• Sonuç bulunamadı

4.7 Bulgular ve Yorum

4.7.1 Türkiye’de Medya Ekonomisinin Genel Durumu

4.7.1.4 Çalışan Profili

2001 kriziyle başlayan 2002’den bu yana devam eden medya sahipliğinde ve mali yapılarında yaşanan dönüşümler kadar dikkat çekici olan bir dönüşüm de medya çalışanları bağlamında görülmektedir. Medya endüstrili kompleksler dönemi olarak adlandırıp ele alınan 2002’den günümüze uzanan süreçte, eğlence endüstrisi ile medyanın iç içe geçmesinden kaynaklanan, istihdam edilen gazeteci profilinde de değişim yaşanmıştır. Konularında uzman gazeteci ve yorumculara olan talep azalırken daha az kalifiye, daha itaatkâr, reklam gelirini arttırmaya yardımcı olan eleman türüne daha çok önem verilmeye başlanmıştır. Sönmez, televizyonun ağırlık kazandığı bu süreç için şu değerlendirmelerde bulunmuştur (2010: 150, 153):

Özellikle Türkiye gibi ülkelerde, televizyon dizilerinin hegemonyası ile reklamların dizilere akması, dizi-hegemonik bir medyayı ortaya çıkardı. TV’ler yazılı basını gölgede bırakırken, grupların yazılı basını, açığını TV’lerden kapatan ve kendi TV’sini gözeten mecralara dönüştüler… Bu dönemde medya aristokrasisi de diğer çalışanlardan iyice koptu (koparıldı), sendika askıya alınıp örgütsüzlük

mutlaklaştırıldı, pazardaki hegemonya, çalışanları seçeneksiz bırakarak itaate daha çok zorladı. Medya çalışanlarının taşeronlaşma, esnek üretim yöntemleri ile hem ekonomik pazarlık güçleri, hem de editoryal bağımsızlık alanları kısıtlanmış, daraltılmış oldu. Bu format içinde, medya patronu en dokunulmaz sanılan yazarları, editörleri bile “rehin” almış oldu, giderek yazılacaklar ve yazılmayacaklar kırmızı çizgilerle belirlendi… Patronun kıyıcılığına, güdülmemesine karşı, çalışanlarla dayanışmak yerine, patrona ait mahrem bilgileri sızdırarak köşesini kurtardığını sanan yazar profilleri türedi. Kendi arasında dayanışmayıp bu kadar edilgenleşen medya aristokrasisi, medyada diktatörleşmeye fiilen hizmet etmiş oldu. Bu sayede de medya patronları, her kategoriden personeli bir fiske ile sektörün dışına atabilecek güce erişti.

Türkiye’de yerel medyanın az gelişmiş olması da yetişmiş iş gücünü istihdam edememesini beraberinde getirmektedir. Çalışılabilecek özel ve kamuya ait medya işletmelerinin büyük şehirlerde; hatta büyük kısmının sermayeyle birlikte medyanın da merkezi sayılan İstanbul’da faaliyet gösteriyor olması, gazetecilerin çalışma ve yaşam koşullarını belirleyen faktörlerdendir. Medya sektöründe çalışanların sık iş değiştirme ve dengesiz ücret politikalarıyla mücadelelerinde, medya sektöründe işgücüne katılım için büyük şehirde yaşamak zorunluluğu da etkili olmaktadır. Sözeri ve Güney, medya sektörünün ekonomik yapısından kaynaklanan söz konusu sorunların, medya içeriğini dahi belirleyen geniş bir etki alanına sahip olduğunu aktarmaktadır (2011: 36):

Haberlerin ve bilgilerin İstanbul merkezli olması, tek taraflı akış sonucunu doğurmakta; medya ürününün içeriğini de etkilemektedir. Medya sektöründeki çalışma koşullarının yetersizliğinin, örgütlenme sorunlarının ve coğrafi dağılımdaki dengesizliğin kaynağı, yasal düzenlemelerdeki boşlukların ve denetim yetersizliğinin yanı sıra medya sektörünün ekonomik yapısındaki sorunlardır. Kâr etmeyen medya kuruluşları, sahiplerinin direnci ile yaşamlarını sürdürürken bu koşullar, istihdam kalitesinin arttırılması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi konuları ikinci plana itmekte; bazı kuruluşlarda ücretler üzerinde baskı kurulmasının yolunu açmaktadır.

İş gücündeki rekabet ve işsizlik korkusu gazetecileri, kendi sorunlarını çalıştıkları medya vasıtasıyla dahi duyurmalarına engel olmaktadır. Kayıt dışı çalışma koşullarının yanı sıra Türkiye’de medya sektöründe istihdama ilişkin güvenilir bir kaynak da mümkün olamamaktadır. Mustafa Sönmez, ne ulusal gelir, ne imalat sanayi, ne hizmetler, ne de iş gücü ile ilgili sektörel kodlamalarda “medya-kültür-endüstrisi” diye bir başlığın söz konusu olduğunu; bunun yerine sektörün çeşitli bileşenlerinin bir araya getirilerek bazı niceliksel ölçümler yapmanın ancak mümkün olduğunu aktarmaktadır. Bu konuda da NACE sınıflandırmasını kullanan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) verilerine başvurulabileceğini belirtmektedir (2010: 24).

Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Hanehalkı İşgücü Anketleri’ne ve yine TÜİK’in yazılı medya istatistiklerine başvurularak 2010 yılında

gerçekleştirilmiş incelemeye burada aynen yer vermek, sözü edilenlerle ilgili örnek olması ve yapıyı somutlaştırmak adına uygun olacaktır. Ancak tüm bu verilerden sadece medya sektöründeki sigortalı çalışan sayısına ulaşılabilmekte; bunlar arasından 5953 Sayılı Kanun kapsamında gazeteci olarak çalıştırılanların verilerine ulaşmak mümkün olmamaktadır. Sınıflandırmada şu işkolları dikkate alınmıştır (Sözeri ve Güney, 2011: 32-35):

 Gazetelerin yayımlanması

 Dergi ve süreli yayınların yayımlanması

 Sinema filmi, video ve televizyon programları yapım faaliyetleri

 Sinema filmi, video ve televizyon programları çekim sonrası faaliyetleri  Sinema filmi, video ve televizyon programları dağıtım faaliyetleri  Ses kaydı ve müzik yayıncılığı faaliyetleri

 Radyo yayıncılığı

 Televizyon programcılığı ve yayıncılığı faaliyetleri  Web portalları

 Haber ajanslarının faaliyetleri

SGK’nın 2010 yılı Kasım ayına ilişkin verilerinde bu işkolları kapsamında çalışan sayısı 22.927 olarak kaydedilmiştir. Çalışanların büyük çoğunluğu, özel sektörde istihdam edilmektedir. Yazılı ve görsel medyada 5953 Sayılı Kanun kapsamında çalışan gazeteciler, işe başladıktan bir süre sonra Basın Kartı sahibi olabilmektedirler. Yazılı ve görsel medya sahipleri ile yönetim kurulu başkanlarının yanı sıra gazetecilik mesleğini temsil eden kamu kuruluşları üyelerine ve iletişim fakültelerinin dekan ve yardımcıları ile bölüm başkanlarına verilebilmektedir. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün (BYGEM) verilerine göre, Türkiye’de toplam 11.876 Basın Kartı sahibi bulunmaktadır. SGK verileriyle birlikte, Basın Kartı alabilen kamu kuruluşu çalışanları ve akademisyenler göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’de medya sektöründe sigortalı olarak çalışanların Basın Kartı sahiplerinin oldukça düşük olduğu dikkat çekmektedir. Bunun nedeni olarak da medya sektöründe 5953 Sayılı Kanun kapsamında çalışan gazeteci sayısının azlığı gösterilmiştir. BYGEM verilerine göre ayrıca, geçici işsizlik durumunda gazetecilere verilen Serbest Basın Kartı sayısının çok az olması, gazetecilerin işsiz kalmaları durumunda bu olanaktan yeterince yararlanamadıklarını ortaya koymaktadır. Cinsiyete göre Basın Kartı dağılımında bakıldığında, farkın erkekler lehine çarpıcı olduğu görülmektedir. Özellikle Basın Şeref Kartı ve Sürekli Basın Kartı sahipliğinde; yani kıdemli gazeteciler arasında erkeklerin hâkimiyeti dikkat çekmektedir. Sözeri ve Güney’e göre bu durum, medyada içerikte ve söylemde kendini

belli eden erkek egemen yapıyı görünür kılmaktadır. Bu durum ayrıca, basın kartı sahibi olma hakkı bulunan kamu kuruluşu çalışanlarının da erkek olduğunu göstermektedir.

Medya sektöründeki çalışma koşullarına ilişkin verilere ulaşmak, çalışan sayısına ve demografik dağılıma ulaşmaktan da daha zor olmaktadır. Bunun nedenlerinin başında, çalışanların sosyal güvencelerine ilişkin sorunlar, gazetecilerin sık sık iş değiştirmek zorunda kalması; yani çalışan devir hızının yüksek olması ve medya şirketlerinin çalışma ilişkileri konusunda şeffaf bir politika izlememesi gelmektedir. SGK verilerine göre medya sektöründe çalışanların büyük çoğunluğunun kıdem ortalaması, beş yıldan az görünmektedir.

Türkiye’de özellikle büyük medya gruplarındaki çalışma koşullarına ilişkin daha somut verilere Hanehalkı İşgücü Anketleri ile ulaşılabilmiştir. Bu noktada 2009 yılı anketlerine göre, Türkiye’de büyük medya gruplarında kayıtlı çalışanların kıdem yılı ortalaması, beş yıldır. Anket sonuçlarına göre medyada kayıtlı çalışanlar ortalama olarak haftada 50 saat çalışmaktadır. % 70’i tam zamanlı olarak çalıştıklarını ifade eden kayıt dışı çalışanların, ortalama haftalık çalışma süresi, 40 saat olarak görülmektedir.

Medya sektörünün İstanbul’da yoğunlaşmasıyla ilgili olarak da yine SGK verilerine başvurularak yapılmış çalışmaya göre 2008 sonu itibarıyla, sektörün toplam kayıtlı iş yerlerinin %30’a yakını, toplam kayıtlı istihdamın da %31’i İstanbul’dadır. İstanbul, 2009 sonunda 7 bin 344 iş yeri ve 67 bine yaklaşan kayıtlı istihdamıyla, sektörün %55,9’luk payın sahibi olmuştur. Merkezi Ankara’da bulunan TRT dahi, taşeron tedarikçilerini İstanbul’dan seçmekte; programların önemli bir kısmını İstanbul’da üretmekte, devletin Basın İlan Kurumu bile ilanlarını İstanbul’dan dağıtmaktadır (Sönmez, 2010: 30-32).

Medya mecralarına göre çalışan profiline ve bu profilin coğrafi anlamda dağılımına bakıldığında SGK verilerine göre “televizyon programcılığı ve yayıncılığı faaliyetleri” ile “sinema filmi, video ve televizyon programları yapım faaliyetleri” iş kollarında sigortalı çalışan sayısı 13.481’dir. Televizyon yayıncılığı alanında çalışanların %98’i özel yayın kuruluşlarında, %2’si kamuda çalışmaktadır. Çalışanların %81’i İstanbul’da faaliyet gösteren kurumlarda çalışmakta; bu oranı %8 ile Ankara izlemektedir. Basına göre daha yeni bir mecra olan televizyon yayıncılığı sektöründe çalışanların çoğunluğu, genç ve orta yaşlı kesimden oluşmaktayken; deneyimli çalışanların oranı diğerlerine göre daha düşüktür. Televizyon sektöründe kadınların oranı %33 iken erkeklerin oranı %67 olarak daha yüksektir. SGK verilerine göre Türkiye’de Gazetelerin Yayımlanması işkolunda 5457 sigortalı çalışmaktadır. Bunların %40’ından fazlası İstanbul’dadır; geri kalanların %12’si Ankara’da, %3’ü İzmir’dedir. Erkeklerin oranı kadınlara göre biraz fazlayken (%56), yaş ortalaması diğer sektörlere göre daha yüksektir. Ulusal, yerel, bölgesel bütün gazeteleri içine alan TÜİK’in

2009 Yazılı Medya İstatistiklerine göre, gazete yayıncılığı sektöründe 18.024 kişi çalışmaktadır. Bunların %73’ü erkek, %27’si kadındır. Çalışanların kadro dağılımlarına bakıldığında, genel yayın yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü gibi kadrolarda erkeklerin yoğun olduğu, kadınların ise daha çok grafiker, düzeltmen, redaktör ve “diğer personel” adı altında çalıştığı görülmektedir (2010: 52-58).

Medya sektöründeki tekelleşmenin ilk etkisi de doğal olarak basın çalışanlarına karşı doğmaktadır. Teknolojiye dönük büyük yatırımlar yapılırken, basın çalışanlarının sayılarında sürekli bir azalma yoluna gidilmektedir. (Dünya, 4 Aralık 2005). Bugün medyanın hemen her sektöründe kıdem yılı ortalaması, beş yıldan azdır. Çalışan devir hızının yüksekliği toplumsal işlevi gereği uzmanlaşmanın, tecrübenin çok önemli olduğu medyada bu niteliklerin geri plana itildiğini ortaya koymaktadır. Düşük kârlarla çalışan ve bazıları zarar eden medya işletmeleri, çalışanları üzerinde ücretler yoluyla da baskı kurmaktadır. Bir başka deyişle medya sahipleri ve yöneticiler, deneyimli çalışan yerine maliyeti daha az, düşük ücretli deneyimsiz gazetecileri tercih etmektedir (Sözeri ve Güney, 2011: 97-98). Söz konusu durumu 2003 yılında Gazeteci Şükran Soner de aktardıklarıyla desteklemektedir (Bizim Gazete, 7 Mayıs 2003):

“Siyaset üzerindeki etkisini arttırmak isteyen holdingler daha çok, pazarlamaya dayalı ve düşük ücretli gazeteci çalıştıran bir medya yarattı… Türkiye’de medya kuruluşları sendikalı gazeteci çalıştırmıyor. Bırakın sendikayı, 212 Sayılı Yasa’ya göre gazeteci barındırmıyor. Türkiye’nin en büyük gazetelerinde, kırk kişinin 212’li çalıştırıldığını öğrendik. Bu çark, maalesef böyle işler hâle geldi.”

Yine aynı yıl, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TSG) 51’inci kuruluş yıl dönümü dolayısıyla bir araya gelen gazeteciler, medya sahiplerinin baskıları karşısında kendilerini güçlü kılacak yasal düzenlemeler yapılması beklentilerini vurgulayarak sendikalaşma çağrısında bulunmuşlardır (Bizim Gazete, 11 Temmuz 2013). Sendika, 2014 yılında ise kendilerine ileri haklar tanıyan 212 Sayılı Yasa’nın da yıl dönümü olan 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününde yasaya bir kez daha sahip çıktıklarını ve gazetecilik kisvesi altında kalemşorluk, iş takipçiliği ve tetikçilik yapılmasının meslek etiğine aykırı uygulamalar olduğunu belirtmişlerdir (Finansal Forum; Cumhuriyet, 11 Ocak 2004).

2008 yılında Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın Genel Başkanı olan Ercan İpekçi, gazeteciler ile basın patronları arasındaki ilişkilerin dengesini sağlayacak, basın çalışanlarını medya patronlarına karşı hem ekonomik hem sosyal açıdan özgür hissettirecek, iş güvencesini sağlayan bir düzenlemenin mevcut olmadığını; hatta gazetecilere tanınan yıpranmaları karşılığında erken emeklilik haklarının da iktidar tarafından geri alındığını aktarmıştır (Günlük Evrensel, 4 Mayıs 2008).

Medya çalışanlarının sendikasızlaştırılma sürecini değerlendiren Haluk Şahin ise günümüzde çok sayıda küçük meslek örgütünün olduğuna, gazetecilik içinde uzmanlık alanlarının hepsinin çok sayıda örgüt tarafından temsil edildiğine; ancak bu örgütlerin hiçbirinin gücünün olmadığına değinmektedir (Birgün, 6 Aralık 2011):

“Bu örgütlerin üye sayıları da çok az ve başka hiçbir olanakları yok. 1980’lerde Türkiye’de gerçekleştirilen neoliberal dönüşümle emek ne kadar örgütsüz olursa, zenginler o kadar çok ve kolay para kazanır ve zenginler kazandıkça da bir süre sonra ülkedeki diğer kesimlere de birkaç kırıntı düşer sandılar. İşte, şimdi bu anlayışın krizi yaşanıyor. Türkiye’deki sendikacılık, bilinçli ve aktif bir şekilde tasfiye edildi.”