• Sonuç bulunamadı

1.3. Finansal Performans

1.3.2. Finansal Performans Ölçümü

1980'lerin başında muhasebe disiplininden Kaplan (1983, 1984) ve yönetimcilerden Miller ve Vollmann (1985) gibi yazarlar, değişen modern üretim koşulları göz önüne alındığında, yöneticiler tarafından kullanılan geleneksel

metriklerin uygun olmadığını iddia etmeye başladılar. Ölçüm krizi (ölçüm miyopisi) olarak tarif edilen bu durumun, özünde yanlış şeyleri ölçmemizden kaynaklandığı vurgulanmıştır. Bunlara çözüm olarak dengeli puan kartı, performans prizması, faaliyete dayalı maliyetleme ve yaratılan hissedar değeri analizi modelleri önerilmiştir. Bugün ise başka bir sorun ortaya çıkmaktadır: Yeni bir ölçüm krizi veya ölçüm deliliği/furyası. Başka bir ifadeyle 1980'lerde sorun yanlış şeylerin ölçülmesi iken şimdi sorun toplumsal boyutta ölçüme takıntılılık olmaktır. Ölçme (nicelleştirme) furyası çok büyük bir hal almıştır. Ölçüm verileri, göstergelerin olumlu olduğu varsayımıyla hangi eylemlerin gerçekleştirilmesi gerektiğine dair bir fikir sağlayabilir. Ancak günümüz toplumunda Albert Einstein'ın vurguladığı gibi “sayılması mümkün olan her şey önemli olmayabilir. Her önemli şey ise sayılamayabilir” gerçeğinin unutulduğunu göstermektedir (Neely ve Austin, 2004: 44). Sonuçta ölçmenin başlı başına bir amaç değil, hedefe giden yolda bir araç olduğu unutulmamalıdır.

Finansal performans göstergelerinin farklı dönemlerde farklı düzeylerde önemsendiğini ve yeni göstergelerin geliştirildiğini görmekteyiz. (Gökbulut, 2009: 46):

1950’lerden önce finansal göstergelerin kontrol aracından ziyade planlama aracı olarak kullanıldığını görmekteyiz. Üretim bazında gelişme ve ekonomik yapının karmaşıklaşması ile birlikte yöneticiler finansal performans göstergeleri üzerinde daha fazla yoğunlaşarak teknolojik yatırımlar, verimlilik ve yatırımların getirisinin maksimize edilmesi kavramlarını benimsemişlerdir.

1970’lerle birlikte piyasa koşulları ve organizasyon dinamikleri işletme yöneticilerinin odağını maliyete dayalı safhadan kâra ve kâr marjına (ROS) dayalı safhaya çevirmiştir. Firma temelde amaç olarak “kâr”ı benimsediği için firma performansı finansal tablodaki veriler ile ölçülmüştür. İlk defa Dupont firması yöneticileri tarafından karlılığın ölçülmesinde en yaygın kullanılan finansal göstergeler olan yatırılan sermayenin getirisi (ROI) ve özkaynak getirisi (ROE) kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonraki süreçte performansın ölçümünde varlıkların ne denli iyi kullanıldığı konusu önem kazanmıştır. Firma varlıkları ile kârlılık

arasındaki ilişkinin göstergesi olarak aktif kârlılığı (ROA) ve hisse başına kâr (EPS) ölçütü kâr odaklı amaçla uyumlu bir şekilde gösterge olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1990’larla beraber finans literatüründe geleneksel firma amacı “yüksek kârlılık”tan (kâr maksizmizasyonu) ziyade “hissedar değerinin maksimum kılınması” (değer maksimizasyonu) yaygın kabul görmüştür. Bu durum finansal performansın ölçülmesinde “yaratılan değer (value created)” kavramının ön plana çıkmasını sağlamıştır. Firmalar, teoride hissedar değeri yaratımının stratejik bir enstrüman olduğunun farkına varılmasıyla beraber bu amaca yönelik derinlikli stratejiler, yapılar, yöntemler belirleme yoluna gitmişler ve firma performansının izlenmesinde değere dayalı sistemler kullanmaya başlamışlardır (Gökbulut, 2009: 46).

Günümüzde pek çok işletme sahip, yönetici ve araştırmacılar, ölçüm sonuçlarını olumlu değer yaratımı ya da olumsuz değer aşınmışlığı biçiminde sınıflandırarak bu sonucun arkasında yatan unsurlara odaklanmışlardır. Örnek vermek gerekirse sahiplik yapısı, pazarlama faaliyetleri, kurumsal yönetim derecesi, sosyal sorumluluk, AR-GE, maliyet, değerleme, amortisman ve temettü politikası, sürdürülebilirlik, cinsiyet faktörü, çevresel sorumluluk, entellektüel sermaye, firmanın muhasebe politikaları, halka açıklık gibi pek çok arka plan faktörü ile finansal performans ile etki/ilişki bağlamında araştırılmış ve halen araştırılmaktadır. Değer yaratıcı veya aşındırıcı eylemlerin belirlenmesi ve buna bağlı olarak alınacak önlemler ve iyileştirmeler günümüz itibariyle finansal performans çalışmalarının odak noktasıdır denebilir.

Firmaların finansal performansının ölçülmesinde kullanılan teknik ve yaklaşımlardaki tarihsel değişim süreci Şekil 1.1’de de görülmektedir.

Şekil 1.1. Finansal Performans Ölçütlerinin Tarihsel Gelişim Süreci Kaynak: Gökbulut, 2009: 47.

Şekil 1.1.’e göre değişen koşullarla beraber daha fazla önemsenen göstergeler için baz alınan ölçütlere bakıldığında, satış kârından faaliyet kârına, oradan varlık kârına ve varlık kârından hissedar değeri yaratımına doğru bir sıralanma süreci söz konusudur. Yani ilk başlarda satışın verimliliği önemliyken daha sonra teknolojik ve üretimsel değişim/gelişmeler faaliyetlerin verimliliğini ön plana çıkarmıştır. Sonraki süreçte ise varlıkların etkin ve verimli kullanılıp kullanılmadığı önemsenmiştir. Son periyotta ise işletme amacı paradigmasını bile değiştiren “değer yaratma” kavramı öne çıkmaktadır. Hissedar değeri yaratımını EVA, MVA gibi bazı ölçütler temsil etmiştir.

Özetle, performans ölçümündeki tarihsel gelişimi açıklamak üzere dört kilit neden vardır (Gökbulut, 2009: 49-51):

1. Organizasyonlar tarafından kullanılan geleneksel ölçüm araçlarının pek çoğu geçmişe odaklanan bir yöntemle sınırlıydılar.

2. Pek çok organizasyon, süreçlerini dahili olarak finansal olmayan ve finansal ölçüm araçlarına odaklanarak incelemiştir.

3. Performans ölçüm sistemleri, yönetimin gelecekteki işletme performansını daha iyi yönetebilmesini sağlamak üzere yeniden tasarlanmalıdır.

4. İşletme performansını değerlendirmek için kullanılan geleneksel finansal performans ölçütleri (ROA, ROE, ROI, EPS); ölçüm araçları ve stratejiler arasında entegrasyon eksikliği göstermiştir.

Hissedar değeri yaratımının ortaya konulmasıyla birlikte işletme performansının ölçümünde gerçek varlık değerini ve faaliyet sonuçlarını temsil eden çeşitli veriler kullanılmaya başlanmıştır. Son 20 yıl boyunca, performansın ölçümüne ilişkin pek çok değer tabanlı finansal metodoloji doğmuştur ve bu tekniklerin sayısında giderek bir artış gözlemlenmektedir (Birkan, 2015: 9-10).

Finansal Performans Ölçümünün Güçlü Yanları ve Sınırlılıkları

Finansal performans ölçümünün vazgeçilmez olmasını sağlayan iki temel özelliği vardır (Brealey vd. 2006, 309; Karapınar, 2002: 60-61):

1. Finansal performans ölçümü, yatırımcıların beklentilerine dayalı olan sübjektif firma performansından daha fazla kesinleşmiş bir performansa dayalıdır. Yani bu özellik, ölçümün objektifligini ortaya koyar. Dolayısıyla sübjektif tutumlardan uzak olması, sonuçlar üzerine ortaya çıkacak uzlaşmayı da arttırır.

2. Finansal performans ölçümü aynı zamanda firmanın sorumluluk merkezleri olan alt seviye departman yöneticilerinin performanslarının da yorumlanmasını sağlar.

Finansal performans ölçüm göstergeleri genelde bir işletmenin finansal nitelikteki mali tablo ve/veya borsa verilerinden hesaplanmaktadır. Bu göstergelerin eleştirildiği temel nokta, sadece finansal nitelikteki olayların dikkate alınarak işletme performansının değerlendirilmesidir (Birkan, 2015: 11). Müşteri memnuniyeti, yenilikçilik, girişimcilik, sosyal ve çevresel sorumluluk gibi finansal olmayan veriler

göz önüne alınmıyor gibi görünse de finansal olmayan performans göstergeleri finansal sonuçları da etkilediğinden esasen karşılıklı bir bütünleşme de söz konusudur.