• Sonuç bulunamadı

4.7 Bulgular ve Yorum

4.7.3 Hukuki Yollarla Gerçekleştirilen Müdahaleler

4.7.3.3 Kayyum Atamaları

4.7.3.3.2 Feza Gazetecilik Örneği

Türkiye’de ve birçok ülkede gazete, dergi ve basım evleri bulunan ve 1986’da kurulan

Feza Gazetecilik A.Ş.’nin, medyadaki ana gücü, Zaman gazetesi olmuştur. Fethullah Gülen Cemaati’nin medya varlıklarından biri olarak bilinen Zaman, Mustafa Sönmez’in ifadesiyle, bir inşaat iskelesi gibi işlev görmüş ve bütün medya gücü onun etrafında örgütlenmiştir. Tezgâh satışı ancak 20 bini bulan ama elden teslim ile günlük tirajının 1 milyon dolayında olduğu öne sürülen Zaman gazetesinin, ayrıca İngilizce gazetesi Today’s Zaman ve Türk cumhuriyetlerinde çıkan yerel Zaman gazeteleri de vardır. Grup, ilerleyen dönemlerde bünyesine Samanyolu TV, STV Avrupa, STV Amerika, S Haber, Mehtap TV, Ebru TV, Yumurcak TV, Küre TV, Hazar TV, Kürtçe Dünya TV, MC TV gibi televizyon kanallarını katarken, Cihan Haber Ajansı’nı kurmuş, beş radyo kanalı ve ayrıca haftalık Aksiyon dergisi ile medya ağını çeşitlendirip güçlendimiştir (Sönmez, 2014: 177-178).

İktidarın medya ile olan ilişkisinde, sahip olduğu medya gücünü 2002’den itibaren iktidar lehine kullanan Fethullah Gülen Cemaati, daha önce çok defa anıldığı üzere 2012’de ilk işaretlerinin başladığı ve 2013’te iyice su yüzüne çıkan iktidar ile anlaşmazlıkları sonrası, iktidar aleyhinde yayınlar yapmaya başlamıştır. İktidar medyası olarak nitelendirilen mecraların da karşılık verdiği bu aleyhte yayınlar, önce Zaman gazetesi ve Samanyolu TV yöneticilerinin gözaltına alınmasını, izleyen süreçte de medya mecralarına kayyum atanmasını beraberinde getirmiştir. İktidarın kontrolündeki medyalarca “paralel medya” olarak nitelendirilen Cemaat medyası, aslında “paralel yapı” ya da “paralel devlet” olarak adlandırılan ve bütünü “Fethullah Gülen Cemaati Örgütü” olarak belirtilen yapının ayaklarından birini oluşturmaktadır. Söz konusu örgüte yönelik 14 Aralık 2014 tarihinde bir operasyon gerçekleştirilmiş ve örgütün medya ayağı olarak terör örgütü yöneticiliği gerekçesiyle Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca gözaltına alınmıştır (Sabah; Sözcü, 16 Aralık 2014).

Cemaat medyasının “medyayı susturma operasyonu” (Zaman, 17 Aralık 2014) olarak nitelendirdiği süreçte, gözaltında bulunan Dumanlı ve Karaca’nın serbest bırakılması için

basın meslek örgütlerinin desteğiyle imza kampanyaları başlatılmış; Avrupa Birliği ve uluslararası medyadan da Dumanlı ve Karaca için destek ve durumu kınama mesajları gelmiştir.

2002’den beri kol kola hareket eden iktidar ve cemaat medyasının ayrıştığı süreç için muhalif medyada ise, anlaşmazlığın su yüzüne çıktığı ve söz konusu cemaatin iktidarı hedef aldığı 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonunun, bir sene sonra iktidar tarafından rövanşının alındığı değerlendirmeleri hâkim olmuştur (Cumhuriyet; Sözcü 16 Aralık 2014).

Medyada ayrıca, terör örgütünün medya ayağını temsil ettikleri gerekçesiyle Dumanlı ve

Karaca’nın tutuklanmalarıyla ilgili olarak, her iki ismin de gazetecilikten tutuklanmadıklarını, bunun bir “basına müdahale” olarak değerlendirilmemesi gerektiği, aksi halde bu durumun önceki yıllarda tutuklanan gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener ile onları aynı kefeye koymak olacağı için yanlış bir değerlendirmeye sebep olacağı yönünde bir tartışma da gündemi meşgul etmiştir (Sabah, 18 Aralık 2014). Aynı günlerde Ekrem Dumanlı, serbest kaldıktan sonra görüşmek istediği ilk kişinin “İmamın Ordusu” kitabı nedeniyle 2011 yılında tutuklanan Ahmet Şık olduğunu belirtmiş; Şık ise Dumanlı’nın görüşme düşüncesine olumsuz yanıt vermiştir (Birgün, 17 Aralık 2014).

Medyayı da içine alan operasyonun sonucunda Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca “terör örgütü yöneticiliği” suçundan tutuklanmış; Ekrem Dumanlı ise yurt dışı yasağı kararı ile serbest bırakılmıştır (Vatan, 20 Aralık 2014).

Öncesinde bu şekilde sürecin yaşandığı Feza Gazetecilik A.Ş.’ye ait Zaman gazetesi ve diğer bütün medya mecralarına 4 Mart 2016 tarihinde "şirketin Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) faaliyetleri kapsamında ve örgüt faaliyetlerine destek olacak şekilde kullanıldığı yönünde kuvvetli deliller bulunması" gerekçesiyle mahkeme tarafından kayyum atanmıştır (Haber Türk, 5 Mart 2016). İki yıl boyunca İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili’nin pek çok delil ve belgeye ulaşarak verdiği kayyum kararında tanıkların verdiği ifadeler, Sabah gazetesi tarafından şöyle aktarılmaktadır (Sabah, 6 Mart 2016):

Zaman gazetesinin FETÖ/PDY örgütünün yayın organı olduğu, gerçek sahibinin örgüt lideri Fethullah Gülen olduğu, Gülen’in gazete baskıya girmeden sayfalarını gözden geçirdiği, gazeteye çeşitli talimatlar verdiği, talimatların da harfiyen yerine getirildiğini anlattı. Gazetenin FETÖ/PDY’ye yapılan operasyonları boşa çıkarmak üzere çarpıtma haberler yaptığı, söz konusu örgütün amacına açıkça hizmet eder içerikli yayınlara yer verdiği, örgütün propagandasını yürüttüğü bu yöndeki yayınların devam etmesi durumunda maddi gerçeklerin ortaya çıkarılmasında güçlük çekileceği sebebiyle kayyum atanması gerekli görüldü. Ayrıca Zaman, gerçek tirajı 10 bin-25 bin bandında olmasına rağmen, Basın İlan Kurumu’na 50 binin üstündeymiş gibi bildirimde bulunduğu,

böylece devletten haksız şekilde 3,5 milyon lira ödenek aldığı rapor hâline getirildi. Bu usulsüzlük, FETÖ/PDY soruşturma dosyasına delil olarak konuldu.

Kayyum atanmasının ardından Zaman gazetesi, bunun demokrasi ve basın özgürlüğü karşıtı bir uygulama olduğunu belirtmiştir: “Zaman, iki yılı aşkın süredir akreditasyon, vergi incelemesi, reklam verene müdahale ve okurları tehdit gibi ağır baskılar yaşıyor. Şimdi ise el koyma ve kayyum atama tehdidiyle karşı karşıyayız. Türkiye’yi demokrasi liginde küme düşüren bütün bu gelişmelerden dolayı kaygılıyız” (Yeni Çağ, 5 Mart 2016).

İktidar partisine muhalif olan bütün medya mecralarına kayyum atanması tedirginliğinin duyulduğu açıklamaları gündemde yer tutarken, Star gazetesi yazarı Cem Küçük ise bunun doğru olmadığını; sadece terör örgütü suçu kapsamındaki yasadışı medya mecraları için geçerli olduğunu aktarmıştır (Star, 5 Mart 2016):

FETÖ (Fethullah Terör Örgütü) dışında hiçbir gazeteye ve televizyona kayyum atanmayacak. Fethullahçıların uydurduğu gibi Doğan’ın medyasına da kayyum atanmayacaktır. Aydın Doğan da istediği gibi muhalefet edebilir ama anaakım olma iddiasındaysa terör örgütlerini savunan yazarları olamaz… Zaman’a kayyum atanması, hukukun bir gereğidir. Kayyum kararını veren cesur ve yürekli avukatları kutluyorum… Sadece Zaman değil, Feza Grubu’na bağlı tüm yayın organları yasadışıdır. Aksiyon da, Meydan da, Today’s Zaman da ve Özgür Düşünce denen terörist paçavralar da yasadışıdır.

Muhalif medyada ise yaşanan süreç, iktidarın henüz yakın zamanda el ele yürüdüğü gazeteye kayyum atanması şeklinde değerlendirilmiştir: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, kayyum atanmasına karar verilen Zaman gazetesini dört yıl önce öve öve bitirememişti. 25 Ocak 2012’de Zaman gazetesinin 25. yıl kutlamasındaki konuşmasında Zaman için, ‘Ateşte açan bir çiçek’ tanımını yapmıştı” (Sözcü, 5 Mart 2016).

Yaşanan sürecin iktidar ile cemaat arasındaki gerilimden kaynaklandığı yönündeki yorumlar üzerine dönemin İktidar Partisi Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu44,“Bunlar, kesinlikle hukuki süreçlerdir, siyasi süreçler değil. Hukuki süreçler olduğunu gösteren husus ne? Türkiye’de hükümetimize muhalif eden, farklı fikirler serdeden tek gazete, bahsedilen gazete değil. Diğer gazeteler özgürce fikirlerini ifade ediyorlar, hiç kimseye de ‘niçin bu fikirleri serdediyorsunuz’ diye bir sorgulama, uygulama yok” (Milliyet, 6 Mart 2016) değerlendirmesini yapmıştır. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ise “Karar siyasi değilse, kayyumun gazetenin yayın çizgisine müdahale etmemesi gerekir, kayyumun kıyım yapmaması gerekir. Çalışan arkadaşların iş güvencesi korunmalıdır” açıklamasını yapmıştır. Kayyum atanmasının ardından Zaman’ın internet

44 Ahmet Davutoğlu, 5 Mayıs 2016 tarihinde Başbakanlık görevinden çekilme kararını açıklamış; 22 Mayıs 2016 tarihinde yapılacak olan olağanüstü Ak Parti Kongresi’nde aday olmayacağını belirtmiştir.

gazetesi kapanmış ve Cihan Haber Ajansı da izleyen günlerde haber servisi yapamamaya başlamıştır. Künyesinde kayyumların isminin yazıldığı Zaman’ın kayyuma atandıktan sonraki ilk sayısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafıyla “Köprüde Tarihi Heyecan” manşeti yer almış; gazetenin bu sayısında yazarların hiçbiri yer almazken; gazete çalışanları “Yarına Bakış” adlı yeni bir gazete çıkarmıştır (Hürriyet; Aydınlık, 7 Mart 2016). Gruba ait medya mecraları teker teker kapanırken Zaman gazetesinin akıbeti üzerine, gazeteye atanan kayyum Avukat Tahsin Kaplan şu açıklamada bulunmuştur: (Sabah, 14 Mart 2016):

Bu gazetenin profesyonel olarak idare edilmesi için marka değerini ileriye taşıyacak bir genel yayın yönetmeni atamayı planlıyoruz. Şirketin varlıklarını geri dönmesini sağlarsak, Zaman markasını tarafsız ve herkesin beğenebileceği bir gazete hâline getirmek için çalışacağız. Gazeteyi kapatmak gibi bir düşüncemiz, göreve atandığımız andan bugüne hiç olmadı. Ancak gazetenin mali yapısı, bu kararımızda belirleyici olacak.

SONUÇ

Başlangıcından bu güne dek Türk basınının niteliği ve yapısı gereği bütün kırılma noktaları, iktidarla olan ilişkisi tarafından belirlenmiştir. Çalışmaya konu olan 2002’den günümüze güçlü muhafazakâr iktidar döneminde de sözü edilen şekilde bir kırılma yaşayan basın işletmeleri, iktidarın kendisiyle kurduğu ilişki çerçevesinde yeni yapı, yeni finansman ve işletme anlayışı ile dizayn edilmiştir. Medya endüstrili kompleksler dönemi içine karşılık gelen günümüz medya işletmeleri kısaca, medya girişimcisinin medya dışı alanlara yatırım yaptığı ya da medya dışındakilerin medya sektörüne yatırım yaparak entegre yapılar kurdukları bir görünüm sunmaktadır.

Basının gücüne atıfta bulunan dördüncü kuvvet olma özelliği ve diğer işletmelerden farklı özellikler göstermesi, iktidarların varlığında ve onunla kurduğu ilişkide etkili bir unsur olmasını beraberinde getirmektedir. 1980 sonrası bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de etkili olmaya başlayan neoliberal politikalar ekseninde şekillenen serbest pazar ekonomisi, basın işletmelerine de yansımış ve sözü edilen bu ilişkiyi derinden etkilemiştir. Gün geçtikçe daha güçlü bir sermaye yapısına kavuşması gereken işletmeler hâlini alan basın, ekonomi politiği gereği sahiplik yapısında hızlı dönüşümler geçirmeye başlamıştır. Çoğu aileden gelen geleneksel basın işletmeleri, yerini çok çeşitli başka iş kollarında faaliyet gösteren holdinglere bırakarak medya patronlarının iktidarla kurduğu patronaj ilişkileri kıskacında faaliyet gösteren yapılara dönüşmüştür.

Sözü edilen süreçler sonrasında bir holding bünyesinde yapılanan basın işletmelerinin gelir-gider dengesini ve mali durumlarını toplu şekilde inceleyen ve aktaran bir kuruluşun olmayışı, ne kamu ne de özel sektörde medya diye bir sektör tanımı ve ona ilişkin bir sektör analiz raporunun oluşturulmuş olması, hem çalışma boyunca karşılaşılan hem de araştırmada yapılan görüşmelerde ifade edilen önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, yapılan görüşmelerde medya işletmelerinin büyük bir bölümü için, bünyesinde bulunduğu holdingin genel bütçesine, ekonomik anlamda katkısının az olduğu ifade edilmektedir. Bir sermayedarın, çok düşük düzeylerde getirisi olan; hatta onu zarara uğratan ve kâr maksimizasyonu gütmediği; kısacası ticari anlamda akılcı olmayan bir sektörde faaliyet gösteriyor olması, medya sahiplerinin zararını, dışsal faydalarla tanzim ettiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Zaman zaman büyük medya gruplarının sahipleri olan isimlerce de siyasilerin ya da iktidarın ricası üzerine sektöre girdikleri ve sonrasında piyasanın girdabına kapılarak devam etmek zorunda kaldıkları itirafı, çalışmada ortaya çıkan sonuçlardandır. İktidarın, medyanın hegemonik etkisi aracılığıyla sağladığı avantajı, medya sahipleri ise faaliyette

bulundukları asıl iş kollarında hükümetlerle girişilen pazarlıklar sonrasında elde ettikleri kaynaklar ve ihalelerle tazmin etmektedir.

Çalışmada ortaya çıkan sonuçlardan biri de günümüz basın işletmelerinin en önemli gelir kaynağının, reklam ve ilan gelirleri olduğudur. Reklam yatırımı en fazla olan medya mecrası televizyon olurken, internetin de artan bir ivmeyle hız kazandığı görülmektedir. Gazete yayıncılığında ise rekabetin satıştan çok, reklam gelirlerinde yaşanması ve reklam piyasasından en fazla geliri elde eden gazetenin, satış ve reklam fiyatlarını belirlenmesindeki rolü, sektöre giriş maliyetlerinin yükselmesini ve medya piyasasının birkaç grubun hâkimiyetinde varlığını sürdürmesi sonucunu beraberinde getirmektedir. Sektöre giriş maliyetlerinin yükselmesi ve sektörde tutunmanın giderek güçleşmesine etki eden faktörlerden biri de sahiplik yapısı ve yoğunlaşmayı önleyici düzenlemelerin yetersizliğidir. Sektördeki varlığını olanca ağırlığıyla koruyan medya işletmelerinin lehine olan düzenlemeler, yeni yatırımcılar için aleyhte bir görünüm sunmaktadır.

Basın işletmelerinin yapısal dönüşümünde ve karşılaşılan sorunlarda temel bir değişken olan medya sahipliği, hem medyanın ekonomi politiğini belirleyen hem de bu kapsamda şekillenen anahtar bir kavram olarak ele alınmaktadır. Bu kapsamda çalışmada eksikliği doğrulanan düzenlemelerin uygulamada olan şekli, sermayenin özel ve genel çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Konuyla ilgili bazı sınırlamalar getiren düzenlemelerin yetersiz olması üzerine tartışmalar devam ederken, sorunun tamamıyla ortadan kalkmasına yönelik olarak medya sahiplerinin başka bir iş kollarında faaliyet göstermelerinin önlenmesi gerektiği; aksinin ise medyanın, diğer işleri pazarlaması için bir vitrin görevi üstlendiğini ortaya çıkmaktadır.

Medya sahipliğinde 2002 ile başlayan sürecin günümüze uzanan haritasında önemli değişiklikler yaşandığı ve merkez medyanın ise yeniden kurulduğu, çalışmada ortaya çıkan sonuçlardandır. Bu dönüşüm, ağırlıklı şekilde mevcut medya şirketlerinin iktidarın da dâhil olduğu süreçlerde el değiştirmesi şeklinde olurken, yeni birtakım sermaye güçleri de medya sektörüne yine iktidarın desteğini arkasına alarak giriş yapmaktadır.

Bu dönemde, Tasarruf Mevduatı Fonu’nun (TMSF) medya sektöründeki rolü artmış; söz konusu medya işletmesi el değiştirmeden önce uzun sayılacak sürelerde TMSF kontrolünde yayınlarına devam etmiştir. Hatta TMSF kontrolünde geçen süreçte medya mecralarının, üst düzey yöneticileri değiştirilmiş; önemli pozisyonlarda işten çıkarmalar ve işe almalar da söz konusu olmuştur. Yine önceki yayın çizgisinden farklı, iktidar desteğini ön plana alan bir yayın politikasıyla faaliyet gösteren mecralar hâlini alması da TMSF’nin, bu dönemde medya işletmeleri için önemli bir aktör konumuna geldiğinin göstergelerindendir.

Medya işletmelerinin el değiştirmesi sürecinde medya sahibi gibi bir misyon üstlenen TMSF, mecraların satışı süreçlerinde gerçekleştirdiği uygulamalarla da tartışma konusu olmuştur. 2002 ile başlayan sürecin hemen başında ilk olarak dönemin en büyük ikinci medya grubu olan Sabah ve atv’nin iktidara yakınlığıyla bilinen Çalık Grubu’na devrinde yürütülen ihale sürecinin yanlılığı ve sonrasında devlet bankalarından alınan kredilerle satışın beklenenin altında bir değerde gerçekleştirilmesi, bu anlamda ilk dikkat çeken tartışmalı uygulaması olmuştur. Sonrasında ihaleye dahi çıkmaksızın yapılan birtakım el değiştirmelerin sayısı artmış ve henüz basına yansımamışken ikinci defa satışı gerçekleştirilen bazı uygulamalar da söz konusu olmuştur. Son dönemde yaşanan kayyum atamalarıyla el konulan medya işletmeleri ise önce atanan kayyum kontrolünde yine iktidar lehine yayın politikasıyla faaliyette bulunmuş; ardından medya mecralarının faaliyetlerine sessiz sedasız son verilmiştir. İktidarın medya ile olan ilişkisinde, Türk medyasının en büyük grubu olan Doğan Grubu’na yönelik uygulamaları da sonuçları açısından dikkate değerdir. Doğan Medya Grubu, 2007 sonrasında kendisine yönelik artan çeşitli yaptırım ve uygulamalar sonucunda küçülmeye gitmek zorunda bırakılmıştır. Özellikle kesilen büyük vergi cezaları sonrasında grup, medya gücünü azaltarak hedef olmaktan kurtulmayı denemiştir. Bu noktada iki önemli sonuç dikkat çekmektedir: Sabah ve atv’nin el değiştirmesiyle aileden gazetecilikten gelen Dinç Bilgin’in medyadan tasfiyesi, bu anlamda bir dönemin sonu olarak kabul edilirken, Doğan Grubu’nun küçülmesi ise 1980 ile başlayan süreçte medyadaki hemen her dönemin en büyük medya patronu olan Aydın Doğan’ın etki alanını daraltmış ve merkez medyanın yönünü değiştirmiştir.

Merkez medyanın da yıllar önce medya dışında finans, sanayi, enerji, madencilik, inşaat gibi alanlarda faaliyet gösterirlerken medyaya sonradan, onun ortaya çıkardığı dışsal ekonomiden yararlanmak üzere giren bir kesim olması, çalışmaya konu edilen dönemde de iktidar eliyle hizaya getirilmelerinin çok da zor olmadığı sonucunu gözler önüne sermektedir. Oyuncuları değişmeye başlayan merkez medyada iktidar yanlısı medya mecraları, hem niceliksel hem de niteliksel olarak kendilerini geliştirmeye ve yaygınlaşmaya başlamıştır ve bu durum da sözü edilen güçlü iktidarın kendi sesini duyuran, kendi söylemini yaygınlaştıran medya kanalları yaratması sonucunu doğurmaktadır. Bu açıdan, var olan iktidarın gücünün pekiştiği 2007 yılından günümüze, medya yatırımı olan sermayeyi kuşatan ve merkez medyanın çehresini değiştiren hareketliliğin arttığı görülmektedir. Bu dönemin, hem iktidar yanlısı gazete ve televizyon kanallarının güçlenmesi, yaygınlaşması, popülerleşmesi açısından; hem de eski/yeni medya kanallarının iktidar yanlısı sahiplik mekanizmalarına devri açısından dikkat çeken sonuçları olmuştur.

2002’den günümüze uzanan süreçte, eğlence endüstrisi ile medyanın iç içe geçmesinden kaynaklanan, istihdam edilen medya çalışanı profilinde de değişim yaşanmıştır. Gazete çalışanları açısından konularında uzman gazeteci ve yorumculara olan talep azalırken daha az kalifiye, daha itaatkâr, reklam gelirlerini arttırmaya yardımcı olan eleman türüne daha çok önem verilmeye başlanmıştır. Ayrıca, reklam gelirlerinin en önemli gelir kaynağı hâline geldiği medya işletmelerinde televizyonun en fazla payı alması, yazılı medya çalışan profilinin önemine gölge düşüren diğer bir etkeni oluşturmaktadır. 1980’lerde ilk etkilerinin görüldüğü basın emekçilerinin sendikasızlaştırılması süreci ise söz konusu dönemde katı şekilde devam ederken, sendikalı medya çalışanlarının işten çıkarılmaları da çalışanlar üzerinde caydırıcı etki olarak kullanılmaya devam etmektedir.

Reklam gelirlerinin dağılımında televizyonun diğer mecralara sürekli üstünlüğü, yazılı medyanın uğradığı zararın televizyon gelirlerinden karşılanması sonucunu doğururken bu durum, holding yapılanması içinde ayrı şirketler olarak zarar eden tarafa kaynak aktarımı üzerine iki farklı görüşü ortaya çıkarmaktadır. Araştırmada yapılan görüşmelerden Hürriyet Gazetesi Finans Direktörü, zarar eden işletmelerin olmasının haksız rekabet yaratması anlamına gelmesinden ötürü durumun, daha en baştan sağlıksız olduğunu ifade etmektedir. Sözü edilen şekilde zararın diğer bir şirket üzerinden karşılanmasının ise halka açık olan bir yapıda mümkün olamayacağını belirtmektedir. Halka açık olmayan bir yapıda ise yine transfer fiyatlandırmasının bu uygulamayı engellediğini ve bunun ancak sermaye artışıyla mümkün olduğunu ifade etmektedir. Sabah ve atv’nin bünyesinde faaliyet gösterdiği Turkuvaz Medya Grubu Finans Müdürü ise anılan durumla ilgili olarak bunun ticari anlamda yapılabilen bir uygulama olduğunu ifade etmektedir.

Çalışma sonuçları göstermektedir ki araştırmaya konu edilen güçlü muhafazakâr iktidar dönemi, medya endüstrili kompleksler içinde faaliyette bulunan basın işletmelerinin yapısını, üretim ve çalışma ilişkilerini de derin şekillerde etkilemiştir. Çoğu, ekonomik açıdan getirisi olmayan hatta zararı dahi söz konusu olan basın işletmeleri, sahiplerine dolaylı yollardan sağladığı faydaları nedeniyle hâlâ tercih edilmektedir.

Türk basınının niteliği ve yapısı gereği bütün kırılma noktalarının, iktidarla olan ilişkisi tarafından belirlendiği göz önüne alındığında, 2002 yılında başlayan Ak Parti iktidarı ile hız kazanan Anadolu sermayesinin merkeze yerleşme sürecinin medya ayağı, onu doğrudan sahiplik stratejisiyle ele alması sayesinde başarılı olmuştur. Ekonomik ya da onun koşullandırdığı siyasi iktidar, bir ülkenin siyasi yapısını dönüştürdüğü gibi medya yapısını ve ilişkilerini de değiştirip dönüştürmüştür. Gelinen nokta göstermektedir ki medyanın iktidarla olan ilişkisinde temel konu, gücü ya da güçsüzlüğü söylemlerinin sığ zemininden eleştirel

ekonomi politik zemine kaydırılmalı ve bu zemini kendine referans alan bir bakış açısı ile değerlendirilmelidir.

Günümüz basın işletmeleri, iktidarın kendisiyle kurduğu ilişki çerçevesinde yeni yapı, yeni finansman ve işletme anlayışı ile dizayn edilmekte ve sahiplik yapısı da medyanın, hegemonyanın tesisinde yarattığı etki ve ekonomi politiği çerçevesinde şekillenmektedir.

KAYNAKÇA

Adaklı, G. (2001) Türkiye’de Televizyon Yayıncılığının Dinamikleri, Kejanlıoğlu, B., Çelenk, S., Adaklı, G. (der.) Ankara: İmge

Adaklı, G. (2006). Türkiye’de Medya Endüstrisi ve Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri. Ütopya, Ankara.

Adaklı, G. (2009), “2002-2008: Türk Medyasında AKP Etkisi”, Uzgel, İ. ve Duru, B. (der.). AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix Yayınevi, Ankara.

Adorno, T. W. (2008). Kültür Endüstrisi ve Kültür Yönetimi. (çev. N. Ülner, M. Tüzel, E.