• Sonuç bulunamadı

1.1. ETNOSANTRİZM

1.1.1. Etiketleme, Kategorileştirme, Stereotipileştirme ve Önyargı

Hewstone ve arkadaşlarına göre, “insanlar birer ‘bilişsel cimri’dir ve insan belleği her zaman en kısa, en kestirme yolu seçerek en kısa süreli bilgi işleme yollarını arayıp bulur ve bilgi işlemede bu yolları kullanır (Demirtaş, 2003: 133)”. Bilgi işlemenin en kestirme, en kolay ve en etkili yolu ise sınıflandırma yapmaktadır. Bu konuda Jenks (2005: 64), sınıflandırmanın, toplumsal ayrım şemalarının üretiminde, toplumsal ve bireysel kimlik oluşumunda temel bir bileşen olduğunu söyler. Jenks’e göre (2005: 60), en ilkel sınıflandırmalar, “birincisi, bir hiyerarşi halinde düzenlenirler ki böylece doğal dünyanın tüm görüngüleri birbiriyle sabit bir ilişki içinde algılanabilsin. İkincisi, spekülasyon amaçlıdırlar, yani kişinin kendisi dışında kalanları kavrayıp düzenlemesinde kullanılırlar”. Sınıflandırmanın ötekinin farklı olarak tanınmasına ve karşılıklılık (ittifak, dayanışma, sevgi) bağlarının kurulmasına imkân verdiğini söyleyen Enriquez (2004: 207-208) ise, katı ayrımlar, yani dışlama/içleme yapıları kurarak değilse nasıl kendimizi ötekine karşı koruyacağımızı sorar. Bu bağlamda, sınıflandırmanın, ötekini netleştiren, mantığın sınırlarını zorlamayan, simetrik olmayan konumlar tanımlaması olduğunu anlatan Enriquez’e göre, öteki her şeyden önce düzensizliğin ya da düzen karşıtlığının faili olarak görüldüğünden, yalnızca denetim altına alınabilmek ve faydalanılmak için tanınır.

Benzer şekilde, kategorileştirmenin, bilinmezi bilinir kılarak bireyin gündelik yaşantıyı yönlendirmesini, nesneleri ve deneyimleri tanımlamasını sağladığını belirten Schnapper (2005: 155) kategorilerin, toplumsal bir sürecin ürünü olduğuna işaret eder ve dahası onların varlığı, bireye algılama ve davranma yetkisi verir, der. Schnapper’a göre, “kategorileştirme süreci böylece, algıları genelleştirmeye, gruplar arasındaki aykırılıkları vurgulamaya ve üstü açık ya da kapalı, olumlu ya da olumsuz değer yargıları atfetmeye yol açar. Toplumsal stereotipileri imler ve muhafaza eder”. Kategoriler, önyargılar için ayıklanmış, sıkıştırılmış, kalıplaşmış, hiyerarşileştirilmiş referanslar sunar. Yerme, yüceltme, dostlandırma, düşmanlaştırma öncesi yapılan, bilincin işini kolaylaştıran ancak; ötekiyi ötekileştirmek üzere netleştiren bir edimdir.

Ötekini etiketlemek ve kategorileştirmenin, kaçınılmaz bir şekilde, algı sürecinin bir parçası ve yorumlamanın bir biçimi olduğunu ifade eden Bourse (2009: 119) ise, bu yorumların dünyayı ve ötekini kavramak için oldukça yararlı araçlar olabileceğini belirtir. Ancak, Bourse’a göre, “atfettiğimiz etiketler aldatıcı ve yanlış olabileceği gibi, dünya ve öteki bir kez kategorileştirildiğinde buna bağlı kalma ve bütün çelişik bilgileri bu imgelerle çakıştırma eğilimi sergileriz”. Sınıflandırılmış ve kategorileştirilmiş öteki bir süre sonra, kendini öteki yapan unsurları ile sterotipleştirilir. Kartarı (2001: 190), basit anlamda, sınırlı ve basitleştirilmiş düşüncelerin sosyal bilimlerde ‘stereotip’ olarak adlandırıldığını ifade eder. Bu bağlamda stereotipilerin insanları bir takım türlere, tiplere bölmeyi ifade eden zihinsel yapılar olduğunu belirten Kartarı, stereotipi, belli özelliklerin muhayyel insanlarda mevcut sanılmasıyla gelişen basmakalıp fikirler olarak tanımlar. Bu noktada Bourse (2009: 117) ise, bireysel yaklaşımlar dikkate alındığında stereotipilerin bireylerin çevreleri içinde karşılaşmaları, deneyimleri, etkileşimleri sonucu oluştuğunu; çevrelerinden ve başkalarından yola çıkarak kendileri için hazırladıkları bir dünya temsiline ya da ‘imge’sine ulaştığını anlatır. Böylece Bourse’ye göre ‘Öteki’yle doğrudan ve kişisel temas yoluyla stereotiplerin oluştuğu söylenebilir.

Stereotipileri inşa eden ve yeniden inşa eden en önemli zihinsel süreç önyargılardır. İnsanoğlu, yaşamını kategorileştirilmiş, sınıflandırılmış, stereotipileştirilmiş önyargılarla sürdürür. Bu bireysel ve toplumsal anlam üretimi açısından son derece önemli psikolojik, sosyolojik, kültürel ve tarihsel bir gereksinimdir. Bir terim olarak önyargı Bolay’a (2009: 280) göre, peşin hüküm, itikad-ı batıl, bir şeyi gerektiği şekilde bilmeden, incelemeden verilen kanaat iken; sosyolojik açıdan bireysel ve toplumsal anlam üretimine vesile olan; dünyayı anlamayı ve ötekini netleştirmeyi sağlayan kalıp yargılardır. Bu bağlamda, önyargıların sıklıkla bir grubun sabit ve kalıplaşmış bir biçimde tanımlandığı ‘kalıpyargılar’ üzerine inşa edildiğini belirten Giddens’a (2008: 538) göre, “bazı kalıp yargılarda gerçeklik payı vardır; oysa diğerleri tümüyle düşmanlık duygularının, aslında o duygunun gerçek kaynağı olmayan nesnelere yönlendirildiği bir ‘yerine geçirme’ mekanizmasıdır”.

Başka bir açıdan Türkdoğan (2006: 25) önyargıyı, tamamen olumsuz bir perspektiften değerlendirerek bazı irrasyonel öğeler temeline oturmuş olan ve bütün bir gruba ve onun tüm bireysel üyelerine karşı hoşgörüsüz veya onları kötüleyici bir tutum olarak tanımlanabileceğini söyler. Türkdoğan’a göre, bununla birlikte önyargı, onu ayrımcı davranışla dışa vurma olanağını bulamayan kişilerin zihinlerinde yerleşmiş de

olabilir. Diğer tarafta Giddens (2008: 538) ise, önyargının olumsuz bir tutum, anlayış olarak değil, bir grubun üyelerinin bir başka grup hakkındaki fikirleri ve ona takındığı tutuma atıfta bulunduğunu söyler. Bu süreçte, önyargılı bir insanın peşin hükümlü görüşlerinin, çokluk doğrudan bir delil yerine söylentiye dayandığını ve yeni bir bilgi karşısında bile değişmeye direndiğini belirten Giddens’a göre, insanlar kendilerini özdeşleştirdikleri gruplara yönelik olumlu, diğerlerine karşı da olumsuz önyargılar besleyebilir ve belirli bir gruba karşı önyargılı olan birisi bu grubu tarafsız bir biçimde değerlendiremez. Bauman (2010: 58-59) dış gruba karşı, genellikle karşı tarafın düşmanlığı ve kötü niyetine zorunlu bir yanıt olarak gösterilen düşmanlık, kuşku ve saldırganlığın bir önyargı doğurduğunu ve zamanla bu önyargı tarafından ilerletildiğini anlatır. O’na göre, önyargı, insanları, dış grubun amaçları söz konusu olduğunda asla haklı görülmeyecek amaçları kendi davalarının yürütülmesinde kullanılmasını onaylamaya ittiğini söyler. Bu noktada Adorno'da "Otoritaryen Kişilik Üstüne" adlı yapıtında (2011: 68) aşırı önyargılı kişinin sanki hiçbir şey kendi halinde bırakılamaz; herşey katı bir şekilde düşünülmüş tözleştirilmiş bir iç grubun benlik idealine 'eşit' kılınmalıdır. Dış grup, seçilen düşman, ebedi bir meydan okuyuşu temsil eder.

Ancak önyargıyı, eğer yalnızca kişiliğin yapısı ve dinamiğinden yola çıkarak ele alırsak onunla ilgili bütünsel bir açıklama getiremeyeceğimizi söyleyen Allport, eşit ölçüde geçerli altı farklı çözümleme düzeyinden bahseder (aktaran Schnapper, 2005: 139): “Birincisi, farklı etnik grupların gerçek özellikleriyle gösterilen uyarıcı nesneye başvuran yaklaşım; ikicisi, bireyin uyarıcı nesneyi algılamasıyla ilgili görüngü düzeyi; üçüncüsü, kişiliğin dinamiği ve yapısı; dördüncüsü, işsizlikte olduğu gibi, duruma yönelik yaklaşım; beşincisi, farklı etnik gruplar arasındaki temaslar, kültürün ve altkültürünün etkisi; altıncısı ve nihayet sonuncusu tarihsel yaklaşımdır”.

Gündelik yaşamda gerçeği anlamak ve etkilemek üzere hiç durmaksızın kategoriler kullandığımıza dikkat çeken Schnapper (2005: 128), ön yargılarımızı da, işçiler şöyledir, kadınlar böyledir v.b. gibi ifadelerle kategorilere göre ortaya koyduğumuzu belirtir. Böylece Demirtaş’ın (2003: 133), değindiği gibi, insanlar kendi başlarına birer birey olarak değil de bir toplumsal grubun üyesi olarak algılanırlar ve adlandırılırlar. ‘Öteki’nin kendi içindeki çeşitliliği kesin bir şekilde reddettiğini kurgulanan özelliklerin ise tüm gruba genellendiğini anlatan Özçalık (2008: 3) ise, Almanya’nın başkenti Berlin’deki Frei Üniversitesi rektörünün Türk çocuklarının geri zekâlı olduğuna dair açıklamasının açık bir önyargı örneği olduğunu belirtir. Özçalık’a

göre Rektör, bu açıklamayla tüm Türk çocuklarını tek bir olumsuz niteliğe indirgemiş, belirli bir Türk prototipinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Bu bağlamda Dragonas (2011: 119-120) önyargılarla kurulmuş bu tip stereotipilerin toplumdaki egemen gruplar arası ilişkiler örüntülerini meşrulaştırmaya yarayan ideolojik unsurlar olduğunu söyler. Dolayısıyla bu ideolojik unsurların grup içini yücelten, grup dışını kötüleyen imgeleri içereceği düşünülebilse de Dragonas’a göre “grup üyelerinin kendilerine ilişkin olumsuz bir stereotipi içselleştirdikleri de görülebilir. Toplumun olumsuz değerler biçtiği bu imge ki buna etnosantrizm denir, özsaygıya zarar verir”.