• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: CUMHURİYETÇİLİK VE CUMHURİYETÇİLİĞİN TARİHSEL

1.3. Aydınlanma’yla “Liberal Değerler”in Ön Plana Çıkması ve Cumhuriyetçilik

1.3.2. Cumhuriyetçiliğin İki Yüzü: Atlantik ve Kıta Avrupası

1.3.2.1. Atlantik Cumhuriyetçiliği

1.3.2.1.2. Federalist

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), bazı küçük yapısal değişimler geçirmekle birlikte, “günümüze dek yaşamını sürdürmüş ilk cumhuriyet” deneyimi olarak da kabul edilmektedir (Ateş, 2008-2009: 79). Bu modelin Harrington tarafından, Machiavelli’nin görüşlerinin yeniden düzenlenmesiyle oluşturulduğuna yönelik atıflar mevcut olmakla birlikte, özgürlüğün güvence altına alınmasına öncelik veren Lockecu “liberal” değerlerle yüklü bir “birey” anlayışının yansıması olduğu da ifade edilmektedir (Miller vd., 1994: 140-141).

Bu temeller üzerine inşa edilen cumhuriyetçilik düşüncesinin demokrasiyi içerecek tarzda geliştiği özgün örnek ABD olarak görülmektedir. Kıta Avrupa’sı geleneğinden farklı olarak ABD’nin monarşik bir tarihsel arka planı yoktur. İngiltere’den bağımsızlığını elde ettikten sonra ülkede demokratik değerler içeren bir haklar bildirgesi yayınlanmış ve ABD cumhuriyet düşüncesini “bireysel özgürlük ve haklar” dâhilinde değerlendirmiştir. Bu anlayışta cumhuriyetçiliğin pratik anlamda “toplum”a dayandırılmış şekilde geliştiği ve demokrasiyle beraber yönetim hakkına sahip vatandaşların özgürlüğü ile temel haklarını içerdiği bir anlamda oturmuştur (Çaha, 1999: 21).

Yeni kabul edilebilecek olan bu cumhuriyetçi görüşün bir model olarak kabul edilmesi için Thomas Jefferson (1743-1826) “çoğulcu toplum” tezi ile çaba harcamış, James Madison1 (1751-1836) ile Alexander Hamilton (1755-1804) da bu noktada önemli görüşler ileri sürmüştür (Goodwin, 1995: 34). Bu bağlamda James Madison’un, Alexander Hamilton’un ve John Joy’un makalelerini, 1787-1788 yıllarında “Federalist

Serisi (The Federalist Papers)”2‘de yayınlamaları önemli addedilmektedir. Çünkü Amerikan bağımsızlığında düşünsel ve fiili etkileri olan düşünürlerin oluşturduğu grup “Federalistler” olarak adlandırılmıştır. Ancak bir çok düşünür, Amerikan cumhuriyet modelinin belli yönlerden cumhuriyetçilikten sapma gösterdiğini belirtmiştir. Bunda da

1Amerika’daki liberal din yasasının çıkmasındaki katkısıyla ve cumhuriyetçiliğin bir çoğulcu yönetim olduğu iddialarıyla siyaset felsefesine bir çok argüman kazandırmıştır. Din özgürlüğü adına Amerika’daki çabalarıyla, Avrupa’daki din özgürlüğüne yönelik hareketleri etkilediği ifade edilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluş felsefesinin bir özeti olarak kabul edilen “Federalist” derlemelerinin önemli bir kısmının Madison’un fikirleriyle şekillendiği kabul edilmektedir. Amerikan cumhuriyetçiliğinin o güne kadar ki en iyi halk egemenliği kuramı olduğunu savunan Madison, çoğunluğun bazı hatalı ve telafi edilemez davranışlarının panzehiri olarak “çoğullaştırma” tezini öne sürer, bu bağlamda toplumdaki her çıkar grubunun isteklerinin çakıştığı kamusal alan içerisinde kimsenin birbirine üstünlük sağlayamayacağını iddia eder. Madison, o güne kadar sağlanmamış olduğuna inandığı “toplumsal istikrarın” böyle bir cumhuriyette hayat bulabileceğini ifade etmiştir (Hammond vd., 2007: 370-372; Miller vd., 1995: 90-92; Pettit, 1998: 141).

2Hamilton’un 51, Madison’un 24 ve Jay’ın 5 makalesinin toplamı olan 85 makaleden oluşan, Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluş felsefesini oluşturduğuna inanılan deneme serisi olarak kabul edilmektedir. Denemeler olarak kabul edilen serinin Amerikan anayasal düşüncesine ve dünyadaki anayasal liberal temsili demokrasi düşüncelerine olan katkısı büyük olarak kabul edilmektedir. Amerika’nın kendine özgü şartları içerisinde, cumhuriyetçiliğin kazanmış olduğu yeni ivmenin başlangıcının da bu metinler olduğu düşünülmektedir. Ayrıca cumhuriyetin ve demokrasinin küçük şehir devletleri için gerekli olduğu düşüncesinin yıkılarak, büyük ve güçlü yetkilerle donatılmış federal bir iktidarla mümkün olabileceği düşüncesi yine bu metinlerde dile getirilmiştir. Yeni Amerikan federal birlikteliğinde cumhuriyetin boyutlarının yaygınlaştırmasıyla birlikte, halk ile aristokrasinin toplum adına yararlarını birleştirmek için önemli bir dönüm noktası ve uygulaması olduğu yönündeki görüşler hep bu denemeler serisi içerisinde ön plana çıkmıştır. Ayrıca yeni Amerikan Cumhuriyeti, “çoğulcu” bir toplumsal yapının etkinliğinin çözümlenmesiyle beraber cumhuriyetçiliğin farklı bir yüzünün ortaya çıkması adına önemli bir işlevi görmüştür (Hammond vd. 2007: 456-520; Raynaud, 2003b: 47-48).

Federalist serisindeki makalelerde belli yönleriyle işlenen “iktisadi liberalizm” anlayışının büyük etkisi olmuştur (Manin, 1994: 48-50).

Bu anlayış Atlantik cumhuriyetçi geleneğinde serbest ticarete verilen önemle bireylerin ve toplumun ekonomik “haz” güdüsünün giderilebilmesi adına önemli bir ayağı teşkil ederken, Fransız cumhuriyetçiliğinin ekonomik olarak bir çok olgunun devlet eliyle ele alınması, bu bağlamda Kıta Avrupa’sı geleneğinin bireyin tatmini yönünde önemli bir eksikliğin giderilememesine sebep olmuştur.

Genel itibariyle Federalist’te genelde, yöneticilerin yurttaşlar tarafından nasıl denetlenebileceği, “sivil erdemin” bir toplumda gerekliliği ve israfın neden olduğu toplumsal “yozlaşma” konusu incelenmiştir. Bu bakış açısı, Amerika’nın ilk kuruluş yıllarında, eyalet meclislerindeki yerel yöneticilerin icraatlarına ilişkin olarak geliştirilen bazı söylemlerin gelişmesine neden olmuştur (Pettit, 1998: 294).

Amerikan Kongresi’nde, Federalist’e vurgu yapılırken “Deneyim bizim tek yol göstericimiz olmalıdır. Us bizi yanlış yönlendirebilir” cümlesine atıfta bulunulmuştur. Bu durumun, antik ve modern tarihi deneyimleri, bağımsızlık mücadelesinin verildiği İngiliz anayasasını, İngilizlerin geleneksel kurumlarındaki ilkeleri kapsama gayretinden kaynaklandığı söylenebilir. Anayasanın değerlendirilmesini ve bu tartışmalar içerisinde anayasanın nasıl kavramlaştırılacağını konu edinen meseleler, her biri sonuçlandığında aynı verilerden hareket edilmesini gerektiren, en az üç aşamalı bir düzen üzerine kurulmuştur. Bu düzen, katılımcıların yeni anayasaya olası tepkileri doğrultusunda biçimlendirilen siyasal gerçekliğe dayandırılmıştır. Bu düzenin temelinde ise farklı ve girift düşünceler, inanışlar ve zaman içerisinde Amerika’da kültürel olarak anlamlandırılan tanımlanmalar vardır. Federalist yazarlar ve onların takipçileri, tüm toplumca paylaşılan bu deneyimlerin çeşitliliğinden oldukça yararlanmıştır. Pek çok Amerikan eyaletindeki anayasal uygulamalar ve karşıtlarının ileri sürdüğü teoriler ülkede “tek sesli” olmayan bir görüntü çizmiştir (Iain Hampsher-Monk, 2004: 253-254).

Amerika’daki federal devlet yanlıları, cumhuriyet düşüncesini böyle bir ortamda ele almışlardır. Yönetim işini, “herkesin işi” olarak tanımlamakta da özel gayret sarf etmişlerdir. Bu düşünce, ilk başlarda Fransa Devrimi’yle tekrar popülerleşen “demokrasi”nin karşısında yer almıştır. Bu dönemde ABD’deki Federalistlerin, İngiliz

önemli siyasi aktörleri olarak ele alınmışlar ve düşüncelerin yönlendirilmesinde önemli etkileri olmuştur (Armağan, 2008: 128).

Buna göre, temsili demokrasinin bir yansıması olarak ele alınabilecek olan cumhuriyet rejimi, her an istikrarsızlaşma tehdidi altında bulunan doğrudan demokratik bir sistemden daha iyidir. Bu anlamda cumhuriyetçilik, demokrasinin her türlü sapmasına karşı bir panzehirdir. Rousseau’nun halk egemenliği anlayışını “ütopik” gören bu bakış açısında, bir seçilmişler grubu muhakkak halkın temsilciliğini üstlenecektir. Ayrıca Federalist’te, Montesquieu’nun cumhuriyet idaresinin küçük ülkelerde uygulanabileceğine ilişkin görüşlerinin yanlış olabileceği savunulmuştur. Federalistler bu anlayışlarına paralel olarak, “halk meşru bir otoritenin kaynağı olmalıdır, ancak temsil aracılığıyla bu ifade edilirse anlam kazanabilir …” görüşünü ileri sürmüşlerdir (Goodwin, 1995: 35).

Federalist’te belli yönleriyle bir demokrasi karşıtlığı var gibi görünse de bu durumun aslında “doğrudan demokrasi” anlayışına yönelik olduğu görülmektedir. Doğrudan demokrasinin azınlığın haklarına zarar verebileceği oysa ki denetleme görevi ağır basan bir cumhuriyet yönetiminde “çıkar gruplarının”, çoğunluğun zorbalığı tehlikesini azaltabileceğini belirtmiştir. Bu bağlamda Federalistler, Rousseau’nun içini dolduramadığı iddia edilen çok parçalı topluluğun çatışmalarını engellemek için Machiavellici ve Montesquieucu bir bakış açısı sunmuşlardır.

Toplum içerisinde oluşması kaçınılmaz olan hiziplerin yönetimi yozlaştırabilecek olan etkilerini yok etmek için, toplumdaki her bir çıkar grubunun birbirlerinin güçlerine eş değer güçte olmaları gerekmektedir. Çıkar gruplarını toplumsal anlamda birer “kurumsal” yapılanma olarak kabul eden Federalistler, bazı yazarlara göre somut bir şekilde yeni bir cumhuriyetçi model oluşturmuş, halkı tüm meşruiyet anlayışlarının kaynağı kabul etmişlerdir. Ayrıca halka, yönetim üstünde denetim mekanizmasının ana nüvesi olma durumunu da sağlamışlardır (Audier, 2006: 49).

Federalistler, geleneksel İngiliz bakış açısının da etkisindedir. Özgürlüğün sağlanabilmesi adına özel yaşamın korunması onlara göre şarttır. Kralın yerine anayasayı, esas almışlardır. Bu görüş, “cumhuriyetçi karma hükümet kuramını” gündeme getirmiştir. Yurttaşlar arasında “birlik” sağlamanın bir ütopya olduğunu iddia eden bu görüş, “kurumlar öyle bir dengelenecek ki, rakip çıkarlar birbirini denetlesin”

diyerek cumhuriyetçi anlayışı bir güven mekanizması olarak görmüştür (Miller vd., 1994: 142).

Bu anlayış eskilerden bir kopuşu değil, eskilerden aldığı değerlerle yeni bir düzen oluşturmanın gereğinin anlaşılabilmesi adına Kıta Avrupa’sı “devrimci” cumhuriyetçiliğinden oldukça farklı bir düşüncenin Atlantik anlayışı üzerinde oluşmasına yardım etmiştir.

Federalistlerin görüşlerinin belli bir yönetim sistemini ifade ettiği kabul edilmiştir. Bu sistem, bir çok yazar tarafından bir “anayasa teorisi” olarak ele alınmıştır. Amerikan modeli bir çok yönüyle değişik sistemlerin bir türevi olarak da görülmüştür. Bu anlayış, iktidarın sadece temsilcilerin eline bırakılmamasını vaaz etmiş, anayasaya da tamamen “üstün” bir yer vermemiştir. Halkın çok önemli bir kesiminin ciddiye aldığı her türlü anayasal düzenlemenin tekrar ele alınabileceği kabul edilmiştir (Manin, 1994: 60).

Bu anlayış ilk olarak öne sürülen her türlü karar, yasa ve düşüncenin “katı” bir şekilde muhafaza edilmesi üzerine kurulu olan Kıta Avrupa’sı cumhuriyetçi geleneğine göre Atlantik anlayışının “esnekliğini” ve halk egemenliğine daha fazla önem verdiğinin görülebilmesi adına önemlidir.

Amerikan sistemi, yaşanan güncel gelişmeler ve ülkede kabul edilen belli geleneksel “normlar” sayesinde, Fransız cumhuriyetçiliğinin toplumsal olarak yaşadığı sıkıntıları yaşamamıştır. Bu konuda belli bir demokrasi deneyimine sahip olan İngilizlerin yönetim sisteminden bazı dersler alınmıştır. Zaten “İngiliz biçimi” olarak kabul edilen siyasal sistem ABD’de “Bağımsızlık Bildirisi”ne kadar sürmüştür. Ayrıca İngilizlerin esneklik içeren tüm koloni yapılanmaları da aynen alınmıştır (Iain Hampsher-Monk, 2004: 257).