• Sonuç bulunamadı

Edebî metinler, oluĢturuldukları döneme ait kültürel değerler ile sosyal, siyasal, tarihî ve ekonomik unsurları içlerinde barındırır. Bunda Ģairin içinde yaĢadığı toplumun kültürel değerlerini malzeme olarak kullanmasının büyük etkisi vardır. Her Ģair bu değerleri kullanarak sanatını icra etmekte ve dinleyici kitlesine seslenmektedir. Mehmet Kaplan bu durumu Ģöyle ifade etmektedir:

“‟Kültür‟ kelimesi edebiyat kelimesine nazaran daha geniĢ bir mânâ taĢır. Edebiyat dıĢındaki bütün güzel sanatlar, resim, musikî, dans, heykel, mimarî ilh. kültür sahasına girdiği gibi, güzel sanatların dıĢında insanoğlunun elinden çıkma eĢya, yiyecek, içecek, elbise, silâh, âlet vesaire de kültür sahasına girerler. Böyle olmakla beraber, ben Ģahsen edebiyatı hemen hemen kültüre denk buluyorum. Denklik ayniyet demek değildir. Aynadaki hayal, kendisine akseden eĢyaya benzer. Edebiyat, bu mânâda kültürün aynadaki aksine benzetilebilir. Bu demektir ki, kültür sahasında ne varsa, onların hepsinin akislerini edebiyatta bulmak mümkündür.” (1998: 10)

Tarihi kaynaklar denilince; kitabeler, Ģecereler, vakayinâmeler, hal tercümeleri, otobiyografiler, hatıralar, seyahatnameler ve günümüz tarihçilerinin eserlerine kadar uzanan tüm yazılı kaynaklar akla gelmektedir. Bunlar tarihin sadece bir yönünü, yani yazılı tarihî kaynakları oluĢtururlar. Ancak bunun bir de sözlü kısmı vardır. Fuat Köprülü, tarihî olayların iç yüzünü ve onları meydana getiren asıl sebepleri, yazılı

4

kaynaklar kadar değerli ve önemli olan destani, epik mahiyetteki halk romanları ile diğer sözlü edebî kaynaklarda bulabileceğimizi belirtmektedir. (Çelik, 2001: 79)

Bu konuda tarihçi M. Yavuz Erler, destanlar gibi sözlü ve yazılı kaynakları ihtiva eden edebiyat ürünlerinin tarihin ihtiyaç duyduğu kimi verileri bünyesinde barındırdığını söyleyerek; tarihî olayların insan zihninde gerçeğine yakın bir Ģekilde canlandırılmasının, olayların meydana geldiği zaman dilimindeki sosyal yapının mükemmel bir Ģekilde tasviri ile mümkün olabileceğini; sosyal yapının tasviri için gerekli bilginin ise edebi nitelikli metinler vasıtasıyla elde edilebileceğini ifade etmektedir (2007: 103).

Halkın kültürel değerlerinin yine halkın diliyle anlatıldığı âĢık edebiyatının, bu manada zenginlik taĢıdığını ve millî kültür unsurlarının halk Ģairlerinin Ģiirlerinde yer aldığını söylemek mümkündür. Halk Ģairi bu kültür unsurlarını, âĢık destanlarında olduğu gibi, kimi zaman gerçek anlamıyla yansıtmakta, kimi zaman da bunları duygu, düĢünce ve hislerinin anlatımında mecazlar dünyasında kurgulayarak kullanmaktadır. Her iki durumda da kültürel bir olgu Ģiirinde yer almaktadır. Bu açıdan edebiyat ve Ģiir, yaratıldığı kültürün unsurlarını zamanın ve Ģairin bakıĢ açısından sunmakta ve toplumun sosyal gerçekleri ve ideal değerleri Ģair perspektifinden ortaya konulmaktadır (Günay, 2009: 166).

Uzun bir geçmiĢe dayanan Türk tarihi içinde 16. yüzyıla kadar Ozanlık Geleneği olarak devam eden ÂĢık Edebiyatının1, içeriği ve iĢlevselliği göz önüne alındığında Türk milletine özgü bir iletiĢim yolu olduğu, aynı zamanda kültür ve bilgi taĢıyıcılığı niteliklerine sahip olduğu görülür. Varlığını bazı değiĢimlerle günümüzde de gördüğümüz âĢık edebiyatı, “sanat niteliğinin yanında kültür kodlarını da” içerisinde barındırmaktadır. Ayrıca Türk kültürü açısından büyük bir birikime ve sürekliliğe de

1

Asım Bezirci ÂĢık ġiirinin önemi ve değeri ile ilgili olarak Ģunları ifade etmiĢtir: “Osmanlı dönemi halk Ģiiri, aslında, Ġslâmlık öncesi halk Ģiirinin bir halkasıdır ve kökeninde ondan önceki halk Ģiirine bağlıdır. Bundan ötürü, ufak bazı değiĢmelerle, belli bir geleneğin uzantısıdır; ama sözlü ve yazılı örneklerinin en bol, geliĢiminin en belirgin olduğu bu uzun dönemde halk Ģiiri gittikçe çeĢitlenip zenginleĢmiĢ, incelip olgunlaĢmıĢ, büyük sanatçılar yetiĢtirmiĢtir.” (1993: 24)

5

sahiptir. Bu birikimin çözümlenmesi gerekmektedir. (Günay, 2009: 142-147) Umay Günay bu konuda ayrıca Ģunları ifade etmektedir:

“Destanlarla baĢlayan Türk Edebiyatı‟nda, Halk Edebiyatı ve Müziği adı altında incelenen eserler; sanat niteliği kadar hatta zaman zaman daha fazla hem bireysel hem de tarihî ve toplumsal olayların, duyguların, kabullerin, tecrübelerin ve kültürün anlamlar, değerler, kurallar bütününün kodlarını, Ģifrelerini taĢıyan hafıza niteliğindedir. Bu kodlar bir tür genetik Ģifreler olarak kabul edilebilir.” (2009: 142)

ÂĢıkların Ģiirlerinde kendi dönemlerine ve önceki dönemlere ait siyasi ve sosyal olayların akislerini görmenin mümkün olabileceğini belirten Fikret Türkmen (2005: 293) bu konuyla ilgili Ģu açıklamaları yapmaktadır:

“Osmanlı tarihçilerinin yazamadıklarını halk Ģairleri eserleriyle dile getirirler. Bu Ģairler halkın içindedirler. Halk tarafından korunurlar ve halk tarafından beslenirler. Tarihî olayların içinde oldukları için de, bazen sınır boyunda bir köyde, bazen orduda askerdir, gördüklerini söylerler. Acıları askerlerle ve halkla birlikte çekerler, onlarla paylaĢırlar.” (2005: 294)

GeçmiĢ dönemlere ait sosyal hayatın ortaya konulması, alanda yapılacak kültür tarihi çalıĢmalarıyla mümkün olacaktır. Kültür tarihi kavramıyla sanat, bilim ve edebiyatın dıĢında gündelik kültür de iĢin içine girmektedir. Gündelik kültür, geniĢ bir kavramdır. Çocuk eğitiminden yemek kültürüne, nezaket kurallarına, renklere yüklenen simgesel özelliklere kadar pek çok alanı kapsamaktadır. Gündelik kültür tarihçiler için olduğu kadar halkbilimciler için de bir araĢtırma alanıdır. (Faroqhı, 1998: 4) Ayrıca 17. yüzyıl, kültür değiĢiminin baĢladığı, gündelik yaĢamın önem kazanıp sıradan insanların yaĢantısına ilgi duyulmaya baĢlanıldığı bir dönemdir. (Faroqhı, 1998: 221) Bu çerçevede bu yüzyıl ve sonrasında halkı anlatan ÂĢık Ģiirinin geniĢ bir kitle tarafından sevildiği ve kabul gördüğü söylenebilir. Özge Öztekin ise kültür tarihi çalıĢmaları ile ilgili Ģunları ifade etmektedir:

“Disiplinler arası kültür tarihi çalıĢmaları, eseri farklı cephelerden yoklayarak, kültürün ele alınıĢ süreci üzerine alternatif görüĢler sunma özelliğine sahiptir. Edebiyat metinleri, bu yönden bir kültürel yaĢam çözümlemesi yapmaya oldukça açıktır. Örneğin bir devrin hayatından kesitler, edebî metne akseden Ģekliyle gözler önüne serilebilir. Burada asıl önemli olan, eserin içeriğinin sosyal gerçekliği nasıl yansıttığıdır. Bunun için de, tıpkı arkeolojik bir kazıdan elde edilecek ipuçları gibi,

6

„arka plan araĢtırması‟nın çok ayrıntılı ve bütünlüklü bir Ģekilde yapılması gerekmektedir.” (2006: 2)

ÂĢık Tarzı destanların söylendiği dönemin sosyal yapısını, toplumun psikolojisini, dünya görüĢünü, inançlarını ve duygularını yansıtmaları bakımından sosyal tarihe kaynaklık ettiğini vurgulayan Erman Artun, âĢıkların Osmanlı dönemindeki iĢlevini Ģöyle dile getirmektedir:

“ÂĢıklar devletin iradeli, güçlü, adaletli, ordusu eğitimli ve savaĢ yeteneğine sahip olduğunu belirterek devletin bekası, kutsallığı düĢüncelerini halka anlatıp Osmanlı Türk kültürünün oluĢmasına olumlu katkıda bulunmuĢlardır.” (2002: 36)

Fuat Köprülü, Osmanlı döneminde teĢekkül eden ÂĢık Edebiyatı metinleri üzerindeki incelemelerin önemini Ģu satırlarında dile getirerek çalıĢmamızın temeli ile ilgili önemli noktalara dikkat çekmektedir:

“…eski Osmanlı cemiyetinin içtimâî Ģartları dairesinde izah ettiğimiz ÂĢık tarzı, bugün artık geçmiĢe karıĢmıĢ olmakla beraber, bize bıraktığı oldukça zengin mahsuller, edebî servetimizin mühim bir parçasını teĢkil etmektedir. Bu bakımdan, Osmanlı Türklerinin manevi kültürü tarihini tetkik ederken, Osmanlı Türk edebiyatının bu hususî Ģubesini asla ihmâl etmemek, sade edebî tarih değil, içtimâî (sosyal) tarih araĢtırmalarının bütünlüğü için de bir zarurettir.”2

(1962: 46)

Dursun Yıldırım sözel dokuma adını verdiği toplumun ortak malı kabul edilen folklor ürünlerinde hayata ait çeĢitli tasvirlerin, anlatıldığı zamana veya daha önceki dönemlere ait tarih bilgilerinin yer alabileceğini ifade etmektedir. (1998:101) Konuyla ilgili olarak ayrıca Ģunları da belirtir:

“Çünki, sözlü ortam kaynağı, hangi biçim içinde ifade ediliyorsa edilsin, zaman içinde geçip geldiği yüzyılların bilgisini, tarihi olgu ve eylemlerini sınırsız sayıda yeniden düzenleyerek gelen, veya kayda geçiren bir sözel belge niteliği taĢır. Burada tarihî olgu ile tarihî gerçek, iç içe geçmiĢ bir biçimde dokunur. Sözlü ortam kaynakları, tarih açısından bu tabiata ve özelliğe sahiptir.” (1998:91)

2 Hilmi Yavuz, “Türkiye‟nin Zihin Tarihi” adlı eserinde Fuat Köprülü‟de geçen “manevi kültür tarihini” zihniyet tarihinin bir parçası olarak görmekte ve ÂĢık Tarzı Halk ġiiri‟nin de zihin tarihimizin bir bölümünü oluĢturduğunu vurgulamak istemektedir (2009: 12-13).

7

ÂĢık Tarzı ġiir Geleneği‟ni de sözlü olarak icra edildiği için “sözlü ortam kaynağı” olarak görmek mümkündür. Dolayısıyla bu Ģiirlerin içinde geçmiĢe ait tarihî olgu ve gerçeklerin yer alması olağan bir nitelik kazanmaktadır.

ÂĢık Edebiyatının dönemlere göre değiĢen özelliğini ve sosyal hayatla iliĢkisini Öcal Oğuz ise Ģöyle ifade etmektedir:

“ÂĢık edebiyatı, dönemin kültürel, politik ve sosyolojik gündeminden kopmamak, varlığını devam ettirebilmek için, „statik‟ olmak yerine, „değiĢimi izlemek‟ yolunu seçmiĢtir. Bu seçim bilinçli bir var olma mücadelesinden çok, kültürün doğal akıĢı içinde yaĢanması gereken bir sürecin sonucudur. Kısacası ÂĢık edebiyatı, kaybolan folklor değerlerinin müzelik bir parçası olmak yerine değiĢen kültür değerlerinin farklı bir cephesi olmayı baĢarmıĢtır.” (2000: 111-112)

Günümüzde âĢık Ģiiri ile ilgili çalıĢmalar incelendiğinde bunların genellikle âĢıkların hayatları ve eserlerinin temaları üzerinde yoğunlaĢtığı görülmektedir. Ġcracıya yönelik bu dar kapsamlı çalıĢmalar onların Ģiirleriyle sınırlı kalmaktadır. Dolayısıyla âĢıkları ve vurgulamak istedikleri temaları, yer aldıkları edebiyat Ģubesi içinde bütün olarak değerlendirmek mümkün olamamaktadır. Yapılan bazı çalıĢmalarda ise ÂĢık Tarzının bazı yüzyıllarda iĢlediği konular genel anlamıyla tespit edilmiĢ; fakat belirli amaca hizmet eden konu sınırlaması yapılmamıĢtır. Dolayısıyla bu çalıĢmalar tespit aĢamasından ileriye gidememiĢtir.

ÂĢıkların Ģiirlerinde toplumsal hayatla ilgili müstakil ve geniĢ bir çalıĢmanın yapılıp yapılmadığı konusunu araĢtırırken, Klasik Türk Edebiyatı Ģairlerinin Ģiirlerinde toplumsal hayatın ortaya konulmasına dair bazı çalıĢmaların yapıldığını gördük. Bunlar Özge Öztekin‟in “Divanlardan Yansıyan Görüntüler (2006)” ile Ömer Özkan‟ın “Divan ġiirinin Penceresi‟nden Osmanlı Toplum Hayatı (2007)” adını taĢıyan çalıĢmalarıdır. Bu çalıĢmaların sahipleri, Klasik edebiyatın sosyal hayattan uzak, soyut bir edebiyat olduğu tezini çürütmek amacıyla bu çalıĢmaları ortaya koyduklarını ifade ediyorlardı. Büyük kültür merkezlerinde yaĢayan Klasik Edebiyat Ģairlerinin sosyal hayatı bütüncül olarak yansıtmalarının mümkün olmadığını düĢünürken, bu edebiyata paralel bir zenginleĢme ve ilerleme gösteren ÂĢık Edebiyatının Osmanlı döneminde yaĢayan Türklerin toplumsal hayatını daha kapsamlı yansıtacağı fikri üzerine yoğunlaĢmaya

8

baĢladık. Çünkü halk Ģairleri köylerde, kasabalarda, büyük kültür merkezlerinde ve orduda, kısaca halkın olduğu her yerde bulunmakta ve toplumsal yaĢamın merkezinde yer almaktaydı. ġiirleri sosyal hayat açısından irdelendiğinde döneme ait daha geçerli fikirlerin ve bilgilerin ortaya çıkacağı muhakkaktı. Halk ġiiri alanında böyle bir çalıĢmanın daha önce yapılmamıĢ olmasından dolayı bu konuyu hazırlama cesaretini kendimizde bulduk.

3. Sınırlılıklar

Bir milletin yaĢadığı coğrafya ile sahip olduğu kültür unsurları arasında sıkı bir münasebet bulunmaktadır. Öyle ki farklı coğrafyalarda yaĢayan milletlerin kültürel unsurları arasında değiĢikliklerin bulunmasının sebeplerinden birisi de budur. Bu farklılık maddi kültür malzemelerinin kullanımı ve çeĢitliliğinde kendisini daha açık bir biçimde göstermektedir. Osmanlı coğrafyasının geniĢliği ve Türklerin bu coğrafyada dağınık hâlde yaĢadığı dikkate alınırsa, kültürel farklılıkların bariz olduğu anlaĢılacaktır. ÂĢık Tarzı ġiir Geleneği de bu geniĢ coğrafyada merkez Anadolu olmak üzere icra edilmektedir. Farklı coğrafyalarla ilgili bu alanda geniĢ kapsamlı çalıĢmaların yapılamamıĢ olması ve kültürel değiĢikliğin fazla olması düĢüncesinden hareketle çalıĢmamızda coğrafya olarak yalnızca Anadolu sahası seçilmiĢtir.

16. yüzyılın Ozanlık Geleneğinden ÂĢık Edebiyatına bir geçiĢ dönemi olarak kabul edilip bu edebiyatın 17. yüzyıldan itibaren baĢlatılması (Köprülü, 1962: 29) ve sınırlı sayıda Ģairin ve eserinin bilinmesinden dolayı çalıĢmamızı 17, 18 ve 19. yüzyıllar olarak belirledik. Bu belirlememizde Osmanlı döneminde ÂĢık Edebiyatına yansıyan toplumsal hayatı bütüncül olarak değerlendirme düĢüncesi etkili olmuĢtur.

Bu çalıĢmada bütün konular değil, yalnızca toplumsal hayata ait unsurlar belirlenmiĢ; değerlendirme ve yorumlar bunun üzerinden yapılmıĢtır.