• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: FRANSA’DA CUMHURİYETÇİLİK: KURUMSALLAŞAMAYAN

2.2. Fransa’da Cumhuriyet Pratikleri

2.2.1. Birinci Cumhuriyet: Liberal Değerlerin Jakoben Yorumu

2.2.1.2. Cumhuriyet’in İlanı: Jakoben İktidar ve Robespierre

Fransa’daki I. Cumhuriyet deneyimi kendi içerisinde birçok tutarsızlık ve çelişkileri barındırmasıyla, tezimizin Fransız cumhuriyetçiliği’ne yönelik olarak “eleştirel” olmasının temellendirilebilmesi adına önemli bir süreçtir. Cumhuriyet’in resmileştiği süreçte baskın grup olan ve tamamen halka dayanan, fakat halkı da belli bir dönüşüm sürecinin geçirilmesi adına bir “araç” olarak gören Jakobenler, bu tutumlarıyla aynı zamanda Birinci Cumhuriyet’in işleyiş şeklini ve ömrünü de belirlemişlerdir.

Cumhuriyet’in resmi şekilde kuruluşuyla, Devrim sonrası Millet Meclisi’ndeki ilk ciddi bölünmenin de yaşandığı görülmüştür. İlk şaşkınlığı üzerlerinden atan ve Kralın idamından sonra gidişatın istenildiği şekilde olmadığını gören bir grup Meclis üyesi Jakobenlere karşı ilk tepkilerin oluşmasına zemin hazırlamışlardır. Bu grup, “Girondinler”dir.1 Girondinler, Jakobenlere karşı geleneksel değerlere belli bir önem atfeden, genelde Meclis’teki taşra temsilcilerinden oluşan ve Devrim’in artık bir “evrim” sürecine dönüşmesi için çabalayan kimselerden oluşmuş bir gruptur (Canatan, 2007: 49).

1Bazı metinlerde “Jirondinler” olarak da ifade edilen Girondinler, Devrim sonrası Fransa’daki değişimi destekleyen, fakat Devrim sürecinin Jakobenler’in istediği şekilde radikal olmasına ve Fransa’nın bu güne kadarki toplumsal yapısının hiçe sayılmasına karşı gelerek, mecliste evrimci bir cumhuriyet teorisine ortak olmaya çalışan bir grup olarak dikkat çekmişlerdir. Belli bir süre Brissot’un lideri olduğu kabul edilen Girondinler, Paris dışındaki taşra olarak kabul edilen diğer Fransız bölgelerindeki burjuvazi, tacir, sanayici ve çiftçinin çıkarlarının temsil edildiği bir grup olarak ifade edilmiştir. Bu grubun monarşi karşısında olduğu, ancak Jakobenlerin düşman olduğu diğer geleneksel değer ve kabullerin temsilcisi olarak hareket ettiği bilinmektedir. Devrimden sonraki belli dönemlerde mecliste çoğunluğu ele geçiren ve Devrim sonrası coşkulu olarak dini, eğitimi ilgilendiren ve halkı ön plana çıkartmak amacıyla yapılan

Bu ortam içerisinde kurulan Cumhuriyet’in ilan tarihi olan 21 Eylül 1792 günü, birçok şekilde sembolleştirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamdaki ilk girişim, bu günün bir milat olarak kabul edilerek takvimin yeniden tanımlanması girişimidir. Her yılın yirmi bir Eylül günü yeni bir yıl başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Yılların artık bu tarihten itibaren yıl I, yıl II, yıl III olarak ifade edilmesi kabul edilmiştir. Hafta yedi gün olmaktan çıkartılmış ve on günlük dilimler halinde yeniden dizayn edilmiştir. Günlerin isimleri, ayların isimleri yenilenmiştir. Yeni takvime de “Devrimci takvim” adı verilmiştir. Hatta sembolik şeyler belirlenirken o kadar dikkatli davranılmıştır ki, Cumhuriyet’in ilanı olan yirmi bir eylül günü sonbahar gün dönümüdür ve bu günde gece ve gündüz zamanları eşittir. Bu vurgu Cumhuriyet’in yurttaş eşitliğinin bir vurgusu olarak uzunca süre kullanılmıştır (Canatan, 2007: 50).

Bu gelişmelerin yanı sıra 1792 Nisan’ında çıkartılan bir kararla din adamlarının kamuya açık alanlarda dini kıyafet giymeleri yasaklanmıştır. Bu yasak dine olan bakış açısı ve Jakobenlerin arkalarındaki halk gücüne olan güvenle yapabileceklerinin sınırı olmaması adına önemli bir veri olarak gösterilmiştir (Gunn, 2007: 35).

Bu durum ve Jakobenlerin tüm dini kurumlara olumsuz bakış açılarıyla gelişen olaylar, döneme ilişkin olarak yazılan Roman’larda bile dile getirilmiştir. İncillerin yakıldığı, Kiliselerin saldırılara uğradığı iddia edilen cumhuriyetin ilk yıllarındaki bu icraatlar, Victor Hugo’nun “1793 Devrimi” adlı eserinde de gündeme gelmiştir. Bu esere göre Jakoben iktidarının icraatları toplumun dini hassasiyetleri olan büyük bir kesimini olumsuz etkilemiş ve bu zaman dilimi “Tanrının acı çektiği” bir dönem olarak nitelendirilmiştir (1996: 66).

Jakobenlerin bu gibi icraatlarına karşı yukarıda faaliyetleriyle adı zikredilen Girondinlerin yanı sıra zaman zaman da Jakobenlerin sol kanadı da muhalefet etmiştir. Devrimci hükümette sanatla iç içe olan ve çok aşağı halk tabakasının sesini dillendirmeye çalışan sol Jakobenler sosyal sorunları en fazla gündeme getiren grup olarak dikkat çekmiştir. Jakobenler içerisinde dağınık bir şekilde temsil edilen sol Jakobenler, birleşik ve ciddi bir örgütlemeyi hiçbir zaman sağlayamamışlardır (Tanilli, 2007: 65).

Bunları bir araya getiren en önemli olay, 1793 sonbaharında Kilise’ye karşı girişilen ve toplumu Hıristiyanlıktan arındırma kampanyasında gösterdikleri birliktelik olmuştur.

Bu kampanya dinin yerine aklın öne geçirilmesine yönelik olarak ortaya atılan ilk örgütlü girişim olarak görülmektedir. Ancak bu girişim, beklenen tepkiyi vermemiş, Konvansiyon’da büyük tartışmalara sebep olmuştur. Girişim, toplum ve Jakobenler arasında büyük fikir ayrılıklarını körüklemiş, sonunda Jakobenlerin birçok fraksiyona ayrılmasına neden olmuştur. Süreç 1794 yılında Robespierre’nin ölümünden sonra bir grup Jakobenin oluşturduğu, “Jakoben diktatörlüğü”ne gidecek olumsuz sürecin başlangıcı olması ve Jakobenlerin toplumdan “marjinalleşmesine” kadar varacak hareketlerin de sebebini teşkil etmiştir (Tanilli, 2007: 206).

1793 yılında Jakobenlerin yaptıkları, daha Devrimin dördüncü yılında ve cumhuriyetin ikinci yılında toplum üzerinde büyük kafa karışıklıklar yaşanmasına sebep olmuştur. Bu dönem üzerine yine aynı eserinde Hugo, “terörün saltanatı” olarak adlandırılan bu dönemde insanların Krallık dönemi ile cumhuriyet dönemi arasında bir ayrım yapamadıklarını ifade etmiştir. Bu terör dönümünde Jakoben askerlerin yakaladıkları insanlara Kralcı mı? Cumhuriyetçi mi? Olduklarına ilişkin sorulara “hiçbirine inanmadıkları” cevabının verildiğini söylemektedir. Çünkü bu dönemde insanlar için tek önemli şey hayatta kalmaya çalışmaktır (Hugo, 1996: 88).

Jakobenlerin yaptıkları eylemler sonucunda toplum adına olumsuz bir süreci ifade eden I. Cumhuriyet, birçok yazar tarafından “tarihten kopuş”, bazıları tarafından ise “tarihin yeniden yazılması” olarak ifade edilmiştir. Jakobenlerin bu şekildeki yaptıkları bazı şeyler, belli bir süre halkın bir tarafının hoşuna gitmiş ve kabul görmüştür. Ancak halk kendilerine eleştirilere başlayıp, bir hak mücadelesi veya isyan şeklini aldığında Jakobenlerin tavırları, yukarıda Hugo’nun da belirttiği gibi Kralın katı tutumuna ve önlemleriyle paralellik göstermiştir. Devletin işleyişi belli bir nizam kurma iddiası kazandığı vakit ise ancien régimeyi aratmayacak düzeyde ve hatta ondan daha zorba bir hal aldığı zaman işlerin de tekrar değişmesi gerektiği anlaşılır hale gelmiştir (Tanilli, 2007: 102). Bu tip olumsuz gelişmelerle anılan Birinci cumhuriyet döneminin en önemli siyasal ve yasal girişimi ise yukarıda genişçe bahsedilen 1793 Anayasası’nın hazırlanması ve kabul edilmesidir.

Bu anayasa ile farklı görüşleri savunan birçok grup tarafından kurulan ve radikal her değişikliğin bir diğer grup tarafından bir süre sonra tartışılır hale geldiği Devrim sonrası

tartışmalara neden olan anayasa hazırlama süreci, Cumhuriyet’in sürmesi ve istikrarlı bir devletin kurulması adına birçok önemli kararın verildiği bir dönem olarak da kabul edilmektedir. 10 Mayıs 1793 tarihinde anayasanın birinci maddesi olarak “Cumhuriyet’in bir ve parçalanmaz olduğu” kabul edilmiştir. Bu anlayış günümüzde de Fransız devletçiliği ve anayasacılığı adına halen sürdürülmektedir (Aulard, 1987b: 415).

Fransa’nın üniter ve “tek bir ulustan oluştuğunu” vurgulayan bu olgu günümüzde bu ülkenin geçirmiş olduğu siyasal ve toplumsal dönüşümlerin karşılayamamaktadır. Ancak cumhuriyetçiler bugün de bu vurgudan geri adım atma konusunda büyük bir direnç göstermektedirler.

Bu dönemde Konvansiyon, bu yapılanları belli oranda unutturmak veya meşrulaştırmak amacıyla gerçekleştirilen yasal düzenlemeleri bir propaganda aracına dönüştürmeye çalışmıştır. 10 Ağustos 1793 tarihinde ilan edilen yeni anayasa metni bu şekilde, Paris ile Fransa’nın diğer büyük şehirlerindeki törenlerle ilan edilmiştir. Hatta bu yeni çabalar Cumhuriyet’in geleceği için siper olarak kullanılmıştır. Anayasa da rejime karşı yapılabilecek saldırılar için bir kalkan ve Devrime yönelik her türlü girişimlere karşı bir ceza mekanizması olarak halka sunulmuştur (Von Aster, 2004: 206).

Bu dönemin “sertlik” yanlısı ve devrimin yerleşmesi adına “yıkıcı” faaliyetlerde bulunan kişiliği ise Robespierre’dir. Esas mesleği olan hakimlikten ayrıldıktan sonra Jakobenlere katılan Robespierre1, kısa zamanda bu grubun liderliğine yükselmiştir. Robespierre yönetimde Jakobenler, devrime karşı gelebilecek her şeyden ve herkesten kurtulmayı “meşru” görmüşlerdir. Robespierre, bu meşruiyeti sağlama adına bir çok kanlı olayda başrol oynamıştır. Ropespierre’nin başını çektiği kanlı olayların yaşandığı bu dönem yukarıda da bir çok kez ifade edildiği gibi tarihe “terörün saltanatı (reign of

terror)” olarak geçmiştir (Von Aster, 2004: 7).

1Devrimi kendi istediği anlamda yönlendiren ve binlerce kişinin katledilmesine neden olan şahsiyet olarak görülmektedir. Jakoben harekete sonradan dâhil olmasına rağmen onu ciddi anlamda yönlendirmiştir. Kralın idam edilmesine şahsi olarak çalışmış olan ve bunu Devrim meclisine yaptırtmış olan Robespierre, Devrime karşı gördüğü herkese karşı savaş açmış ve hepsinin öldürülmesi gerektiğine dair bir inanç beslemiştir. Özellikle Cumhuriyet’in kurulmasından sonraki birkaç yıl Robespierre’in hâkimiyetinde geçmiştir. Cumhuriyet’in kurumsallaşamaması adına yaptıklarıyla eleştirilen Robespierre, Devrim’in önemli şahsiyetlerine karşı girişmiş olduğu faaliyetlerle de dikkat çekmiştir. Kendisi de idam edilen Robespierre, Devrim’in günümüze kadar ki “soğuk yüzü” olarak görülmüştür (Özipek, 2004: 58; Von Aster, 2004: 7). Ayrıca Robespierre’in bir dönem cumhuriyete muhalif politikasına ilişkin olarak bakınız: (Aulard, 1987a: 256-263).

Devrim esnasında bir çok devrimcinin dar ağacına gitmesiyle sonuçlanan olayların müsebbibi olarak görülen Robespierre, bu dönemde devrimin yürütme organı olarak kurulan “Kamu Güvenliği Komitesi”nin başına getirilmiştir (Heater, 2007: 126).

Jakobenlerin yaptığı bir çok icraatı meşrulaştırma işlevi gören bu komiteyle birlikte Robespierre’nin cumhuriyet yönetimindeki gücü bir “diktatörlüğe” doğru gitmiştir. Robespierre bu dönemde ülkede büyük bir tedhiş politikası izlemiştir. Cumhuriyetin ilk yılları, bu şekilde kimin ne zaman, nerede suçlu olarak görülerek idama gidebileceği adına bir “kaos” ortamı olarak nitelendirilmiştir. Robespierre’nin fiili olarak hâkimiyeti altında can güvenliği olmayan bir rejim ülkede sürerken, Fransa’nın dışarıda devrimi yayma adına yaptıkları savaşlarda başarılı olduğu görülmüştür. Bu başarı, belli bir süre Robespierre’nin ülke içindeki yaptıkları uygulamaların görmezden gelinmesine yardımcı olmuştur (Göze, 1995a: 541).

Robespierre’nin yaptığı icraatların şiddetini ve vahşetini gölgeleyen dış savaşlara karşı ilk başlarda en büyük muhalefetin de yine kendisinden geldiği görülmüştür. Robespierre özellikle devrimin Avrupa’nın diğer bölgelerine yayılmasına ilişkin meclisteki tartışmalarda en büyük muhalefeti yapmış ve bu savaşların devrimin kendilerine bahşettiği “özgürlüğün” kaybedilmesine neden olabileceğini ifade etmiştir (Aulard, 1987a: 254). Ancak sonra Robespierre bu savaşların Rusya’nın işgaline kadar sürdürülmesini isteyen devlet adamı olarak da görülmüştür.

Robespierre iktidarı döneminde zaman zaman Meclis’teki üyelerin kendi istediklerini yapmadıkları takdirde rejimi her türlü şekle dönüştürebileceklerine dair tehditlerden de geri durmamıştır. Jakobenlere cumhuriyetin kuruluşundan itibaren muhalefet eden Girondinlerin Kralcı olduklarını öne sürerek, toplum nazarında tepki görmelerine neden olmuştur. Robespierre yaptığı propaganda faaliyetleriyle bir süre sonra diğer siyasal grupları bastırmakla kalmamış, bu grupların devrimin ve cumhuriyetin düşmanı olduklarını da iddia etmiştir. Robespierre çevresinde yer alan Maratt ve St. Just gibi kişilerle birlikte, bir dönem mecliste “eşit oy” hakkı için büyük bir mücadele içine girdikleri “demokratik ideallerin” (Heater, 2007: 127), bir süre sonra ülkede artan tehlikelerin kaynağı olduğunu düşünmeye başlamış ve cumhuriyetçilik adına demokrasiye karşılık “vatanseverliğin” daha önemli olduğu vurgusunu işlemeye

Robespierre ve ona yakın cumhuriyetçi idareciler, Fransa’da kendi istekleri yönünde şekillenen bir cumhuriyet rejimini inşa edebilmek amacıyla, yukarıdaki gelişmeleri gerekçe göstererek ülkede büyük bir şiddet uygulamışlardır. Bu şiddet Fransa’yı baştan sona kana bulamıştır. Aristokrasi bu aşamadan sonra Fransa adına ciddi anlamda bitme noktasına getirilmiştir. Bu anlayış Kıta Avrupa’sı geleneğinde daha sonra üretilecek olan sosyalizm, faşizm ve jakobenizm gibi devrimi esas alan anlayışları besleyecek kadar güçlü bir iz bırakmıştır (Çaha, 1999: 20).

Kendisinden sonraki devrimcileri de “şiddet”in meşruiyeti anlamında etkilemeyi başaran Robespierre, cumhuriyette yürütmenin başında bulunduğu dönemde “dini ve siyasal bir sistem” ortaya koymaya çalışmıştır. Bu çabalar arasında bir “Yüksek Varlık dini” vücuda getirmek de vardır. Bunu bir “devlet dini” olarak nitelendiren Robespierre, bu şekildeki bir inanç sistemini “cumhuriyet prensiplerinin” temellendirilebilmesi adına önemli görmüştür (Aulard, 1987b: 676-677).

Robespierre’nin otoriter, zaman zaman “seçkinci” ve kendi durumunu güçlendirmeye yönelik olduğu anlaşılan yukarıdaki fiil ve düşünceleri, cumhuriyet rejiminin vaaz ettiği bir çok idealin içinin doldurulamaması ve mevcut düzenin sağlanabilmesi için cumhuriyetçiliğin daha sonraki bir çok ideolojik sapmaları adına önemli argümanları bize vermesi adına önemlidir. Devrimci cumhuriyet anlayışını bu şekilde olumsuz olarak etkileyen Robespierre’nin fazilet anlayışına göre, “kokuşmuş” olarak tanımladığı tüm insanların cumhuriyetten kovulması gerekmektedir. Robespierre’nin bu anlayışı, antik kökenli bazı yönetsel kaynakların yeni cumhuriyet anlayışına önemli bir yansıması olarak görülmüştür. Robespierre, bu bağlamda yeni cumhuriyetçiliğin eleştirilen birçok argümanını ilk kullanan kişi olması nedeniyle önemlidir.

Robespierre’nin cumhuriyetçiliğe soktuğu ve önemli argümanlardan biri de ilk ödev olarak dile getirilen kendine öğüt ifadesi yine bu bağlamda ele alınabilmiştir. Robespierre ve Jakobenler bu bağlamda iktidarda oldukları dönemde, hijyen, sağlık ve tıp ilmine önem veren bir çok eserler vererek, toplumu eğitme adına büyük uğraşlar vermişlerdir. Bu çaba “fazilet” ile açıklanmaya çalışılmış, “fiziki” ve “ahlaki” yenilenme bağlamında ele alınmıştır. Böylece toplumun her yönden inşasına çalışılmıştır. Hatta toplumu adına olumsuz olarak da görülebilecek her türlü fiilin

“kamusal sansür” ile kamunun dışında bırakılabileceği düşüncesi de cumhuriyetçi düşüncenin içerisine bu dönemde girmiştir (Baker, 2001: 50-52).

Bu gelişmelerden sonra belli sıkıntılar yaşamaya başlayan Konvansiyon, Robespierre’nin başında olduğu “Kamu Güvenliği Komitesi”nin tüm icratlarını incelemeye başlamıştır. Bu incelemeler sonucunda Robespierre yapılan “hukuk dışı” icraatların tek suçlusu olarak görülmüş ve idamı kararlaştırılmıştır (1794). Robespierre’nin idamı bir süre cumhuriyet içindeki tüm siyasal grupların “birlikteliği” adına bir süre olumlu olarak algılanmıştır. Ancak Jakobenlerin icraatları, Robespierre’nin ölümünden sonra yine baskıcı ve terörü devrim değerleri adına bir süre daha sürmüştür (Von Aster, 2004: 229-230).

Jakobenler bu icraatları yakında gerçekleştirdikleri radikal yasalarla, Kilise’nin büyük bir orandaki mal varlığına el konmuş, farklı manastırlarda oluşan yüzlerce tarikat kaldırılmış, ruhban sınıfının devlete tabi olması sağlanmış ve Fransız tarihinde görülmemiş bir oranda genç erkek askere alınarak, tamamen devlete bağlı büyük bir ordu beslenmeye başlanmıştır. Ayrıca Fransa tarihinde Kilise ilk kez devlete karşı “vergi” şeklinde büyük bir ödeme yapma yükümlülüğü altına girmiştir (Skocpol, 2004: 347).

Yerel düzeyde de Jakoben Cumhuriyet bütün hızıyla kendisini hissettirmiştir. Bütün yerel geleneksel liderliklere son verilerek, yerel otoritelerin devlet görevlisi olarak atanması gerçekleştirilmiştir. Bu durum devlete hizmet gibi yeni ve büyük bir toplumsal yapının oluşmasını sağlamış ve devlet hizmetinde olanlar ile olmayanlar/olamayanlar arasında da bir ayrımın başlamasını doğurmuştur. Devrim sırasındaki kolektif olarak hareket eden büyük bir yığın, bu durumu sürdürmek için ve yeni konumlarını korumak adına cumhuriyet yönetimi ile çatışmaya başlamışlardır. Tüm Fransız halkına “eşitlik” vaat eden ve oturtulmaya çalışılan yeni yönetim sisteminin kendilerine de bir gün dokunabileceği endişesiyle birçok kişi, sonu gelmeyen yasalara karşı artık olumsuz bir yönden bakmaya başlamışlardır. Tarihlerinde ilk defa özerk bir hale gelen bazı yerel Devrimci güçler, belli bir süre sonra yeni yönetimin memurları ve askerleriyle de çatışmaktan çekinmemişlerdir (Tilly, 1995: 242).

düşüncelerinin demokratik ilkelerle bağdaşmadığını belirtmiştir. Yazar, toplumun tamamını Aydınlanmacı “evrensel” olarak nitelendirilen olgularla değerlendiren Jakobenizmin, “özel inanç” ve “aitlik” içeren geleneksel anlayışların tamamını reddederek “özgürlüğü” sağlamasının imkânsız olduğunu ifade etmiştir. Touraine, tek tipçiliği vaaz eden, “halk egemenliği” adına toplumun değerlerini hiçe sayan ve bir dönem elde ettiği halk çoğunluğunun desteğini arkasına alarak, azınlığa yaşam hakkı tanımayan bir anlayışın uzun vadede başarısız olabileceğinin en büyük örneği olarak Jakobenizmin görülmesi gerektiğini ifade etmiştir (2004: 29-30, 97).

Touraine’nin bu yorumlarına paralel olarak rejimde yaşanan tıkanma, sorunların ancak toplumsal bir “uzlaşma” zemininde çözülebileceğini Devrimi sahiplenen gruplara göstermiştir. Bu dönemde Fransız Devrimi’ne ve onun, devlet ile toplumun tüm değerlerini bir an önce değiştirme arzusundaki hızlı esen rüzgârına karşı ciddi eleştiriler gelişmeye başlamıştır. Bu anlamdaki en büyük eleştirilerden biri de liberal ve muhafazakâr İngiliz düşünürü olan Edmund Burke’den gelmiştir (Özipek, 2004: 96).

Burke, Devrimi ihya etme adına meclisteki anayasal düzenlemelere ilişkin olarak Fransa’daki Meclise, geleneksel anayasalarına sahip çıkmaları ve onu parça parça değiştirmeleri yönünde bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Burke göre, Fransa geleneksel anayasasının belli bir merhalede değiştirilmesi, dünyanın geleceği adına önemli görülen Devrime daha çok hizmet edebilirdi. Böylece dönüşüm, “halk egemenliği”nin ulusun iradesini yansıtması adına olumlu bir yansıma gerçekleştirilebilecek ve kalıcı yurttaş haklarını oluşturabilecek güçlü “temsili kurumlar” cumhuriyet düzeninde yaratabilecektir (Taylor, 2006: 116-117).