• Sonuç bulunamadı

ÂDETLER VE UYGULAMALAR

1.1 GeçiĢ Dönemleri Ġle Ġlgili Âdet ve Uygulamalar

1.1.1 Doğum ve Doğum Sonrası Ġle Ġlgili Âdet ve Uygulamalar

1.1.1.2 Göbek Kesmek

Türk toplumu kız çocuklarını evde geçici olarak düĢünür. Onların asıl yeri, evlendikten sonra kurdukları aile ocağıdır. Toplumdaki bu anlayıĢ, Türklerin aile kurumuna verdikleri önemi ve yeni ailenin oluĢmasında kadının güçlü bir role sahip olduğunu gösterir. Dede Korkut Kitabı‟nda yer alan “Dirse Han oğlu Boğaç Han Hikayesi”nde oğlu olanın ak otağa, kız olanın kızıl otağa, oğlu kızı olmayanın kara otağa oturtulması geleneği, erkek evlattan sonra kız evlada da bir değer atfedildiğini gösterir (Ergin, 2004/I: 78).

Seyranî, bir dörtlüğünde anne ile kızın aile içerisinde kardeĢ gibi birbirlerine yakın olduklarını söyler; yine de kız çocukların elden/yabancıdan sayıldıklarını ifade eder (Kasır, 1984: 198). ErciĢli Emrah, kızı olanın baĢına bela geleceğini söyler (Saraçoğlu, 1999: 167). Türk toplumunda kız ve erkek evlada bakıĢ tarzını meĢhur bir atasözüyle dile getiren Seyranî, soyunda Çingene olanın herkese Ģerri dokunacağını söyleyerek, aslında cinsiyet ayrımından ziyade nesebin önemli olduğunu vurgulamak ister:

Kız doğarsa baĢı olur dıĢarı Oğlan doğsa olur meĢhur haĢarı

Kime ahbap olsa dokunur Ģerri Bir kimse cinsinde çingân olursa

Seyranî (Kasır, 1984: 81)

Ayrıca ÂĢık Fevzî, çocukların rızkının ölene kadar Allah tarafından verildiğini (Kaya, 2004: 186); Lütfi ise, çocuğun sağlıklı doğmasıyla anne babanın sevindiğini (Kaya, 2004: 247) dile getirmiĢlerdir.

1.1.1.2 Göbek Kesmek

Türk Saz ġiiri‟nde âĢıklar, Ģiirlerinde doğumdan sonra yapılan göbek kesme uygulamasından bahsederler. Seyranî, bunu doğuma yardımcı ebenin yaptığını söylerken (Kaya, 2004: 397), Ġrfanî bu Ģahıstan “bir karı” diye bahseder:

Geldi göbeğimi kesti bir karı

Âh u figân ile ağlattı zârı

Bir çift Ģamamadan emdim Ģekeri Ata ile ana oldu bahâne

17 1.1.1.3 Tuzlamak

Türk halk kültüründe çocuğun, doğumdan hemen sonra vücudunun tuzlandığı görülür. Bunun halk arasında çeĢitli nedenlerle yapıldığı bilinir. Ġncelediğimiz Ģiirlerde bu âdetin, Osmanlı döneminde uygulandığını tespit etmiĢ bulunuyoruz.

Tuzlama, çocuğun tuzlu su ile yıkanması veya vücudunun tuzla ovulmasıdır. Bu âdet, bütün Türklerin yaĢamında karĢımıza çıkan ortak geleneklerden biridir. Tuzlamanın suyla birlikte yapılması, tuzun su kültüyle bağlantısı olup olmadığını düĢündürmektedir. Tuzlanan vücudun kokmaması, daha sağlam ve piĢmiĢ olacağına inanılması, ayrıca yaraların daha kısa sürede kapanacağı düĢüncesi, tuzlama eyleminin büyüsel bir nitelikten çok, bebeğin ileriki yıllarda sağlığını korumaya yönelik sağaltıcı bir iĢlem olduğunu göstermektedir. Ali Rıza Yalgın, Cenupta Türkmen Oymakları adlı eserinde doğumdan sonra gerçekleĢtirilen uygulamaların en önemlilerinden biri olarak tuzlamayı sayar ve bunun çocuğun kokmaması için yapıldığını belirtir. (Aça, 2001: 93-100). Abdülaziz Bey ise çocuğun, doğumdan sonra önce ılık su ile yıkandığını, daha sonra koltuk altları, bacak araları, boynu, kulakları ve ağzının içinin tuzlandığını söyler (2002: 12). Tuzlanan bölgelerin, kokması muhtemel bölgeler olduğuna dikkat çekmek gerekir. Karacaoğlan ise tuzlanıp kundağa sarıldığını ifade eder:

Ben de bildim Ģu dünyaya geldiğim

Tuzlandım da çaputlara belendim

Bir zaman da beĢiklerde eğlendim Anamın sütüne kandırdın beni

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 457)

Doğuma yardımcı olanlara ebe adı verilir. Saray ebesi, zenginlerin ebesi ve halk ebesi olmak üzere üçe ayrılırdı. Ellerinde taĢıma ruhsatı verilen asâları vardır. Bu, onların ebe olduklarının göstergesidir. Kendilerine ulaĢımda gerekli kolaylık sağlanırdı. (Abdülaziz Bey, 2002: 346-347) Osmanlı ailesinde doğumdan önce tüm hazırlıklar yapılır ve altıncı veya yedinci ayda doğuma yardımcı olmak üzere toplumda saygı gören bir ebe tutulurdu (Lewis, 2009: 89). Ruhî ise yıkama, tuzlama ve göbek kesme iĢlemlerini ebenin yaptığını Ģöyle dile getirmektedir:

Ebe yur, arıtır tuzlanır masum

18 Tayeler emzirir ahvali malum Elden ele gezer aliĢan olur

Ruhî (Kaya, 2004: 297) 1.1.1.4 Kundağa Sarmak

Kundak, yeni doğan çocukların ilk aylarda sıkıca sarıldığı, renkli ve süslemeli/iĢlemeli kumaĢlardan yapılan geniĢçe beze verilen isimdir. Türk toplumunda çocuğun doğumundan önce yapılan en önemli hazırlıklardan biri kundak hazırlamadır. Halk Ģairleri, insanın doğum öncesinden ölümüne kadar geçen zamanı anlattıkları yaĢnâmelerde bu geleneğe temas etmiĢlerdir.

Çocuğun büyükannesi veya yakın bir akrabası zıbın, omuz bezi, etek bezi, ayak bezi, ara bezi takiye, çenber, gömlek, abani kundak, Ģal ve yeĢil kundaktan oluĢan kundak takımını önceden alırdı. Ayrıca nazara karĢı yedi delikli mavi boncuk da hazır edilirdi (Abdülaziz Bey, 2002: 11). Lütfî, bebeğin bir yaĢına kadar kundağa sarıldığını ifade eder:

Bir yaĢında anası sara kundağa

Ġkisinde varır her bir kucağa Uç yaĢında kadem basar toprağa Yad olur memeden ağlamaz olur

Lütfi (Kaya, 2004: 247)

Dertli ise “kundağa sarma”yı deyim olarak kullanmıĢtır. Bu deyimle kendisinin, gönül çalma ve oyunbazlık özelliklerine sahip olmadığını vurgulamak istemiĢtir:

Noksansın Dertli‟ye çaresâzlıkta Yektâsın a kuzum her canbazlıkta Gönüller çalmada, oyunbazlıkta

SarmamıĢ analar kundağa seni

Dertli (Köprülü, 1965: 819) 1.1.1.5 Çocuk Emzirme Uygulaması

Türk toplumunda çocukların sağlıklı olması için anne sütü almasına özen gösterilir. Bu durum halk Ģairlerinin Ģiirlerine de yansımıĢtır. Annesini dert ortağı olarak gören Karacaoğlan, onun kendisini emzirdiğinden bahsetmektedir:

Omuz verip arkasında götüren

Meme verip ağ(ı)z yukarı yatıran

Adam edip meclislere getiren

Derdimin ortağı anam da geldi

19

Kur‟an-ı Kerim‟de, annelerin çocukları iki yıl emzirdiklerinden bahsedilmektedir5

. Çocukların genel olarak iki yıl boyunca anne sütü ile beslenmeleri Ġslami kurallara da uygun düĢmektedir. Abdülaziz Bey, erkek çocukların iki buçuk, kız çocukların ise iki yaĢında sütten kesildiğini ifade eder (2002: 29). Ruhî ise aynı durumu Ģu Ģekilde dile getirir:

Bir buçuk yaĢında sürünür gezer

Ġkisinde sütten ayrılmak sezer

Üç yaĢında Ģirin kelamın düzer Dört yaĢında ağzı sadef kan olur

Ruhî (Kaya, 2004: 298)

Çocuğun üç yaĢında anne sütünden kesildiği durumlar da görülür. Zahmî (Kaya, 2004: 358) ve Kerim (Kaya, 2004: 221) üç yaĢında anne sütünü bıraktıklarını söylerler. Lütfî ise bu durumu Ģu Ģekilde dile getirir:

Bir yaĢında anası sara kundağa Ġkisinde varır her bir kucağa

Üç yaĢında kadem basar toprağa Yad olur memeden ağlamaz olur

Lütfi (Kaya, 2004: 247) 1.1.1.6 Ad Vermek

Çocuğa ad verme, Türk kültüründe çeĢitli uygulamaları beraberinde getiren âdetlerden biridir. Eski Türklerde ad, belirli bir kahramanlık gösteren kimselere verilirdi. Destanlarda sıkça rastladığımız bu uygulama zamanla ortadan kalkmıĢtır. Oğuz Kağan Destanı‟ndaki boylara ve Dede Korkut Hikayeleri‟ndeki kahramanlara ad verme geleneği bu konuda verilebilecek örneklerdendir.

Ayrıca Türklerde doğumdan sonra verilen geçici ada, göbek adı denir. Çocuğa asıl isim ailenin büyüğü tarafından doğumdan üç gün sonra verilir (Abdülaziz Bey, 2002: 13). Bu konu ile ilgili olarak Ahmet Karadoğan Ģunları ifade etmektedir:

“Ġnsanlar önem verdikleri Ģeylere ad verirler; adı olan Ģeylere önem verirler. Özellikle Türk kültüründe ad ve ad verme çok önemlidir. Çocuklara aile büyüğü tarafından ad verilmesi de bu önemi göstermektedir. Eski Türklerde kağan olan kiĢi yeni adlar ve unvanlar almaktadır. Belki de bu sayede, aldığı yeni ad ve unvanlarla

5 Bakara Suresi 233. Ayet: “ Emzirmeyi tamamlamak isteyen (baba) için anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.”

20

kağanın yeni bir kiĢilik olduğu, artık sıradan bir insan olmadığı vurgulanmak istenmiĢtir.” (2004: 89)

Kahramanlık gösterenlere ad veya unvan verilmesi Türklerde yaygın olarak görülen uygulamalardan biridir. Ergenlik çağına girince çeĢitli hünerler gösterip ad veya unvan alma halk Ģairlerinin Ģiirlerine yansımıĢtır. Halk Ģairleri Ġrfanî (Kaya, 2004: 205) ve Vartan gönüllerinin bir ad kazanmayı arzuladığını dile getirirler. Burada ad kazanma ile kastedilenin nam kazanmak olduğunu da ifade etmeliyiz:

On ikide aklım yükseldi yarı On üçte yitirdim namusu arı On dördünde hatmeyledin hüneri

Gönül arzuladı bir ad kazana

Vartan (Kaya, 2004: 347)

BeĢikteki çocuğa “esrük aslan” diye seslenen Ruhî, çocuğun ismi ile Ģahsiyet kazandığını ve varlığını ortaya koyduğunu söyler:

BeĢikte sallanır bir esrük aslan

Ġsmi müsemması olur nümayan

Altı aylık söyler lisan-ı sıbyan Bir yaĢında dili kuĢ lisan olur

Ruhî (Kaya, 2004: 297) 1.1.1.7 BeĢik

Çocukların belirli yaĢlara kadar içinde büyütüldüğü, ağaçtan yapılan eĢyaya beĢik denir. BeĢikler, Türk kültüründe çocuk yetiĢtirmenin en önemli unsurlarından biridir. ÇeĢitli Ģekillerde süslenir ve tek kiĢi tarafından taĢınabilir. Karacaoğlan, bu âdetten iki dörtlüğünde bahseder (Sakaoğlu, 2004: 457, 482). Sevgilinin kendisini bir çocuk olarak görmesini isteyen ÂĢık Ruhsatî, onun ninni gözlerinde uyumak istemektedir:

Bilmem aceb Ruhsatî‟nin suçu ne Mail oldum Ģu dilberin saçına

Sabi gibi al beĢiğin içine

Sallasın uyutsun nenni gözlerin

Ruhsatî (Kaya, 1999: 305)

Dadaloğlu ise beĢiğin sağa sola sallanması özelliğini Ģu dörtlüğünde dile getirmektedir: O güneĢtir güne karĢı güllenen

O beĢiktir sağa sola sallanan

O sübyandır her ne versen aldanan Bildiğini söyle hey Gâvur Kızı

21 1.1.1.8 BeĢiğe Belemek

Türkçe Sözlük‟te belemek kelimesi, “çocuğu kundaklamak” ve “beĢiğe yatırıp bağlamak” anlamlarını taĢımaktadır (1998: 200). Kötü kadınların özelliklerini dile getirdiği aĢağıdaki dörtlükte Karacaoğlan, çocuklarını kendilerinin değil, baĢkalarının belediğinden bahseder. Yukarıda açıklanan anlama göre, buradaki belemenin niteliği belli değildir:

Karac‟Oğlan eydür Mevlâ‟m yaratır

Çocuğunu varır ele beletir

Kabını yumaz da ite yalatır Alman köt‟avradı hörü de olsa

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 399)

AĢağıdaki dörtlükte çaput/bez kelimesi kullanıldığı için, buradaki belemenin kundağa sarmak anlamını taĢıdığını söyleyebiliriz:

Bunca vakit kucaklarda eğlendim Eğlendim de çaputlara belendim Bir zaman da beĢiklerde sallandım Anamın sütüne kandırdın beni

Karacaoğlan (Kaya, 2004: 213)

Eskiden beĢiğe belenen çocukların altına höllük denilen ince ve taneli toprak konulurdu. Bahaeddin Ögel‟e göre, önce sıcakta kavrularak bu toprağın içindeki mikroplar öldürülürdü. Bu uygulamanın nedeni, çocukların ıslatmalarını bu toprağa emdirerek onların sağlığını korumaktır. Eski Türkler “yaĢ, yaĢlık ve rutubet” için, “öl” kelimesini kullanırlardı. Buradan hareketle öllüğün, ıslaklığı ve rutubeti alabilecek madde olduğu söylenebilir. (1991/II:125-126)

ÂĢık Said, aĢağıdaki dörtlüğünde toprağa belenmek ifadesini, beĢiğin içerisindeki toprağa yatırmak anlamında kullanmıĢ olabileceği gibi, Ģiirin zaman sıralamasına dikkat ettiğimizde insanın topraktan yaratıldığı anlamını da düĢündürecek Ģekilde kullanmıĢ olabilir:

Bir zaman da ilâçlara ilendim

Bir zaman da boz toprağa belendim Dokuz aylık yoldan seferden geldim Anamın sütüyle kandırdın beni

22 1.1.1.9 DiĢ DeğiĢtirme

Bir bebeğin ilk diĢinin çıkması durumunda Osmanlı‟da kutlama yapılırdı (Sancar, 2009: 63). Halk Ģairlerinin Ģiirlerinde, ilk diĢin çıkması ile ilgili bir uygulamadan söz edilmemektedir. Fakat çocuğun altı yedi yaĢlarında süt diĢlerinin dökülüp, asıl diĢlerinin çıkması durumuna bu Ģiirlerde rastlanmaktadır. Zahmî, bu durumu “diĢ diĢemek” Ģeklinde Ģu dörtlüğünde dile getirmektedir:

Biganeyim beĢ yaĢında nası görünce Altısında bildim dona girince

Yedisinde diĢ diĢedim bir nice

Sekizinde henüz döndüm insana Zahmî (Kaya 2004: 358) 1.1.1.10 Sünnet Geleneği

Erkekliğe ve statü değiĢikliğine atılan bir adım olarak görülen sünnet geleneği, bir tören Ģeklinde kutlanmaktadır. Çevre, sosyal konum ve ekonomik Ģartların etkisiyle farklı biçimlerde icra edilmektedir. Yatak süslemesi, kına gecesi, çocuk gezdirme ve yemek genellikle ortak uygulamalar iken; düğün veya mevlit tercihi bir farklılık olara ortaya çıkmaktadır. Sünnet yaĢı ise genelde ilköğretime baĢlama yaĢına tekabül etmektedir. Genellikle beĢ, altı ve yedi yaĢlarında sünnet uygulaması gerçekleĢmektedir. Halk Ģairlerinin Ģiirlerine bu Ģekilde yansımıĢtır. Yüksel Kırımlı sünnetle ilgili olarak Ģu açıklamaları yapmaktadır:

“Ġslam dininde peygamberin yaptığı, uyguladığı ya da yapmayı, uygulamayı önerdiği davranıĢ biçimlerine „sünnet‟ denmektedir. Türkçede erkek cinsel organının ucundaki derinin kesilmesi iĢlemine „sünnet‟ denilmesinin sebebi de, dinî kökenli bir davranıĢ biçimi olduğunun düĢünülmesinden kaynaklanmaktadır.” (2009: 152-153).

Abdülaziz Bey, sünnetin genellikle ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde; çocukların yedi, dokuz ve on bir yaĢlarında yapıldığını söyler. Tekli senelere rastlatılmasına özen gösterildiğini dile getirir (2002: 39). Taki, yedi yaĢında sünnet olduğunu Ģöyle dile getirir:

BeĢ yaĢımda tez halimi bildiler Altı yaĢda vacibetim kıldılar

Yeddi yaĢta bana sünnet çaldılar

Ġnandım Allah‟a sadağa geldim Taki (Kaya, 2004: 322)

23 1.1.1.11 Çocuk Eğitimi

ÂĢık Dertli, babanın çocuğunu büyütene kadar çok sıkıntılar çektiğini (Köprülü, 1965: 818), Sümmânî ise atasına hizmet eden evladın her iki dünyada ihya olacağını ve erkek çocuk terbiyesini babanın vereceğini ifade eder (Erkal, 2007: 302). Ayrıca Sümmânî soysuz, kötü ahlaklı ve eğitimsiz evladın ana babanın ismini lekelediğini Ģu mısralarda dile getirir:

Sümmânî söyler sözünü nasihat Nâmert iylik bilmez yüz etsen hizmet

Asılsız usulsüz bed hayâ evlât Anayı babayı eli lekeler

Sümmânî (Erkal, 2007: 272)

1.1.1.12 Ergenlik

Halk Ģairleri yaĢnâmelerde, çocukların on dört ve on beĢ yaĢlarında ergenlik çağına girdiklerinden bahsederler. ġair Kerim on dört yaĢında buluğa erdiğini ifade eder:

Kur‟an‟ım on üçünde tamam edinci

On dördünde ben büluğa erince

On beĢinde ĢaĢtım güzel görünce On altıda gönül verdim bir cana

Kerim (Kaya, 2004: 221) 1.1.2 Evlenme Ġle Ġlgili Âdet ve Uygulamalar

Evlenme, insan hayatının önemli geçiĢ dönemlerinden biridir. D‟ohsson, Müslüman kadınların buluğa erdikten kısa süre sonra evlendirildiğini ve kocalarını efendileri gibi gördüklerini belirtir (t.y.: 102).

Türklerde evlilik kutsal kabul edilir ve neslin devamının bir vasıtasıdır. Erkek, evleneceği kadının temsilcisi olan baba veya erkek kardeĢle kadıya gider. Ayrılma ve boĢanmada kendisine bir miktar para vereceğini taahhüt ederek bu kadını kendisine eĢ olarak aldığını söyler. Nikâhtan önce yemekler yenir ve eğlenceler düzenlenir. (Ricaut, t.y.: 237)

Osmanlılarda evlilik genellikle görücü usulüyle olurdu. Damat adayının annesi ve aracı ile önce kız görülür, daha sonra evlilik için kız isteme gibi diğer kısımlara geçilirdi. (Sancar, 2009: 65)

24 1.1.2.1 Tek EĢle Evlilik

Osmanlı döneminde çok eĢle evliliğe bir engel bulunmadığı halde genellikle tek eĢle evliliğin yaygın olduğu görülür. Saadettin Gömeç, Türklerde tek evliliğin geçerli olduğunu, fakat zaruri hallerde çok evliliğe rastlandığını belirtir (2006: 27). Julia Pardoe, Osmanlı ülkesinde iki eĢliliğe ender rastlandığını, genellikle kendi seviyesinde tek kadınla evlenildiğini ifade eder (2004:67). Suraıya Faroqhı ise, yaptığı araĢtırmalar neticesinde Batı ve Orta Anadolu kentlerinde 17. yüzyıldan itibaren tek eĢle evliliğin kural olarak ortaya çıktığını belirtir (1998: 302).

Milli Kütüphane BaĢkalığı tarafından yayınlanan (1993) Türk Atasözleri ve Deyimleri adlı kitapta geçen “Bir eve bir baca, bir kadına bir koca” ve “kadının biri âlâ, ikisi belâdır” sözleri Osmanlı döneminde çokeĢliliğin halk belleğinde olumsuz olarak algılanması gerçeğinin folklor ürünlerine yansıması olarak görülebilir (Sakal, 2008: 58). Osmanlı ülkesinde bir süre kalan Helmuth von Moltke ise bu konuda Ģu tespitlerini aktarır:

“Kanun müminlerin dört kadın almasına müsaade ettiği halde bir kadından fazlasını alabilecek kadar zengin olan pek az Türk vardır. Ne kadar karısı varsa o kadar evi olması ve bunların da baĢlı baĢına idaresi lâzımdır. Çünkü tecrübe iki kadının bir konakta birbirleriyle asla geçinemediklerini göstermiĢtir.” (1969: 37)

Bu durum halk Ģairlerinin Ģiirlerine de yansımıĢtır. Ruhsatî iki kadının baĢa bela olduğunu söyler (Kaya, 1999: 223). ÂĢık ġenlik, iki evli insanların ahret azabını dünyada çektiklerini belirtir (Aslan, 1992: 278) Seyranî ise iki evlilerin uyuyamayıp cefa çektiklerini Ģöyle dile getirir:

Arayıp bulmalı bir ince belli Sözüm nasihattir tutana belli

Bir insan dünyada olsa ikevli Dağıtır uykuyu cefâsına bak

Seyranî (Kasır, 1984: 127) 1.1.2.2 Evlenme YaĢı

Halk Ģairlerinin Ģiirlerinde on beĢ yaĢ, sevgilinin olgunlaĢtığı, sevgi gereksinimi duyduğu bir yaĢ olarak ele alınmıĢtır. Dolayısıyla evlilikte alt sınırın bu yaĢ olduğunu söyleyebiliriz. Karacaoğlan on beĢ yaĢ hakkında bir genelleme yaparak, insanın geliĢim çağı içerisinde bu yaĢı, sevda yaĢı olarak anlatır:

25 BeĢ yaĢında akıl geldi baĢıma On yaĢında gider oldum iĢime

Varıp da değince on beĢ yaĢıma

Bir kuru sevdaya yeldirdin beni

Karacaoğlan (Kaya, 2004: 215)

Genç kızların on beĢ yaĢında baĢlarına çeĢit çeĢit yazma/çenber/yaĢmak bağlaması süslenme, kendini erkeklere beğendirme, kur yapma ve evlenme isteğinin bir göstergesi olarak ele alınmıĢtır:

On beĢinde yaĢar yaĢın

Her örnekten bağlar baĢın Tenhalarda arar eĢin Tez alıĢkın tele benzer

Karacaoğlan (Kaya, 2004: 217)

ÂĢık Ģiirine yansımıĢ haliyle on beĢ ile yirmi yaĢ arasının evlilik yaĢı olduğunu söyleyebiliriz. Bu yaĢ aralığının ilk yılları, evlilik için daha uygun bir yaĢ olarak görülmektedir. D‟ohsson, evlilik görevlerini yerine getirebilecek bir kadının evlenmemesinin Türk törelerine tecavüz gibi göründüğünü ifade eder (t.y.:203). Bu yüzden evlilik yaĢının erken olduğunu söylemek mümkündür.

ġenlik, on beĢ yaĢında örtünen ve örtünün altında geliĢen bir kızın, on altı da isminin yaygınlaĢtığını ve nihayet on yedide evlilik için istendiğini söyler:

On beĢinde rikab altta beslenir On altıda adı Ģanı seslenir

On yedide elçi gelir istenir

Mezat bulur müĢterisi yüz olur

ÂĢık ġenlik (Kaya, 2004: 319)

ÂĢık Ġrfanî on beĢ yaĢı insanın sevda yaĢı olarak Ģu dörtlüğünde dile getirmektedir:

On beĢinde sevda düĢer baĢına

On altıda yadlar girer düĢüne On yedide gezer kendi baĢına Çok sallama zülüfleri yel alır

ÂĢık Ġrfanî (Kaya, 2004: 202)

Talibî, yirmi yaĢı evlilik yaĢı olarak görür (Kaya, 2004: 328). Karacaoğlan ise, bu yaĢı kızların evlenme vaktinin geçmesi olarak değerlendirir ve bunu “geçmez akçe/pul” Ģeklinde anlatır. Bu ifade kızların evde kalmıĢlığının göstergesi olarak kullanılmıĢtır:

Naçar Karac‟oğlan naçar AĢkın kitabını açar

26

Yirmide vakti geçer

Geçmez akça pula benzer

Karacaoğlan (Kaya, 2004: 218)

Evlilik yaĢını geçirmiĢ kızlar, “kocamıĢ kız” olarak vasıflandırılır. Karacaoğlan, naz etmesini bilmedikleri ve küsmeye meyilli oldukları için bunlarla evlenilmemesi gerektiğini söyler (Sakaoğlu, 2004: 623). Ġrfanî ise, çeĢitli oyunları, hileleri olduğu için kocamıĢ kızlarla evlenilmemesi gerektiğini Ģu Ģekilde belirtir:

Sabahtan seherden inerler düze Kınalı parmağı sürmeli göze

Çok heves etmen kocamıĢ kıza

Ondan çeĢit çeĢit oyunlar olur

Ġrfanî (Kaya, 2004: 203) 1.1.2.3 Bekâret

Bâkir kız ile yuva kurmak Türk evliliğinin temel taĢlarından biridir. Bu yüzden evlilikte kızın bâkir olmasına son derece dikkat edilirdi. Orhan Türkdoğan, Türklerde bekâret anlayıĢının Ġslâmiyetten önce de mevcut olduğunu, Türklerin bâkire kızı “kapalı kız” diye nitelediklerini, “kız” kelimesinin bile tek baĢına bâkire anlayıĢını yansıtabildiğini söyler (2008: 409). Bekaret anlayıĢının Osmanlı toplumunda da önemle devam ettiği söylenebilir ve bu durum Ģiirlerde karĢımıza çıkmaktadır. Sümmânî bekareti vurgulamak için dul değil, “kız al” ifadesini kullanır (Erkal, 2007: 323). Ayrıca dul kadını yıldızı sararmıĢ olarak niteleyip, bekar kızla evlenilmesi gerektiğini Ģöyle dile getirir:

Sümmânî sen kendin doğru ize düĢ ÂĢık isen bir alıĢkın saza düĢ

Evlenmek istersen bekâr kıza düĢ

Yıldızı sararmıĢ duldan uzak ol

Sümmânî (Erkal, 2007: 212) 1.1.2.4 BaĢlık

Erkek tarafının evlenecek kızın anne ve babasına verdiği belirli miktardaki paraya baĢlık adı verilir. Türk kültüründe baĢlık, Osmanlı döneminde de görülen yaygın uygulamalardan biridir. Günümüzde özellikle kırsal kesimlerde baĢlık uygulamasının devam ettiğini görmekteyiz. Doğan Aksan, eski bir Türk geleneği olan “kalın”ın günümüzde baĢlık olarak yaĢatıldığını ifade eder (2008:58). Ortaylı baĢlık geleneğinin Osmanlı döneminde kullanılan adının “namzedlik akçesi” veya “kalın” olduğunu söyler

27

(2006: 52-55). Halk Ģairlerinin Ģiirlerinde geleneğin bu Ģekilde adlandırılmasına rastlanmamakla birlikte, pek çok Ģiirde bu gelenek “para ile satmak” ifadesi ile dile getirilmiĢtir. Sevgilinin güzelliğine kendini kaptıran Karacaoğlan, onu para ile satın alacağını söyler:

Karac‟Oğlan der ki geldim kapına Mayıl oldum cemalına yapına Baban senin ne istiyor tapuna

Para ile geldim satın almaya

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 400)

Bahası kesilmek; pazarlığı bitmek, baĢlıkta anlaĢmak demektir. Uzun saçlı sevgiliyi öğen Karacaoğlan, bahası kesildiği için onu alamayacağını ise Ģöyle dile getirir:

Karac‟Oğlan der gördüğün över Uzundur saçları topuğun döğer VermiĢler beĢ bini bin daha değer KesilmiĢ bahası alamıyorum

Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 511)

Karacaoğlan, diğer Ģiirlerinde de bu gelenekten bahseder (Sakaoğlu, 2004: 436, 526, 530, 549). Dadaloğlu da geleneği Karacaoğlan‟ın ifade ettiği Ģekilde dile getirir