uluslararası İlişkiler

İki birim arasındaki karşılıklı etkileşim olarak tanımlanabilir ilişki. İnsanoğlu ilk insandan beri pratikte, zoon politikon ile birlikte Aristo’dan beri praxiste sosyal bir varlık ise, insan ve ilişkinin iç içe olduğunu söylemek totoloji gibi görünse de bir gerçekliği yansıtır aslında. Bu gerçeklik farklı kalemlerde farklı şekillerde dile getirilmiş, konjonktürel koşullarında etkisi ile ilişkiler ve ilişki ağları da çeşitlenmeye başlamıştır. Dedüksiyonel bir ifade ile özellikle ‘sosyal bilimler, birimler, yapılar ve süreç arasındaki ilişkileri anlamak, açıklamak ve analiz etmek adına ortaya çıkmıştır’1 önermesi aksak olmakla birlikte yanlış değildir. Konusuna ve kurucu öznesine göre çeşitlenen ilişkilerin belki de en komplekslerinden ve kapsayıcılarından birisi uluslar arasındaki ilişkilerdir. Bu tanımlama ilişkinin kurucu öznesi olarak ulusu seçtiğimizi gösterse de aslında bu ilişkinin öznesi bireyden başlayıp devlete, ulusa, ulus-devlete kadar uzanan geniş bir yelpazeye refere eder.2

Yelpazenin bu kadar genişlemesi henüz olmasa da çok yakın bir gelecekte uluslararası ilişkiler isimlendirmesinin anakronik yanını açığa çıkaracak ve belki de ‘global ilişkiler’ nitelemesi benimsenmeye başlayacaktır. Nasıl adlandırılsa adlandırılsın -şu an ki kullanımı ile- uluslararası ilişkiler nevi şahsına münhasır özellikleri ile diğer ilişki türlerinden ayrılmaktadır. Ayrımın en keskin yeri; bu ilişki türünün kapsama alanı ve kurucu öznesidir. Zira bu ilişki insanoğlunun bugüne kadar tesis ettiği en büyük siyasal formasyon olan devleti ve gizil özne olarak da ulusu kendisine özne olarak seçmiştir.3

Tüm bunlardan sonra uluslararası ilişkiler; derinliğine inmeden, düz bir okuma yapıldığında uluslar arasındaki ilişkiler olarak tanımlanabilir. Ancak, bu tanımla yola

1 Bu ifadeyi A. Wendt sosyal bilimler için değil Uluslararası İlişkiler’deki teoriler için kullanmıştır. Analojik olarak sosyal bilimler içinde geçerlidir bu yaklaşım. Wendt’in kullanımı için bakınız, Alexander Wendt, “Anarchy is What States Make of It: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, (Vol: 46, No: 2, 1992), s. 422.

2 İlişki ve ilişkiyi şekillendiren unsurlar arasındaki etkileşim konusunda Realist mantığın dışında alternatif bir bakış açısı için bakınız, Şaban H. Çalış, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Kimlik Arayışı, Politik Aktörler ve Değişim, (Ankara: Nobel Yayınları, 2006), ss. 1-38.

3 Ulus, devlet ve ulus-devleti tanımlamak, bu üç olgu arasındaki nüansları belirtmek çalışmanın seyrini doğrudan etkileyeceği için ve çalışmanın kapsamını haddinden fazla genişleteceği için ele alınmamıştır.

(12)

çıkmak bir çok etkeni ve aktörü otomatikman dışarıda bırakmak demektir. Ulus-devletleri içeren, diğerlerini dışlayıcı, salt semantik bir kurgu olan bu tanımı daha da genişletmek/analitik hale getirmek adına yapılması gereken ilk iş, uluslararası kavramının evrimini kısaca gözler önüne sermek ve bir ilişki türü olarak uluslararası ilişkilerin biyografisine kısaca göz atmaktır.

Uluslararası ilişkilerin tarihi yazılırken, geleneksel literatürde milat olarak, egemen devletler arası ilişkilerin başladığı zaman dilimi seçilir. Aslında bu bakış açısında anlatılan şey uluslararası ilişkilerin tarihi olmaktan çok, ulus-devletlerin biyografisidir.4 Bu maksatlı yazımı referans olarak alırsak; modern anlamda ulus-devletlerin kurulması ve devletler arası sistemin yerleştirilmesi, XV. ya da XVI. yüzyıla kadar götürülebilir.5 Ancak, 1648 Westphalia Antlaşması, hem kurumsal oluşumu hem de pratik sonuçları bakımından net bir tarih olması hasebiyle, asıl milat noktası olarak kabul edilmelidir.6 Mutlaka ki bu söylem, XVI. yüzyıldan önce uluslar arasında ilişkiler olmadığı anlamına gelmiyor.

Tarihsel olarak uluslararası ilişkileri nasıl tanımladığınız ile ilgili olarak onun miladını Sümer Site devletleri arasındaki ilişkilere kadar götürebilmek mümkün.7 Yine Kadeş Antlaşması, Thucydides’in Peleponezya Savaşları Tarihi adlı çalışması,8

4 Bu hikaye genellikle Westphalia Antlaşması ile özdeşleştirilir ancak 1713 Utrecht Antlaşması, 1776 Amerikan Devrimi, 1789 Fransız İhtilali ulus-devletlerin ete kemiğe bürünmesi yolunda katalizör olarak etki yaparken, 1815 Viyana Konferansı’nda, Avrupa’nın hakim güçlerinin aldıkları kararlar; imparatorluklara bir asır daha direnme gücü verdi ise de, I. Dünya Savaşı’ndan sonra bir çok imparatorluk tasfiye edilmeye başlandı. Son olarak da, II. Dünya Savaşı ve XX. yüzyıldaki ulus inşası süreci, ulus-devletlerin geçirdiği evrimin dönüm noktalarıydı. Artık bu dönemle birlikte, uluslararasındaki her türlü ilişki daha üst düzeyde cereyan ediyordu. Hudson Meadwell, “The Long Nineteenth Century in Europe”, Review of International Studies, (Vol: 27, 2001), ss.166-165. Joel S. Migdal, “State Building And The Non-Nation-State”, Journal of International Affairs, (Vol:58, No: 1, 2004), ss. 17-18. Michael Cox, Tim Dunne, Ken Booth, “Empires, Systems and States: Great Transformations in International Politics”, Review of International Studies, (Vol: 27, 2001), ss. 1–15.

5 Örneğin Arrighi’ye göre çağdaş devletler arası sistemin kökleri XV. yüzyıla kadar uzanmaktadır. İlk olarak İtalyan kent devletleri arasında görülen ilişkiler, modern uluslararası ilişkilerin miladını teşkil etmektedir. Zira kapitalizmin ilk sinyallerinin bu bölgede görülmesi, kent devletleri arasında bir güç dengesinin olması, savaşa endeksli bir ücret-işgücü ilişkilerinin geliştirilmiş olması ve son olarak da yerleşik diplomasinin bu bölgede ortaya çıkması Arrighi’nin tezini doğrular niteliktedir. Giovanni Arrighi, Uzun Yirminci Yüzyıl: Para, Güç ve Çağımızın Kökenleri, Çev. Recep Boztemur, (Ankara: İmge Kitabevi, 2000), ss. 68-70. Benzer bir değerlendirme için bakınız, William C. Olson, Fred A. Sondermann, The Theory and Practice of International Politics, (New Jersey: Prentice Hall, 1966), s. 25.

6 Westphalia Antlaşması, modern anlamda uluslararası ilişkilerin başlangıç noktası olarak yaygın şekilde kabul edilmekle birlikte, başta Barry Buzan ve Richard Little olmak üzere disiplinin önde gelen bazı temsilcileri Westphalia Antlaşması’na bu denli sık vurgu yapılmasının hem uluslararası ilişkilerin hem de uluslararası sistemin farklılıklarını ve dinamiklerini görmemizi engellediğini savunmaktadırlar. Daha ayrıntılı bir değerlendirme için bakınız, Peter Stirk, “The Westphalian Model, Sovereignty and Law in Fin-de-siècle German International Theory”, International Relations, (Vol: 19, No: 2, 2005), ss. 153-172.

7 Brian White, “Diplomacy”, The Globalization of World Politics, (ed), John Baylis, Steve Smith, (New York: Oxford University Press, 1997), s. 251.

8 R. B. J. Walker, Inside/Outside: International Relations as Political Theory, (New York: Cambridge University Press, 1993), s. 108.

(13)

Kautilya’nın kaleme aldığı Arthasastra,9 Sun Tzu’nun strateji ve askeri taktikler konusunda kaleme aldığı Savaş Sanatı klasiği, Konfüçyüs ve Mencius’un,10 Wilson ve Nehru’yu müjdeleyen etik ve politikaya yönelik açılımları, Antik Yunan ve Helenistik dönem siyaset felsefecilerinin çalışmaları, -modern anlamda olmasa da- uluslararası ilişkilerin cereyan ettiğinin en büyük göstergeleridir.11 Bu örnekleri artırabilmek, Ortaçağ Hristiyan ve İslam dünyasının12 uluslararası ilişkilere yönelik tezlerini/yaklaşımlarını ve Machiavelli’nin çalışmalarını da13 bu kapsamda değerlendirmek mümkün. Ancak bu ilişki ve ilişki ağları uluslararası ilişkilerin temel kurucu öznesi olan ulus ve/veya devlet araçlarından yoksun olduğu için bizler modern anlamda uluslararası ilişkilerin 1648 yılında imzalanan Westphalia Antlaşması ile başladığını kabul ediyoruz.14

Tarihsel olarak uluslararası ilişkiler çok eskilere uzanmakla birlikte, bir kavram olarak ‘uluslararası’nın (international) kullanılması, XVIII. yüzyılın sonuna (1780) tekabül eder.15 Aslında uluslararası kavramını ilk olarak kullanan Jeremy Bentham’dan çok önce Richard Zouche, 1650 yılında Judicii Fecialis sive Juris İnter Gentes Explicatio adlı çalışmasında Latince’de de aynı anlama gelen inter-gentes kavramını kullanmıştı.16 Kavramın ilk başlarda hem Jeremy Bentham hem de Richard Zouche tarafından uluslararası hukuk ve devletlere atfen kullanılması ve o dönemler için hakim aktörün devlet ya da türevlerinin olması, uluslararası kavramının kullanıldığı yerde sadece

9 Kautilya, danışmanlığını yaptığı prens Chandragupta Maurya’ya savaş ve diplomasi konularında verdiği tavsiyeler ile Machiavelli’nin öncülü ve Realistlerin Thucydides’den sonra en sık referans verilen ikinci ismi konumundadır. Kautilya ile ilgili detaylı bir çalışma için bakınız, Roger Boesche, “Kautilya’s Arthasastra on War and Diplomacy in Ancient India”, The Journal of Military History, (Vol: 67, No: 1, 2003), ss. 9-38. Ayrıca bakınız, Sanjay Chaturvedi, “Indian Geopolitics: Unity in Diversity of Diversity of Unity?”, Ekistics, (Vol: 70, 2003), s. 328.

10 Wang Yunping, “Are Early Confucians Consequentialists?”, Asian Philosophy, (Vol: 15, No: 1, 2005), ss. 19-34. Ayrıca bakınız, Philip Ho Hwang, “What is Mencius’ Theory of Human Nature?”, Philosophy East and West, (Vol: 29, No: 2, 1979), ss. 201-209.

11 William C. Olson, A. J. R. Groom, International Relations Then and Now: Origins and Trends in

Interpretation, (London: HarperCollins Academic, 1991), ss. 1-7.

12 İslam’ın Uluslararası İlişkiler’e olan bakış açısı ile ilgili oldukça çarpıcı bir çalışma için bakınız, Ahmed Ebu Süleyman, İslam’ın Uluslararası İlişkiler Kuramı, Çev. Fehmi Koru, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1985). 13 G. R. Berridge, “Machiavelli: Human Nature, Good Faith, and Diplomacy”, Review of International

Studies, (Vol: 27, 2001), ss. 539-556.

14 Westphalia Antlaşması ile ilgili olarak bakınız, Bruce Bueno de Mesquita, “Popes, Kings and Endogenous Institutions: The Concordat of Worms and the Origins of Sovereignty”, International Studies Review, (Vol: 2, No: 2, 2000), ss. 93-118. Ayrıca bakınız, Hendrik Spruyt, “The End of Empire and the Extension of the Westphalian System: The Normative Basis of the Modern State Order”, International Studies Review, (Vol: 2, No: 2, 2000), ss. 65-92. James A. Caporaso, “Changes in the Westphalian Order: Territory, Public Authority, and Sovereignty”, International Studies Review, (Vol: 2, No: 2, 2000), ss. 1-28.

15 Fred Halliday, “The Pertinence of International Relations”, Political Studies, (Vol: 38, 1990), s. 503. 16 Gordon Campbell, “Uluslararası İlişkiler: Britanyalı Bakış Açısı”, Uluslararası İlişkilerde Sınır

Tanımayan Sorunlar, (ed), A. Kaya, G. G. Özdoğan, (İstanbul: Bağlam Yayınları, 2003), s. 26. Linda Frey, Marsha Frey, “The Bounds of Immunity: The Sá Case, Politics, Law and Diplomacy in Commonwealth England”, Canadian Journal of History, (Vol: 25, 1990), s. 56.

(14)

devletler arası (inter-states) ilişkileri anlamamıza yol açmıştır. Bu aksak kullanım, 1990’lı yılların başına kadar neredeyse hiç tartışılmadan benimsenmiştir.17 Ancak uluslararası ilişkileri hala Thucydides’in kaleminden dökülenler ile okumak, Uluslararası İlişkiler öğrencilerinin okuma yetisini köreltiyor,18 eski kullanımların yaftasından kurtulmak için yenilerine duyulan ihtiyaç her geçen gün artıyordu. Bu anlamda transnasyonel ilişkiler (ulusaşırı/ulusaşan-transnational)19 ya da global ilişkiler nitelemesi daha makul bir kullanım olabilir.20

Sonuç olarak etkileşimi içeren ve bir o kadarda dışarsayıcı yönü de ağır basan uluslararası ilişkiler, gelişen ve değişen anlamı ile birlikte sadece devletlerin değil diğer aktörlerinde ya da aktör adaylarının da birbirleri ile olan karşılıklı etkileşimi olarak tanımlanır. Bu etkileşim içerisinde, politik olandan, kültürel, ekonomik, sosyal, ve hatta sportif olana kadar uzanan yelpaze de bir çok unsuru barındırmaktadır. Bugünün uluslararası ilişkileri hiç olmadığı kadar geniş bir alana hitap etmekle birlikte bundan sonrası içinde aynı ivmenin görüleceğini söylemek kehanet olmasa gerek.

Kabaca böyle tanımlanabilecek uluslararası ilişkiler, sınırlı bir alan ve sınırlı birim arasında 1648’den başlayarak kaplamını genişletmiştir. Bu durum birimlerin sayısının artmasına, sorunların komplike hale bürünmesine, çatışma ve işbirliği noktalarının taaddüt etmesine yol açmıştır. Dönüşümü, değişimi, sorun ve çözümleri algılamak giderek zorlaşıyor, Antik Yunan’dan beri gelen bilim anlayışı, bu manzarayı resmetmekte zorlanıyordu. Yeni bakış açılarına ve bu bakış açılarını anlamlı kılacak, bütünleştirecek, teorize edecek yeni disiplinlere ihtiyaç hasıl olmuştu. Özellikle Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi’nin pratikte, Aydınlanma projesinin de teoride getirdikleri sosyal bilimleri kökten etkiledi. Antik Yunan’dan beri belirli bir uzmanlaşmanın olmadığı sosyal bilimlerde uzmanlaşma ve artık belirli bir konu üzerinde yoğunlaşma görülmeye başlandı. XIX. yüzyılın sonları ile birlikte özgün bir tarih, hukuk, sosyoloji ve siyaset bilimi disiplinleri eş zamanlı olarak sınırlarını netleştirmeye doğru emin adımlarla ilerliyorlardı.

17 Kurt T. Gaubatz, “The Hobbesian Problem and the Micro Foundations of International Relations Theory”,

Security Studies, (Vol: 11, No: 2, 2001), s. 164.

18 Cox, et al., “Empires, Systems and States…, s. 7.

19 Chadwick F. Alger, “Foreign Policies of US. Publics”, Perspectives on World Politics, (ed), M. Smith, R. Little (London: The Open University Press, 1981), s.177. Bu kavramsal tartışma için ayrıca bakınız, Clive Archer, International Organizations, (London: Unwin Hyman, 1992), ss. 1-3.

(15)

Ancak özgün ya da ayrı bir disiplin olarak Uluslararası İlişkiler’in21, hem epistemolojik hem de ontolojik anlamda doğması, sosyal bilimlerdeki diğer disiplinler ile karşılaştırıldığında oldukça geç bir zaman dilimine tekabül eder. Bu söylem, uluslararası ilişkiler alanında disiplin doğmadan önce herhangi bir çalışma yapılmadığı anlamına kesinlikle gelmez. Uluslararası ilişkiler konusundaki çalışmalar, çoğunlukla siyaset bilimi, felsefe, hukuk ve özelde de siyasi tarih alanları çerçevesinde yapılıyordu.22 Bu, eğer bir sorun olarak nitelendirilir ise böylesi bir sorunun ortaya çıkmasında; bir ilişki türü olarak, bugünkü anladığımız şekilde uluslararası ilişkilerin ilk sinyallerinin oldukça geç gelmeye başlaması, başta siyaset bilimciler olmak üzere sosyal bilimlerin devlet teorisi üzerine yoğunlaşması, sosyal bilimlerdeki bir çok akademisyenin normatif sorunsallarla uğraşmaktan kaçınarak sürekli ampirik sorunsallarla uğraşmaları,23 daha özgün bir çalışma ortamı ve akademik özgürlük unsurlarını taşıyan epistemolojik bir katkının (yani ABD’nin24) oldukça geç gelmesi,25 temel gerekçeler olarak sıralanabilir. İşte bu sebeplerden ötürü Uluslararası İlişkiler’in doğuşu, ancak XX. yüzyılın ilk çeyreğine denk düşer.26 Ancak, bugün hala Uluslararası İlişkiler’in formasyonundan ve otonomisini ilan etmeden önceki geçmişinden aldığı miraslardan dolayı özgün bir disiplin olamadığı disiplinler arası inter-discipline bir yapısının olduğu sıklıkla karşılaşılan bir vurgudur.27 Sonuç olarak Uluslararası İlişkiler disiplinini ulus aşan her türlü ilişkiyi inceleyen ve sosyal bilimlerin en genç bilim dalı olarak tanımlayabilmek mümkün.

21 Uluslararası İlişkiler, ilk harfleri büyük yazıldığı zaman bir disipline, küçük yazıldığı zaman ise bir ilişki türüne refere eder. Bu durum bir harf oyunuymuş gibi görünse de önemli bir ayrımı gösterir. Çalışma içerisinde bu ayrım göz önünde bulundurulmuştur.

22 Brian C. Schmidt, “On the History and Historiography of International Relations”, Handbook of

International Relations, (ed), W. Carlsnaes, T. Risse, B.A. Simmons, (London: Sage Publications, 2002), s.6.

23 Steve Smith, “International Relations and international relations: The Links Between Theory and Practice in World Politics”, Journal of International Relations and Development, (Vol: 6, No: 3, 2003), s. 234. 24 Ancak, bu katkı ilk etapta saman alevi etkisi yaptı, çünkü ABD’nin I. Dünya Savaşı’na girdikten sonra tekrar uluslararası politikaya aktif bir düzeyde katılmayarak izolasyonist politikalar izlemesi, paralel olarak ABD’de konu ile ilgilenenleri de etkilemiştir. Steve Smith, “The Discipline of International Relations: Still an American Social Sciences”, British Journal of Politics and International Relations, (Vol: 2, No: 3, 2000), ss. 376-378. Ekkehart Krippendorff, “The Dominance of American Approaches in International Relations”, The Study of International Relations: The State of the Art, (ed), Hugh C. Dyer, Leon Mangasarian, (London: Macmillan, 1989), ss. 33-34

25 Stanley Hoffmann, “Theory and International Relations”, International Politics and Foreign Policy, (ed), James Rosenau, (New York: The Free Press, 1969), ss. 30-35.

26 Uluslararası İlişkilerin özgün bir disiplin olarak doğuşunun XX. yüzyılın ilk başlarında değil ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirildiğine dair tartışmalar için bakınız, Hoffmann, “Theory and International... ss. 31-32.

27 Martin Hollis, Steve Smith, Explaining and Understanding International Relations, (New York: Clarendon Press, 1990), s. 16.

(16)

1.2. Uluslararası İlişkiler Disiplininin Tarihi

İnsanlık tarihinin o güne dek şahitlik ettiği en büyük savaş olan ve hem oluşumu/gelişimi, hem de sonuçlarıyla bir çok alanda kırılmalara sebebiyet veren I. Dünya Savaşı, bir disiplin olarak Uluslararası İlişkiler’in gelişiminde de çok önemli bir rol oynamıştır.28 Daha doğru bir okuma ile, Uluslararası İlişkiler disiplini, I. Dünya Savaşı’nın bir ürünüdür.29 I. Dünya Savaşı, savaşın devletlerin dış politikalarında başvurabilecekleri rasyonel bir araç olmadığını, sistemin bazen liderlerin bile kontrol edemeyebileceği bir hal alabileceğini, savaşın aslında devlet adamları arasındaki iletişim eksikliğinden kaynaklandığını ve son olarak da demokrasinin yerleşememesinin savaşı ateşleyen bir unsur olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koydu.30 Savaştan alınan derslerin bir uzantısı olarak, insanlar bir daha benzer felaketleri yaşamamak adına bu tür felaketlerin önüne nasıl geçebiliriz sorusu üzerinde yoğunlaşmaya başladılar. Sorunun çözümü için öncelikle uygun bir zeminin yaratılması gerekiyordu. İşte bu noktada zaten hali hazırdaki birikimlerinde etkisi ile Uluslararası İlişkiler disiplini otonomisini ilan etti.

Disiplinin I. Dünya Savaşı’ndan sonra doğduğu yaygın bir şekilde kabul edilmekle birlikte disiplinin tarihi ile ilgili farklı zaman dilimlerini milat olarak alanlarda yok değildir. Bazıları miladı I. Dünya Savaşı’nın öncesine, diğerleri ise II. Dünya Savaşı sonrasına kadar uzandırırlar. Örneğin Pittman Potter Uluslararası İlişkiler’e yönelik çalışmaların tarihinin XIX. yüzyılın ortalarına kadar götürülebileceğini savlar.31 Potter ile aynı çizgide yer alan Brian Schmidt ise; özellikle Amerika’da Uluslararası İlişkiler çalışmalarının sanılan aksine XX. yüzyılda değil ondan bir asır önce başladığını iddia ederek, Columbia Üniversitesi’nde Francis Lieber ve John Burgess’in, Yale’de Theodore Woolsey’in özellikle devlet teorisi üzerine çalıştıklarını ve bu akademisyeninde dahil olduğu bir grup siyaset bilimcisinin o dönemler için iç ve dış politika arasında keskin bir

28 Richard Little, “Historiography and International Relations”, Review of International Studies, (Vol: 25, 1999), s. 292.

29 Andrew P. Dunne, International Theory: To the Brink and Beyond, (Westport: Greenwood Press, 1996), s. 1. Frederick S. Dunn, “The Scope of International Affairs”, World Politics, (Vol: 1, No: 1, 1948), s. 145. 30 Martin Hollis, Steve Smith, Explaining and Understanding... s.18.

31 Fakat Potter o dönemdeki çalışmaların daha çok siyaset bilimi ve uluslararası hukuk dahilinde yapıldığını vurgulamaktan da geri kalmaz. Potter’e göre, 1852 yılında Profesör Lathrop tarafından Wisconsin Üniversitesi’nde, 1875 yılında Profesör Torrey tarafından Harvard ve Columbia Üniversitelerinde, siyaset bilimi kürsüsünde uluslararası hukuk dersleri, 1850 yılında ise siyaset felsefesi alanında Law of Nations başlığı altında Yale Üniversitesi’nde de dersler veriliyordu. Pitman B. Potter, “Political Science in the International Field”, The American Political Science Review, (Vol: 17, No: 3, 1923), s. 386.

(17)

ayrım yapmadıklarını belirtiyor.32 Özellikle 1857’de Columbia Üniversitesi’nde F. Lieber, Tarih ve Siyaset Bilimi bölümünün kuruculuğunu yaparken, J. Burgess ise 1880’de Siyaset Bilimi bölümünü kurdu. Hem Lieber hem de Burgess’in çalışmalarında uluslararası ilişkilerin reel-politik bir perspektifte ele alındığını görmekteyiz. Yine bu gelişmelerin bir uzantısı olarak, 1903 yılında American Political Science Association’ın (APSA) tesis edildiğini belirten Schmidt, APSA’nın uluslararası hukuk ve uluslararası politika, emperyalizm ve kolonyal yönetimlerle ilgili çalışmalarda önemli katkılarda bulunduğunu ifade etmiştir.33

Schmidt’in dışında sadece üniversite bünyesinde değil bizatihi politika yapıcıları arasında da disiplinin kurucu tartışması olan İdealizm-Realizm tartışmasına benzer ayrımların olduğunu ifade eden Richardson da disiplinin tarihini daha eskilere uzandırmaktadır. Richardson’a göre, Liberalizm /İdealizm ile Realizm arasındaki tartışma teorik meselelerden ziyade spesifik konularda, İngiltere ve ABD’de XIX. yüzyılda görülmeye başlamıştır. Örneğin Clay ve Adams, Cobden ve Palmerston, Gladstone ve Disraeli arasındaki müdahale, savaş, insan hakları gibi konular teorik olmaktan çok politik birer manifesto niteliğini taşmakla birlikte bu alanda çalışanlara önemli bir birikim bırakmıştır.34

Uluslararası İlişkiler’e yönelik ilk çalışmaların I. Dünya Savaşı’ndan sonra değil yüzyılın hemen başında hayata geçirildiğine dair Olson ve Groom’da, Schmidt ile aynı düşünceyi paylaşmaktadır. Olson ve Groom’a göre, 1900 yılında Reinsch tarafından kaleme alınan ‘World Politics at the End of the Nineteenth Century’ adlı çalışma doğrudan Uluslararası İlişkiler’e yönelik ilk çalışma niteliğini taşımaktadır. Yine Uluslararası İlişkiler çalışmalarına büyük oranda yer veren ilk dergi, Carnegie Endowment tarafından çıkarılan International Conciliation ve ayrıca Journal of Race Development 1910 yılında yayın hayatına başlamıştır.35 Çalışmalar kurumsal anlamda da hem savaştan önce hem de savaş esnasında hayata geçiriliyordu. Bu sürecin bir parçası olarak, İngiltere’de 1913 yılında British League of Nations Society ve Union for Democratic Control, 1915 yılında

32 Robert Vitalis, “Birth of A Discipline”, Imperialism and Internationalism in the Discipline of International

Relations, (ed), David Long, Brian C. Schmidt, (New York: Suny Press, 2005), ss. 162-170.

33 Brian C. Schmidt, “Lessons From the Past: Reassessing the Interwar Disciplinary History of International Relations”, International Studies Quarterly, (Vol.42, 1998), s. 440. Brian C. Schmidt, “On International Political Theory”, Reviews in Anthropology, (Vol: 30, 2001), ss. 99-118.

34 James L. Richardson, Contending Liberalism in World Politics: Ideology and Power, (Colorado: Lynne Rienner Publishers, 2001), s. 65. Ayrıca bakınız, James L. Richardson, “Critical Liberalism in International Relations”, RSPAS Working Paper, (No: 7, Canberra, 2002).

35 David Long, Brian C. Schmidt, “Introduction”, Imperialism and Internationalism in the Discipline of

(18)

The American League to Enforce Peace, savaş henüz sona ermemişken 1916 yılında

Hollanda’da Organisation Centrale pour une Paix Durable ve aynı yıl Fransa’da

Association de la Paix par le Droit kuruldu. Savaştan önceki son büyük gelişme ise

uluslararası ilişkiler adını taşıyan ilk kitabın basılmasıydı. Bu kitap 1916 yılında Arthur Greenwood, A. J. Grant, J. Hughes, J. D. Kerr, F. Urquhart, derlemesi olan ‘An

Introduction to the Study of International Relations’ adıyla yayımlandı.36

Her ne kadar bu çalışmalar ve kurumsallaşma çabaları özgün bir disiplinin doğuşunu sağlayamamış olsa da gelecek dönem Uluslararası İlişkiler çalışmaları için gerekli/yeterli zeminin oluşmasında önemli rol oynamıştır.37 Savaş, bu çalışmaların yetersiz olduğunu ve çalışmaların boyutunun ve içeriğinin daha da genişletilmesi gerektiğini ortaya koydu. I. Dünya Savaşı sonrasında daha önceki çalışmaların aksine yeni dönem çalışmaları yakın dönem tarih ve güncel politik meseleler üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Amiyane bir tabirle akademiyanın retrospektif bakışı demode olmuş,38 bu bakış açısı yerini geleceğe yönelik açılımlara bırakmıştı. Zira ortada büyük bir savaş, savaşın getirdiği yıkım vardı, soruna çözüm bulmak her şeyden daha öncelikli bir konumdaydı.

Uluslararası İlişkiler disiplininin siyaset bilimi, tarih, felsefe ve hukuktan ayrı bir disiplin olarak ortaya çıkmasında geçmişten gelen uluslararası hukuk ve diplomasi tarihi çalışmalarının çok büyük etkisi olmuştur.39 Disiplinin formasyonunu etkileyen bu durum, öte yandan, II. Dünya Savaşı sonrasına kadar özgün bir disiplinin doğmadığı yönünde eleştirilerin temel gerekçesini oluşturmaktadır. Ancak disiplin, diplomasi tarihi ve uluslararası hukuk mirasının dışında İdealizmin, bir o kadar Realizmin ve çok azının göz önünde bulundurduğu Marksizm’in dış politikaya dair yazımından doğrudan etkilenmiştir.40

XIX. yüzyıldan beri gelen başta siyaset bilimi olmak üzere hukuk, diplomasi tarihi ve felsefenin epistemik katkıları, kitapların, üniversitede kurulan bölümlerin ve diğer

36 William C. Olson, A. J. R. Groom, International Relations Then and Now: Origins and Trends in

Interpretation, (London: HarperCollins Academic, 1991), ss. 47-71. Uluslararası ilişkiler adını taşıyan ikinci kitap ise 1919 yılında David P. Heatley’ın kaleme aldığı ‘Diplomacy and the Study International Relations’dır.

37 Richard Little, “Historiography and International Relations”, Review of International Studies, (Vol: 25, 1999), s. 292.

38 Barry Buzan, Richard Little, “The Idea of International System: Theory Meets History”, International

Political Science Review, (Vol: 15, No: 3, 1994), ss. 231-255.

39 Disiplinin ilk yıllarında Charles Webster ve Harold Nicholson gibi diplomasi tarihçilerinin büyük bir ağırlığı vardı. Konu ile ilgili ayrıntılı bir çalışma için bakınız, Kenneth W. Thompson, “The Empirical, Normative and Theoretical Foundations of International Studies”, The Review of Politics, (Vol: 29, No: 2, 1967), ss. 147-160.

(19)

faktörlerin ontolojik katkısı ve I. Dünya Savaşı’nın yadsınamaz etkileri sonucunda Uluslararası İlişkiler’e yönelik ilk kürsü, David Davies tarafından41 1919 yılında Aberystwyth’de (Galler), University College of Wales’de kuruldu.42 Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson’un adına atfen kurulan bu kürsünün (Wilson Chair of

International Politics) başkanlığına da Alfred Zimmern getirilmişti.43 Bu tarihten önce, daha öncede zikredildiği üzere doğrudan uluslararası ilişkilere yönelik çalışmalar44 yapılmaya başlanmıştı, epistemolojik ve ontolojik anlamdaki bu katkıların sayesinde disiplin giderek gelişiyordu. 1919 yılında Galler’de kurulan ilk kürsünün ardından, ikinci kürsü, 1923 yılında London School of Economics’de kuruldu. Bunu, 1930 yılında Oxford Üniversitesi’nde kurulan Montague Burton kürsüsü takip etti.

Üniversite çatısı altında kurulan bu kürsülerin dışında, üniversite dışı kurumlarda da uluslararası ilişkiler ile ilgili yapılan çalışmalar, paralel olarak giderek hızlanıyordu. Londra’da Royal Institute of International Affairs, New York’ta Council on Foreign

Relations ve son olarak da, 1928 yılında Cenevre’de kurulan Institut Universitaire des Hautes d’Etudes Internationales, disiplinin gelişimi açısından çok önemli bir bilgi birikimi

sağlıyorlardı. Aslında iki savaş arası dönemde uluslararası politika alanında en önemli katkı, akademiyadan değil başta özellikle Londra’daki Chatham House ve New York’taki Council on Foreign Relations olmak üzere düşünce kuruluşlarından gelmiştir. Bu iki kurumun sorunların tanımlanması, uluslararası ilişkilere dair verilerin toplanması, analizlerin yapılması ve politika yapıcılara alternatif önerilerde bulunmaları anlamında önemli katkıları olmuştur.45 Üniversite çatısı altında ya da dışında kurulmaya başlayan bu kürsülerin ortak özelliği, hepsinin I. Dünya Savaşı’ndan sonra hayata geçmesidir.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan disiplin, temel olarak daha çok savaş, çatışma, işbirliği ve barış konularını, analize farklı perspektiflerden dahil etmeye çalışmıştır. Disiplinin ilk yıllarında verilen Uluslararası İlişkiler eğitiminde vurgulanan temel unsurlar aslında disiplinin ilk yıllarını da doğrudan etkilemiştir. Bu temel unsurları şöyle sıralayabiliriz; i- uluslararası işbirliği dahilinde şekillenecek uluslararası çıkarların tespit

41 Steve Smith, Ken Booth, International Relations Theory Today, (Cambridge: Polity Press, 1994), s. 14. Francois Duchene, “The Study of International Affairs”, International Affairs, (Vol: 49, No: 1, 1973), s. 61. 42 Ken Booth, “Security in Anarchy: Utopian Realism in Theory and Practice”, International Affairs, (Vol: 67, No: 3, 1991), ss. 527-528.

43 Burchill, Theories of..., s. 4. 44 Potter, “Political Science...., s. 386.

45 Inderjeet Parmar, “Anglo-American Elites in the Interwar Years: Idealism and Power in the Intellectual Roots of Chatham House and the Council on Foreign Relations”, International Relations, (Vol: 16, No: 1, 2002), ss. 53-55.

(20)

edilmesi, ii- insanlığın ortak değerlerinin vurgulanması, iii- insanlar arasında başta din ve ırka dair ayrımlar olmak üzere temel farklılıkların, ilişkilerin geliştirilmesinde arka plana itilmesi, iv- insanlık tarihinin ortaklığı ve son olarak da v- bir ulusun kazancı yerine tüm uluslararası toplumun kazanabileceği imkanların tespit edilmesi.46 Bu gelişmelerin dışında, akademiya dışından bir diğer önemli katkı siyaset sahnesinden geldi. Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson’un, ünlü 14 ilkesi -fourteen points- o dönem için üzerinde en fazla durulan ve tartışılan konular haline bürünmüştü.47

İlk kürsülerin ABD ve özellikle İngiltere’de kurulması, çalışmaların bu iki ülkede yoğunlaşması disiplinin bugününü bile etkileyebilecek bir formasyona sahip olmasına yol açmıştır.48 Çünkü hem kuramsal anlamda hem de kurumsal bazda disiplinin gelişiminin B. Avrupa -daha spesifik olarak da İngiltere’de- filizlenmeye başlaması ve I. Dünya Savaşı’ndan sonra global bir bakış açsına sahip ABD’nin daha da ağırlığını hissettirmesiyle; Uluslararası İlişkiler disiplini Anglo-Saxon bir disiplin49 haline dönüşmeye başladı. Ancak, zamanla global güç olma isteği ile gelişen disiplinin merkezi, İngiltere’den ABD’ye doğru kaymış, artık II. Dünya Savaşı ile birlikte de ABD, disipline tam anlamıyla hakim olmuştur.50

ABD’de, daha çok policy-oriented51 eksenli gelişen disiplindeki Amerikan hegemonyasının dışında, kısırda olsa İskandinav (Norveç, İsveç, Finlandiya) katkısı ve Raymond Aron, Pierre Renouvin, Marcel Merle gibi isimlere rastladığımız ve Yapısalcılığın önemli temsilcilerini de gördüğümüz Fransa katkısı gözden

46 Jessie C. Evans, “Teaching International Relations Through the Social Studies”, Historical Outlook, (Vol: 14, No: 7, 1923), s. 251.

47 Aslında Wilson daha henüz başkan olmadan çok önce 1887 yılında Cruce, St. Pierre, Kant geleneğinin bir uzantısı olarak uluslararası bir yapının tesis edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yine 1918 yılında açıkladığı 14 ilkesinin temellerini, 1914, 1916 ve 1917 yılında kongrede yaptığı konuşmalarla atmaya başlamıştı. Wilson ve Wilson’un Millet Cemiyeti projesi ile ilgili ayrıntılı ve bir ölçüde de eleştirel bir çalışma için bakınız, Quincy Wright, “Woodrow Wilson and the League of Nations”, Social Research, (Vol: 24, No: 1, 1957), ss. 65-86.

48 Chris Brown, Sovereignty Rights and Justice: International Political Theory Today, (Cambridge: Polity Press, 2002), ss. 57-61.

49 Gerard Holden, “Who Contextualizes the Contextualizers? Disciplinary History and the Discourse About International Relations Discourse”, Review of International Studies, (Vol: 28, 2002), s. 256.

50 Torbjörn L. Knutsen, A History of International Relations Theory, (Manchester: Manchester University Press, 1992), ss. 197-198. Uluslararası İlişkiler disiplinini bizim tezimizin tam aksine ABD’de de doğduğu ancak disiplin içerinde bir ABD hegemonyasının asla iddia edilemeyeceği ve başta Spykman, Morgenthau, Brzezinski, Kissinger, Wendt ve daha birçoklarının Avrupa orijinli olduğu yönündeki tezler için bakınız, Peter M. Volten, “Theory of International Relations in Europe: A Social Science Stillborn or Still Born and Raised in America?”, SGIR Conference Paper, (Hague, 2004), s. 3.

51 Özellikle II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından ABD üniversitelerinde kurulan Uluslararası İlişkiler bölümlerinin müfredatlarının siyaset bilimi gibi akademisyenler yetiştirmeyi de içermediği ve öğrencileri daha çok uluslararası alanda faaliyet gösteren kamu ve özel kurumlar hazırladığına yönelik tespitler için bakınız, Schuyler C. Wallace, “School of International Affairs”, Columbia Journal of International Affairs, (Vol: 1, No: 1, 1947), s. 5.

(21)

kaçırılmamalıdır.52 Ancak başta Fransa olmak üzere Kıta Avrupası akademiyası, Uluslararası İlişkiler disiplininin otonomisini ilan ettiğini ‘algılamakta’ biraz zorlandılar. Örneğin Fransızlar disiplinin Anglo-Saxon niteliğinden çok rahatsız olmakla birlikte 1990’lı yıllara kadar kendi kimliği olan bir Fransız Uluslararası İlişkiler bakış açısını asla yansıtamadılar. Aynı şeyleri İtalya ve Almanya için de söylemek yanlış olmayacaktır.53 Tüm bu olumlu ve bazı coğrafyalarda kısır gelişmelerin ardından I. Dünya Savaşı ile saflarını netleştirip, amiyane bir tabirle kimliğini kazanmaya başlayan Uluslararası İlişkiler disiplini, asıl gelişimini gerçek manada ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirebilmiştir.54

1.3. Teori Nedir? Uluslararası İlişkiler Teorisi Ne Anlama Geliyor?

Uluslararası İlişkiler disiplinindeki teorik tartışmalara geçmeden önce sosyal bilimlerde ve spesifik olarak da Uluslararası İlişkiler’de teorinin ne anlama geldiğini tartışmak gerekir.55 Aslında sadece sosyal bilimlerde değil, tüm alanlardaki epistemeye dair açılımlar -tartışmaya açık olmakla birlikte- dört temel unsur ihtiva eder; ilgilendiği konuyu sınıflandırmak ilk aşamayı oluşturur, sınıflandırmanın temel endişesi düzenlilikleri tespit edebilmektir ki bu kaygı ikinci aşamada belirir, düzenlilikleri açığa çıkarmak

soyutlamayı beraberinde getirdiği ölçüde son aşama olan dışlama da bu sayede kendini

gösterir.56

Konuya dair vurgulanması gereken bir diğer nokta ise, bu entelektüel açılımın hayata geçirildiği ve anlam kazandığı bilimsel çalışma düzeyinin açıklanması

52 Jörg Friedrichs, “International Relations Theory in France”, Journal of International Relations and

Development, (Vol: 4, No: 2, 2001), s. 118. Ayrıca bakınız, A. J. R. Groom, “The Study of International Relations in France”, http://www.kent.ac.uk/politics/research/kentpapers/groom4.html (14-05-2006).

53 Knud Erik Jørgensen, “Continental International Relations Theory: The Best Kept Secret”, European

Journal of International Relations, (Vol: 6, No: 1, 2000), ss. 14-16.

54 Uluslararası İlişkiler teorilerine yönelik çalışmaların I. Dünya Savaşı’ndan sonra değil ancak 1950’lerin ortalarından itibaren özellikle ABD’de yaygınlaşmaya başladığına dair argümanlar için bakınız, Hedley Bull, “Theory of International Politics 1919-1969”, International Relations: Critical Concepts in Political Science Vol: I, (ed), Andrew Linklater, (New York: Routledge, 2001), s. 57. Ayrıca Hoffmann, “Theory and International..., ss. 31-32. John M. Hobson, “The Second State Debate in International Relations: Theory Turned Upside-Down” Review of International Studies, (Vol: 27, 2001), ss. 395-414. Atila Eralp, Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1996), ss. 57-88.

55 Aron, teorinin en azından Batı düşünce hayatı içerisinde iki kökene sahip olduğunu ya da başka bir ifade ile iki farklı anlamı çağrıştığını ifade ederek bunlardan ilkinin felsefe ile eş tutulduğunu ikinci anlamında ise teorinin hipotetik-dedüktif bir niteliğe sahip olduğunu ve daha çok doğa bilimlerinde kullanıldığını vurgulamıştır. Bu konudaki tartışmalar ve ayrım için bakınız, Raymond Aron, “What Is A Theory of International Relations?”, Journal of International Affairs, (Vol: 21, No: 2, 1967), ss. 185-206.

56 Timothy Dunne, “Mythology or Methodology? Traditions in International Theory”, Review of

(22)

gerekliliğidir. Bir alana, konuya dair bilimsel çalışma üç zeminde gerçekleştirilir. İlk düzey “felsefik düzeydir”: Konunun temelini oluşturan ve konuyu tanımlayan genel inançlar, varsayımlar, ilkeler, postulatların analize dahil edildiği süreçtir. Bunlar ayrıca probleme anlam veren/tanımlayan genel düşünceler olarak da adlandırılabilir. Ayrıca felsefik düzey temel epistemolojik algılamaların ve kavramların değerlendirildiği bir düzey olarak da tanımlanabilir. İkincisi, “teorik düzeydir”: Bu düzeyde sorun, felsefik düzeye göre daha somut bir şekilde tanımlanır. Artık sorun tanımlanabilir ve ayırt edilebilir sınırlara sahiptir. İlkeler yerini kurallara bırakır ve bilimsel çalışmayı yapan kişi ilk düzeye göre üzerinde çalıştığı konuya dair daha somut bir düşünce silsilesine sahiptir. Son düzey ise “pratik düzeydir”: Çalışmayı yapan kişi bu düzeyde somut şekiller, görünümler ve pratikler üzerinde yoğunlaşır ve günlük hayatın gerçekleri üzerinde çalışır. Bu düzeyde felsefik ve teorik düzeydeki olguların pratikte hangi sonuçları içerdiği ya da içermesi gerektiği üzerinde durulur.57

Bu açılım ve sınıflandırma çabalarının genel geçer bir tasnif olduğunu söyleyebilmek zor olsa da en azından bu çalışmanın sınırlarının netleştirilmesi adına başkaca bir alternatifin olmadığı da açıktır. Zira Uluslararası İlişkiler teorilerinin en azından eleştirel döneme58 kadar problem çözücü (problem-solving) niteliği ile bu tasnif birebir örtüşmektedir. Ancak bu noktada asıl önemli soru(n) teorinin ne olduğu ve teoriye gerçekten ihtiyacımızın olup olmadığı ile doğrudan ilgilidir. Sosyal olgularla ilgilendiğimizi göz önünde bulundurursak ve teorik boşluğun olduğu bir alanda sosyal olgulara dair fikir yürütmek çok da mümkün değilse; teoriye duyulan ihtiyaç da kendini gösterir. İstesek de istemesek de bilimsel bir çalışma yürütmenin en temel unsuru, ele aldığımız konuyu teorize etmektir ve teorize etmek sanılan aksine bir şeyin önemli yanlarını açığa çıkarmak değil, o konuyu anlaşılabilir kılmaktır.59

Teori -en azından sosyal bilimlerdeki kullanımı ile- belirli bir konuya dair yaklaşım yollarını temin eden ve kompleks meselelerde açılımları sağlayan ve ilgili parçaları gösteren bir işleve haizdir.60 Bu yönü ile teori, açıklayıcı olmalı ve fakat bir şeyin neden

57 Nuri A. Yurdusev, “Level of Analysis and Unit of Analysis: A Case for Distinction”, Millennium, (Vol: 22, No: 1, 1993), ss. 77-88.

58 Eleştirel teorinin teori tanımı ve geleneksel teori tanımlamalarına yönelik bakışı ile ilgili olarak bakınız, Richard Wyn Jones, Security, Strategy and Critical Theory, (Colorado: Lynne Rienner Publishers, 1999). Ayrıca bakınız, Richard Shapcott, “International Relations as Practical Philosophy: Defining A Classical Approach”, British Journal of Politics and International Relations, (Vol: 6, 2004), s. 278.

59 J. C. Johari, International Relations and Politics: Theoretical Perspective, (New Delhi: Sterling Publishers, 1985), s. 70.

60 Andrew M. Scott, “Challenge and Response: A Tool for the Analysis of International Affairs”, The Review

(23)

öyle olduğunu gösterdiği ölçüde teorinin normatif yönü de olmalıdır; yani o şeyin nasıl yapılması gerektiğini göstermelidir. Tüm bunların dışında öngörüyü de barındırmalı ya da öngörü için uygun bir referans noktası olmalıdır.61 Ancak teorinin açıklayıcı, tanımlayıcı işlevlerinin dışında öngörüye dair fonksiyonunun düzenliliklerle62 ilgili olduğunu vurgulamalıyız.63 Zira teorilerin ani gelişmeleri açıklamalarını beklemek haksızlık olur.64 K. Waltz bir çalışmasında teorinin tahmin edici (predictive) yönüne vurgu yapmakla birlikte, başka bir çalışmasında teorinin önceliğinin tahmin etmek değil açıklama yapmak olduğunu belirtmiştir. Waltz, iyi bir teorinin açıklayan teori olduğunu vurgulayarak; ‘her şeyi tahmin edemeyiz ama her şeyi açıklayabiliriz’65 diyerek teorinin aslında tanımlanmasının ne kadar zor olduğunu bu çelişkili ifadeleri ile bize göstermiştir. Goldstein ise en iyi teorinin açıklayan değil, nelerin olduğunu anlamamıza yardımcı olan teori olduğunu savlar.66 Holsti ise, teoriyi tanımlarken açıklamak ya da anlamak eylemlerinden ziyade ‘aydınlatmak’ filini yüklem olarak seçer. Öte yandan Holsti teorinin eleştirel bir yönünün olduğunu da hatırlatmaktan da geri kalmaz.67 Teorinin bir çıktı olduğunu ileri süren C. Brown ise, ‘biz bir konu üzerinde soyut ve derinlemesine düşündüğümüzde o konuyu teorize etmiş oluruz’ diyerek konunun özünü sınırlamış ve teorilerin açıklayamadığımız şeylere cevap aramamızın bir mahsulü olduğunu eklemiştir.68 aşaması olarak değerlendirmemek gerekir. Teori, son aşamayı oluşturur. Bakınız, Michael Brecher, “International Studies in the Twentieth Century and Beyond: Flawed Dichotomies, Synthesis, Cumulation”, International Studies Quarterly, (Vol: 43, 1999), s. 223.

61 William C. Olson, “IR: Interdisciplinary and Interproffesional”, The Theory and Practice of International

Relations”, (ed), William C. Olson, (New Jersey: Prentice Hall, 1991), s. 1. Teorinin daha özelde de Uluslararası İlişkiler teorisinin benzer tanımları ve teoriye dönük negatif ve pozitif bakış açılarını üç başlıkta sınıflandıran çarpıcı bir çalışma için bakınız, Susan Strange, States and Markets, (London: Pinter Publishers, 1997), ss. 9-12.

62 Bir teori sadece tek bir olaya değil diğer benzer olaylara da uyarlanabilmeli ya da olanları açıklayabilmeli diyen Deutsch, teorinin genellenebilirlik ve düzenlilikler ilkesine vurgu yapmaktadır. Karl Deutsch, et al., “The Organizing Efficiency of Theories: The N/V Ratio As A Crude Rank Order Measure”, The Journal of Conflict Resolution, (Vol: 9, No: 2, 1965), s. 30.

63 Davranışsalcı paradigmanın en önemli temsilcilerinden biri olan McClelland teorinin işlevi ile ilgili yazdığı oldukça hacimli bir çalışmada teoriyi geçmişe bakıp, geleceğe doğru adım atmamıza yardımcı olan bir ölçme aracı (yardstick) olarak tanımlamıştır. Daha geniş bir bilgi için bakınız, Charles A. McClelland, “The Function of Theory in International Relations”, The Journal of Conflict Resolution, (Vol: 4, No: 3, 1960), s. 304.

64 Kenneth N. Waltz, “Realist Thought and Neorealist Theory” International Relations: Critical Concepts in

Political Science Vol: I, (ed), Andrew Linklater, (New York: Routledge, 2001), ss. 1522-1525. Ayrıca bakınız, Kenneth Waltz, Theory of International Politics, (Reading: Addison-Wesley Publishing, 1979), ss. 1-18.

65 Kenneth N. Waltz, “Evaluating Theories”, The American Political Science Review, (Vol: 91, No: 4, 1997), s. 916.

66 Joshua S. Goldstein, International Relations, (New York: Longman, 1999), ss. 6-7.

67 Kalevi J. Holsti, “Scholarship in An Era of Anxiety: The Study of International Politics During the Cold War”, The Eighty Years’ Crisis: International Relations 1919-1999, (ed), Tim Dunne, et al., (Cambridge: Cambridge University Press, 1998), s. 29.

(24)

Sonuç olarak teori, aynı kişiye göre bile farklı yerlerde farklı anlamlar kazanan bir formasyona sahiptir.69 Teoriyi tanımlayamamış olmamız teorilere ihtiyacımız olmadığı ya da onları kullanamayacağımız anlamına gelmemektedir. Her halde dünyayı daha iyi anlamak adına teorilerin tanımlanamaz doğasına muhtacız.70

1.4. Geleneksel Uluslararası İlişkiler Teorileri

Uluslararası İlişkiler disiplini genç bir disiplin olmasına rağmen hızla büyümeye başlamış ve her geçen gün giderek daha cazip bir çalışma alanı haline gelmiştir. Bu ilgiyi ve büyümeyi bir çok etken ile açıklayabilmek mümkün. Pratikteki baş döndürücü gelişmeleri ve konjonktürel etkenleri görmezden gelirsek, aslında disiplinin bu denli gelişmesinin en temel gerekçelerinden biri disiplin içerisinde yaşanan teorik tartışmalardır.71 Disiplinin ilk yıllarında sadece savaş ve savaşın mirasları üzerinde yoğunlaşan ve tarihi baş ucu kitabı olarak benimseyen bakış açısı, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ilişkilerin gündeminin çeşitlenmesi ile anakronikleşmiş, metodolojik tartışmalarla geçen II. Dünya Savaşı sonrası dönemin ilk yıllarının ardından disiplin, paradigmalar arası tartışmaya (Realizm, Liberalizm/Pluralizm ve Yapısalcılık72) beşiklik etmiştir. 1980’lerin sonlarından itibaren üçüncü büyük tartışma olarak da bilinen yeni bir dönem başlamıştır.73

Disiplinin şahitlik ettiği bu tartışmalarından ilki olan İdealizm-Realizm tartışması, disiplinin terminolojisini yerleştirmek gibi asli bir unsuru yerine getirmenin dışında, disiplinin sınırlarını da bir ölçüde belirlemiştir. Kabaca söyleyecek olursak İdealizm-Realizm tartışması disiplinin hüviyetini yazan bir tartışmadır. Bu tartışmanın zeminine baktığımız zaman, tartışmayı şekillendiren en önemli unsurun pratikte yaşanan gelişmeler

69 Örneğin Çin’deki Uluslararası İlişkiler teorisinde teori algılaması tamamen ideoloji ile yakından ilişkilidir. Çin’deki teori algılaması ve Uluslararası İlişkiler teorilerinin içerdiği anlam için bakınız, Gusaaf Geeraerts, Men Jing, “International Relations Theory in China”, Global Society, (Vol: 15, No: 3, 2001), s. 252.

70 Paul R. Viotti, Mark V. Kauppi, International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism, (Massachusetts: Allyn and Bacon, 1993), s. 3.

71 Bu tartışmaların disiplinin gelişimini etkilediği ölçüde aslında ‘disiplin içerisinde İdealist-Realist, Pozitivist-Postpozitivist vs…gibi akademiya mensuplarını karşıt kamplara bölmek disiplinin gelişimini sağlamaktan çok disiplinin temel konularının tartışıldığı zemini gölgelemekten başka bir işe yaramıyor tezleri de dile getirilmektedir. Bu konuda çarpıcı bir çalışma için bakınız, Roger D. Spegele, “Rediscovering Debates in the International Studies: Morton Kaplan’s System Epistemelogy Revisited”, Theory and Decision, (Vol: 14, No: 3, 1982), s. 294.

72 Michael Banks, “The Inter-Paradigm Debate”, International Relations: A Handbook of Current Theory, (ed), M. Light, A. J. R. Groom, (London: Pinter Publishers, 1985), ss. 7-27.

73 Yosef Lapid, “The Third Debate: On the Prospects of International Relations Theory in a Post-Positivist Era”, International Studies Quarterly, (Vol: 33, No: 3, 1989), s. 236. Emmanuel Navon, “The Third Debate Revisited”, Review of International Studies, (Vol: 27, 2001), s. 611.

Referanslar

Benzer Belgeler

Uluslararası iliĢkiler içinde tek bir feminist duruĢun bulunduğunu savunmak Yalvaç‟a (2011, s.. 26) ise eserinde on farklı yaklaĢıma (liberal feminizm,

Öte yandan yine iktisadi küreselleşmenin bir sonucu olarak devletlerarası ilişkilerde etki aracı olarak ambargo veya boykot gibi iki taraflı dış ticaret

Alaeddin Keykubad’ın deste- ğiyle İslam düşüncesi ve fütüvvet ilkelerine bağlı kalan Ahilik, tekke ve zaviye- lerde şeyh-mürid ilişkilerini, iş yerlerinde usta, kalfa

Türk kütüphane tarihinde devlet 11 tarafından kurulan ilk kütüphanenin 1882’de yine İstanbul’da kurulmuş olan Kütübhane-i Umumi-i Osmani (Beyazıt Devlet

Bu tez çalışmasında, genişletilmiş deneme denklem metodu, yeni fonksiyon metodu ve geliştirilmiş tanh fonksiyon metodunun lineer olmayan kısmi diferansiyel

İkinci olarak, devlet-dışı aktörlere (yerel, ulusal ve ulus-aşırı) vurgu yaparak, realist okulun devlet merkezli anlayışı yerine daha kapsamlı bir

The main purpose of this study is to investigate the production of biodiesel by using mixtures of vegetable oils (sunflower and corn) with beef tallow, and determine the

Bu çalışmada bir veri üzerinde yapılan değişikliğin, bu verinin sahip olduğu hash değerini de değiştirdiği ve bu durumun aynısının elektronik deliller