• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: FRANSA’DA CUMHURİYETÇİLİK: KURUMSALLAŞAMAYAN

2.2. Fransa’da Cumhuriyet Pratikleri

2.2.1. Birinci Cumhuriyet: Liberal Değerlerin Jakoben Yorumu

2.2.1.1. Devrim ve Sonrası: Cumhuriyet’e Giden Süreç

Fransız Devrimi’nin neyi, nasıl değiştirdiğine ilişkin olarak bu konuda çalışan yazarlar arasında ciddi bir genel kabul olmadığı söylenmektedir. Bu anlamda Fransızların önemli cumhuriyetçi düşünürlerinin eserlerine ve onların salt doğru olarak kabul edilmesiyle yazılmış olan eserlere bakılarak oluşturulan literatürde yirminci yüzyılın belli bir

dönemine kadarki egemen görüş, burjuvazinin Devrimi, feodalizm ile aristokrasiyi yıkarak “kapitalizmi kurmak” amacına ulaşmak için yapmış olduğuna dair inançtır. Bu inancın Marksizm’den etkilendiği ve “toplumsal yorum” olarak belirtilen bir düşüncenin ürünü olduğu bilinmektedir (Skocpol, 2004: 330).

Devrim adına “sınıf” çatışmasının ele alınması ve yine tüm düşüncelerin bu yapı içerisindeki gelişmelerle ele alınabilir olduğunun görülmesi, bazı yazarlarca salt Marksist açıklamanın yetersizliğini ortaya çıkarsa da tartışmanın Marksizm yönünden tamamen başka bir yöne kaymasını da engellemiştir. Bu durum, Devrim’in sonuçlarının, bazı farklı yorumlamalara da ihtiyaç duyduğu sonucunu doğurmuştur. Skocpol’a göre, bu sonuç Fransız Devrimi’nin çok açık bir şekilde açıklanmasını ve salt gerçek bilgilerle değerlendirilebilmesini de imkânsız bir hale getirmiştir. Ayrıca bu şekilde gelişen yeni bakış açısı, Fransız Devrimi’nin, Fransız devletinin yapısına ve işlevlerine ilişkin olarak yapmış olduğu değişikliklerin de ciddi olarak analiz edilmesi gerektiğini belirtmiştir (2004: 331).

Yukarıdaki görüş çerçevesinde, Fransız Devrimi’nin ilk siyasal sonucu olan Birinci Cumhuriyet deneyiminin de sayılan bu olgular çerçevesinde değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. Bu anlamda ünlü Fransız devrim yazarı Michelet’in, Fransız Devrimi’nin nasıl kaçınılmaz olarak geldiğine ilişkin bazı tespitlerde bulunmuştur. O’na göre Krallık ve Papalık, Fransız halkını öyle bir duruma getirmişti ki bu toplumu düzeltebilmenin imkânsız olduğuna inanılıyordu. Feodalitenin tüm kurumları yıkılmış, şehir hayatı Kral tarafından tamamen belirlenen kurallara göre yeknesak hale gelmiş, dini hayat tamamen bitirilmiş ve toplumu bir arada tutan geleneksel birçok adet yok edilmiştir. O dönem itibariyle Fransız halkı kendisini yeniden şekillendirecek bir el aramaktadır. Michelet’e göre, halk o hale gelmiştir ki cansız heykeller gibidir, bomboştur, bu durumun yegâne suçlusu da Kraldır (1967: 56-57).

Fransa tarihi çalışan yazarların büyük çoğunluğuna göre Kral, bir önceki bölümde açıklamaya çalıştığımız şekilde, Fransız toplum yapısını “belirsiz” sınıflardan oluşan bir yığın haline getirmiştir. Bu yapının unsurları, 5 Mayıs 1789 günü Paris’teki ünlü Notre-Dame Kilise’sinde yapılan ayinden sonra Fransız Meclisi olan “Etats-Généraux”un açılışında bir araya gelmiştir. Kral’ın bu toplantıdaki amacının, mali yönden iflas etmiş

devleti tekrar ayağa kaldırmak için son çare olarak meclisi toplamak olduğu belirtilmiştir (Carlyle, 1989: 210-211).

Bu meclis, üçüncü sınıf olarak tabir edilen sınıftan (burjuvazi, işçiler ve köylüler) temsilciler, aristokratların temsilcileri ve din adamlarının oluşturduğu temsilciler tarafından oluşturulmuştur. Kral da meclisin açılış konuşmasını yapmak üzere özellikle bu toplantıda bulunmuştur (Michelet, 1967a: 110-111).

Devrim sürecinde Krala karşı ilk tepkinin de bu sırada geldiği ifade edilmektedir. Kral konuşmasını yaparken hem aristokratlar, hem de üçüncü sınıf şapkalarını çıkarmamışlar, konuşmayı protesto etmişlerdir. Kralın konuşmasından sonra üçüncü sınıf, meclisin işlemesine ilişkin olarak sınıf esasına göre değil, kişilerin şahıslarının ön plana çıktığı bir toplanma usulünü ortaya atmışlardır. Bu durumda üçüncü sınıfın ön plana çıkabileceği endişesiyle aristokratlar ve din adamları bu öneriye karşı çıkmışlardır. Toplanmanın şekline ilişkin başlayan ve usule ilişkin yapılan tartışmalar 10 Haziran 1789 tarihine kadar sürmüştür. Bu konuda üçüncü sınıfın önemli temsilcilerinden olan ve bu grubun yöneticisi olmaya soyunan Siéyes, aristokratlara ve köylü din adamlarına kendilerine katılmaları için teklifte bulunmuştur (Bell, 2001: 1218).

Bu teklifinden sonra Siéyes, kendi isteklerinin olmadığını görünce meclisin adının “Millet Meclisi” olarak değiştirilmesini talep etmiştir. Bu anlamda medeni ve siyasal haklar konusunda da aristokratların kendilerinden üstün olabilmesinin kabul edilemez olduğunu belirten Siéyes, meclisin adının “Millet Meclisi” olarak değiştirilmesi gerektiğini “ortak bir yasa altında yaşayan, aynı yasama organıyla temsil edilen …” bir “eşitlik” vurgusuyla güçlendirmiştir (Siéyes, 2005: 12-13). Bu bağlamda 17 Haziran 1789 günü yapılan oylamada, meclisin “Millet Meclisi” ismini alması talebi 90 ret oyuna karşı, 491 oyla kabul edilmiştir1. Kral yanlıları, bu girişimi engellemeye çalışmışlar, ancak 19 Haziran 1789 günü din adamları da üçüncü sınıfa katılma kararı almışlar, Krala olan muhalefet iyice güçlenmiştir (Tilly, 1995: 231).

Bu gelişmelerden sonra meclisi kapatma girişiminde bulunan Kral XVI. Louis, bu kararları ve toplantıları kabul etmediğini bildirip, meclis toplantı salonunun kapatılmasını emretmiş, kişisel oy kullanmayı mecliste yasakladığını belirtmiş ve sınıfların birleşmelerinin yasal olmadığını ifade etmiştir. Buna karşı bütün “Millet Meclisi” temsilcileri ant içmiş ve yeni bir anayasa yapımı tamamlanıncaya kadar toplantılara ara verilmeyeceğini belirtmişlerdir. Bu duruma uzun süre itiraz edemeyen Kral durumu kabullenmiş ve bundan sonra cumhuriyetle bitecek olan parlamenter süreçlerin de yasal olarak ortaya çıkmasına müsaade etmek durumunda kalmıştır. Bu gelişmelerle kısaca dile getirilen Fransız Devrimi’nin anayasal ve parlamento ayağının oluşması sağlanmıştır (Carlyle, 1989: 174-176).

Feodalite rejimi yine bu parlamento tarafından 4 Ağustos 1789 tarihinde kaldırılmıştır (Hobsbawm, 2009: 3). Bu tarih, aynı zamanda İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin kabul edilmesini başlatacak olan yasal düzenlemelerin Mecliste kabul edilme başlangıcı olarak da kabul edilmektedir. On yedi maddeden oluşan bildirgenin ilk maddesi, “insanlar özgürdür ve haklar bakımından birbirine eşit doğar ve öyle yaşarlar” ifadelerinden oluşmuştur. Bu görüş kendisinden önceki din, mutlakıyet ve feodal yapının bir reddi olarak görülmüştür ve kendisinden önceki düzeni tamamen reddetmesi adına önemli olarak görülmüştür. Bildirge mülkiyeti de kutsal ve bireye bağlı bir hak olarak ilan etmiştir. Birçok yazar tarafından Fransız Devrimi’nin manifestosu olarak algılanan bildiri, “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” konusuna yaptığı büyük vurgu ve övgü ile gelecek hakkının toplumun evrensel nitelikteki bir hakkı olduğuna yaptığı vurgu ile döneminin en önemli metni olarak algılanmış ve kabul edilmiştir (Tanilli, 2007: 67-68).

Bu bildirgenin tamamının kabulü, 26 Ağustos 1789’da tamamlanabilmiştir. Bu tarihte kabul edilen bu beyanname cumhuriyet Fransa’sının ilk anayasası olma gibi fiili bir nitelik de taşımaktadır. Bu bildiride üzerinde durulan en önemli konular eşitlik, özgürlük ve bireysel hakların kabulüne yönelik olan düzenlemelerdir. Feodalitenin kaldırılması bunun ilk adımını, daha sonra Sosyalizme giden yolun açılacağını öne süren maddeler ile topluma atfedilen büyük değerin tanımlarla belirtilmesi ve doğrudan demokrasiye olan vurgunun ön plana çıkartılması ise bildirgenin son adımını oluşturması açısından önemlidir (Aulard, 1987a: 61, 70-75).

Bu şekilde gerçekleştiği bilinen Fransız Devrimi’nin iki dönem itibariyle ele alınabileceği ifade edilmektedir: Meşruti Monarşi Dönemi (1789-1792) ve Cumhuriyet Dönemi (1792-1799). Bu konuda meşruti monarşi dönemi, mutlak monarşinin yıkılışı adına önemlidir ve Kralın belli anlamda geri adım atışına sahne olması dolayısıyla Fransız Cumhuriyetçileri tarafından neredeyse kutsal olarak görülen bir zaman dilimini ifade etmesi yönüyle dikkate değerdir. Ancak “Konvansiyon” adı verilen Kurucu Meclisin ilk toplantısını yapmış olduğu ve artık Kralın olmadığı 21 Eylül 1792 tarihinin de ilan edilen Cumhuriyet’in başlangıcı olarak kabul edilmesi, Fransa Cumhuriyet tarihinin ve rejiminin yapısal temellerinin incelenebilmesi adına büyük önem taşımaktadır (Canatan, 2007: 49).

Bu dönemdeki yasalar, belli bir süre halkın gönlünü okşama adına olumlu bir sonuç verse de daha sonraki olumsuz olaylar ve toplumu tekrar belli kutuplar etrafında toplamaya zorlaması adına önemli gelişmelere sebep olarak görülmüştür. Aristokrasiyle birlikte bu olumsuz faaliyetlerin ikinci durağı ise Katolik Kilise’sine yapılan saldırılar olmuştur. Devrimci idare ve meclis, papazlardan ısrarla “din ile devlet arasında kaba bir tercihte bulunmalarını” istemiştir. Jakoben üyelerin bu çabaları, devleti dine karşı ön plana çıkartmakla kalmamış, toplumu Hıristiyanlıktan uzaklaştırma girişimlerine de zemin hazırlamıştır (Gunn, 2007: 35-36).

Cumhuriyete ilişkin tartışmaların adı konmadan yoğunlaştığı ve halkın tam olarak yeni rejim içerisindeki yerinin ne olacağına ilişkin öne sürülen fikirler hep 1792 yılında yapılan salon tartışmalarının genel konusu olmuştur. Bu dönemki toplantılarda Condorcet ve O’na yakın görüşleri savunanlar, halkın mecliste tam anlamıyla temsil edilmemesi veya halkın fikirlerinin mecliste yer bulamaması durumunda olabileceklere ilişkin karamsar bir tablo ortaya koymaktaydılar.

Bu görüşlere göre halk, halen gücünü yeniden toplayabileceği umuduyla bazı girişimlerini sürdüren Kral’a karşı tek dayanaktır. Bu konuda ilk cumhuriyetin en önemli projesi olarak ele alınabilecek olan on sekizinci yüzyılın Aydınlanma idealleri rehberliğinde ulusal bir eğitim sisteminin1 kurulması dile getirilmekteydi. Bunun içinde

1Bu eğitimin ilkeleri ve şekli şu şekilde ortaya konmuştur: “… İlkokul, 6 ila 10 yaş grubundaki tüm çocuklara açılacaktır, burada okuma, yazma ve hesap yapma dersleriyle, ilk ahlâki, doğal ve ekonomik

ciddi anlamda inandırıcılığı olabilecek bir sivil anayasanın hazırlanması ve mali yönden tamamen halka yüklenmeyecek kadar sağlam temelleri olan bir sistemin temini, ilk etapta elzem görülüyordu. Bu düzenlemeler yüzünden her an kendi iktidarı için yabancı güçlerle anlaşabilecek olan Kral’ın bir an önce bir şekilde bertaraf edilmesi gereği ve “halk dayanışmasını öngören kardeşçe bir sistemin organize edilmesi” zorunluluğu acil bir gereklilik olarak tüm topluma ve Meclise ilan edilmiştir (Badinter&Badinter, 2000: 228).

Eğitimin, sivil özgürlük alanın genişlemesinde önemli olduğu ve her türlü despotizme karşı siyasal özgürlüğün eğitimle sağlanabileceği görüşü Konvansiyonda ciddi olarak destek bulmuş bir yaklaşım olmuştur. Yukarıdaki Condorcet ile yandaşlarının yaklaşımının yanı sıra bazı şahıslar da eğitimin cumhuriyet rejimi için ideolojik bir işlev görmesini umuyorlardı (Audier, 2006: 52).

Özellikle İnsan Hakları ve Yurttaşlık Bildirgesi’ndeki kurucu ilkelerin gelecekte çocuklara okullar vasıtasıyla öğretilebileceği ve bundan sonra oluşturulacak olan yeni “ulusal kamu hukuku”nun bu temel ile Fransız halkına daha kolay bir şekilde kabul ettirilebileceği düşüncesi bu dönemde tartışmaya açılmıştır. Yeni bir ulusal enstitüde yetiştirilecek olan devlet görevlileri de ilköğretimde öğrendikleri bu temel bilgilerle sağlam bir cumhuriyetçi bürokratik yapının oluşturulmasında önemli bir yere sahip olacaklardı (Dreyfus, 2007: 97-98).

Condorcet’in Fransa’nın siyasal, sosyal ve ekonomik yönden kurtuluşunun “Eyalet Meclisleri”nin teşkili ile mümkün olabileceğini düşünmekte olduğu belirtilmektedir. Etat Généraux’un yıllar sonra yeniden toplanmasında çok etkili olduğu bilinen Mirabeau’nun da kendisini tanımlarken Kralcı olarak ifade ettiği belirtilmiştir. Üçüncü sınıfın artık tüm hakları için mücadele vermesini vaaz eden ve ancak cumhuriyet rejimi kurulduktan sonra da bu rejime karşı ciddi olarak muhalefet ettiği belirtilen Siéyes’in, ciddi bir meşruti monarşi yanlısı olduğu, ortaya attığı görüşlerle sabittir. Fransız

sosyal bilimlerin ve ahlâki yaşamın temel ilkelerini içeren bilgiler verilecektir. Ardından enstitüler (bugünkü anlamda liseler) ve liseler (bugünkü anlamda üniversiteler) kurulacaktır. En tepe noktada ise ‘Sanat ve Bilimlerin Ulusal Bir Topluluğu’nun kurulması hedeflenmiştir. Bu sonuncusu, eski akademilerin tüm alanlarını içermektedir. Aydınlanma çağının beşiği olmuş öğretim kurumlarının yeniden canlandırılmış bir versiyonu olarak değerlendirilmiştir. Esinlenme (inspiration) ve düşüncelere belli bir düzen verme (réqulation) yöntemlerinin çifte fonksiyonlarının örtüştüğü bir eğitim”(Badinter&Badinter, 2000: 232).

Devrim’inin birçok önemli aktörünün de bu ismi zikredilen şahsiyetle birlikte sadece “liberal bir Krallık” görüşü noktasında birleştikleri bilinmektedir. Bu dönemde cumhuriyeti, ismini vermeden öven veya halkın tamamen iktidarından yana tavır alan kimselerin eleştirildiği, hatta radikal düşüncelere sahip olmakla suçlandıkları ve hatta bu kişilerin eleştiriler nedeniyle fikirlerini değiştirdikleri ifade edilmektedir. Hatta bu bağlamda Jakoben Cumhuriyet’in tanzim edilmesinde oldukça sert kararlar alarak uygulayan ve binlerce kişinin giyotinlerde idam edilmesini sağlayan Robespierre, Saint-Just, Danton ve Brissot gibi şahsiyetlerin de belli bir süre ılımlı bir Kral idaresini en iyi rejim olarak gördükleri belirtilmiştir (Aulard, 1987a: 14).