ÂDETLER VE UYGULAMALAR
3. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM EĞĠTĠM EĞĠTĠM
Osmanlı Devleti kuruluĢundan itibaren eğitim faaliyetlerine önem vermiĢ ve devletin geliĢim çizgisine paralel olarak bilimsel ve sanatsal etkinlikleri desteklemiĢtir. Ülkenin her tarafında medreseler açılarak eğitim faaliyetleri geniĢ bir alana yayılmaya çalıĢılmıĢtır. Zamanla çağdaĢ geliĢmelerin gerisinde kalınsa da 18. yüzyıldan itibaren özellikle teknik ve askeri alanlarda Batı tarzında eğitim kurumları açılarak, yeni geliĢmelere ayak uydurulmaya çalıĢılmıĢtır. Halk Ģairlerinin Ģiirlerinden hareketle Osmanlı eğitim sistemine ait bazı unsurları tespit etmek mümkündür. Eğitim hayatı mektep, medrese ve kütüphane gibi yapıları barındırır. Bunlara Mimari bölümümüzde değineceğimiz için buraya almadık.
Karacaoğlan eĢkıya olmadığı için kervanlara saldırmayacağını, aksine okuyup yazacağını dile getirmektedir:
Karac‟Oğlan eder okuyam yazam KeleĢ değilim ki kervanlar bozam Geyinem kuĢanam bir hoĢça gezem Ben senin kahrını çekemem gönül
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 481)
Maarif kelimesi eğitim öğretim iĢlerinin karĢılığı olarak kullanılmaktaydı. Erzurumlu Emrah, sevgi Ģarabından içmeden eğitim meclisinde üstün olmanın mümkün olmadığını dile getirmektedir:
ġâhım Emrah gibi âĢık olur mu Bu remzi bilmeyen sâdık olur mu
Maarif bezminde fâik olur mu
Muhabbet Ģarabın nûĢ etmeyince
Erzurumlu Emrah (Ural, 1984: 56)
Sümmânî, ilimde utanmanın olmayacağını, gece gündüz çalıĢılması gerektiğini ve ilimden daha kârlı bir iĢin bulunmadığını Ģöyle dile getirir:
Ġlmi âr eyleme ey canım gardaĢ Ġlmi âr eyleyen berhüdâr olmaz Gece gündüz sarfet ilme amelin Ġlimden ziyâde güzel kâr olmaz
104
Cahil insan ile hayvan arasında bir fark göremediğini dile getiren Sümmânî, insanın ilimle olgunlaĢtığını ve ilmin bir cennet olduğunu Ģu satırlarında dile getirir:
Ġlimledir bir Ģerefi insanın Ne farkı var câhil ile hayvanın Ġlimle kemâlat bulur eymânın Ġlim bir cennettir yeri nâr olmaz
Sümmânî (Erkal, 2007: 324)
Bir dörtlüğünde malı olanların okuma yazma için bunları harcamasını gerektiğini söyleyenRuhsatî (Kaya, 1999: 88), aĢağıdaki dörtlükte ise okur yazara hizmet edilmesi gerektiğini Ģöyle ifade etmektedir:
Sür‟atlice götürürler mezara Daha yeni girdin evli pazara
Hizmet eyle gözüm okur yazara
Garip kalın okumayan olmasa
Ruhsatî (Kaya, 1999: 113)
Halk Ģairlerinin Ģiirlerinde karĢımıza çıkan eğitimle ilgili baĢlıca kavramlar Ģunlardır:
3.1 Alfabe
Osmanlı döneminde Arap alfabesi kullanılmıĢtır. Bu alfabeye ilk harflerinin isimlerinden dolayı “elifba” adı verilmiĢtir. Karacaoğlan elifba okuduğunu Ģu Ģekilde söylemektedir:
Karac‟Oğlan okur elif be’yinen Dosta yaramadım ben bu huyinen Evliyânın hırkasını geyinen Hacı yollu güzeli var bu çölün
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 572)
Seyranî, elif harfinin Allah‟ın bir olduğunu sembolize ettiğinden hareketle, bu ilk harfin kendisini derviĢ ederek “Allah bir” sözünü söylediğini dile getirmektedir:
Eyledim derviĢlik bir Hûda dedim
BaĢladım “elif”ten sonra “ba” dedim
Münkirler “lâ” dedi ben “illâ” dedim ġeriat babında susturdun beni
Seyranî (Kasır, 1984: 121) 3.2 Âlim
ÇeĢitli ilmi bilgilerle donatılmıĢ olan ve çevresini belirli konularda aydınlatan kimselere “âlim” denir. Karacaoğlan âlim olanın öğretici konuĢmalara kulak verdiğini, cahil
105
olanların ise eğlence esnasında sohbet ettiklerini söyleyerek bu iki kavramı karĢılaĢtırmaktadır. Buradan hareketle âlim olmanın, yapılacak olanları uygun bir zamanda yapmayı gerektirdiğini söyleyebiliriz:
Âlim olan kulak verir va‟zlara
Cahil olan sohbet katar sazlara Benden selâm söylen kuğu kazlara Kuru güller sulanacak zamandır
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 599)
Ruhsatî, insanın fırsatı varsa okuyup âlim olması gerektiğini Ģöyle dile getirmektedir: Eğer elinden gelirse oku daim âlim ol
Ledünni mektebine gel dili Ģeker balım ol Her kapıya el uzatma doğruca gez salim ol Bari ahır nefesinde ölmeden imana gel
Ruhsatî (Kaya, 1999: 221)
Kuloğlu, âlimin Hakk‟ın izniyle arĢı seyredebileceğini dile getirmektedir (Öztelli, 1974: 317). Erzurumlu Emrah ise, âlim olan insanların bildikleriyle amel etmesi, yani onları hayatına uygulaması gerektiğini Ģöyle ifade eder:
Âlim isen gel ol ilminle âmil
Tarîk-i haktır bu billâh efendi Sakın her dergâha sen olma sâil Dergâh-ı Mevlâ‟dır dergâh efendi
Erzurumlu Emrah (Ural, 1984: 71) 3.3 Arap ve Fars Dili
Osmanlı döneminde Arapça ile Farsçaya büyük önem verilmiĢ ve Türkçeye bu dillerden birçok kelime girmiĢtir. Arap ve Ġran dillerini bilmenin önemini Ruhsatî Ģöyle dile getirmektedir:
Arabî Farisî dilin olmazsa
Bülbüle münasip gülün olmazsa Ya da bir mesnette elin olmazsa Da‟va ile sultan olsan fayda ne
Ruhsatî (Kaya, 1999: 134) 3.4 Basımhane
Kitapların basıldığı yerlere basımhane adı verilir. Erzurumlu Emrah, cahilleri eleĢtirdiği bir Ģiirinde, yazı yazmayı bilmedikleri halde basımhanelerde ifade beğenmediklerini Ģöyle anlatmaktadır:
Emrah söylemez ki böyle mecazı Neylesin anlamaz cahil yobazı
106 Kaz izine benzer yazdığı yazı
Basmahanelerde imlâ beğenmez
Erzurumlu Emrah (Ural, 1984: 155) 3.5 Cerre Çıkmak
Para veya eĢya almak amacıyla belli aylarda medrese öğrencilerinin köylere çıkıp imamlık vb. görev yapmasıdır. Seyranî bu kelimeyi aĢağıdaki dörtlüğünde kendisini himaye eden Kozanoğlu‟ndan ihsan alma anlamında kullanmaktadır:
Arzu çekip geldim ziyaretine Dahil oldum beyim himâyetine Kozanoğlu derler asâletine Ġhsanın almağa cer diye geldim
Seyranî (Kasır, 1984: 147) 3.6 Defter
ÇeĢitli konularda bilgilerin yazıldığı, kağıtların ciltli olarak bir arada bulunduğu yazı aracına defter denir. Halk Ģairlerinin Ģiirlerinde defter kelimesi çeĢitli anlamlarda kullanılmıĢtır. Gevherî, âĢıkların isminin yazılı olduğu bir defterden bahsetmekte ve bu defterde kendi isminin karalandığını söylemektedir:
Görünce kuğuyu bin oldu derdim Ol mürvet kânının kuluyum derdim
Defter-i uĢĢakta yokladım gördüm
Gevherî‟nin ad yeri karalanmıĢ
Gevherî (Köprülü, 1962: 205)
Karacaoğlan divitle deftere yazma ifadesini “kaderin değiĢmesi” olarak algılamaktadır. Çünkü eskiye göre güzellerde fikir değiĢikliği olmuĢtur:
KaĢlarını niçin yıkarsın dilber
Divit alıp defterini yazarlar
Evvel bizi beğenmeyen güzeller ġimdi çağrıĢırlar al deyi deyi
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 466)
Karacaoğlan aĢağıdaki dörtlükte ise defter tutmayı “hesaplamak” anlamında kullanmaktadır. Ona göre dünyada bin yıl yaĢansa bile hesap edildiğinde insana bir gün gibi gelmektedir. Burada zamanın da çok hızlı geçtiği vurgulanmaktadır:
Karac‟Oğlan donatsalar donumu Dosta doğru döndürseler yönümü Bin yaĢasam hesap etsem ölümü
Defter tutsam olancası bir gündür
107
ÂĢık Ömer, güzellik defterinden silinmeyi güzelliğin geçici olduğunu ifade etmek amacıyla kullanmaktadır:
Ömer‟in geçti serinden Vefa gelmez dilberinden
Bu güzellik defterinden
Bir gün olur silinürsün
ÂĢık Ömer (Köprülü, 1962: 292) 3.7 Derkenar
Derkenar, sayfa kenarına yazılan yazıdır. Derkenar etmek ise bir kitabın sayfalarının veya yazının kenarına gerekli görülen notları kısaca yazmaktır. (Türkçe Sözlük, 1998/I: 564) Gevherî bir dörtlüğünde sevgilinin kendisini sevgili olarak not edip etmeyeceğini merak etmektedir:
Neyleyeyim deli gönül ben seni Acep yâr derkenar eder mi beni Kırmızı gül gibi kokmağa seni Gevherî‟nin canı çekinir oldu
Gevherî (Köprülü, 1962: 204)
Arzuhal, istek bildiren kağıt veya dilekçe demektir. Gevherî, sevgilinin bu kağıdın kenarına not düĢmesini istemektedir. Çünkü gönlü ona meyillidir:
Oku arzıhâlim derkenar eyle Âhu gözlüm sana mâildir gönül O Ģirin dilinle bir cevap eyle ġâfi‟ cevâbına kaildir gönül
Gevherî (Elçin, 1998: 167) 3.8 Dîvan
Divan, Klasik Türk Edebiyatı‟nda Ģairlerin Ģiirlerini topladıkları eserlere verilen isimdir. Gevherî, bir dörtlüğünde sevgiliyi övmek için divan yazdığını belirtir (Elçin 1998: 371). AĢağıdaki dörtlükte ise sevgiliye gönlü meyledeli çok divan okuduğunu dile getirir:
Çok dîvan okudum methini yazdım Sana meyledeli cihandan bezdim Cihan bağın seyran eyledim gezdim Gönül seni sevdi güller içinde
Gevherî (Elçin, 1998: 45)
Sıbyan mekteplerinde ilk tahsilde bulunan çocuklara sülüs ve nesih ile yazma öğretilir, zamanla çocuklar yazıya alıĢtırılırdı (Abdülaziz Bey, 2002: 64). Nesih, ince ve küçük tipte bir yazı Ģeklidir. Sülüsün ufağı gibidir. Özellikle Kur‟ân yazısında kullanılırdı.
108
(Pala, 99: 314) Ruhî on bir yaĢında nesihle divan yazabilen bir insanı Ģöyle anlatmaktadır:
Dokuzunda dürüst okur Kur‟an‟ı On yaĢında bilir Ģartı erkanı
On birinde yazar neshi divanı
On ikide hilâl kaĢ keman olur
Ruhî (Kaya, 2004: 298) 3.9 Eğitim YaĢı
Ata binme, silah kullanma ve yüzme öğretilmesi babanın üzerinde durduğu önemli noktalardan biridir. Bu üçünün öğretilmesi baba hakkı sayılır. (Abdülaziz Bey, 2002: 57) Osmanlı döneminde eğitim ve öğretim faaliyetlerinin altı ve yedi yaĢlarında baĢladığını söylemek mümkündür. Bu halk Ģairlerinin Ģiirlerine, özellikle yaĢnâmelere yansımıĢtır. Lütfi, bir yaĢnâmeden alınan aĢağıdaki dörtlüğünde altı yaĢı, mektep yaĢı olarak ifade etmektedir:
Dört yaĢında dudu gibi dil döker BeĢ yaĢında taĢrada oynar güler
Altısında doğru mektebe gider
Bülbül gibi okur da dilsaz olur
Lütfi (Kaya, 2004: 247)
ÂĢık Ruhî gibi Talibî de mektep yaĢının yedi olduğunu Ģöyle dile getirmektedir:
Yedisinde varıp mektebe okur
Sekizde dokuzda nur gibi balkır On yaĢında bülbül misali Ģakır On birinde ruhlar erguvan olur
Talibî (Kaya, 2004: 327)
Genel eğitimin yanında dini eğitime de büyük önem verilmekteydi. Halk Ģairlerinin Ģiirlerinde sekiz ile on yaĢları arasında çocuklara gerekli dini eğitimin verildiği görülmektedir. Dini eğitim konusunda en çok dile getirilen husus ise Kur‟an-ı Kerim‟in öğretilmesidir. “Hocaya baĢlamak”, Türk toplumunda yaygın olarak kullanılan bir ifadedir. Kur‟an-ı Kerim‟i ve dini bilgileri öğrenmeye baĢlamak anlamını taĢımaktadır. Burada hoca kelimesi ile, dini bilgileri öğretecek imam veya görevli kimseler kastedilmektedir:
Sekizinde hoca baĢlar
Dokuzunda hece iĢler On yaĢında ince diĢler Sarraf-ı yârâda bulur
109
Ruhî dokuz yaĢında (Kaya, 2004: 298) ve Taki on yaĢında (Kaya, 2004: 322) Kur‟an-ı Kerim‟i okumayı öğrendiklerini dile getirirler.
3.10 Enderun
Enderun Mektebi, Osmanlı döneminde baĢkentte, sarayın içerisinde bulunan önemli bir eğitim kurumudur. Devlet yönetiminde söz sahibi olacak kiĢilerin büyük çoğunluğu bu okulda yetiĢtirilmekteydi. Bu kurum ile ilgili Ģunlar ifade edilmiĢtir:
“TeĢkilatlanma konusundaki önemli uygulamalardan olan Enderun Kurumu, Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan ve Osmanlı imparatorluğunda devlete üst düzey yönetici yetiĢtiren bir okuldur. Enderun, esir alınan 5-17 yaĢ arasındaki Hıristiyan çocuklarını sarayın iç kısmında (Enderun Mektebi) açılan eğitim kurumlarında yetiĢtirmek suretiyle, merkezi yönetimi pekiĢtirmeyi amaçlamaktadır.” (Sığrı, Ercil, 2007: 91)
ġahinoğlu‟nun aĢağıdaki dörtlüğünde “Enderun” kelimesi ile burada eğitim gören öğrenciler anlatılmak istenmiĢtir:
Cümle enderun gılman Âh edüp eyler efgan Yusuf‟u Mısır‟a sultan Eden Mevlâ azad eyle
ġahinoğlu (Eren, 1952: 28) 3.11 Hoca
Osmanlı döneminde dini eğitim hocalar tarafından verilmekteydi. Karacaoğlan aĢağıdaki dörtlüğünde hocadan okuduğunu Ģöyle dile getirmektedir:
Ben hocamdan okurdum a
Bülbül gibi Ģakırdım a ġol zülfünün çukurunda Sana bir ben gerek bir ben
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 529)
ÂĢık Ömer; mektep, kitap ve hoca önünde diz çökme ifadelerini tenasüp içerisinde kullanarak o dönemin bir eğitim sahnesini göz önüne sermektedir:
ġöyle kim bir nevcivandır âĢıka eyler hitâb Önü mektepten yanadır dâyesi tutmuĢ kitâb
Hâce önüne çöküp diz nâz ile eyler hicâb
Mah yüzünden dökülen ter dânedir mollacığım ÂĢık Ömer (Ergun, t.y.: 243)
110
ÂĢık Ömer, melek yüzlü bir dilberin hoca önünde kitabını açıp okumasını ise Ģöyle dile getirir:
Vech-i pâkini görenler üstüne dürler saçar Bende-i efkendesine âĢinâ olmaz kaçar Nâz ü istiğna ile dilber kitâbını açar
Hâce-i dânâ önünde ol melek sîmâ okur
ÂĢık Ömer (Ergun, t.y.: 341)
Hocalar eğitim sırasında bazen ceza da vermektedirler. Hocaya seslenen ÂĢık Ömer, ay yüzlü sevgiliye vefalı olmayı öğretmesini istemekte, menguĢ/küpe gibi kulağını çekmemesini, aksi takdirde kulağına zarar vereceğini dile getirmektedir:
Ey hâce okut ol mehe sen ilm-i vefâyı
MengûĢ gibi çekme kulağın çürüdürsün
ÂĢık Ömer (Ergun, t.y.: 112)
Ruhsatî, hocanın önünde diz çöküp oturmayı ifade eder. Bu oturma Ģekli eğitim almaya hazır olunduğunu göstermektedir:
Hoc’önünde diz gelmeden okuyup
Bülbül gibi gül dalında Ģakıyıp Ma‟rifet ipinden Ģallar dokuyup Öğrenmedin hiçbir sun‟iyetleri
Ruhsatî (Kaya, 1999: 198) 3.12 Hokka
Toprak, cam veya madenden yapılan; içine mürekkep, macun ve boya gibi maddelerin konulduğu yuvarlak kaptır. Ġçine konulan maddeye göre mürekkep hokkası, boya hokkası Ģeklinde isimlendirilmektedir. (Pakalın, 1993/I: 845) Ġskender Pala, içine afyon ve esrar konulan küçük kaplara da hokka denildiğini kaydeder (1999: 188). Gevherî, sevgilinin ağzını bir hokkaya benzetmektedir:
Kelâmın iĢiden meftûnun olur Hem görenler seni mecnunun olur Ol zaman kendisi kurbanın olur Ebrû siyah hokka dehansın cânım
Gevherî (Elçin 1998: 184) 3.13 Kalem ve Divit
Divit, kamıĢtan yapılan ve yazı yazmaya yarayan bir tür kalemdir. Abdülaziz Bey, gümüĢ, pirinç, fildiĢi veya abanozdan da yapıldığını, bel kuĢağında taĢındığını ve kâtip ile hattat diye anılan çeĢitleri bulunduğunu kaydeder (2002: 203). Karacaoğlan, kalem
111
ile sevgilinin kaĢını ve gözünü yazma ifadesini kullanmıĢtır. Bununla onun güzelliklerini anlatmayı kastetmektedir:
Gidip de Ģu güzelin elin gezmeli
Kalem alıp kaĢın gözün yazmalı
Kırmızı önlüklü sarı çizmeli Hatun kızlar nerden gider yolunuz
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 651)
Bir dörtlüğünde sevgilinin, elinde divit kalemiyle âĢığın kusurlarını yazmayı amaçladığını söyleyen Karacaoğlan (Sakaoğlu 2004: 605), aĢağıdaki dörtlüğünde ise bu divit kalemle sevgilinin kendisini defterine yazıp yazmadığını merak etmektedir. Çünkü deftere yazmak dostluğu kabul etmek anlamını taĢımaktadır:
Karac‟Oğlan gider kendi yoluna Çiğ ibriĢim pek yakıĢır beline
Divitin kalemin almıĢ eline
O dost bizi defterine yazar mı
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 449)
Gevherî, bir dörtlüğünde sim/gümüĢ kalemden bahsetmektedir (Elçin 1998: 42). ġu dörtlükte ise altın kalemle tarih yazdığını dile getirmektedir. Sevgiliyi görmesi onun için büyük bir önem arz ettiğinden Ģair, bu tarihi altın kalemle yazma gereğini hissetmiĢtir:
Gevherî kulunum Ģunda gezerim
Altın kalem ile tarih yazarım
Kâkülün teline inci dizerim
Kaçma benden ben yad avcı değilim
Gevherî (Köprülü 1962: 215)
Karacaoğlan, bir dörtlüğünde cevâhir kalemden bahseder (Sakaoğlu, 2004: 625).
Ayrıca sevgilinin kaĢlarını Ģekil benzerliğinden dolayı kaleme veya eğri bir kaleme benzetir (Sakaoğlu, 2004: 514, 643). AĢağıdaki dörtlükte ise sevgilinin dividi, kalemi ve ördü/mürekkebi olduğunu dile getirerek onun eğitim açısından yüksek bir konumda olduğunu vurgulamak istemektedir:
Güzel senin ak saraylı yurdun var
Dividin var kalemin var ördün var
Güzel senin türlü türlü derdin var HoĢça salın karĢındaki tor değil
112
BaĢa çiçek takmak ve kaĢa kalem çekmek süslenme Ģekillerindendir. ġair, sevgilinin bunları yapıp etrafa güzel görünmesini istememektedir. “Kudret” kelimesinin kullanılması sevgilinin süslenmeye ihtiyacı olmadan da güzel olduğu anlamını düĢündürmektedir. Ayrıca “kudret/hak kalemi” ifadesinin alın yazısı, kader anlamında kullanıldığını da unutmamak gerekir (ÖTS, 2000/2: 1500).
Elvan çiçeklerden sokma baĢına
Kudret kalemini çekme kaĢına
Beni unutursan doyma yaĢına Gez benim aĢkımla yâr melil melil
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 480) 3.14 KalemtıraĢ
Gevherî, sevgilinin kaĢlarının hilâlini kalemtıraĢ olarak görmektedir. Böylece kaĢların ne kadar ince olduğunu düĢündürmektedir:
OturmuĢ sevdiğim meĢkin karalar Gamzesi tîriyle sînem paralar
KalemtıraĢ olmuĢ ebrû hilâli
Bî-aman gözleri meydan aralar
Gevherî (Elçin, 1998: 296) 3.15 Kitap
Kitap, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin ana unsurlarından biridir. Bilgilerin toplu halde bulunduğu kaynaklar Ģeklinde tarif etmek mümkündür. Karacaoğlan, aĢkın kitabını okumak ifadesi ile sırtı kürklü beylerin de aĢkı ve aĢkın özelliklerini iyi bildiğini vurgulamak istemektedir:
Ne zenginim ne de fakir Yaradan Mevlâ‟ma Ģükür
AĢkın kitabını okur
Sırtı kürklü beğler d‟olur
Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 621)
Karacaoğlan, güzeller önünde kitap okunmaması ifadesi ile âĢığın duygularını ve içine düĢtüğü durumu sevgiliye aktarmaması gerektiğini anlatmak istemektedir:
Güzeller önünde kitap okunmaz
Göz görmeyince de gönül çekinmez Var git oğlan burda konuk eğlenmez Ġstersen derdimden öl dedi bir kız
113
ÂĢık Ömer, nasihat verici sözlerinin toplanınca kitap oluĢturacak kadar çok olduğunu Ģöyle anlatmaktadır:
Açma râzın kimseye ger olmak istersen esen Açar isen çâre nedir çâre dâim a dehen Bir kitap et ey Ömer bu sözlerini sağ iken
Cild cild ü cüz cüz’ü harf harf ü bâb bâb
ÂĢık Ömer (Ergun, t.y.: 158)
Kuloğlu, aĢağıda dört kitap ifadesini kullanmaktadır. Bu ifade ile dört kutsal kitap olan Zebur, Tevrat, Ġncil ve Kur‟an-ı Kerim kastedilmiĢtir. Bu durum Osmanlı döneminde olduğu gibi günümüzde de toplum tarafından bilinmektedir:
Nice yoldaĢlar var kendi halinde Ġnsanın eyliği kendi elinde Kur‟an‟a amel et sen din yolunda Okunan dört kitap Hak değil midir
Kuloğlu (Öztelli, 1974: 326)
ġiraze, kitap ciltlerinin iki ucunda bulunan ve yaprakları muntazam tutan, ibriĢimden örülmüĢ ince Ģerittir. Dertli, vefasız sevgilinin âĢıkları her ne kadar hor görse de Allah‟ın onun güzellik sayfalarına âĢıkların canının ipliğinden Ģiraze çektiği tasavvurunu dile getirmektedir:
Mürüvvet kılsan a behey bî-vefâ ÂĢıklar yolunda hamyâze çekmiĢ
Evrâk-ı hüsnüne Vâcib Te’âlâ RiĢte-i cânımdan Ģîrâze çekmiĢ
Dertli (Köprülü, 1965: 795) 3.16 Mecmûa
ġükrü Elçin mecmuaları klasik kültürün bir ürünü olarak görmekte ve içerisinde seçme Ģiirlerin bulunduğu bir antoloji olarak kabul etmektedir. Bunları cönklerle karĢılaĢtırarak anlatmakta ve günümüzdeki kitaplar gibi soldan sağa veya sağdan sola açıldığını belirtmektedir. (1997/I: 11)
Ruhsatî yazdığı Ģiirleri topladığı defteri mecmua olarak nitelendirmektedir. Klasik Türk Edebiyatı‟nın etkisiyle bu ifadeyi kullandığını söylemek mümkündür:
Eğer âĢık isen gözümün nuru Sakın mecmu’amı yârâna verme Hattım kemdir amma sözüm mücevher Bir kıymet bilmedik hayvana verme
114 3.17 Muallim
Eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütenlerin Osmanlı dönemindeki karĢılığı muallimdir. Gevherî, sevgilinin cefa ilminde muallim olduğunu söyleyerek bu alandaki bilgi ve becerisini anlatmak istemektedir:
Lûtfun mezîd idi bu dil-i zâre Eylerdin ekseri derdime çâre
Muallim olmuĢsun ilm-i cefâda
Bunları hercâyi bilmezdin evvel
Gevherî (Elçin, 1998: 155) 3.18 Müderris
Osmanlı döneminde medreselerde ders veren kiĢilere müderris adı verilir. 16. Yüzyılın sonlarından itibaren müderrislerin, talebelerin ve eğitimin kalitesinin düĢmesiyle medreseler bozulmaya baĢlamıĢtır (UzunçarĢılı, 1988: 67). Bayburtlu Zihni müderris kelimesini bu anlamda Ģöyle kullanmaktadır:
Müderris bu bâbda eyledi tacil
Tez etti bu sene dersleri tadil Kemal üzre celal olmadan tekmil Söyündü hayali Ģem-i feneri
Bayburtlu Zihni (Baba, 2009: 84)
Medreselerde dini eğitime ağırlık verildiği için müderrislerin bu konuda yetkin kiĢiler olması gerekmektedir. Nitekim Ruhsatî aĢağıdaki dörtlüğünde onların fetva vermesinden bahsetmektedir:
Yüz elli müderris verse fetvayı DerviĢler çilede bulsa Mevlâ‟yı Üçleri kutuba göndersem sayi Ah neyleyim yürekte var elde yok
Ruhsatî (Kaya, 1999: 213) 3.19 Mürekkep
Hokkanın içerine konulan ve divit batırılarak yazı yazmakta kullanılan renkli sıvıya mürekkep adı verilir. Sevdiğini elinden alan kiĢinin kirpiğini kalem ve göz yaĢını mürekkep olarak tasavvur eden Karacaoğlan, onun ayrılık mektubunu yazmasını istemektedir:
Karac‟Oğlan der ki yalandır yalan Aldatıp yârimi elimden alan GözyaĢın mürekkep kirpiğin kalem Ayrılık nâmesin yaz uğrun uğrun
115 3.20 Perkâr
Perkâr, pergel demektir. Dertli, sevgilinin Allah tarafından kusursuz Ģekilde yaratıldığını Ģöyle anlatmıĢtır:
Görmedim âlemde emsâlin güzel Vasfın (i)çin yazmıĢtım nice bin gazel
KaĢların nakĢeden NakkâĢ-ı ezel Perkârlar çevirmiĢ, endaze çekmiĢ
Dertli (Köprülü, 1965: 795) 3.21 Sıbyan
Osmanlı eğitim sisteminde, çocuklara Kur‟an okuma ve yazma derslerinin verilip dini bilgilerin öğretildiği ilk eğitim basamağı sıbyan mektepleridir. Burada okuyanlara da sıbyan adı verilmekteydi. Kabasakal Mehmed sıbyan kelimesini bu okullarda okuyan öğrenci anlamında kullanmaktadır:
Mektebin önünde ahır yapıldı Hep okuyan sıbyan geri çekildi Etme diyenlerin evi yıkıldı Bunun ilâcını görün efendim
Kabasakal Mehmed (Köprülü, 1962: 420) 3.22 ġakirt
Öğrenci ve çırak anlamında kullanılan bir kelimedir. Marifette kemal derecesine sahip olanların gururlanmayacağını dile getiren Kâtibi, Ģakirtlerin ise üstatlarını, hatta pirlerini beğenmediklerini Ģöyle dile getirmektedir:
Ma‟rifette kâmil olan yiğitler Mağrur olmaz kendi nefsin öğütler Ġl içinde bilip gören Ģakirtler Üstadını, dahi pîrin beğenmez
Kâtibî (Köprülü, 1962: 417)
Seyranî ise Ģakirtlerin, hocalarının emeğini bilmezlerse çalıĢmalarının boĢa gideceğini belirtmektedir:
Gam bahrinden doldurmuĢum eleğim Çevirir çalkanır hiç elendirir
Bir Ģakirt bilmezse hoca emeğin
ÇalıĢır çabalar hiçe indirir
Seyranî (Kasır, 1984: 208)
Sümmânî, Ģakirdin ustasını yanında görmek istediğini Ģöyle dile getirmektedir: YazılmıĢ alnıma kara yazılar
116 Yeryüzünden yol kalkmıĢtır gaziler ArĢ yüzünden bir yol gider o burca
Sümmânî (Erkal, 2007: 154) 3.23 Varak
Varak, Arapça bir kelime olup yaprak ve yazılı kağıt anlamlarına gelmektedir (Türkçe Sözlük, 1998/II: 2331). Kitapları oluĢturan her bir sayfaya varak adı verilir. Gevherî yazıları çeĢitli varaklardan okuduğunu dile getirir (Köprülü 1962: 225). AĢağıdaki dörtlüğünde ise “varak varak okuma” ifadesi ile dilberin güzelliklerine önem verdiğini anlatmak istemektedir. Çünkü Ģair kendisini, sevgilinin övücüsü olarak görmektedir:
Meddâhıyım bir dilberin dâd itme Biri bini varak varak okuruz BaĢın içün bu bendeyi yad itme