• Sonuç bulunamadı

Ekonomi: Birlikler ve Ülkeler Ekseninde Değerlendirme

Üretim ve sermayenin yoğunlaşmasıyla birlikte kapitalizmin tekelleşmesi, banka sermayesiyle sınai sermayenin içiçeliği sonucu oluşan mali sermaye mali oligarşisini yaratmıştır(Lenin, 1979). Mali oligarşinin dünyadaki hammadde ve pazar paylaşımı dönemsel olarak el değiştirme durumuna karşı kendi hegemonik gücünü oluşturarak kendi sürekliliğini sağlamaktadır. Kapitalizmin yayılması sonucu başka coğrafyalarda da aynı etkiyi sağlayarak yeni güçler ve ulusal tekeller yaratarak alternatif hegemonyayı kendi içinden çıkarmaktadır. Küresel ekonomik aktörler yeni emperyalist kuşağı yaratarak bölüşümün yenilenmesine ve savaşların daha şiddetlenmesine neden olmaktadır. Tabi ki bu yeni bölüşüm ilişkilerinde eskiyle ortak çıkar birlikteliklerini yok saymak imkansızdır.

“(Liberal bir ticaret sistemi) dünya ticaretinde üstün olanlara özel sorumluluklar yüklemektedir. ABD de bu durumdadır. Yeryüzünün birçok ülkesinde siyasal ve ekonomik ilkelerimiz, bu ilkeleri kabul etmeyen ideolojilerle çatışma durumundadır. Kendi ekonomik sorunlarımızı çözebildiğimiz ölçüde, yeryüzünün her bölgesinde kendi ilkelerimize taraftar sağlayabiliriz (Oral Sander’den aktaran; Embel,2004:35). Fordist üretim tarzı, kitle piyasalarının oluşması kapitalist üretim ve tüketim kültürü, kendi uluslararası tarzıyla yine uluslararası yeni bir kültür oluşturup yayması sonu kendi karşıtlarını yok etmektedir. (Embel,2004:41). Para iyi bir hizmetçi, kötü bir efendidir sözüyle hegemonyanın temelini paranın yani ekonomik faaliyetlerin oluşturması araçlığını kapitalizm ile birlikte kaybedip amaçsal hale dönmesinin etkisi insanla ilgili her alanın üretim, tüketim, dağıtım alanında şekillenmesine sebep olmaktadır. Gücün ekonomik temelli olması yaşanan ekonomik krizler sonucu gücün dalgalanmasına neden olmaktadır. Gücün daimiliğini göstermek adına hegemon sınıf daha saldırgan olarak ve kendini farklı alanlarda ispat için uğraşmaktadır. Taraftar kitlenin kaybedilmemesi adına savaşlar ilan ederek dikkati başka taraflara çekmekte, popüler kültür yaratarak tüketimi azami ölçüde artırmakta ve zihinleri meşgul ederek sermayenin birikimini kolaylaştırmaktadır. Kapitalist ekonominin kültür endüstrisiyle bireysel zihinlerde yarattığı tüketim-güç ilişkisi insanların sahip olmadan doğan hazzın

artışı ve sosyal hayata yansıyan güce karşın elde etme çabasının külfeti insanlar tarafından azımsamaktadır (Ercan,1998:227). Ekonominin ve hegemonyanın aracı kültür endüstrisi ile ekonominin kişilerin zihinlerinin de temelini oluşturmasını sağlamakla insan tüm varlığıyla hegemonun hizmetine girmektedir. Croce ekonominin sahne gerisinde gizli bir Tanrı olarak işlev gördüğünü söyleyerek her alana nüfuz ettiğini söylemesi günümüz insanların ve toplumlarının ve devletlerinin sahip oldukları düşüncenin temelini vermektedir (Gramsci, 2010: 234).Croce’un varsayımındaki gizlilik artık aşikar hale gelmiş insan düşüncesinin temel dinamiği haline dönüşen ekonomi savaşlar hakkındaki yorumunda küresel insan tarafından ekonomik temelli açıklamayla sonuçlanmıştır.

Ekonominin küresel veya bölgesel güç olmada hegemonyanın temel ayaklarından birini oluşturması diğer ayaklardan bağımsız olduğu veya diğerlerini etkileyip kendisi etkilenmediği anlamına gelmez. Mills’in iktidar seçkinleri kuramında olduğu gibi karar vericiler iktidarı oluşturan unsurlar arasında ki güç kullanımı ortak irade ile gerçekleştirilmektedir. Weber’in analizinde kapalılık olarak tabir ettiği tabakasal geçişin engellenmesi küresel veya ulusal açıdan değerlendirildiğinde gücü oluşturan unsurların hep aynı çevre tarafından kullanılması ile sonuçlanmaktadır. Ulusal devletlerin emperyalist tutumları, kar ve bu karın en gelişmiş ülkelerdeki dağılımı ele alındığı takdirde iktidar seçkinleri ve kapalılık kavramına bizi götürmektedir. Bu tabakalarda bulunanların bu tabakayı hak ettiği düşüncesinin pasivize edilmiş bilinçlere verilmesi sınıfsal çatışmanın önüne geçmekte ve en çok sömürülen tabakanın bundan habersiz olmasını sağlamaktadır.

Kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte sistem kendi içinde ve dışında genişleyerek ulus ötesi sınıfın oluşumunun maddi temelini oluşturmuştur. Cox‘ un analizinde ulus ötesi idari sınıf , ulus aşırı faaliyet gösteren şirketler üzerinde kontrolü elinde tutan bir grup yöneticiyle tanımlamakla birlikte ekonominin hegemonya üzerindeki başatlığını göstermektedir (Okur, 2009: 86; Robinson, 128). Cox analizine uluslararası şirketlerin yönetici kadrosu ile ulusal temelli şirketlerin kadroları ve mahalli temelli küçük kapitalistler arasında çıkar çatışmaları olmasına rağmen bu sınıflar dâhil oldukları sınıfı hâkim kılan sistemin devamı için çalışırlar. IMF, DTÖ, OECD gibi uluslararası kuruluşlar sistemin devamını sağlayarak hegemonyanın ekonomik temellini sağlamlaştırır (Okur, 2009:87). Bu kuruluşlar vasıtasıyla ulusların tarım destek politikaları, sübvansiyonlar, ücret zamları, vergiler düzenlenerek çok uluslu şirketlerin

hâkimiyeti sağlanmaktadır (Şen 2008: 152). Bu kuruluşlar aracılığı ile geri kalmış ülkelerin aldığı kredileri keserek ulusal yatırımların önünü tıkanmasına neden olmakta ve sosyal patlamalarla ülkelerin siyasi oluşumlarını egemen hegemonyanın isteğine göre oluşturması sağlanmaktadır (Köni, 2007: 63).

Ekonomi faktörünün hegemonya üzerindeki belirleyiciliği ve başatlığı kapitalizmin ulusal yapısından uluslararası hale geçmesinde ve kendi iç yapısında değişmeler yaşanmış olmasına rağmen temel yapısında herhangi bir değişiklik yaşanmamıştır. “Sermayenin küreselleşmesi sınıfların ulus ötesileşmesinin ve ulus ötesi kapitalist sınıfın yükselişinin temelini sağlayan, üretimin küreselleşmesidir. Daha özgül bir biçimde, sermayenin devresinin bütünü (P-M-Ü-M’-P’) ulusötesileştikçe sınıflar, siyasal süreçler, devletler ve kültürel-ideolojik süreçler de ulusötesileşir” (Robinson, 134). Pazar ve sermaye akışıyla birlikte ulusal ekonomiler arasında ve uluslar arası ekonomiler arasında bağımlık daha fazla artmakla birlikte özellikle üretim sürecinin küreselleşmesiyle birlikte çok uluslu şirketlerin ortak profilinin çeşitlenmesi küresel ekonomik sistemin devamı için daha fazla çaba gösterecek kişi anlamına gelmektedir. Farklı toplumsal biçimler ve üretim biçimleriyle geniş bir toplumsal formasyon oluşturan küresel ekonomik sistemle birlikte neo-liberal politikalar, devletin sınırlandırılması ile ekonomik büyümenin motoru haline getirilen özel sektör, gümrük tarifeleri üzerine etki etmeye, devlet bürokrasisinin azaltılması talebi, ülke içindeki, tekellerin kaldırılması, kotaların düşürülmesi, yabancı yatırımların üzerindeki baskı ve yasakların kaldırılması, ihracatın artırılması, devlete ait sektörlerin ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, döviz kurunun serbestleşmesi, sermaye piyasalarındaki kısıtlayıcı şartların kaldırılması, endüstrinin ve borsanın doğrudan yabancı yatırıma ve mülkiyete açılması yolu ile ulusal devletin sınırlarını yerle bir edip küresel ekonomik aktörlerin çıkarına sunmaktadır (Ritzer, 2011: 139,140; Duman, 2002: 2). Toplumsal üretim ilişkileri, toplumsal güçler, dünya düzeni olarak ardıl sıralanan bu oluşum hegemonya projesinin dayandığı temeli yansıttığından ve aralarındaki ilişki incelendiği takdirde küreselleşmenin ve hegemonyanın sınıfsal güçler üzerine inşa edildiğinin göstermektedir (Robinson, 137). “Sermayenin hegemonik fraksiyonu, genel olarak dünya çapındaki üretimin yönünü ve karakterini dayatan ve dünya çapındaki kapitalist toplumun sosyal, siyasal ve kültürel karakterinin şartlarını belirleyen fraksiyondur. Ulusötesi kapitalist sınıf, dünya çapında yeni bir yönetici sınıftır. Bu sınıf, küresel karar almada ve bu fraksiyon tarafından korunan ulusötesi devlet aygıtlarının yükselişinde

yansıdığı gibi, kapitalist küreselleşmenin bir sınıf projesini gerçekleştirmeye çalışan sınıf bilincine sahip bir ulusötesi elit tarafından temsil edilir” (Robinson, 2001’den aktaran Robinson, 140). Başka bir açıdan değerlendirmeye tabi tutulduğunda ulus ötesi kapitalist sınıfın varlığı sermayenin yersiz yurtsuzlaşmasıyla birlikte hegemonik gücün Wallerstein’ında üzerinde durduğu gibi hegemonya devletlere verilmiş oyalanma ve halklarını oyalayacak bir yarış olarak değerlendirilebilir. Hegemonya devletin imparatorluk olma olasılığının önüne geçmek için küresel ekonomik aktörler tarafından devletlere ve halklara verilmiş oyuncak olabilir.

Ekonominin hegemonya üzerinde başka bir açıdan önemi ise hegemonyanın rızaya dayalı oydaşmayla kurulan yapısında ekonomik anlamda bağımlılığın zorunlu rıza üretmesidir. Üstü kapalı zor anlamına gelen bu rıza şekli hegemonya tarafından bağımlı rızalık şeklinde çoğu kere uygulanmaktadır. İngiltere’nin sözde komünist mücadelesinde ABD tarafı olması için borçlandırılarak ABD çizgisinde tutulması ve ABD’nin uluslararası sisteminin inşası için kullanılması bunun somut örneklerinden biridir (Embel, 2004: 40). Uluslararası ekonomi kuruluşları yine aynı amaçlara hizmet amacıyla kurulmuş örtük işlevleri yerine getiren kuruluşlardır. Bağımlılığın bir başka yüzü ise dış ülkelere yatırımın hammadde üretiminde yaşanmasıdır. Siyasal bağımsızlık kazanılmış olmasının anlamını yitirdiği bu bağımlılık şekli hammaddenin alımı ile mamul maddenin fiyatları arasında var olan uçurumdan kaynaklanmaktadır. Hammaddelerin piyasaya arzındaki bolluğu ile mamul maddenin miktarı ihraç ilişkilerinde yarattığı bunalımla başa çıkmak için geri kalmış ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler daha fazla hammadde ihracına yönelmekte bunun sonucu olarak kendi başarısız ekonomik koşullarını yaratarak bağımlılığı artırmaktadır (Parboni, 2009: 482). Ekonomik bağımlılık hegemonya için hem işbirliği hem de sömürüyü beraber getirmekte az gelişmiş ülkeler için sömürünün en şiddetlisini anlatırken gelişmekte olan ülkelerde hem İngiltere modeli hem de çevre ülkelere uygun görünen sömürü modeli birlikte yaşanmaktadır.

Weber Protestan ahlakının kurduğu kapitalizm ile ekonomik sistemin kültür ilişkisini açıklamakta ve bireylerin günlük söylemleri ve eylemlerini yönlendiren temel düşüncelerin gücünü göstermekle birlikte diyalektik bir değişimle ekonomik sistemin bireylerin günlük eylem ve söylemleri üzerinde yönlendirici olduğu değerlendirilebilir (Ercan, 1998: 255). Kapitalizmin sermayenin kâr amacına yönelik rasyonelleşmesi gündelik yaşamı da rasyonel bir etik etrafında rasyonelleştirmiştir. “Bütün bireyleri

içine alan genel hukuksal çerçeve inşa etmiştir. ” (Ercan, 1998: 258,259).Lenin’in Hilferding’den aktardığı mali sermaye özgürlük değil egemenlik ister sözü egemenliğin her alana yayılmış haliyle anlaşılabilir. Egemenliğin sağladığı özgürlük emperyalizmin sadece ekonomik ayağına değil toplumsalın her alanına nüfuz istemektedir. Tekrarlayan emperyalist savaşlar günümüz şartlarında çok sert yaşanan savaşların toplumsalın her alanına ve insanların zihinsel yapılarına etki ederek savaşın en acımasız sahnelerinin film gibi izlenmesine neden olmuştur. Ulus devlet çıkarı temelli ya da tabisi olunan medeniyet çıkarlı gösterilen bu savaşlar insanlar tarafından onaylanmakta kıt kaynak ve artan nüfus propagandası altında ölümler doğacak başka sorunların çözümü şeklinde sunulmaktadır. Ekonominin temel amaç değil araç olarak değerlendirildiği takdirde bile gücün devamı için en önemli maddeyi oluşturması kaçınılmazdır.

Örneklerle ekonomi hegemonya ve kriz ilişkisini değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda sanayi devrimiyle birlikte ilk yeşerdiği toplarlar olan İngiltere hegemonyanın, sömürünün ve krizler sonrası el değiştiren hegemonyanın en güzel örneğini teşkil etmektedir. Deniz üzerinde hâkimiyet, deniz aşırı koloniler üzerinde siyasal ve askeri üstünlük kurarak diğer Avrupa ülkelerini sömürgecilikten mahrum etmeye çalışan İngiltere iktisadi gelişmeyi 19. yüzyılda zirveye taşımıştır. Kapitalizmin ilk yeşerdiği ve yayıldığı topraklar olarak sistemin çelişkileri ve dinamikleri ile çıkan iki dünya savaşı, yaşanan ekonomik ve toplumsal krizler sonrası egemenliği bu toprakların çocuklarına kaptırmıştır. Napolyon’un yenilgisinin ardından başlayan 1870’ler ve hatta yüzyılın sonuna kadar devam üç çeyrek yüzyıl egemenliğini tüm dünyada sürdüren İngiltere egemenliği halefleri Almanya ve Amerika’ya devrederek son bulmuştur (Hobsbawm, 2009: 75). II. Dünya savaşında galip çıkan ülkelerle mağlup olanların aynı kıtayı paylaşması sonucu yıkımın verdiği krizi de galip ve mağlup olarak paylaşmaları Avrupa’nın her açıdan gerilemesine neden olmuştur. Savaşın faturasının çoğu mağlup olanlarda olsa dahi yaptığı yıkım ile galibin olmadığını kanıtlar nitelikteydi. Savaş sonrası kapitalizmin istikrara olan ihtiyacından dolayı güç dengeleri alt üst olup hegemonya ABD’nin eline geçmiştir bunun sonucunda ise kapitalist sistem mevcut kriz ortamında revizyona girerek Amerikan kapitalizmi şartlarına göre kendini uyarlamıştır. Artık sistem sermayeyi küreselleştirerek Avrupa’da ki bazı ülkeleri ise kendine bağımlı yaparak kendi hegemonyasını ve tarihsel bloğunu oluşturmuştur. II. Dünya savaşıyla birlikte oluşan tarihsel blok, iki kutuplu dünya çerçevesinde Doğu ve Batı Avrupa olarak ayrılarak Doğu Sovyetlerin yani Komünizmin Batı ise Amerika’nın yani

kapitalizmin alanı olarak bölüşülmüştür (Wallerstein, 2004: 20). II. Dünya Savaşından sonra Avrupa’nın yeniden inşa edilmesi gerekliliğinden istifade eden ABD Marshall planı ile dost düşman ayrımı içerisinde kendi siyasetini oluşturarark dostlarını kendine ekonomik olarak bağımlı kılmıştır. ABD’nin yaptığı yardımların dağıtımından dolayı Avrupa ABD’nin işbirliğine dayalı uluslararası ilişkilere bağımlı kalarak teknik gelişmişlikle Amerika’nın gelecek ortağı olan Avrupa’yı Sovyet tehdidi bahanesiyle askeri birliklerinin ağı ile örmüştür (Dugin, 2010: 253).

ABD yüzyılı denilen 25 yılın hikâyesi yaptığı reklamla iyi kötü demeden kendi hegemonyası için her türlü yolu denemekten vazgeçmemektedir ki bunun da temeli küresel ekonomik aktörlere yani küresel alandaki şirketlerin sermaye birikiminde ve uluslararası kuruluşlara ev sahipliği rolünde olmasıdır. Hegemonyanın organik aydınları ve organik açınmakçıları sayesinde ABD doğunun hegemonik gücü ile yüzlerce yıllık yapamadığı yıkım ve dönüştürme işlemini ABD 25 yıllık hegemonyasıyla oluşturma becerisi sistemin kültürel özelliği ve ekonomik işleyişi ile ilgilidir. 1941’de başlayan ABD hegemonyası 1960’larda sona ermiş fakat organik açınmakçıların gayretleri ve açınmakçıları barındıran küresel kuruluşlar sayesinde emperyal eylemleriyle sönmeyecek bir güneş gibi durmaktadır (Hobsbawm, 2009: 75,77). Bazı uzmanlar ise ABD hegemonyasının bitişini Berlin Duvarının yıkılışıyla bir tutarak 1989 yılında yıkılan Berlin duvarının ABD’nin üzerine yıkıldığını iddia etmişler ki buradaki vurgunun aslı meşruiyet sağlamadaki karşıt gücün kaybından kaynaklanmaktadır.

1450’li yıllardan itibaren sarmal bir şekilde (kondratiyef) genişleme kriz arasında gidip gelen kapitalist dünya ekonomisi II. Dünya savaşı öncesinde gerçekleşen teknolojik ilerlemelerle sermaye emek sürecini denetim altına almış ve emeğe dayalı üretkenliği yükselterek nispi artı değer üretimini artı değer çıkarımının asli biçimi haline getirmiştir. ABD’de savaştan önce Taylorizmle birlikte bilimsel iş yönetimi teknikleri, Fordist üretim tekniği ile teknolojik ilerlemeyeler birleştiğinde emek üretkenliği hiç görülmemiş şekilde hızla yükselmiştir. 1873’ten 1914 yılına kadar çelik ve otomobilde öncü sektör haline gelen ABD düşük ücretlerle sermaye birikimini sağlamıştır. II. Dünya Savaşıyla birlikte bu teknik ve ilerlemeye ve sanayi gücüne sahip olan ülkeler arasında en az kaybı veren ABD yükselişe geçmiştir (Savran, 2009: 26; Wallerstein, 2004: 18; Embel, 2004: 34). Bu yüzyılda yapılan savaşlar, ekonomik, politik rekabet Fransa ve Almanya’yı zayıflatarak İngiltere ve ABD’nin hegemonyasını güçlendirmiştir (İnan, 2011: 80). Dünya üretimindeki büyük odakların çökmesi ile eşzamanlı giden

ABD’nin ekonomik gelişimi dünya piyasasına hakimiyetini kolaylaştırarak hegemonik araçları eline geçirmiştir (Wallerstein, 2004: 48). ABD sahip ekonomik gücü tamamlaması ve sürdürebilmesi için istikrarlı dünya düzenine ve ürettiği metaya müşteri (efektif talep) bulmak zorunda kalarak yani siyaset ve ekonomik alanda belirleyici olmak istemiştir. BM, IMF, WB gibi denetiminde tuttuğu uluslararası kuruluşlar sayesinde ve tek rakibi olan Sovyetler Birliği ile Yalta’da yapılan antlaşmayla bu zorunlulukların üstesinden geldi. Yeni bir buhranı engelleme politikası ile ilerleyen ABD, askeri ve siyasi politikalarını bu ekonomik eksen üzerine oturtarak büyüme yoluna girmiştir (Wallerstein, 2004: 49).

Çöküşün ülkesel bazda değerlendirmesinin başka bir nedeni ise ABD kökenli şirketlerin yüksek ücretlerden dolayı kâr sıkışması yaşamamak için üretimi başka ülkelere kaydırmaları ABD içinde işsizlik ve ulusal gelirin bölüşümünde dengesizlik yaratmıştır. Yaşanan krizlerle birlikte ABD’nin 2010 işsizlik rakamı yüzde 9,6 2011’de yüzde9,1, 2012’de ise yüzde 9 olarak belirlenmesine rağmen asıl sorunun düşen işsizliğe rağmen işsizlik oranındaki katılık olarak görülmektedir. İşsizlik oranları son dönemlere oranla düşmesine rağmen uzun dönem işsizlik oranı ülkede oldukça yüksektir. Yüksek emtia fiyatları, kötü hava koşulları, Japonya depreminden sonra tedarik zincirinde ki aksamalarla büyümedeki düşüş gerçekleşmiş ve 2010 yılında yüzde 3,0, 2011 1,5, 2012 yılı büyüme oranı ise 1,8’lik büyüme oranıyla ve bütçe açığı, artan borç yüküyle kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poor’s tarafından kredi notunun AAA’dan AA+’ya düşürülmesine sebep olmuştur. 2007den 2010 yılı sonuna kadar Amerika’da istihdam kaybı 7 milyon kişidir. 2009 yılının sonu devlet brüt borç stokunun GSYH’ya oranı ABD’de yüzde 85,2den yüzde 94,4’e çıkmıştır. (Maliye Bakanlığı,2011). 2011 yılında ABD’nin beklenenden daha düşük büyüme oranı, istihdam eksikliği, borçlanma limitine ulaşması, yüksek kamu borçları, bütçe açıkları, karar alma sürecinde yaşanan sorunlar, güçlü ve orta vadeli mali konsolidasyonlar, piyasalarda yaşanan güven zedelenmesi ile birlikte büyüme beklentisinde düşmelere neden olmuştur. 2010 yılında bütçe açığı yüzde 10,3 olarak bulunmuştur (Maliye Bakanlığı 2011:144).

ABD’nin günümüzde geçirdiği ekonomik kriz geçmişe dayanan bir durumdur. 1990’lı yılların sonunda nüfusunun en zenginin yüzde 20’sinin ulusal gelirden aldığı pay son yirmi yılda yüzde 43’ten yüzde 49’a çıkmıştır. 2011 yılı da dâhil edildiği zaman düşme görülmemektedir. ABD’nin istihdam dayanışmasını fakirler ve orta halliler

yaparak ulusal hegemonyanın kendi ülkesindeki tahribatı da ayrıca görülebilir (İnsel, 2011: 148). Hegemonyanın temelde altyapı üzerine kurulduğu ve belirleyici olanın ekonomik ilişkiler olduğunu ABD içi bölüşüm ilişkilerine bakıldığında da anlaşılabilir. Şirketlerin ucuz iş gücü nedeniyle sermayelerini yurt dışına çıkarması, birikimi ülkelerinde yapması, ulusal gelirin dağılımındaki anormal oran bunu yansıtmaktadır. Küresel ekonomik aktörler ülkesel olarak rakamsal düşüşe rağmen yaptığı karla hegemonyanın ülke üstü ekonomik aktörlere ait olduğu görülmektedir.

SSCB ulus devlet olmadığı için onun sisteminin tanımı yasaların diktatörlüğüne saplanmış Çarlık modellerine karşı koyan emperyal milli geleneğin devamcısı olarak yapılabilir (Dugin, 2010: 33). Batı için karşıt bir hegemonya görünüşünde olan SSCB Batı içindeki anlaşmazlıkları körüklemek, ideolojisini yayarak karşıtlarının güç kaybetmesini ve kendi sisteminin devamını sağlamak amacındaydı (Embel, 2004: 42). SSCB’nin yıkılmasıyla siyasi, jeopolitik, ideolojik ve sosyal sistemin hızla değişimi sonucu mevcut tüm hukuki, siyasi kriter ve normları altüst etti. Nispeten istikrarlı olan bir bölge yıkılışıyla birlikte oluşan jeopolitik yapılar geçicileşerek bölgede istikrarsızlık oluşturmuştur (Dugin, 2010: 21). SSCB’nin yıkılışını dengelerin bozumu ve hegemonyanın tekelleşmesi olarak görenler olduğu gibi olası en güçlü devletlerin büyük bir savaş çıkarmalarını engellediğini savunanlar da vardı (Falk, 2005: 72).

1992 yılında Rusya ikinci bir Ekim devrimini gerçekleştirip şok terapi yöntemiyle kapitalist sisteme giriş yaptı. Yegor Gaidar neoliberal politikalarla ekonomik sorunlarına çözüm umarak yapılan bu devrim yabancı sermaye akışıyla birlikte ülkenin kurumlarının kapitalist sisteme uygun olmayışı Rusya’nın uzun ve sancılı bir sürece girmesine neden oldu. Serbest piyasa düzeni ile fiyatların bir anda serbest kalması hiperenflasyon oluşturarak kişisel tasarrufların sıfırlanmasına neden olduğundan ekonomi eskiden daha kötü bir seyir izledi. Uzun süreli durgunluğa yol açan yeni ekonomik oluşum milli gelirde yüzde 18’lik düşüşe yatırımların yarı yarıya azalmasına yol açarak şok terapi yönteminin olmazlığının Doğu Avrupa’dan sonra Rusya’da da kanıtlanmasına sebep olmuştur (Kurtbağ, 2007: 211-213). Kapitalist sistemin Rusya’ya girmesinde öncülük eden ABD 1970’lerde sarsılan hegemonyasını güçlendirmek için Rusya ve Doğu Avrupa seçkinlerinin onayını alarak daha geniş bir hegemonya kurmayı hedeflemiştir. Küreselleşmeyle birlikte artan hız ve akışkanlık öngörüde bulunmayı zorlaştırdığından ve ülkeler bazında seçilen müttefiklerin eylemlerinin denetlenemez oluşu, oluşturulacak büyük hegemonyanın olasılığını

zayıflatmış, ABD’nin hedefinden sapmasına neden olmuştu (Kurtbağ, 2007: 214). Bölgeselleşmeye doğru kayan hegemonya Huntington’un medeniyetler çatışması öngörüsü medeniyetler uzlaşına dönmek üzere olduğundan bunun önlemini almak için sistem medeniyetler içinde fraksiyonlar yaratarak alternatifini yok etmeye ya da kendi sonunu uzatmaya çalışmaktadır.

Çin piyasa sosyalizmine bağlı bir ülke olarak şiddetli devrimler, değişmeler yaşamasına rağmen sabit bir kültüre sahip olması onun ilerlemesinin önündeki en büyük engeldir. Çin geleneklerinin komünist rejim tarafından kırılan zincir halkaları tekrar birbirine eklenerek geçmişin yeniden egemenlik kurmasına neden olmaktadır (Le Bon, 1997: 75). Çin’in kuvvete dayalı olarak konumsal baskıyla ilerlemesi onun için ayrı bir