• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: ÇALIKUŞU ESERİ’NİN RUSÇA’YA ÇEVİRİSİ’NİN

3.5. Kaynak Metnin Barındırdığı Kültürel Ögeler

3.5.4. Gündelik Yaşantıdan Örnekler

Günlük yaşantıda kullanılan her türlü araç ve gereçler, ev eşyaları, kılık kıyafetler, oyun ve eğlenceler bir toplumun kültürel ögelerinin yansıtan unsurlardandır. Bu bağlamda Çalıkuşu romanında da hem genel anlamda hem de yazıldığı dönem itibariyle Türk toplumunun günlük yaşantısını görmek mümkündü

3.5.4.1. Ev Eşyaları ve Araç Gereçler ile İlgili Kültürel Ögeler

a. Çakı: Açılıp kapanan bir veya birkaç ağızlı küçük cep bıçağı. “Ne yapılsa sınıftan çıkarılmasına imkân olmayan ve ara sıra çakımın ucuyla ötesine berisine açtığım yaracıklara stoik bir vakarla tahammül eden sessiz sedasız, ağırbaşlı ve upuzun bir komşu.” (s.7).

b. Şilte: Üstünde oturulan, yatılan, içi yünle, pamukla doldurulmuş döşek. “Pencere her zaman kapalı durur, balkon parmaklığına hemen daima bir ufak çocuk şiltesi ile yorgan asılırdı.” (s.7).

c. Karyola: Üzerine yatak konup yatılan tahta veya metal ev eşyası. "İlk hatıranı, sevgili anneciğimin küçük karyolamın üstüne eğilen müşfik altın sarısı başı, bana muhabbetle gülümseyen gök mavisi gözleridir, tarzında şairane bir yılancık…” (s.8).

d. Koruluk: Koru durumunda olan bakımlı sık ağaçlı küçük orman. “Yalımızın arkasındaki korulukta bir taş havuz, bu havuzun kenarında kolları omuz başlarından kopmuş çıplak bir çocuk heykeli vardı.” (s.18).

117

e. Çıkın: Bir beze sarılarak düğümlenmiş küçük bohça, çıkı. “Önlüğümün cebinden mendilimi çıkardım, kirazları içine doldurarak bir çıkın gibi bağladım.” (s.43).

f. Lüks lambası: Hava basınçlı bir tür petrol lambası (turkcebilgi.com). “Elektrik olmayan zamanlarda ve bölgelerde kullanılan ve bazı bölgelerde löküs de denilen ışık veren alet. “Onlar, köşkün önündeki verandada, lüzumsuz bir lüks lambası ışığında, kalabalık bir grup halinde konuşup gülüşüyorlardı.” (s.47). g. Kerevet: Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, duvara bitişik,

ayakları olan, tahtadan sedir. “Beni, soyduktan sonra, dokuma bir örtü ile kaplı kerevetinin üzerine yatırdı. (s.155).

h. Zerzevat: 1) Sebze 2) Küçük önemsiz nesneler. “Zerzevat ayıklamak deyip geçeriz, ama o ne ince işmiş!” (s.156). Bu cümlede sebze anlamında kullanılmıştır.

i. Rastık: Kadınların kaşlarını ve saçlarını boyamak için sürdükleri siyah boya. “Adamcağızımın gözüne hoş görüneyim diye çocukların boğazından kesip düzgün, rastık, sürme alıyorum.” (s.192).

j. Körük: Çeşitli yerlerde ateşi canlandırmak için daha çok demirci ve kalaycıların kullandıkları bir alet. “Kocaman göğsü derin hasret nefesleriyle kalaycı körüğü gibi kabarıp iniyor.” (s.194).

k. Sanduka: Mezarın üzerine yerleştirilmiş, tabut büyüklüğünde tahta veya mermer sandık. “Öldüğü vakit mübarek cesedine kimse el sürememiş. Üstüne, bir sanduka yapmışlar.” (s.120).

l. Kandil: İçinde sıvı bir yağ ve fitil bulunan kaptan oluşmuş aydınlatma aracı. “Hatice Hanım, kandillerden ikisini yakmıştı.” (s.221).

m. Yalak: Hayvanların su içtikleri taş veya ağaçtan oyma kap. “O mermerlerdeki küçük yalaklardan su içmeye gelmiş birkaç kuş.” (s.234).

n. Kerpeten: Çivi sökmeye veya diş çekmeye yarayan, hareketli bir eksen çevresinde çapraz iki parçadan oluşmuş, kıskaç biçimindeki araç. “Bana "kalpatan"ın sadece "kerpeten" demek olduğunu söyledi.” (s.314).

o. Çatkı: Alından geçerek başın çevresine çember gibi bağlanan bağ. “O, bensiz gitmemek için bir hayli sızlandı, fakat başıma bir çatkı çattım.” (s.350).

118

p. ö. Talika: dört tekerlekli, üstü kapalı, yaylı bir tür at arabası. “Küçük bir talika arabası bizi derenin öbür kıyısına geçirdi.” (s. 383).

q. Bakraç: Çoğunlukla bakırdan yapılan kova. “Bahçenin içine, elinde bakraçla, kuru dal parçalarıyla gidiyor geliyor, yeni uyanan bahçıvanla konuşan sesi işitiliyordu.” (s. 496).

3.5.4.2. Kılık Kıyafetlerle ile İlgili Kültürel Ögeler

a. Bohça: İçine çamaşır, eşya, elbise vb. koyup sarılan dört köşe kumaş. “Fatma, beni bohça gibi sırtına bağlar, kızgın güneşin altında dolaştırır, hurma ağaçlarının tepesine çıkartırmış.” (s.12).

b. Entari: Genellikle tek parçalı kadın giyeceği. ““Bu yaprakları seyrederken altlarında birkaç kırmızı balığın dolaştığını gördüm ve büyükannemin özene bezene hazırladığı ipekli entari ve yeni potinlerimle havuzun içinde yürüyüverdim.” (s.19)

c. İskarpin: ökçeli, konçsuz ayakkabı. ““Kız ayağı gibi küçücük ayaklarında beyaz podüsüet iskarpinleri, ipek çorapları, yürürken ince bir dal gibi sallanıyor…” (s.34).

d. Nalın (takunya): genellikle hamam vb. ıslak tabanlı yerlerde kullanılan, yüksek ökçeli, ağaçtan yapılmış bir tür ayak giysisi. “Kendisi kınalı kaşlarının üstünde bir başörtüsü, çıplak ayaklarında hamam nalınlarıyla evinin taşlarını yıkıyordu.” (s.153).

e. Peştamal: 1) Hamamda örtünmek için kullanılan ince dokuma. 2) İş yaparken bele bağlanan uzun, geniş dokuma. 3) Başa ve omuzlara örtülen dokuma. “Hacı Kalfa, yine o beyaz peştemalıyla küçük bir havuzun yanında nargile temizliyordu.” (s.177).

Peştamal sözcüğü genellikle, hamamda kullanılan örtüleri ifade ederken bu cümlede “baş ve omuzlara örtülen örtü” anlamında kullanılmıştır.

f. Nargile: Tömbeki denilen bir cins tütünün dumanının sudan geçirilerek içilmesini sağlayan araç. “Hacı Kalfa, yine o beyaz peştemalıyla küçük bir havuzun yanında nargile temizliyordu.” (s.177).

119

g. Peçe: Kadınların sokakta yüzlerine örttükleri ince, siyah örtü. “Bahçeden geçerken hareli bir dokuma çarşafa sımsıkı bürünmüş, yüzü iki katlı peçeyle kapalı bir kadına tesadüf ettim.” (s.179).

h. Şalvar: genellikle ağzı çok bol olan, bele bir uçkurla bağlanan, geniş bir pantolon türü.“Hacı Kalfa bir gün, komşularından inmeli bir ihtiyarla siyah şalvarlı bir dudu karşısında kızını sıkı bir imtihandan geçirmemi istedi.” (s.195). i. Çuha: Tüysüz, ince, sık dokunmuş yün kumaş. “O, yine kırmızı çuha kaplı yazıhanesinin önünde, ebedi yorgunluğunu dinlendirir gibi elini, kolunu salıvermiş, yakasını gevşetmiş, gözleri yarı kapalı düşünüyordu.” (s.199).

j. Fes: Şapka yerine kullanılan kırmızı, kalın çuhadan yapılmış, tepesinde püskülü olan, silindir biçiminde başlık. “Aziziye biçiminde kocaman bir kırmızı fes, saçsız başını kulaklarına kadar örtüyordu.” (s.207).

k. Ferace: Kadınların sokakta giydikleri mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere kadar uzayan üst giysisi. “Kınalı saçlarının üstüne yeşil bir yemeni örtmüş, arkasına ferace biçiminde koyu bir yeldirme giymişti.” (s.216).

Yeldirme: Kadınların çarşaf yerine kullandıkları başörtüsü ile birlikte giyilen hafif üstlük. “Kınalı saçlarının üstüne yeşil bir yemeni örtmüş, arkasına ferace biçiminde koyu bir yeldirme giymişti.” (s.216).

l. Yemeni: Kalıpla basılıp elle boyanan, kadınların başlarına bağladıkları tülbent. “Arkasında yamalı bir eski çarşaf, yüzünde peçe yerine mor bir yemeni, ayağında topukları kopmuş, sırılsıklam, yırtık iskarpinler vardı.” (s.283). m. Lata: Osmanlılarda ilmiye sınıfının giydiği bir üstlük türü. (s.308). “Nihayet

geldi, yolda bir sağanağa tutulmuş, latası fena halde ıslanmıştı.” (s.308). n. Potur: Arka tarafında kırmaları çok, bacakları dar bir pantolon türü. “Zengin bir

ipek tüccarı olduğunu söyledikleri poturlu, mintanlı, kaba saba bir adam, kahvenin bir ucundan öbür ucuna:…” (s.328).

o. ö. Redingot: Arkası yırtmaçlı, etekleri uzun, çift sıra düğmeli, resmi erkek ceketi. “Şişman vücudunu korse gibi sıkan bir redingot giymiş, gelincik rengindeki tuhaf boyunbağı bir yana çarpılmıştı.” (s.526).

120

3.5.4.3. Müzik, Eğlence ve Oyunlarla İlgili Kültürel Ögeler

a. Boğuşmak: Birbirinin boğazına sarılmak, dövüşmek, mücadele etmek. Aslında olumsuz bir durumu ifade eden bu kavram bazen burada olduğu gibi küçük çocuklarla oynanan bir çeşit şakalaşmayı da ifade edebilmektedir. “Akşama kadar alt alta, üst üste boğuşur, türkü söyler, yiyecek yermişiz...” (s.12).

b. Tef: Zilli bir kasnağa geçirilmiş kursak zarından oluşan çalgı. “Nihayet, günün yorgunluğundan ve zilli teflerle testi biçiminde dümbeleklerin verdiği sersemlikten, yine erkenden dadımın dizinde uyuyakaldım.” (s.13).

c. Dümbelek: Ağzına deri gerilmiş, çanak biçiminde, darbukaya benzer bir çeşit çalgı. “Nihayet, günün yorgunluğundan ve zilli teflerle testi biçiminde dümbeleklerin verdiği sersemlikten, yine erkenden dadımın dizinde uyuyakaldım.” (s.13).

d. Evliya parmaklığı: Yaramazlıklarından dolayı elleri sürekli yara bere içinde olan ve bu nedenle bez sarılı dolaşanların ellerine söylenen yöresel bir söz. ““Bu sakallı amca, benim ellerime ‘Evliya parmaklığı’ derdi.” (s.23).

e. İp atlamak: Genellikle çocukların oynadığı, bazen yetişkinlerin de katıldığı ipin iki ucunun tutularak çevrilmesiyle ipe ayağını ve başını değdirmeden zıplayarak içinden geçmeye çalışılan bir oyundur. “Çocuklarla boğuşurken, kendi kendime ip atlarken yahut yere yatarken, iskambil falı açarken, gözlerim onlardaydı.” (s.46).

f. Davul: Büyük ve enlice bir kasnağın iki yanına deri geçirilerek yapılan, tokmak ve değnekle çalınan çalgı. “Onlar, o kadar kendilerinden geçmişlerdi ki, oturduğum yerde davul çalsam galiba farkında olmayacaklardı.” (s.48).

g. Kovalamaca: Ebenin yanına gizlice sokulup koluna vuranı kovalayıp yakalamaya çalışması biçiminde oynanan bir çocuk oyunu. “Ağaçta adeta bir kovalamaca oyununa başladık.” (s. 51).

h. Sapan: 1) İki ucu ip, ortası örme veya meşin olan bir taş atma aracı. 2) Genellikle çocukların kuş vurmak için kullandıkları, iki ucuna lastik ve lastiklerin arasına da geniş bir meşin parçası bağlı bulunan çataldan oluşan araç. “Kâmran'ın bana doğru geldiğini gördüğüm zaman ürkmüş bir at gibi patır patır kaçıyordum, arkamdan sapan taşı yetişemiyordu.” (s.107).

121

i. Kına gecesi: Düğünden önceki gece kızın evinde gelinin parmaklarına kına yakılırken yapılan eğlence. “Kadınlar arasında da, ayrıca bir kına gecesi yapıldı.” (s.251).

f.10. Hıdrellez: Hızır ve İlyas peygamberin her yıl buluştuklarına inanılan 6 Mayıs günü kutlanan geleneksel bayram. “Fakat Hıdrellez günü mesirede gülbeşeker aramak, onu bulamadığı için meyus olmak, pek çocuklara yakışır bir şey!” (s.356).

j. Saklambaç: Oyuncuların birinin ebe olması ve saklanan arkadaşlarını bulması temeline dayanan bir çocuk oyunu. “Şimdi saklambaç oynayacağız, lâkin güç yere saklanmak yok ha, parmak kadar vücudun var.” (s.443).

k. Yüzgörümlüğü: Damadın düğün günü geline verdiği armağan. “Sana ben bir de yüzgörümlüğü veriyorum, ama müthiş bir yüzgörümlüğü.” (s.477).