• Sonuç bulunamadı

Güzel Giysiler Giymek ve ÇeĢitli Yemekler Yapmak

ÂDETLER VE UYGULAMALAR

1.1 GeçiĢ Dönemleri Ġle Ġlgili Âdet ve Uygulamalar

1.2.1 Adak Adamak

1.2.5.4 Güzel Giysiler Giymek ve ÇeĢitli Yemekler Yapmak

Bayram hazırlıklarından birisi, bayram günü yenilmek üzere çeĢitli yemeklerin hazırlanmasıdır. Ayrıca insanlar bayramlarda güzel ve temiz elbiseler giyerler. Bu durum Sümmânî‟nin mısralarına Ģöyle yansımıĢtır:

Herkes türlü taamların yaparlar Her bir atlas çin zerbâb giyerler

Bugün yine aziz bayram ederler Ben garibem edem bayram kiminnen

Sümmânî (Erkal, 2007: 238) 1.2.5.5 Ġftar Etmek

Ramazan ayında oruçların yemek yenilerek açılmasına iftar adı verilir. Ruhsatî, 1899 yılında yaĢanan bolluğu, kendisinin sürekli baĢkalarının evinde iftar etmesi Ģeklinde anlatır. Çünkü insanların ekonomik durumlarının iyi olması, baĢkalarını iftar yemeğine çağırmada etkili olmaktadır:

Münafık olanlar ezkâr etmedi Ġsm-i Muhammed‟i ezber etmedi Hiçbir gün evinde iftar etmedi Ġnanırsan ÂĢık Ruhsat bu sene

Ruhsatî (Kaya, 1999: 137-138)

Ruhsatî, Ramazan ayında fakirlerin doyurulması gerektiğini Ģöyle dile getirir: Ruhsatî dök kanlı yaĢı

Feda kıl can ile baĢı

Fukaraya yedir aĢı

Mevlâ'mızdan ihsan geldi

Ruhsatî (Kaya, 1999: 173) 1.2.5.6 Kadir Gecesi

Ramazan ayının içerisinde gizlendiğine inanılır. Kur‟an-ı Kerim‟in yeryüzüne inmeye baĢladığı gece olması ve bin aydan hayırlı olduğunun bilinmesinden dolayı

56

Müslümanlarca büyük öneme sahiptir. Halk Ģairlerinin Ģiirlerinde de bu gece dile getirilmiĢtir Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 573), ÂĢık Ömer (Ergun t.y.: 41), Ruhsatî (Kaya, 1999: 149-150). Gevherî, sevgilinin dudağının busesini Kadir Gecesi olarak tasavvur ederken (Elçin, 1998: 77), Bayburtlu Zihni ise bu geceyi sevgilinin cemalini anlatmakta kullanır:

Hüsnün ziyasıyla eyleyüp bedir Zihniya kulundur yohsa nedür Okunur cemalin leyle-yi kadir Açıldı gök yüzü sure mi geldi

Bayburtlu Zihni (Baba, 2009: 71) 1.2.5.7 Kurban Kesmek

Dini bayramlardan birisi Kurban Bayramı‟dır. Bu bayramda dinin emrettiği Ģekilde kurban kesilir. ÂĢık ġem‟î, bin canı olsa da sevgili yolunda kurban edeceğinden bahsetmektedir (Halıcı, 1982: 47). Yozgatlı Nâzî ise kendisini kurbanlık olarak tasavvur etmekte ve sevgilisinin bıçak çekip Allahuekber diyerek kesebileceğini ifade etmektedir:

Bağla ellerimi kerem et dildar Gözlerim beste görmeyim her-bar

Nâzî sana kurban bu bayramda yar Allahuekber de çek bıçağını

Yozgatlı Nâzî (Oğuz, 1992: 114) 1.2.5.8 Küskünlerin BarıĢması

Bayramlarda insanların küs kalması hoĢ karĢılanmaz. Bu yüzden kanlı kinli de olsa insanların barıĢması gerektiği Ģu mısralarda dile getirilir:

Yaz gelir de Arap atlar yarıĢır

Bayram gelir kanlı kinli barıĢır

Dediler sevdiğin elle konuĢur Dîvâne gönlüme güman da geldi

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 439)

Bayramlarda merhabalaĢmak, yakınlaĢma ve dostluk göstergesidir. Sevgiliden ayrı olan Gevherî, onunla merhabalaĢamadığının üzüntüsünü yaĢar (Elçin, 1998: 35). Kuloğlu ise düĢmanlarına inat, cihan Ģahı diye nitelendirdiği sevgiliyle merhaba etme arzusu içindedir:

Kaçma benden, bu gün bayram gününde

57 Haset eden düĢmanların yanında Merhaba edelim, Ģah-ı cihan gel

Kuloğlu (Öztelli, 1974: 352)

Düğünler, bayramlar ve büyük eğlenceler insanların birbirleriyle kaynaĢma vesilesidir. Gurbette yakınlarından ayrı kalan Karacaoğlan, bu önemli günlerde yokluğunun hissedilip hissedilmediğini merak etmektedir:

Arzularım kaldı bir Arab atta

Koyma Kadir Mevlâ‟m gamda firkatta

Düğünde bayramda ağır ziynette

Anar m‟ola emmi dayı el bizi

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 469) 1.2.5.9 Mahya Âdeti

Osmanlı döneminde olduğu gibi günümüzde de devam eden Ramazan geleneklerinden biridir. Ramazan ayında cami minareleri arasına asılan ve Ramazan ayı ile ilgili sözlerin renkli ıĢıklarla yansıtıldığı bir uygulamadır. Mahyalar akĢamları daha belirgin bir Ģekilde görülmektedir.

Nahl, “gümüĢ veya mumdan yapılarak gelinlerin önünde götürülmesi ve sonra gelin odasına konulması, vaktiyle âdet olan süs ağacı”dır (Devellioğlu, 1997: 798). ÂĢık Ömer minareleri Ģekil olarak ağaca benzetir. Minarelerin çokluğunu kastederek bulunduğu yeri ormanlık bir alan olarak tasavvur eder. Ramazan ayının nur ile minareleri nahl ağacı gibi süslediğini vurgular. Minarelerin Ramazan ayında süslenmesi bize mahyaları hatırlatmaktadır:

Lem‟a-i feyz-i beka dehri kılup pür enver Bu hidâyetle ziyâlandı beher hâkister

ġeceristân-ı minârın Ģerefâtın yer yer Nurdan nahl ile zeyn etti giyâh-ı ramazan

ÂĢık Ömer (Ergun, t.y.: 259)

1.2.5.10 Ramazan Ayı

Ġslam‟ın Ģartlarından biri olan oruç tutmanın yerine getirildiği kutsal aydır. Halk Ģairlerinin Ģiirlerine çeĢitli Ģekillerde yansımıĢtır. Ramazan Gevherî‟de “eyyam-ı Ģerif” (Elçin, 1998: 77); Ruhsatî‟de “on bir ayın serfirazı (üstün olanı)” (Kaya, 1999: 186) olarak vasıflandırılır. Ruhsatî (Kaya, 1999: 149), ÂĢık ġenlik (Aslan, 1992: 187) ve Dertli (Köprülü, 1965: 814) bu ayda oruç tutmayı dile getirirler. Oruç tutmak için

58

geceleri yemek için kalkılır. Bu zamana sahur denir. Gevherî sahur kelimesini Ģiirlerinde Ģöyle kullanmaktadır:

Sahurda esince sabâ yelleri

Muntazırım selâmına bad ile Valsın ile Ģad idersin elleri AyakdaĢım ben … Ferhad ile

Gevherî (Elçin, 1998: 50)

Ramazanda verilen sadakaya fıtır sadakası denir. Fıtır sadakasını zenginler yoksullara verir. Ruhsatî güzellerin fitresinden bahsederken sevgilinin âĢığa sunacağı dudağını kastetmektedir:

Seninle yoldaĢ olanda kalmaz akıl del‟olur Yitirir aklım baĢtan bir acaib hal olur Güzellerin fit(i)resi Ģeftali ya bal olur

Ümidim var bana versin belki bayram günleri Ruhsatî (Kaya, 1999: 196)

Ayrıca Ruhsatî teravih namazının rahmet kazanmaya vesile olduğunu Ģöyle dile getirir:

“Kılalım teravih kazanak rahmet

Sünnet-i Resul‟ü eldim hüccet Bu ayda nuĢ olur Kevser-i cennet KavuĢturdu Rahman elhamdülillah”

Ruhsatî (Kaya, 1999: 149) 1.2.6 Belde Hançer/Bıçak TaĢımak

Ucu sivri, iki tarafı keskin, süslü ve gösteriĢli bıçaklara hançer adı verilir. Beldeki kuĢakta hançer taĢıma, kadın olsun erkek olsun tüm Osmanlı toplumunda görülen yaygın bir uygulamadır. ReĢat Ekrem Koçu, Osmanlı toplumunda erkek çocuğun delikanlılık çağının, belindeki kuĢağın kıvrımında hançer taĢıması ile baĢladığını belirtir (1967: 127).

Saadettin Gömeç, erkeklerin yanında kadınların da hançer taĢıdığını Ģu Ģekilde dile getirir: “Namuslarına son derece düĢkün olan Türk kızlarının yanına yaklaĢmak bile mümkün olamazdı, çünkü hepsinin yanında birer hançer mutlaka bulunuyordu.” (2006: 27) D‟ohsson da kadınların süslü bir bıçak veya küçük bir hançer taĢıdıklarını söyler (t.y.: 96). Ayrıca bu konuyla ilgili Ģu açıklamayı yapar:

“Diğer taraftan millet olarak kemerlerinde taĢıdıkları “hançer” yahut “bıçak”larını kıymetli taĢlarla süslemeyi daha çok tercih ederler. Sıradan insanlarınkiler çok

59

basittir, ama biraz hali vakti yerinde olanlar gümüĢ saplı hançer kullanır. Varlıklı kimselerin, bilhassa sarayda ileri gelen memurlarınkiler ise altındandır ve elmas taĢlarla süslüdür.” (t.y.: 96)

Türkler ipek bir kumaĢı bellerine iki üç tur dolayarak kuĢak yaparlar. Erkekler bu kuĢaklarında hançer taĢırlar. Bu hançerlerin kını vardır, sapları altın veya gümüĢ olur ve değerli taĢlarla süslenir (Tournefort, 2008/II: 74).

Karacaoğlan, yiğidin belinde hançer taĢıması gerektiğini Ģöyle belirtir: Karac‟Oğlan seni çağırır yine

Yiğit olan hançer sokar beline

Arzulayıp gider Bağdad çölüne Allı turnam harmandalı döndü mü

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 642)

Bir dörtlüğünde sevgilinin belinde hançer olduğunu yineleyen Gevherî (Elçin, 1998: 370), baĢka bir dörtlüğünde sevgilinin belinde zincirli bir bıçak olduğunu söyler (Elçin, 1998: 84). Bıçak hançere göre daha küçük olduğu için düĢmemesi amacıyla kuĢağa zincirle bağlamak gerekmektedir. ÂĢık Süleyman, bele takılan gümüĢlü bıçaktan Ģöyle bahseder:

Beline takınmıĢ gümüĢlü bıçak

Çevre yanın almıĢ al yeĢil çiçek Sağ yanı kalkanlı bir sıdkı gerçek Bulam da eğlenem, belki gelmiyem

ÂĢık Süleyman (Köprülü, 1962: 482)

ÂĢık Ömer “Ģûh” diye nitelediği sevgilinin belinde hançer bulunduğunu söyler (Ergun, t.y.: 117). Gevherî de, sevgilinin altın kemerinde hançer bulunduğunu ve bunun sevgilinin beline yakıĢtığını Ģu mısralarda dile getirir:

Aklım yağmaladı evvel nazarda Tîr-i müjgânları geçmek ciğerde Ġnce miyânında zerrin kemerde

Hançer bele bel hançere uygundur

Gevherî (Elçin, 1998: 378) 1.2.7 Çiçek Vermek

Sevgililerin birbirlerine gül, nergis gibi çiçekleri vermelerinin bazı sembolik anlamları vardır. Bu konuda detaya girmeden genel anlamda bu uygulamanın, sevginin çeĢitli

60

derecelerini ifade ettiğini söyleyebiliriz. Karacaoğlan‟ın aĢağıdaki mısralarında gül vermek, sevginin bir ifadesi olarak kullanılmıĢtır:

Mestine de deli gönül mestine

ÂĢık olan gül gönderir dostuna

Telli marhamasın attı üstüme Terlersen sevdiğim sil dedi bana

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 392)

Yine Karacaoğlan, ilkbahar mevsimi gelince erkeklerin kızlara nergis, kızların ise erkeklere gül verdiğini Ģu mısralarda dile getirir:

Yaz gelip de beĢ‟ayları doğunca Ol çayların kenarını sel alır Ġki güzel bir araya gelince

Oğlan kıza nergiz verir gül alır

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 601) 1.2.8 Çocukları Daye/Dadı Elinde YetiĢtirmek

Dâye, küçük çocuklara bakan kadınlara verilen isimdir. Eskiden ekonomik durumu iyi olan aileler, çocuklarını emzirmesi ve onu yetiĢtirmesi için daye tutarlardı. Bu uygulamanın âĢıkların Ģiirlerine yansıdığını söyleyebiliriz.

Dayeler, çocuklu veya çocuksuz cariyelerdir. Genellikle Çerkezlerden olur. Ailedeki herkes tarafından hürmet gösterilir. Sağlığı ve sütü iyice incelendikten sonra kalacak baĢka bir yeri olmadığı için eve alınır. Daye bu evi kendi evi, çocuğu kendi çocuğu gibi görür. Dayeler parayla alınır, süt nine ise böyle değildir. (Abdülaziz Bey, 2002: 26) D‟ohsson ise süt anne ile ilgili olarak Ģunları söylemektedir:

“Türkiye‟de süt anne olmak kadar mutlu bir iĢ yoktur. Bunların çoğunu genç cariyeler teĢkil eder. Bu gibilere „süt-ana‟ denir. Bir kimse süt-ana oldu mu artık en büyük itinayı görür, çünkü aileye karıĢmıĢ demektir. Bunun sebebi de törelerin her iki tarafın yakın akrabalar arasında her türlü evliliği men etmiĢ olmasıdır.” (t.y.: 201)

Osmanlı toplumunda olduğu gibi Osmanlı sarayında da sultan/prenses ve Ģehzadelerin süt anneleri tarafından emzirilmeleri âdettendi. Bunlara “Daye Hatun” denirdi ve eğer çocuğu varsa kendi çocuğu ile padiĢahın çocuğu kardeĢ sayılırdı. Daye hatunların haremde yüksek mevkileri vardı. (Sancar, 2009: 132) Takî, kendisine ad konulduktan sonra daye tutulduğunu Ģöyle dile getirmektedir:

61 Göçüp o menzilden geldim fenaya

Bana ad koyuban tutdular daye

DüĢtüm nam nemek ab-revaye Gezip elden ele kucağa geldim

Taki (Kaya, 2004: 322)

Dertli‟ye göre dayeler; çocuğun bey olması için onu terbiye etmekte, güzel konuĢması için çaba sarf etmekte ve eğlendirmektedirler:

Terbiyeler etti beğlendirmeğe Tûtî gibi seni söylendirmeğe Gezdirip bağları eğlendirmeğe AlmıĢtır dâyeler kucağa seni

Dertli (Köprülü, 1965: 818) 1.2.9 Dilek Dilemek

Bir isteğin veya bir arzunun olmasını, gerçekleĢmesini istemeye dilek dilemek denir. Türk kültüründe, dileğin gerçekleĢmesi amacıyla Allah katında makbul olan kiĢilerin isimlerinin anıldığı bilinmektedir. Fakat âĢıkların Ģiirlerinde sadece dilek dilemek ifadesi yer almaktadır:

Ömer‟im dir diler dilek Âhımdan yanıyor felek Âhır bizi eyler helâk Bu derdler bize sarmaĢmıĢ

ÂĢık Ömer (Köprülü, 1962: 297) 1.2.10 DöĢek Sermek

Eski Türk evlerinde yatmaya her an hazır yatak yoktur. Türkler döĢeklerini ve yorganlarını evin bir köĢesine düzgün bir Ģekilde yığarlar. Bunlara “yük” veya “yüklük” adı verilir. Yatma zamanı gelince bunlar alınır, odalara güzelce serilir ve birden çok insanın yatabileceği yataklar hazırlanmıĢ olur. Bu eyleme kısaca “döĢek sermek” adı verilir.

Türklerde yatak toplanır ve döĢenirdi. Bu yüzden Türklerde döĢek sermek, “döĢek döĢemek” sözü ile karĢılanırdı. Osmanlı döneminde ise “döĢek salmak”, “döĢek komak” sözleri kullanılırdı. (Ögel, 1991/III:211-213)

62

Karacaoğlan döĢek sermeyi, “döĢek yaymak” olarak kullanır (Sakaoğlu, 2004: 533). ErciĢli Emrah‟ta da bu paralelde bir dörtlük vardır. Kötü huylu kadınların özelliklerini anlattığı Ģiirinde Karacaoğlan, bunların döĢek yaymayı bilmediğinden bahseder:

KaĢını yıkmıĢ da yüzün ĢiĢirir Samranı samranı manca piĢirir

DöĢeyi yay deyin çulu devĢirir

Alman köt‟avradı hörü de olsa

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 398)

Kimi Ģiirlerde döĢek, yatağın alt kısmını, yani Ģilteyi anlatmak için kullanılır.

D‟ohsson Ģilte ve yorganlarla ilgili Ģunları söyler: “ġilteler daima yün veya pamuktandır. Kıl veya kuĢtüyü asla kullanılmaz. ÇarĢaflar daima pamuklu kumaĢtandır. Yorganlar, ucuz veya pahalı kumaĢtan, ince pamuk doldurulmuĢ olur.” (t.y.: 114)

Yorgan, düz Ģal ve telli ipekli kumaĢtan, savaî denen ipekliden, kutnî denen kumaĢtan, diba, serenk, buhara adlı ipeklilerden değerli yorganlar yapılırdı. Herkesin kullandığı yorganlar ise basmadan yapılırdı (Abdülaziz Bey, 2002: 199-200). Bu kelime 11. yüzyılda “yogurkan” Ģeklinde söyleniyordu. Daha sonra da yorgan Ģeklini almıĢtı. Bazı Türk atasözü ve deyimlerinde bu kelime görülmektedir: “Pire için yorgan yakmak, ayağını yorgana göre uzatmak, yorgan gitti, kavga bitti.” (Ögel, 1991/III:221-222) Karacaoğlan, sevgili kuĢ tüyünden döĢek veya kutnu kumaĢ yorgan da olsa ondan uzak duracağını anlatmaktadır (Sakaoğlu, 2004: 448). ErciĢli Emrah ise sevgilinin saçlarının döĢek ve yorgan olarak ikisini de bürüyeceğinden bahsederek, saçların uzunluğunu anlatmak istemektedir :

Ala gözlü nazlı dilber Üsküfünde durur saçın

Hemi yorgan hemi döĢek

Ġkimizi bürür saçın

ErciĢli Emrah (Saraçoğlu, 1999: 147)

Kutnu yüzlü döĢek (Sakaoğlu, 2004: 482) ve atlas (Sakaoğlu, 2004: 482) döĢekten bahseden Karacaoğlan, Ģu dörtlüğünde elde etmek istedikleri arasında kuĢ tüyü yastık ve yumuĢak döĢeği de sayar:

Bir küheylân at ver istemem eĢek Üstü kaplan postu tek olsun öĢek

63

KuĢ tüyünden yastık yumuĢak döĢek

Keçeler içinde yatmak isterim

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 501)

Seyranî bir dörtlüğünde sabah rüzgarının sevgiliye dokunmaması için onun yorganı olmayı istemektedir (Kasır, 1984: 145). Toprağın diliyle konuĢan Sümmânî ise, kuru yere hazırlıklı gelinmesini, döĢek ve yorgan kelimeleri ile Ģöyle anlatmaktadır:

Nice kahramanlar gör bende yatar Nicesin mahveder turâba katar Ben bir kuru yerim yanan taĢ batar

Alttan döĢek üsten yorgan ile gel

Sümmânî (Erkal, 2007: 210) 1.2.11 El Etek Öpmek

El öpmek, eskiden beri uygulanan âdetlerden biridir. YaĢça büyük olan veya üst makamlarda bulunan insanların elini öpmek, saygı ve sevgi ifadesi olarak görülmektedir. El öpmek, etek öpmek ve yüz sürmek gibi ifadelerle dile getirilir. Kuloğlu, gazaya gideceğinden dolayı ayrılık yaĢayacaktır. Bu yüzden el öpülmesi gerektiğini “dest busi etmek” ifadesi ile anlatmaktadır:

Elvedâ, dest busi etmek göründü Gider oldum dostum, sen sağ, esen kal Çıkarma gönlünden, âh et derinden Gider oldum dostum, sen sağ, esen kal

Kuloğlu (Öztelli, 1974: 351)

Kuloğlu, bir dörtlüğünde kavuĢmanın verdiği mutluluğun belirtisi olarak “yüz sürmek” ifadesini kullanır (Öztelli, 1974: 323). Etek öpmek, büyük bir saygı ve sevgi ifadesidir. Bu yüzden Osmanlı padiĢahlarının etekleri öpülürdü. Kuloğlu, salınarak yürüyen sevgilinin eteğini güneĢin öpmesi Ģeklinde bir tasavvurunu dile getirmiĢtir. Böylece sevgilinin güneĢten de üstün olduğunu vurgulamıĢtır:

Reftâra baĢlasa o kaĢı keman GüneĢ dâmânın öper sanırım Yavru dertlerimi bilirse heman Merhamet bâbın açar sanırım

Kuloğlu (Öztelli, 1974: 309)