• Sonuç bulunamadı

3.3. Hegemonya Tabakalaşması

3.3.1. Egemen Sınıf

“Seçilmiş krallar egemen değil egemenin bakanlarıdır; sınırlı krallarda egemen değil egemen güce sahip olanların bakanlarıdır: bir başka devletin demokrasisine veya aristokrasisine tabi kılınmış ülkelerde, demokratik veya aristokratik tarzda değil, monarşik tarzda yönetilir.” (Hobbes, 2012: 150). Egemenlik yönetici olabilmenin en temel koşuludur. Eğer egemen olunmazsa Hobbes’un dediği gibi başka bir egemene tabi kılınmış olunur. Egemenlik eşitsizliğin diğer bir anlamı olarak sömürü, yönetici ezen ezilen silsilesi başlatmaktadır, bu silsile en üstten en alta doğru uzanmaktadır. Egemen sınıfın tarihsel değişimi içerisinde isimler değişmesine rağmen egemenlik için başlarda yapılan mücadeleden dolayı aktif olan egemen sınıf, süreç itibariyle tarihteki örnekleriyle asalaklık noktasında birleşmektedirler. Bu asalaklık noktası ise başka bir sınıfın doğuşunun habercisidir. Onların işlerini emanet edecek birilerinin olması kendi sonunu hazırlamanın veya başka bir deyişle diyalektik yeniden doğuşun ortamını da

yaratmaktadır. Güç üretim sürecinin vazgeçilmez bir parçasıdır ve üretim sürekli olarak güç ilişkilerinin kurulup bozulmasını ekseninde gerçekleşir. Günümüzde yoğunlaşan rekabet, değişim ve yenilik yeni güç çatışmalarını doğurmaktadır ki bağımlılık etrafında gelişen bu güç çatışmaları artık çatışmanın öznesi ve nesnesi haline gelmiştir. Egemen olmanın en temel şartları güç kullanma hakkına sahiplik ve nüfuz günümüzde vekâleten teknostrüktürlere devredilmiştir. (Toffler, 1992: 45). Şirketlerin büyümesi teknolojinin karmaşıklaşması bir tek kişinin şirkete hâkimiyetini bitirmesinden dolayı uzmanların ve yöneticilerin tutulması iş sahipleri ve yöneticileri ve alt çalışanları birbirine bağımlı hale getirmektedir. İş sahiplerinin yöneticilere, yöneticilerinde elemanlarına bilgi konusunda muhtaçlık durumunu ortaya çıkarması sonucu egemen sınıf elinde bulunan gücü teknostrüktürle paylaşmaktadır. (Toffler, 1992: 224). Günümüz kapitalist sistemin küreselleşmesi sonucu büyüme ve çeşitlilik uzmanlığı ve buna bağlı güç bölüşümünü birlikte getirmektedir. Fakat güç sahipliği sermaye sahiplerinde daha kalıcıyken kendi isteğiyle devrettiği yönetici sınıfında kaygandır.

Şirketlerin teknostrüktürlere emanet edilmesi başka bir sınıfın doğup büyümesine neden olmaktadır. Egemen tabakanın teknostrüktürler ile girdiği ilişki kendi çıkarları ve egemenliğinin devamını sağlamak içindir. Teknostrüktürün üretim ve buna bağlı diğer süreçlerin geliştirilmesinde ve yenilenmesi için diğer tabaka ve parçalarla giriştiği ilişki ise şirketi büyütmek ve geliştirmesini sağlarken, ayrıca kendi gücünü ve güvenliğini artırarak korunma amacına hizmet etmektedir (Galbraith, 1988: 219). Bu daha çok kendi çıkarları için başka bir tabakaya bazı imtiyazlar verip ve nüfuz vererek kendi işini başkasına yaptırmadan başka bir şey değildir. Sosyalist toplumlarda parti yöneticilerini kapsayan egemen, kapitalist toplumlarda mülk sahipleri yani büyük şirketlerin hissedarları günümüzde teknostrüktürler gibi gözükmektedir. Fakat mülk sahipleri için teknosütrüktürler yöneticiden ve kendileri için çalışan araçtan öteye gidememektedir. Weber’in kapanma kavramı burada ortaya çıkmaktadır. Üst tabakalar arasında kapanma kendi tabaka veya parçalarına dikey hareketlilikle gelişi engelleyerek teknostrüktüre de haddini bildirmektedir (Waters, 2008: 488; Galbraith, 2004). Pareto'nun seçkinlerin dolaşımında elemek yönteminin uygulanmasıyla yetenek kaybına uğrayan bu tabaka teknostrüktür ile eksiğinin gidermektedir. Özümleme ve elemek arasında kalan bu tarz yetenekten istifade; ekonomi, siyaset ve askeri alanlarda dahi bir çok alanda kullanılmaktadır. Bir dönem satın alınan ünvanların varlığına rağmen

yönetici seçkinler meşrulukları kaybolana kadar Weber'in dediği gibi küçük bir azınlıkla devam etmektedir,.

Mills’in ABD’nin egemenliğini hükümet, şirketler ve silahlı kuvvetler arasında paylaştırması, Marks’ın egemenlik anlayışının revize edilmesine rağmen Amerikan ekonomisinin askeri kapitalizme dayanması yani sürekli savaş ekonomisi ile birlikte özel şirket ekonomisinin bir arada gitmesi anlamına gelmektedir. Teknolojik ilerlemeler, üretim çevre kirliliği ilişkisi, sermayenin küreselleşmesi, her yıl açıklanan dünya zenginleri listesinin etrafında değerlendirildiğinde bu üç ayrı alanda oligarşinin tunç yasasının geçerliliğini görmek mümkündür. Mills’in üçlü dikta olarak tanımladığı egemen tabakanın en başındakiler bu üç alanı rahatlıkla kullanabilmekte yatay geçiş hareketliliği yüksek olmaktadır (Poloma, 1993: 293). Weber’in bu tabakalara atfettiği kapalılık alttan gelenler için dikey hareketlilikte geçişin zorluğu bu üç alanında aynı ellerde dönüşümsel kullanılmasıyla alakadır. Mills gibi Poulantzas’da Marxizmi revize ederek üretim araçlarına sahip olma ve üretim süreçlerinin eksik bir açıklama olduğunu, sahip olma ile anlaşılması gereken üretim araçlarını işler hale getirmek, kontrol etmek demek olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Teknostrüktüre sömürmede büyük rol veren Poulantzas tabakalar içindeki parçaların bağımlılığına dikkat çekerek ekonomik sınıfların sürekliliğini, siyasal parçalılığın ve ideolojik tabakanın devamına bağlar. Siyasal tabaka sistemde kırılmalara yol açan anlaşmazlıkları yok ederken ideolojik tabaka ise muhalefetini tehdit oluşturmayacak şekilde yaparak sömürü sisteminin devamını sağlar (Aksoy, 1994). Sömürü sistemi üç ayrı alanda aynı amaç etrafında bütünleşmeleriyle gerçekleşmektedir.

Küreselleşme ile birlikte sermayenin yurtsuzlaşması en tepede statikliği daha da sağlamlaştırmakla birlikte üretim araçlarına sahiplik şirket evlilikleri ve çok uluslu şirketler vasıtasıyla küçük işletmeler yaşama şansını kaybetme ve egemenlik küçük bir azınlığın eline geçmektedir. Ulusal anlamdaki hegemonya tabakalaşmasında egemen olan üretim güçleri uluslararası arenada yapısında çok az değişikliğe uğrayarak yapısını kurmaktadır. Küresel ölçekte egemen kim sorusunu sorunca cevapta çeşitliliğe rastlanacağı için olaylar sonrası sadece cui bono sorusunu sorarak yani kim kazandı, çıkarı olan kim sorusu hegemonya sahibini bize verecektir (Hobbes, 2012: 503).

Kapitalist üretim ve tüketim tarzının yani hammadde ve pazar ihtiyacının dünyayı tamamen kuşatması küreselleşme olgusunu doğurarak, güç ilişkileri ulusal veya bölgesel alandan küresel alana kaymasına sebep olmuştur (Ateş, 2006: 26). Küresel

ölçekteki hükümetler arası girişimler, küresel ve ulusal bağlamda meşruiyet üzerinden şekillenmektedir. Ekonomik serbestleşme ile sivil toplum girişimleri ve yerelleşme hareketleri arasında dengeyi bulabilmek ve beklentilerine göre politika geliştirip yasal düzenlemeler gerçekleştirme üzerinde yürüyen hükümetler arası girişimler; uluslararası şirketler, devlet ve sivil toplumun taleplerini meşrulaştırmak için yapılmaktadır. Birbirinin zıddı olarak talep ve beklentileri olan bu süreçlere örnek olarak çevresel duyarlılığı olan sivil toplum kuruluşlarının hoşuna gidecek bir kararın alınması ekonomide serbestleşmeyi isteyen çok uluslu şirketlerin hoşuna gitmeyecektir. Çok uluslu şirketlerin aldığı kararlar ve hükümetlere dayattıkları yasalar ise yerelliği savunan kesimler arasında probleme yol açacaktır. Bundan dolayı meşruluk sorunuyla karşı karşıya kalan ulusal devletler uluslararası antlaşmalarla yerel hareketleri ikna etme yoluna gidecek ülke içi yasal düzenlemeler ve anayasa ile de çok uluslu şirketlerin taleplerine sınırlandırmalar getirecektir (Ateş, 2006: 35). Kapitalist sistemin küreselleşmesi sonucu seçimle gelen iktidarın yani halkın egemenliği yok olmakata sistemin ana karekterleri sonucu hükümetler egemenliği uluslararası tekelleşen şirketlere ve bu şirketlerin işlerini kolaylaştıran küresel kuruluşlara yani küresel ekonomik aktörlere kaptırmışlardır.

Küresel ekonomik aktörler kendi ekonomik çıkarları için yarı çevre, çevre ve hatta karşıt hegemonya yaratacak potansiyele sahip tarihsel bloğuna emperyal politikalar gütmekte bu politikaları perde arkasından yürütmek için dünya halklarını kamplara bölerek, ulusal kimlikleri ön plana çıkararak kendi imparatorluğunun temellerini kurmuş olmaktadır. Küresel ekonomik aktörler için bölünmüş uluslar hem işgal için meşru bir zemin hazırlamada hem de güçlü bir karşıt hegemonyanın kurulumunu engellemede önemli işleve sahiptir. Özgürlük, milliyetçilik söylevleriyle parçalanmış güç odaklarını yıkıp sömürü karşıtıymış gibi bir kisveye bürünerek gerçek ve en acımasız dünya imparatorluğunu ve hegemonyasını kurarak kendi dışında tüm dünyayı sömürüsü için kullanmaktadır. Uluslararası arenada meşrulaştırdığı kendi ulusal değerleri, kendisi tarafından bölünmüş ve birbirlerine karşı bilenmiş halklara askeri müdahaleleri meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Uluslararası arenada yapılan her hareketin uzun veya kısa vadeli bir amacı bulunmaktadır. Siyasal ve ekonomik hegemonyasını güçlendirmek ve daimiliğini sağlamak için her türlü aracı kullanmaktan geri kalmamaktadır (Hardt, Negri, 2003: 68; Embel, 2004: 107). Ekonomi temelli kurulan ve küresel ölçekli hegemonya muazzam servetleri kontrol eden küçük bir

azınlığın elinde olduğu rakamsal analizle somutlaşmaktadır (Hardt, Negri,2003: 68; Embel, 2004: 107). Dünyanın en zengin 200 kişisinin sahip oldukları toplam servet, yeryüzündeki en yoksul 2.5 milyar insanın toplam gelirinden fazladır (Bu 200 zenginin 112'si ABD'lidir). Dünyanın en zengin 3 kişisinin (ABD) servetlerinin toplamı en yoksul 48 ülkenin gayri safi yurt içi hasılasından fazladır. Dünyanın en yoksul ülkesine kıyasla en zengin ülkesinde kişi basına düşen milli gelir 228 kat daha fazladır. Dünya üzerindeki 89 ülke son 10 yıl içinde 23 kat yoksullaşmıştır. 2012’de küresel mali krize rağmen dünyanın en zengin yüz kişisi 240 milyar dolar gelir elde etmiş ve dünyanın en zenginleri son yirmi yılda gelirini 60 kat artırmış olması küresel iktidar sahiplerini göstermektedir (Held, Mcgrew, 2003:504; Oxfam, 2013; Trueactivist, 1013). Dünya genelinde söz konusu yoksullaşma her gecen gün artarken son 10 yılı verilerine göre refah düzeyi yükselen kim kazandı sorusunun cevabı ülkeler ABD, Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Japonya. Birleşik Krallıktır. Fakat asıl önemli olan nokta bu ülkelerin halklarının kişi başına düşen milli gelirinin yüksek olmasının nedeni ABD başta olmak üzere küresel ekonomik aktörlere ev sahipliği yapmış olmalarıdır. Ayrıca bu ülkelerin kendi içinde yapılan analizlerde hızla büyüyen yoksul kesim dikkati çekmektedir (Held, Mcgrew, 2003:504; Çetin, 2003: 165; Köse, 2009: 227).

“Hemen hemen tüm ülkelerde, homojen bir kitle her türlü muhalif grubu ezmekte, yok etmektedir. Kitle kendisinden başkasıyla birlikte yaşamayı istemiyor ve kendi kendisi olmayan şeyden ölümüne nefret ediyor.” (Gasset, 2011: XIII). Hegemonya ortaklarıyla birlikte belirli bir düşüncenin yayılması için çaba sarf eder ve bu sadece idealist bir eylem değildir. Ekonomik ve kültürel boyutuyla hegemonya kendisine rakip gördüğü yerlerde savaşla konumunu devam ettirme amaçlıdır. Özellikle ekonomik boyutu sahip hegemonik gücün sahiplerini vererek gücün belirleyici unsurlarının ekonomi eksenli olduğunu vermektedir. Özellikle Lenin tekelleşmenin ve bankaların mali kanallar şebekesiyle bütün gelirleri ve sermayeleri merkezileştirmesi sonucu gücünde tek elde toplanmasını sağladığı analizi egemen sınıfın azınlık bir iktisadi aktöre işaret ettiği görülmektedir. Devletlerin hem karteller hem de bankalarla ilişkisi bakımından değerlendirildiğinde ise Hobbes gibi Marx’ta egemenliğin yönetici olmanın baş koşulu olarak görmesi sonucu devletin şirketlerin kontrolünde olduğunu varsayarak devlet siyasetinin belirleyicisi olarak şirket sahiplerini görmeleri, egemenlik hakkının devlet tarafından kullanılmayışı ve asıl güç sahiplerinin ekonomik aktörler olduğu düşüncesinden dolayı egemen sınıf sermaye sahipleridir. (Toffler, 1992: 54). Kısacası

egemen sınıfı temsil eden grup küresek ekonomik aktörler olarak en başta dev tekel sahipleri sonra ise bu dev tekellere hizmet eden küresel kuruluşlardır.