• Sonuç bulunamadı

Fırka Tefsirleri/Kelâmî Tefsirler

B. MÜFESSİRLERİN GÖRÜŞ, DÜŞÜNCE VE

8. Fırka Tefsirleri/Kelâmî Tefsirler

Fırka Tefsirleri veya Kelâmî Tefsirler denince, içinde kelâmî problem-lerin çokça tartışıldığı tefsirler akla gelir. Kelâmî münakaşaların hararetle yapıldığı dönemler de, İslam Toplumunun diğer kültür ve medeniyetlerle karşılaşmasından sonraki zaman dilimlerine rastlar.

Müslümanlar başlangıçta, toplumun çeşitli alan lardaki ihtiyaçlarını, Peygamber Efendimize sorarak, daha sonra ise sahabeye sorarak veya onların uygula ma ve görüşleri çerçevesinde gidermekteydi. Sonraları diğer medeniyetlerle girilen münasebetler, İslam Dünyası’nda yeni prob-lemlerin ve yeni ihtiyaçların doğmasına sebep oldu. Dolayısıyla inanç, ibadet, hukuk, siyaset vs. alanlarda daha sistematik çalışmaların yapılma-sı zorunlu hale geldi. Kelâmî münakaşalarla, Kur’ân’ın ortaya koyduğu inanç ilkelerinin, aklın ve tefekkürün ışığında sistemli bir bütün haline sokulması çabaları başlamış oldu. Kelâmî tartışmaların başlamasında, sadece diğer kül tür ve medeniyetlerle münasebet değil, aynı zamanda İslâm Toplumunun, tarih içinde yaşadığı siyasî ve toplumsal hadiseler de büyük rol oynamıştır.265

İslam’da tefsir hareketine hız veren âmillerden biri ve belki de en önemlisi, İslam’ın birinci asrından itibaren gerek dînî ve gerekse siyâsî bir anlayışla zuhûr etmeye başlayan fırkalar ol muştur. Her şeyden evvel

263 Muhammed Hüseyin Ali es-Sagîr, el-Mebâdii’l-Âmme li Tefsiri’l-Kur’âni’l-Kerim, s.

117-264 Eser 12 cilt olup, Kahire’de Dâru İhyâi Kütübi’l-Arabiyye neşriyatındandır. 118.

265 Hâlis Albayrak, Tefsir Usûlü, s. 104.

Müslüman olduklarını unutmayan bu fırkalar, yaptıkları işlerin doğrulu-ğunu ispat için Kur’ân’a başvu ruyorlardı. Gittikleri yolun doğruludoğrulu-ğunu göstermek için âyetleri, kendi görüşlerini teyit edecek şekilde te’vîl ediyor-lardı. İslâm milleti arasında şâyi olan fırkalardan her biri Kur’ân’da kendi mezhebine uygun geleni alıyor, uygun olmayanı da te’vîl edip uydurmaya çalışıyor ve insanlar da bu yollardan birine tâbi oluyordu. Bu sırada müfes-sirlerin yaptıkları açıklamalar, olgun bir izah şekli olamıyordu. Daha doğ-rusu bu müfessirler anla yışta tam bir istiklâle sâhip değillerdi. Akîdeye âit meseleler üzerinde, hicrî birinci asır sonlarından itibaren, siyâsî ve hâricî sebepler dolayısıyla, durmaya mecbûr oldular.

Mu’tezile, Şiâ ve Hâricî fırkalar gibi ortaya çıkan ilk mez heplerin hepsinin Kur’ân’a sarıldığını ve ilk ihtilâfların hepsinin Kur’ân’a rucû’

ettiğini görmekteyiz. Onlar, Kur’ân’ı, kendi fır kalarının dar görüşü içine sığdırmaya uğraşmışlar, hattâ İslâm bünyesi içinde, aslı İslâmî olmayan fırkalar bile, bekâlarını sağ layabilmek için Kur’ân’a dayanmak mecburiye-tinde kalmışlardı.

Bu fırkalardan çok sonra sünnî Müslümanlar inanç ve dü şünce sistem-lerini İmam Eşarî ve İmam Mâturîdî’nin kurdu ğu mezhepte buldular ve bu iki imamın sistemini benimsediler.

İslâm’daki birçok fırkaların elimizdeki tefsirleri fazla değildir.

Bazılarının da, bazı âyetler hakkındaki tefsir ve te’vîlleri mev cuttur. Bunlar tefsir kitaplarının sahifeleri arasında hususî olarak zikredildiği gibi, ilim kitapları arasında umûmî olarak bulunur lar. Bizim bunları teker teker ele alıp incelemeye imkânımız yoktur. Onun için biz her fırkanın ayrı ayrı görüşlerini ele alma yacak, sadece her fırka ve tefsir görüşü hakkında kısaca bilgi verip birer-ikişer misâl arzetmek ve bir kaç meşhur tefsirin is mini zikretmekle iktifa edeceğiz.

a. Mu’tezile

“Ayrılanlar” mânâsına gelen Mu’tezile’nin, bu adı nasıl aldığı husu-sunda çeşitli görüşler vardır. Kendileri, sapıklardan ayrıl dıklarından dolayı bu ismi aldıklarını söylerler. Başkaları ise, Basra’da Hasan Basrî’nin ilim

meclisinden anlaşmazlık çıkara rak ayrıldıkları için, onlara Mu’tezile denil-diğini ifâde ederler.266

Mu’tezile, Emevîler döneminde ortaya çıkan, fakat asıl etki sini Abbâsîler döneminde gösteren mezheplerden birisidir. Hâ ricîler gibi, fikir-lerini harekete dönüştürmemişlerdir. Mu’tezile mensupları, Müslümanlar arasında İslâm rasyonalistleri olarak tanınırlar. Yani akılcıdırlar. Onlara göre akıl her şeyin ölçüsü dür. Akılla, her şey bilinir. Şayet akılla nakil çakışırsa, nakil te’vîl edilir.

Mu’tezile, zamanla gelişerek muhtelif kollara ayrılmış ve kendi görüş-lerini te’yid etmek üzere Kur’ân-ı Kerim’den mesnet bulmaya çalışmışlar ve bu maksatla Allah’ın kitâbını kanâatları doğrultusunda yorumlamaktan kaçınmamışlardır. Kur’ân’ın kelime kelime tefsirine önem veren Mu’tezile, kırâat farlılıklarına da dikkat etmişler ve kendi inançlarını te’yid için uygun kırâat şekillerini tercîh etmişlerdir. Kendi görüşleriyle çelişen pek çok hadîsi de reddetmişlerdir.

Mu’tezile müfessirleri, yapmış oldukları tefsirlerde, kendi gö rüş ve akidelerini aksettirmişler ve nakle itimaddan ziyade akla sarılmışladır.

Mu’tezile tefsirlerini okuyan bir kimse, bu tefsirlerin mutlak bir tenzih ve irâde hürriyetine tahsis edilmiş olduklarını görür. Zâhiri teâruz eden âyetler hakkında aklı hakem tayin ederler.

Mu’tezile mezhebinin sistemleştirdiği beş temel esas vardır. Bunlar, tevhit, adâlet, el-va’d ve’l-vaîd, el-menzile beyne’l-menzileteyn ve el-emru bi’l-ma’rûf ve’n-nehyu ani’l-münker’dir. Mu’tezile’nin bu beş esası, tefsirlerinde dâima gö rülür. Onlar bu prensiplerini ispât ede-bilmek ve muhaliflerine karşı bunları savunaede-bilmek için, ilk kaynak Kur’ân’a başvur muşlardır. Aradıklarını bazen orada bulabilmişler, genellikle de kendi görüşleriyle çatışan naslarla karşı karşıya kalmış-lardır. Bunları, güçlü bir akıl ve geniş bir dil kültürü ile te’vîl yoluna gitmişlerdir. Tefsirlerinde bu husus bazen sual-cevap şeklinde tertip edilmiştir. Mu’tezile Kur’ân’da, Allah’a âzâ, cismiyet ve yön ifade eden âyetlerin mânâlarını Allah’a lâyık görmeyerek, Allah’ı teşbih ve tecsim-den tenzih etmek için, sıfatlarının zâtın dan ibaret olduğunu

söylemiş-266 Yaşar Kutluay, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, Ankara 1968, s. 70.

lerdir. Allah hakkında yapılan tavsifler, itibarî şeylerdir diyerek, Allah’ı sıfatlarından tenzih etmişlerdir.

Mu’tezile müfessirleri, âyetleri akılla te’vîl etme metodunu esas alarak, muhkemlerden çok, müteşâbihler üzerinde dur muşlardır. Müteşâbihleri kendi prensipleri doğrultusunda te’vîl etmişlerdir. Onların müteşâbih âyetleri te’vîl konusunda akla verdikleri bu geniş yetki, Ehl-i Sünnet tara-fından şiddetli bir şekilde tenkit edilmiştir. İbnu’l-Kayyım, onların tefsir-lerini, zi hinlerinin çöplüğü ve fikirlerinin artığı olarak vasıflandırmakta ve bu görüşleriyle kalpleri şüphe ve yeryüzünü fesatla doldur duklarını, söylemektedir.267

Mu’tezile’nin, âyetlerin te’vîlinde akıldan sonra başvurduk ları diğer bir asıl, dil yönüne, lügavî, izâh ve kâidelere önem vermeleridir. Onlar zâhir mânâsı, kendi prensiplerine ters düşen lafızları te’vîl etmek için lügavî izahlara ve eski Arap şiirine baş vurmuşlardır. Onlar dilin menşe-inin tevkîfî olmadığı, ıstılâhî olduğu görüşünden hareket ederek lafızları çeşitli mânâlara çekme hususunda kendilerini serbest hissedebilmişler-dir.

Bu bakımdan Mu’tezile indinde Kur’ân tefsirleri için en önemli mese-lenin dil yönüne olan hırslarını görürüz. Bu hırsları, Kur’ân âyetlerinin tefsirinde açık bir şekilde görülür. Onlar ev velâ Kur’ân lafızlarında gördükleri müteşâbih mânâları iptal etmeye ve sonra bu lafzın mevcut mânâsının dilde, kendi mez hepleri ile uygun olan mânâsına benzetmeye çalışırlar. Bu mânâya uygun şiir ve lügat bilgilerinden şâhitler vermeye gayret gösterirler.268

Mu’tezile Tefsirinden Bazı Örnekler

1. Mu’tezile müfessirleri; ٌةَ ِ אَ אَ ِّ َر َ ِإ “Yüce Rabbine bakar” ( Kıyâmet, 75/23) âyetini ِ اَ َ َ َلאَ َכْ َ ِإ ْ ُ َأ ِ ِرَأ ِّبَر “Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi O’na hitab edince: “Ya Rabbî!” dedi, “göster bana Zatını, baka-yım Sana!” Allah Teâla şöyle cevap verdi: “Sen Beni göremezsin…” ( A’râf, 7/143) ve َرא َ ْ َ ا ُكِرْ ُ َ ُ َو ُرא َ ْ َ ا ُ ْכِرْ ُ َ “Gözler O’na erişemez. O’nun ilmi ise

267 İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmu’l-Muvakki’in, Dihli 1313, I, 68.

268 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 316-317.

bütün gözleri ihâta eder.” ( En’âm, 6/103) âyetlerini delil getirerek, Allah’ın dünya ve âhirette görülemeyeceğini ileri sürerler.269

2. ْ ُ َ َ َ َ ا

َّ ِכـَ َو ْ ُ ُ ُ ْ َ ْ َ َ “Siz savaşta onları kendi kuvveti nizle öldür-mediniz, lâkin Allah öldürdü.” ( Enfâl, 8/17) âyeti karşısında: Allah kullarının fiillerini yaratmaz sözü nasıl sahih olur, denilirse, buna karşı cevabımız şöyle olacaktır: Hz. Pey gamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Bedir muharebe-sinin cereyan ettiği gün ok atı yordu. Allah da O’nun attığını, öldüreceği kişiye ulaştı rıyor du. Böylece burada Yüce Allah, atmayı kendi nefsine izâfe ettiği gibi, öldürmeyi de kendi nefsine izâfe etmiştir. Allah’a hamd olsun ki, burada sözde ittifak vardır.270

3. Zemahşerî, Nisâ Sûresi’nin 168. ْ ُ َ َ ِ ْ َ ِ ُ ا ِ ُכَ ْ َ ْا ُ َ َ َو ْاوُ َ َכ َ ِ َّ ا َّنِإ

“İnkâr edenleri ve zulmedenleri Allah affedecek değil dir…” ( Nisâ, 4/168)

âyetini tefsir ederken; “kâfir ve âsî mağfiret olmamakta aynı seviyededir ve ancak onlar tövbe etmek sûre tiyle affolunurlar.” demektedir.271

Şimdi bu mezhebe bağlı müfessirler ve tefsirlerden birkaçının ismini verelim.

1. Ebû Bekr el-A’sam (v.236/850). 2. Ebû Ali el-Cubbâî (v.303/915).

3. Ebu’l-Kâsım Abdullah b. Ahmed el-Belhî (v.314/931). 4. Ebû Müslim Muhammed b. Bahr el-İsfehânî (v.322/934). Günümüze kadar ulaşabilen Mu’tezile tefsirleri ise şunlardır:

1. Abdulcebbâr b. Ahmed el-Hemedânî (v.415/1025): “Tenzîhu’l-Kur’ân Ani’l-Matâ’in”, “Müteşâbihu’l-“Tenzîhu’l-Kur’ân” ve “el-Muhît”.

2. Cârullah Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî (v.538/1143): “el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fi Vücûhi’t-Te’vîl”.

b. Şîa

Terim olarak şîa kelimesi; Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz.

Ali’yi ve O’nu müteâkiben Hz. Ali’nin soyundan ge lenleri hilâfete en

269 Abdulcebbâr b. Ahmed, Tenzîhu’- Kur’ân ani’l-Matâin, Mısır 1329, s. 358.

270 Abdulcebbâr, Tenzîhu’l-Kur’ân, s. 144.

271 Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf, Kâhire 1953, I, 459.

lâyık olarak kabul eden veya Hz. Ali’yi meşrû halîfe sayıp daha sonraki halîfelerin de O’nun soyundan gelmesi gerektiğini savunan topluluklara verilmiş bir isimdir.

Şîa, siyasî bir hareket olmakla beraber, kendi içinde farklı gruplara ayrılmıştır. Mezhep ve fırka kitaplarında, zikri geçen pek çok Şîa’ya ait fırka, Hz. Ali’nin faziletiyle başlayıp, O’nun ilâhlığına kadar uzanan bir grafik seyreder. Şîa’ya mensûp olanlar, inançlarına destek bulabilmek için, söylenmeyen sözleri dahi imamlarına söyletmiş ve halk arasında onların menkıbeleri süratle yayılmıştır.

Bu fırka genel olarak, tefsirlerinde kendi akîdelerini savun muş, sadece kendi imamlarının sözlerine itimat etmişler, dâima kendilerini haklı gör-müşler ve sadece kendilerinden olanları hakikî Müslüman addetmişlerdir.

Bu bakımdan Kur’ân sadece kendileri için nâzil olduğu kanaati de onlarda belirmiş, hattâ birçoklarında Kur’ân’ın tahrif edildiği fikri zuhûr etmiştir.272

Şîa’nın pek çok kolu vardır. İsmâîlîler (Bâtınîler), İmâmiyye ve Zeydîler gibi. Şimdi de her fırkadan ve tefsirle ilgili görüşle rinden kısaca söz edeceğiz.