• Sonuç bulunamadı

2. Avrupa Birliği’nde En Çok Göç Alan Devletler

1.2. Göç Eylem Planı

Göç olgusu, özellikle Orta Doğu’da meydana gelen siyasi çalkantılardan sonra ortaya çıkan milyonlarca sığınmacının yerleşecek bir yer arama arayışıyla birlikte ikili ilişkilerde zirveye çıkmıştır. 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş neticesinde bulundukları yerleri terk etmek zorunda kalan birçok göçmenin ilk tercihi ekonomik ve sosyal refahlarını en üst düzeye taşıyacağına inandıkları Avrupa devletleri olmuştur. Fakat AB göçü engelleme çalışmaları adı altında sıkı sınır denetimleri yapması ve göçü engellemeye yönelik kararlar alması doğrultusunda, göç hareketleri Avrupa topraklarından çevre devletlere doğru kaymaya başlamıştır. AB devletleri, iç güvenliklerinin tehlikeye gireceği düşüncesi ve göç dalgasının getireceği maddi zararlardan etkilenmemek amacıyla mümkün olduğunca göçmenleri kendi sınırlarının dışında tutmaya özen göstermiş ya da asgari düzeyde göçmen kabul ederek olabildiğince sorumluluk almaktan kaçınmışlardır. Ayrıca AB’nin yasa dışı göç hareketlerini engelleme konusunda ürettiği politikalarda, göçün getirmiş olduğu maliyetleri çevre devletlere yüklemeye çalışma çabası gözlemlenmektedir. AB’nin göç olgusuna bu yaklaşımı doğrultusunda, Türkiye’nin uyguladığı göç politikaları Birlik üyesi devletler için önemli bir konuma gelmiştir. Bu bağlamda 16 Aralık 2013 tarihinde AB ile “Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Zaptı” ve “Geri Kabul Antlaşması” imzalanmış ve 1 Ekim 2014’te onaylanmasının ardından, Türkiye'nin sınırlarını etkin koruması ve yasa dışı göçmenleri kendi topraklarında tutması karşılığında Schengen vizesinin kaldırılması süreci resmen yürürlüğe konulmuştur (GKA, madde: 24/2)233.

Türkiye üzerinden AB üyesi devletlere son zamanlarda transit göçün artması üzerine iki taraf arasında daha sıkı bir işbirliği gerekmiştir. Bunun üzerine, 18.03.2016 tarihinde toplanan zirvede, ikili ilişkiler kapsamında yeni müzakereler açılmış ve vize serbestliği süreci öne çekilerek, Türkiye'de barınan sığınmacı Suriyeli vatandaşlar için 3 milyar Euro daha yardım yapılması kararlaştırılmıştır.

232 Ibid., s. 185

233 http://www.madde14.org/images/6/61/ABGeriKabulAnlasma.pdf (e. t. 11.01.2018).

105

18.03.2016 tarihinde AB Hükümet ve Devlet Başkanları ve Türkiye, Türkiye'den AB'ye yönelen düzensiz göçe son verme ve onun yerine mültecilerin AB’ye yasal yollardan yeniden yerleştirilmelerinin önünü açma kararı aldılar. Bu karar ile amaçlanan uluslararası korumadan faydalanma hakkı olan kişilerin, Avrupa'ya düzensiz yollarla göç etmesinin engellenmesi ve bunun yerine hukuki yollardan göç başvurularını yaparak kaotik ortamın ortadan kaldırılmasıdır. Fakat Türkiye yasa dışı göç ile mücadelede konusunda, maliyetlerin göç hareketinden etkilenen tüm devletler arasında paylaşılması görüşünü desteklemektedir.

AB devletlerinin sergiledikleri bu tutum Türkiye açısından hoş karşılanmağı gibi söz konusu devletlerin sergiledikleri tutumlar Türkiye Cumhuriyeti resmi makamlarınca uluslararası ortamlarda birçok defa eleştirilmiştir. Bu çerçevede, 2016 yılının Eylül ayında mülteciler konulu Liderler Zirvesine katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, sığınmacılara yapılan harcamaların 12 milyar doları aştığını belirterek konuyla alakalı görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir; ‘‘Buna karşılık tüm dünyadan aldığımız toplam destek sadece 512 milyon dolardır.

Biz sığınmacıları kamp hayatına mahkûm etmek istemiyoruz, çadır kentlerle, konteyner kentlerle bu süreci devam ettirmek istemiyoruz.’’.234 Ayrıca 2016 yılının Türkiye Genç İş Adamları Konfederasyonu (TÜGİK) Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Erdoğan AB’nin yardım etmeyi vadettiği üç milyar Avro’nun neden verilmediğini sorarak, AB’nin yardımlar konusunda samimi olmadığını dile getirmiştir. Bu gelişmeler ışığında ikili ilişkilerde bir uzaklaşma meydana gelmiş ve mevcut ilişkiler gündemden uzak bir şekilde azalarak devam etmiştir. Bunun yanında AB Bakanı Ömer Çelik, 2016 yılının Kasım ayında Yunanistan’a gerçekleştirdiği ziyaretinde, vaat edilen mali yardımların çok yavaş yerine getirildiğine dikkat çekmiştir. Bu yardımın yavaş olmasının nedeni, verilecek paranın projelendirilmesi gerekçesine dayanmaktadır. Bir diğer ifadeyle bu paranın nakit olarak verilmesi yerine yapılacak projeler doğrultusunda gerçekleştirilecek harcamalara verilmektedir.

Avrupa’ya doğru gerçekleştirilen yasa dışı göçte bir geçiş devleti konumunda olan Türkiye'nin uyguladığı göç politikaları AB açısından çok önemli bir hal almaktadır.

Türkiye'nin zaten hâlihazırda AB üyesi olma yolunda bir devlet olması dolasıyla Türkiye'nin göç politikası uygularken, AB isteklerinden etkilendiği görülmektedir.

Türkiye ve AB arasında son dönemlerde birçok konuda ortak hareket etme ve işbirliği sağlama çabaları mevcuttur. Artan bu işbirliği neticesinde son dönemde ciddi bir artış göstermeye başlayan göç sorununun çözümünde iki tarafın da ortak bir karar almasını gerekli

234 https://www.tccb.gov.tr/ (e. t. 17.02.2018)

106

hale getirmiştir. İkili ilişkiler bağlamında tarafların birbirlerinden, özellikle AB’ye girme çabası olan Türkiye'ye karşı Avrupa Birliği’nin, bazı istek ve yaptırımları olmuştur.

Türkiye'nin uygulamış olduğu sığınmacı ve mülteci politikalarının aynı anda hem memnuniyete hem de rahatsızlığa neden olduğu görülmektedir. AB, Türkiye'nin mülteci ve sığınmacılara karşı AB müktesebatına uygun olarak hareket etmesini istemiş ve mültecilerin hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi gerektiğini belirtmiştir. Bu çerçevede, AB, mültecilerin statüsüne ilişkin imzalanan 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi imzalanırken Türkiye’nin koymuş olduğu coğrafi kısıtlamayı düzenleyerek değiştirmesi yönünde talepte bulunmuştur. Bunun yanında, AB, coğrafi konumu nedeniyle ilk sığınmacı konumunda olan Türkiye'den üstüne düşen sorumlulukları yerine getirmesini istemiştir. Bu bağlamda; sığınma başvurularını kontrol altında tutmak için kayıt altına alacak bir yapılanma kurmasını ve Cenevre Antlaşması’nın coğrafi kısıtlamasının kaldırılmasını takiben mülteci statüsü kazanan bireylerin Türkiye'ye yerleşmesinin önünün açılması gibi konularında telkinlerde bulunmuştur. Fakat AB’nin bu isteklerine Türkiye tarafından halen belirsizliği süren adaylık statüsü göz önünde bulundurularak çok sıcak bakılmamıştır. Türk makamları, AB ile ikili işbirliğinin üyelikle sonuçlanmaması durumunda göçün ortaya çıkarttığı sorunların çözümü konusunda tek başına yetersiz kalacağını düşünmüştür.

Avrupa Komisyonu, 2002 yılında düzenlenen Sevilla Zirvesinde Türkiye’nin de içinde bulunduğu birden fazla devlet ile ‘geri gönderme’ antlaşmaları imzalanması konusunda mutabık kalmıştır. Türkiye ise bu tür bir antlaşmaya imza atma konusunda isteksiz davranmış ve bu konuda sözleşmede belirtilen süre sınırları dâhilinde üçüncü devlet vatandaşlarının geri iadesini onayladığını ve kendi vatandaşlarının geri kabul sürecinde bir sorun olmadığını belirtmiştir.235 2004 yılının Mart ayına gelindiğinde Türkiye isteksiz tavırlarını bir kenara bırakmak zorunda kalmış ve ‘geri gönderme’ antlaşmaları bağlamında AB ile görüşmelere başlamıştır. Türkiye'nin geri kabul antlaşması görüşmelerine başlama konusunda isteksiz davranmasının bazı nedenleri mevcuttur. Öncelikle AB üyesi devletlerin kabul etmediği sığınmacıları Türkiye'ye geri göndermesi sonucunda Türkiye'nin tampon bir devlet olmasının yolunun açılacağı düşüncesi, Türkiye'nin isteksiz davranmasının nedenini açıklamaktadır.

Ayrıca ortaya çıkan yoğun göçmen artışının Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz baskıyı

235 Gül Arıkan Akdağ, AB Kapısında Türkiye ve Göç Politikası, Stratejik Öngörü Dergisi, Sayı 4, 2005, s. 161-167.

107

artıracağının düşünülmesi, Türkiye'nin antlaşmayı imzalama konusunda isteksiz davranmasının bir diğer sebebidir.