• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: YENİ MEDYA ve SİYASAL İLETİŞİMİN DÖNÜŞÜMÜ

1.5. Geleneksel Medya ve Siyasal İletişim

Siyasal aktörler kendi iletişim stratejilerini kitle iletişim araçlarına göre biçimlendirirler. Dolayısıyla kitle iletişim araçları siyasal iletişimin niteliklerini değiştirir ve onun üzerinde bir etki yaratır. Siyasal iletişimin tarihçesi aynı zamanda medyanın da tarihçesidir. Bu nedenle de geleneksel medya olarak nitelendirilen yazılı basın, radyo yayıncılığı, film endüstrisi ve televizyon yayıncılığı siyasal iletişim tarihinde önemli bir yer edinmektedir. Geleneksel medya, siyasal iletişim sürecinde etkin biçimde kullanılan ve hala kullanılmaya devam eden kitle iletişim araçlarıdır. “Geleneksel medyanın en önemli özelliği, mesaj iletiminde ‘kanal’ seçiminin önemli olması, ancak kaynak ve alıcının doğrudan karşı karşıya gelmemesidir. Yazı işleri müdürü, genel yayın koordinatörü, sayfa editörü, yönetmen, redaktör... gibi ‘kaynak’ konumunda bulunan kişiler genellikle iletilecek olan mesajı kontrol ederler (Özerkan, 2001: 38).

Geleneksel medya araçlarında baskı makinesinin icadı, Batı tarihinin en önemli kültürel teknolojik dönüşümlerinden birisi olarak görülmektedir. Ortaçağın sonu ile modern dönemin başlangıcı arasındaki geçiş döneminde matbaanın rolü büyüktür. Matbaa bilgiyi geniş çapta erişilebilir kılarak ve yeni ifade biçimlerinin filizlenebileceği bir ortam yaratarak, Avrupa’da düşünce dünyasına doğrudan etkide bulunan bir teknoloji olmuştur. Matbaa yerel dillerde okuryazarlığı arttırma, yazılı metinlerin yeniden üretimini mekanikleştirme, edebiyatla uğraşan yeni bir entelektüel sınıf öne çıkarma, bilim ve felsefe üzerine metinlerin yaygın bir şekilde

79

okunmaya başlamasını sağlama, Protestan Reformunu etkileme, gazeteler aracılığı ile haberlerin geniş çapta yayılmasını sağlama gibi pek çok etki yaratmıştır. Bu nedenle de iletişim tarihi açısından önemli bir teknoloji olarak kabul edilmiştir.

Özellikle günümüzde yazılı medya olarak adlandırdığımız günlük, haftalık gazeteler, dergiler; bilgi toplumunun oluşmasında önemli bir altyapı sağlamıştır. Avrupa ve Kuzey Amerika’da on sekizinci yüzyılın sonunda “haberlerin ve bilginin bu dönemde belirgin kamusal etkiler olduğunu, bu yüzden haberler hakkında konuşmak için bir araya toplanmanın onların dolaşımında esaslı bir yerinin olduğunu da vurgulamak gerekir” (Crowley ve Heyer, 2011:131). Siyasal akıl üreten kamusal toplulukların kurumsallaşarak günlük olarak yayımlanan siyasal gazetelerin ortaya çıkması ve genel zümreler meclisinin müzakerelerin aleniyeti ilkesini hayata geçirmesi gibi gelişmeler kamusal alanın oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bununla birlikte Habermas, on sekizinci yüzyılla birlikte ortaya çıkan siyasal kamuyu, sadece siyasal hiciv içeren dergi ve gazetelerle, kurumsallaşmayla veya otoriteyle, aleniyet ilkesinin zıtlaşmasıyla açıklamanın yetersiz ve soyut kalacağına işaret ederek, ekonomik zeminde ortaya çıkan gelişmelerin de izini sürmüştür (Habermas, 2002:158).

İlk gazeteler liberal ekonomi kavramının gelişmekte olduğu yıllarda Avrupa’da yayınlanmaya başlamıştır. “On sekizinci yüzyılda gazeteciliğin gelişim sürecini hızlandıran Avrupa’da Aydınlanma Hareketi ve Fransız Devrimi olurken, Fransız Devrimi ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile basının özgür olması isteği kabul görmüştür… On dokuzuncu yüzyılda ise, gazeteciliğin ve gazetenin gelişmesi, kurumsallaşması bakımından pek çok köklü değişikliği beraberinde getirmiştir… Gazete seçkinci yayın olmaktan çıkarak, her tabakadan haber yapan kitle gazetesi haline gelirken iletişim ve gazetecilikte gerçekleşen devrimlerle birlikte, gazete ve gazetecilik toplum içinde etkili olmaya yönelmiştir” (Tokgöz, 2008:174-175).

Gazeteler siyasal iletişimde siyasal aktörlerle yurttaşlar arasında haber, röportaj, yorum, inceleme, araştırma, siyasal reklamlar gibi siyasal metinlerin iletilmesi işlevini yerine getirir. Gazetelerde yer alan siyasal enformasyon dünyada ne olup bittiğinden haberdar etmekle birlikte aynı zamanda bireylerin kimliklerini oluşturmaları açısından da önem kazanmaktadır. Gazeteler siyasal enformasyon

80

kaynağı ve bir reklam aracı olarak kullanılmaktadır. Özellikle de seçim kampanyalarında siyasal aktörler ve yurttaşlar tarafından kullanımı büyük önem taşımaktadır.

Teknolojinin gelişimi, geleneksel medyanın dünyayı küresel bir köy haline getirmesini sağlamıştır. Medya, bir yandan demokratik sistemlerin vazgeçilmez bir unsuru olma özelliği gösterirken, diğer yandan kamuoyunu manipüle etmeye yarayan büyük bir güç olarak dikkat çekmiştir. Geleneksel medya İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan propaganda teknikleri ile kitleler üzerindeki etkisinin büyüklüğünü gözler önüne sermiş, siyasal rejimleri değiştirip dönüştürebilme gücüne sahip olduğunu göstermiş ve kitlelerin rızasını üretebilmek için kullanılmıştır. Geleneksel medyada bu rızayı üretebilmek için siyasal iletişim uzmanları sadece mesajların içeriğine odaklanmazlar. Rıza üretiminin gerçekleşebilmesi için aynı zamanda siyasal aktörler, seçmenler ve bu ikisi arasındaki ilişkinin genel olarak toplumsal boyutuna dair imalarda bulunmaları gerekmektedir.

Siyasal iletişim çalışmaları açısından gazete kadar hareketli görüntülerin estetik bir şekilde kurgulanmasına dayanan sinema da önemli bir yer tutmaktadır. Sinema fotoğraftan sonra ilk kez hareketli görsel mesajların kitlelere ulaşmasında kullanılan dönemin yeni teknolojisi olarak oldukça etkili bir konuma sahip olmuştur. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda propaganda amaçlı olarak kullanılmaları o dönemde sinemayı etkili bir siyasal iletişim aracı haline getirmiştir. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı sırasında A.B.D.’de sinema salonlarında propaganda amaçlı film gösterimleri yapılmıştır. Bu filmlerde halkın düşmandan nefret etmesi amaçlanmış ve filmler halk tarafından gerçek olarak algılanmıştır.

1920’lerde Sovyet Rusya’da Lenin’in talimatı ile film endüstrisine yatırım yapılmıştır. Özellikle Eisenstein’ın çektiği filmler propaganda açısından oldukça dikkat çekicidir. Bu filmler bir kısmı tamamen kurmacadır ve izleyenler de bunun bilincindedir; buna rağmen kullanılan simgeler ve sinemasal dil filmlerin propaganda açısından başarılı olmasını sağlamıştır. Eisenstein’ın çektiği 1925 yılında çektiği ‘Potemkin Zırhlısı’ Çarlık Rusya’sı döneminde halkın dramını konu almaktadır. “Film doğrudan bir devrim filmi olarak çekilmiştir. Siyasi sinema için önemli bir örnektir ve komünizm propagandası için kullanılmıştır” (Aziz, 2003:61). 1930’lu

81

yıllarda ise sinemanın olanaklarının özellikle de belgesellerin propaganda amaçlı kullanımına Nazi Almanyası’nda sıkça rastlanmaktadır. “Nazi filmleri çok ya da az propaganda filmleridir. Görünürde zararsız olan konular, komediler ve hatta müzikaller Nazi ideolojisinin lehine bir eğilim sahibidirler” (Kracauer ve Wollenberg’den aktaran Hake, 2001:3).

İkinci Dünya Savaşı sonrasında A.B.D. ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan soğuk savaşın etkileri bir propaganda aracı olarak sinemada açık bir şekilde kendisini göstermektedir. A.B.D.’de Sovyet sistemine karşı korkuya dayalı bir propaganda yürütürken; Sovyetler, Amerikan pop kültürünü küçümseyen komedi filmleri çekmişlerdir. Soğuk savaş döneminin ardından A.B.D., kendi film endüstrisi Hollywood’u kendi yaşam tarzını ve ideolojisini tüm dünyaya yaymak için kullanmaktadır. Amerikan ideolojisini taşıyan masalsı, dijital efektli, seyircileri kahramanı olduğu bir maceraya sürükleyen kurmaca filmler tüm dünyada izlenme rekorları kırmaktadır. Elbette Amerika’daki bağımsız film ekolü gibi dünyanın başka ülkelerinin sinemasında da muhalif siyasal sinema karşı söz söyleme olanaklarını sinematografiyi kullanarak dile getirmektedir.

Sinema ile birlikte 1900’lü yılların başında radyo yayınının doğuşu kitle toplumuna geçiş sürecini hızlandırmıştır. 1920’li yıllar radyonun temel kitle iletişim aracı olarak altın çağını yaşadığı yıllar olmuştur. Bu durumun en güzel örneği Orson Welles’in, H.G. Wells’in bilim kurgusal romanına dayanarak gerçekleştirdiği radyo yapımı ‘Dünyalar Savaşı’nda görülmektedir. “Bu program, Avrupa’da Hitler’in Çekoslovakya’dan toprak talebi nedeniyle yükselen gerilim döneminde yayınlandı. Dinleyicilerin önemlice bir bölümü dünyayı istila eden Marslıların New York metropolitan bölgesinde her yeri yakıp yıktığına inandı” (Lang, 2010:36). Bu olay siyasal iletişim alanında etki çalışmalarının artmasına ve değerli sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Radyo hem Amerika’da hem de Avrupa’da yoğun olarak kullanılmıştır. “1929 yılında A.B.D. Başkanı Roosevelt, radyo kanalını ilk kez etkin bir kitle iletişim aracı olarak kullanmıştır. Kuşkusuz radyonun siyasal iletişimde, propaganda aracı olarak kullanılması için 2. Dünya Savaşı yıllarına gelmek gerekir. Savaş sırasında Nazi Almanya’sına radyo doğrudan propaganda amaçlı kullanılmıştır. Hitler’in

82

Propaganda Bakanı Geobbels, Alman radyo kanallarını, savaş ile ilgili politikanın halka duyurulmasında, savaşan Alman askerlerine moral verilmesinde, karşı taraf halkının ve savaştaki askerlerinin morallerinin bozulması amacı ile yoğun olarak ve başarı ile kullanmıştır” (Aziz, 2003:58). Radyonun siyasal iletişimde etkin kullanımına bir örnek de Türkiye’den verilebilir. Çok partili siyasal hayatın ilk iktidarı Demokrat Parti döneminde radyo yayınları siyasallaşarak tek taraflı yayın yapılmış ve muhalefete söz hakkı tanınmamıştır.

Dolaylı ya da dolaysız siyasal söylemlerin üretilmesindeki aracılığı ile radyo kitle iletişim araçlarının güçlü etkisi açısından özel bir yere sahip olmuştur. “Birleşik Devletler’de özel mülkiyet aracılığıyla, Avrupa’daki hükümet desteğiyle veya Kanada’da her iki yolla bir kitle iletişim aracı haline getirilen radyo bütün bir kuşağı büyülemiştir. 1930’lara dönüp bakacak olursak, radyoya karşı alınan tutumların ve onun ortaya çıkardığı etkilerin, 1950’lerde televizyonun altın çağı yaşanırken gerçekleşecek olanlarla paralellikler taşıdığını görebiliriz” (Crowley ve Heyer, 2011:302). Televizyon yayıncılığının 1939 yılında başlaması ve geniş bir şekilde kullanımı ise hem sinemayı hem haberciliği hem de siyasal reklamcılığı, siyasal iletişimin teknikleri ve yöntemleri açısından derinden etkilemiştir.

Televizyon yayıncılığının kendisine has görüntü tekniği ve dili onu sinemadan farklılaştırmıştır. Televizyonun anlatım biçimi, görüntülerin gündelik hayatın kendi akışı içinde verildiği hissini yaratan, ancak gerçekliğin kurgulanarak yeniden üretilip, özel bir şekilde sunulmasına dayanmaktadır. Kitlelerin televizyonda seyrettiği “gerçeğin” kendisi değil onun yeniden üretilmiş halidir. Televizyonla temas eden kitlelerin algısında aslında bu yeniden üretilmiş kurguların kesitleri yer almaktadır. Televizyon ekranından izlediğimiz şeyler gerçekte zihnimize işlemiş kurgusal bir biçimi görmemizi, dolayısıyla da görme biçimimizi belirlemektedir. Artık gerçek olan görülen değil onun kurgulanmış biçimidir.

Bu kurgusal düzenek siyasal aktörlerin kendi siyasi stratejilerini biçimlendirirken, gerçeği değil gerçek olarak algılanılması isteneni yaratmaya olanak tanımaktadır. Siyasal iletişimde televizyonun bir araç olarak kullanılmasına dair ilk siyasal reklam “1950’de Amerika New York valilik seçimleri sırasında, Cumhuriyetçi aday Thomas Dewey tarafından kullanılmıştır. Bir TV programında

83

program sunucusu, sokak röportajları yaparak halka aday Dewey hakkında merak ettikleri soruları sormuş, Dewey de bu soruları cevaplamıştır. Aslında röportaj yapılan kişiler tesadüfi kişiler değil önceden ayarlanmış kişilerdir” (Özkan, 2007b:19). Bugünkü anlamda ilk siyasal televizyon reklamı ise Amerika Birleşik Devletleri’nde1952 Başkanlık seçimleri sırasında reklamcı Rosser Reeves tarafından Eisenhower için hazırlanmıştır. Siyasal reklamcılık Amerika’dan Avrupa’ya oradan da 1980’lerde Özal’ın seçim kampanyası döneminde Türkiye’ye gelmiştir (Özkan, 2007b).

Siyasal iletişimin aktörleri, mesajlarını geniş kitlelere ulaştırma amacı güttükleri için televizyondan yararlanma eğilimindedirler. Televizyon işitsel ve görsel bir araç olduğu için seçmenlerin tercihleri üzerinde oldukça güçlü etkilere sahiptir. Televizyon aracılığı ile siyasal gündem oluşturmak ve seçmenlerin tercihlerini etkilemek siyasal aktörler açısından özel bir önem taşımaktadır. Özkan, televizyon aracılığı ile yayınlanan siyasal reklamcılığın ilk evrelerinde, partilerin ideolojilerinin ve programlarının tanıtımına ağırlık verildiğini zamanla bu perspektiften uzaklaşarak lider veya aday imajına yönelik bir gelişim seyri izlendiğini vurgulamıştır (2007b: 22). Diğer taraftan televizyonun siyasal iletişimde bir araç olarak etkisinin ne olduğuna dair geri bildirim almak için siyasiler, kamuoyu yoklamaları, anketler vb. yöntemlere başvurmaktadır.

Televizyonun izler kitle üzerindeki etkisi siyasal iletişim üzerine çalışan akademisyenlerin de ilgi alanına girmiştir. Lewis, izler kitle adlı makalesinde bu etkinin izlerini 1940’lara kadar geri götürür ve bu dönemde araştırmacıların önce televizyonun hiç etki yaratmadığı sonucuna ulaştığını, daha sonra çok yönlü ve özgül araştırmaların televizyonun siyasal tutum üzerinde etkili olduğu sonucunu bulguladıklarını belirtmiştir. 1950-70 arasında etki araştırmalarının yön değiştirdiğini, iktidarı televizyon ekranından alıp, televizyonu belli gereksinimlerini tatmin etmek amacıyla kullandığı düşünülen seyirciye doğru kaydığını; televizyon mesajının gücünün olumsuzlanmamakla birlikte etkinin seyirciler tarafından dolayımlandığını söylemiştir. Fakat Lewis, bunun, seyircileri bir gereksinimler dizisine, mesajları da bir doyumlar dizisine indirgendiği için eleştirmiştir. Daha sonraki araştırmalarda bu eksikliğin yetiştirme çözümlemesiyle, televizyon seyretmeyi birçok başka düşünme biçimiyle zamandaş olan bir değişken olarak

84

yalıttığını, televizyonu çağımızda güçlü bir ideolojik etken olduğunu tanıtladığını ifade etmiştir (Lewis, 2010).

Siyasal iletişimin siyasal aktörler tarafından nasıl kullanıldığına ilişkin yapılan araştırmaların ve akademik çalışmaların gelişimi bir bakıma geleneksel medyanın gelişimi ve kullanımının yaygınlaşmasıyla paralellik göstermektedir. “Bu yaygın kullanım 19. yüzyıldan sonra çok artmış modernleşme adı altında kitle iletişim araçları ile kültürel egemenlik kurmak kendi ideolojilerini yaymak çok olağan hale gelmiştir” (Kılıçaslan, 2011:15). Geleneksel medya pek çok açıdan siyasal iletişim alanını beslemiş, boyut değiştirmesini ve yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Bu yaygınlaşma ile birlikte geleneksel medyanın toplumda yaşananlar üzerine insanların sahip olduğu bilgiyi artırması, ancak onların bu bilgiyi siyasal eyleme dönüştürmelerini kısıtlaması siyasal iletişimciler tarafından tartışılan bir konu haline gelmiştir. “Sanayileşmiş bir toplum içindeki birey, içinde yaşadığı toplum tarafından alınan başlıca kararlardan uzak, “habersiz” kalmakta, bunlar üzerinde karar alma ve karşılıklı düşünce alışverişi süreçlerine katılma olanaklarından yoksun bırakılmaktadır” (Yengin, 1996:2). Bu yoksun bırakma konusu hem siyaset hem de iletişim literatüründe oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda geleneksel medyadan farklı olarak yeni medyanın siyasal iletişimdeki yeri özellikle siyasal katılımı artırmak için sunduğu olanaklar temelinde yeni bir zemin olarak ele alınmaktadır.