• Sonuç bulunamadı

Frankfurt Okulu; Kültür Endüstrisi ve Pasivize Edilmiş Bilinç

1930’larda sahneye çıkan Frankfurt Okulu mensupları, Marksist yönelimleri revizyonizm ve eklektizm ile suçlanmış olmasının temeli Marksçı öğretiye sadık kalmayıp daha çok yabancılaşma kavramına vurgu yaparak Marks’ı psikanaliz ile birleştirmeye çalışmalarından kaynaklanmıştır ki bunun en çok karşısında duranda Ortodoks Marksçılıktır. Materyalizmin yorumlanmasına ve bütünlük kazanmasına ciddi bir katkıda bulunmuşlardır. (Slater, 1998: 17-24; Wallace, Wolf, 2012: 150). 2. Dünya savaşına şahit olmakla birlikte Frankfurt Okulu mensupları Batı kapitalist rejimlerinin görece istikrarı ve ürettiği ideolojik değişimleri yakından gözlemlemişlerdir. Kitle kültürü, toplumsal bilim ve kitle kültürünün yönetilen toplum içindeki yerini eleştirirler. Kapitalist ideolojinin eleştirisinin kültür endüstrisi kavramıyla yaparak kültürün endüstrileşme yolu ile egemen sınıflar için bir ikna ve hegemonya aracı haline geldiğini söylemektedirler. Sistem insanın akılcı olanla olmayan, gerçek olanla olmayanı ayırma yetenekleri kültür endüstrisi tarafından köreltilerek basit birer tüketiciye dönüştürmektedir (Yaylagül, 2008: 142-145). Frankfurt okulunun mensupları karamsar bir bakış açısı geliştirmiş bunun sebebini ise çağdaş toplumun dinamiklerinde görmüşlerdir. Frankfurt Okulundan Adorno’ya göre Batı kapitalist rejiminin yarattığı istikrar içinde insan cehenneme yakın bir durumu yaşamaktadır ve bu sistem içinde insanın kişiliği bozulmakta ve sakatlanmaktadır (Erdoğan, Alemdar, 1990: 215; Wallace, Wolf, 2012: 153; Waters, 2008: 288).

Frankfurt Okuluna göre kültür veya bilinç endüstrileri olarak adlandırılan medya ve kitle iletişim sistemleri ticari kültürün bir parçası onun üreticisi ve dağıtıcısı olarak kapitalist pazar şartlarında işler ve bu kuruluşlar üretim araçlarını bir araya getirerek kendi hizmetlerinde kullanırlar. Tüketim adına belirli yaşam biçimleri ve dünya görüşleri

kitle iletişim sayesinde toplumlara verilir. Kapitalist toplumlarda kitle iletişim; ham maddelerin, üretilmiş ürünlerin, zenginliğin dağılımı ve toplumsal gücün kullanıldığı, sosyal yaşamın düzenlendiği bir sistem içerisinde gerçekleşmektedir. Kitle iletişim kendi kültürel boyutunda anlamları, yine emtia biçiminde üretmekte ve bu toplum tarafından tüketilmektedir (Yaylagül, 2008: 8; Stevenson , 2008; 95). Kitle iletişim sayesinde barınak, yiyecek, içecek ve giyecek mamullerinin eğlence ve enformasyon endüstrisiyle beraber belirli tutum ve alışkanlıklar insanlara yerleştirir. Kendi devamlılığını insanlarda entelektüel ve duygusal tepkiler oluşturarak sağlar ve beraberinde homojenleşmede gerçekleşmiş olur. Manipülasyonla sistem kendini sürdürür, çelişkilerini tutar ve alternatif düşünceleri ve ürünleri kendi homojen alanı dışına düşünme ve düşünülme koşullarını kendi istediği şekilde yaratarak yönetir (Erdoğan, Alemdar, 1990: 218). Düşünce ve kişilik bunlara mukabil ekonomik sisteme bağlıdır fakat bu durumu salt ekonomik determinizm ile açıklamak ise kültür ve ideolojinin toplumda bağımsız rollerini yadsımak anlamına gelmektedir (Wallace, Wolf, 2012: 150). Gündelik yaşamın kurgulanmış ve ussallık-dışı toplumsal koşulları nedeniyle çağdaş insanların kendi dış gerçekliklerini algılayamamaları, modern toplumlarda yanlış bilincin gündelik yaşamın zorunlu bir öğesi durumuna gelmiş bulunması, egemen konumdaki insanlar ile bağımlı konumdaki insanlar arasındaki egemen-bağımlı ilişkisinin, gündelik yaşamın ussallık-dışılığı yüzünden, algılanamaması; bireyselleşmenin yaşamın tüm alanlarını istila etmiş bulunması kitlelerin bağımlı hale getirilmesini kolaylaştırmaktadır (Oskay, 2010: 263-264).

Horkheimer ile Adorno eğlenceyi geç kapitalizmde işin uzantısı olarak görmekte ve mekanik çalışma temposundan kaçma, bu çalışma temposundan başa çıkma için insanlar eğlenceye yönelir. Bu yaşam tarzını mekanik yaşam olarak kavramlaştırarak boş zamanların ve mutluluğun üzerine inşa edilen eğlencenin sadece kendinde geçirilen sürecin hayalleri olarak göstermektedirler. Standardize işlemlerin ardı ardına dizilişi halinde gerçekleşen eğlence karşısında kişi edilgen bir şekilde davranışları ne yaparsa karşılığı ne olur şeklinde kendisine reçete halinde sunularak verilmektedir. Bu sunum izleyiciye sinyaller yolu ile yapılır. Eğlence sonrası oluşan haz sadece boyun eğmeye karşılık verilen bir ödüldür (Adorno, 2011: 21).

Kültür endüstrisi herhangi bir muhalefet ve alternatife izin vermez. Pazar için ürettiği ürünleri standart ve tek biçimlidir. Kültür endüstrisinin yaşam iksiri olan reklamlar artı-değer yaratmak ve sermaye birikimini gerçekleştirmek için kitlelerde yanlış ve sahte ihtiyaçlar yaratır ve kitleler edilgen birer tüketicidir. Reklamlar egemen değerleri

içselleştirir ve tüketicinin kendisini üretir (Yaylagül, 2008: 149; Adorno, 2011:101). Kültür endüstrisi eskiyi yeni olarak sunmakta ve egemen ideolojisini ürettiği bu ürünlerle yaymaktadır. Bu ürünlerle denetimi de sağlamaktadır. Bundan dolayı üretilen ürünler belirli planlamalar çerçevesinde üretilmektedir. Halktan kaynaklanmayan kültür, aydınlanmadan sonra araçsal akılcılığın hizmetine girer ve tek tipleşir. Adorno’ya göre kültür endüstrisi kitleleştirir ve manipüle eder. Kültür endüstrilerinin her türlü aracı kullanarak mevcut düzeni koruma yoluna giderler. Kültürü endüstrileştirerek egemen sınıflar için bir ikna ve hegemonya aracına dönüştürülür. Akılcı ve eleştirel bilinç özel mülkiyete, rekabete, kar mekanizmasına özünde eşitsiz ve tahakküm ilişkilerine dayanan kapitalist sistemlerde hayat bulan kültür endüstrileri tarafından köreltilir (Yaylagül, 2008: 142-149). Yaratıcılıktan yoksun kültür endüstrisi ürünleri kendilerini ve haklarında olumsuz eleştirileri elimine etme gibi bir dertleri yoktur o kavramlarla oynayarak statükonun istediği düzeni sağlamaktadır. Kültür endüstrisi özgürlüklerin bittiği alanı yaratır ve onun bulunduğu her şeyde ve her yerde uyumla beraber olacaksın. Uyum sağlamayan herkes ekonomik yoksunluğa mahkûm edilir (Adorno, 2011: 64). Aydınlanmış aklın en çok tehdit ettiği unsurlar olan; duyusal tikellik, akli amaçlar, sağlam bireysellik anlayışı ve hakiki mutluluk kurtarılmalıdır ( Adorno, 2011: 36).

Benjamin’e göre sanat ürünlerinin mekanik yeniden üretimiyle halesi kaybolmaktadır. Sadece kopyadan öteye gitmeyen bu ürünler işçi sınıfı için birer oyalanma aracıdırlar. Bu ürünler sayesinde zekâda, bilgide dolayısıyla düşünme ve yoğunlaşmada azalma olacaktır. Oluşacak tepkileri kitle kültürü ile elimine etmekte, insanların özgünlükleri kaybolmaktadır. Kitleleşen insanlarda özgünlük bağımsızlık beklenemez ki böylesi bir durum sınıf çatışmasının önüne geçmiş olur. Sınıf kimliği ve dayanışması pasivize edilmiş izleyici haline gelen insanda tükenmiştir ( Yaylagül, 2008: 147; Waters, 2008: 286). Sanat eserinin giderek yok olması sanatın teknolojik güçlerin devreye girmesiyle siyasal iletişim aracına dönüşmesine yol açar. Buna örnek olarak Nazizmin siyaseti estetize etmesi, komünizmin de sanatı siyasallaştırması ve sanatın özünden kopup yani bir farkındalık aracı olacağına, uyutma politikasının aracı haline getirilmesi gösterilebilir (Slater, 1998: 257; Mutlu, 2005: 225).

Habermas modernliğin iki ayrı yüzünden bahseder. Habermas’a göre modernleşmenin ilerici yüzünün rasyonellik, adalet ve ahlakın artırılmasıdır. Fakat

kısmen yaşam alanının bilimsel teknolojik ve rasyonellik tarafından

şirketlerin kamusal alana girmesiyle bireyler yurttaş, politik ve kültürel olayların tartışmacısı olmaktan çıkmış politik ve medya gösterilerinin pasif tüketicisi haline dönüştürülmüştür (Best, Kellner, 2011: 284-285). Çağdaş devlet ve pazar yapıları genel ilkelere ve soyut yapılara dayanır. Toplumsal ilişkiler ise sadece para ve güç ile düzenlenir. Toplumsal bütünleşme ise din eksenli olmaktan çıkıp dil içindeki görüş birliğine kaymaktadır (Wallace, Wolf, 2012: 250).