• Sonuç bulunamadı

Tablo1.2’de de görüleceği üzere son yıllarda ülkemiz ekonomisi güçlü bir performans sergilemektedir. 2003, 2004 ve 2005 yıllarında OECD ülkeleri arasında en yüksek oranlı büyüme gerçekleştiren ülkemiz ekonomisi, 2006 yılında reel olarak % 6.9 oranında büyüdükten sonra 2007 yılında da % 4.7 oranında büyüme kaydetmiştir. Diğer taraftan, Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan ve 125 ülkeyi kapsayan 2006-2007 Küresel Rekabet Endeksi’ne göre ülkemiz 59 uncu sırada yer almış iken,131 ülkeyi kapsayan 2007-2008 Küresel Rekabet Endeksi’nde 6 basamak yükselerek 53 üncü sırada yer almıştır.

2008 yılında %0.7 ye düşen bu oran 2009 yılında Dünya ekonomik krizinin ağır baskısı, özellikle dış talebin daralması sonucunda -%4,8 küçülme yaşanmıştır. 2010 yılında ise cari açık, ekonomideki toparlanmayla birlikte yeniden artma eğilimine girmiştir. Bu dönemde cari açığın finansmanında herhangi bir sorunla karşılaşılmamıştır. Sermaye girişi, ekonomideki canlanma ve güven ortamının tesisiyle 2009 yılının Mayıs ayından itibaren tekrar başlamış, mevduat ve portföy yatırımları ağırlıklı olmak üzere artarak sürmüştür (URL-15, 2010).

Tablo 1.2’de de görüleceği üzere 2010 yılında Dünya’da büyüme oranı konusunda ilk sıralara yükselerek %9,2 oranında bir büyüme yakalanmıştır. 2011 yılında da dünya ortalamasının oldukça üzerinde bir büyümeyi yakalayan Türkiye’nin büyüme oranı %8,5 olarak

41 gerçekleşmiştir. 2010 ve 2011 yılındaki yüksek oranda kaydedilen ekonomik büyüme oranları ekonominin ısınmasına ve büyük oranda cari açıkların oluşmasına neden olduğundan hükumet ekonomiyi kontrollü bir soğutmaya tabi tutmak üzere harekete geçmiş ve aldığı tedbirler sonucunda büyüme oranının %3.1’e indirilmesi hedeflenmiş ve bu hedefin büyük ölçüde gerçekleştirilmiş olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Cari işlemler dengesinde de önemli ölçüde iyileşme olduğu görülmektedir.

Türkiye ekonomisi, 2008 yılı üçüncü çeyrek sonrası dört çeyrek boyunca devam eden küçülme döneminden, 2009 dördüncü çeyrek itibarıyla çıkmış ve sonrasında güçlü ve kalıcı bir toparlanma süreci yakalamıştır. Küresel finansal krizin Türkiye ekonomisi üzerinde GSYH büyümesi açısından meydana getirdiği tahribat Çin, Arjantin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerden nispeten daha fazla olmakla beraber, Türkiye ekonomisi toparlanma ve büyüme sürecini bu ekonomilerle aynı süre içerisinde yakalamayı başarmıştır (URL-27, 2011).

Küresel krizin etkilerinden hızla kurtulan Türkiye ekonomisi kriz döneminde ertelenmiş iç talebin de etkisiyle 2010-2011 yıllarında özel sektör öncülüğünde güçlü ve iç talep kaynaklı bir büyüme süreci yaşamıştır. Türkiye ekonomisi 2011 yılının ikinci yarısında başlayan kontrollü yavaşlamaya rağmen, kriz öncesi seviyenin %14,1 üzerine çıkmıştır. 2010 ve 2011 yıllarında ortalama %8,8 büyüyen Türkiye ekonomisi bu performansı ile dünyada kriz sonrası en hızlı büyüyen ekonomiler arasında yer almıştır. Bu dönemde özel sektör tüketim ve yatırım harcamalarındaki artış, özellikle iç talep kaynaklı canlanmanın itici gücü olmuş ve büyümeyi önemli ölçüde etkilemiştir (URL-24, 2013).

Potansiyel büyüme eğiliminden sapma verisiyle değerlendirildiğinde, Türkiye ekonomisinin 2010 üçüncü çeyrek ve sonrasında, potansiyel büyüme hızının yaklaşık 4 puan üzerine çıkan bir patikaya yerleştiği görülmektedir. Bu yüksek büyüme hızı patikası, Çin, Arjantin ve Hindistan ile karşılaştırıldığında kriz sonrası dönemde potansiyel büyüme hızından görece daha yüksek bir pozitif sapmaya işaret etmektedir (URL-27, 2011). Bu süreçte cari açık da yüksek seviyelere ulaşmış ve harcamalar yönünden iç ve dış talepteki ayrışma çok belirgin hale gelmiştir.

42 Şekil 1. 6. Dönemler İtibariyle Büyüme Oranları

2011'de % 8,5’lik büyümeye en önemli katkı 10,2 puanla iç talepten gelmiştir. Tasarruf düzeylerinin düşük olması sebebiyle daha çok dış kaynaklarla finanse edilen bu büyüme, cari açığın GSYH’ye olan oranının % 10’a çıkmasına neden olmuştur. Bu durum, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği konusunda bazı endişelere yol açmıştır. 2011’in ilk yarısında Türkiye ekonomisi iç talebe dayalı büyürken dış talep büyümeyi olumsuz yönde etkilemiştir.

Ancak, bu şartlar yılın ikinci yarısı ile birlikte değişmiştir. Ekonomiyi soğutmak için alınan önlemlerin etkisi ile birlikte iç ve dış talepte yeniden dengelenme süreci başlarken dış talebin büyümeye katkısı tedrici olarak olumlu bir görünüm almıştır. Büyümenin yavaşlamasında derinleşen AB borç krizi ile birlikte küresel ekonomik görünümdeki bozulmalar da etkili olmuştur (URL-24, 2012). Dengeli bir biçimde yavaşlamaya başlayan Türkiye ekonomisi, 2011’in ikinci yarısından itibaren şu anda içinde bulunulan yumuşak iniş patikasına doğru yönelmiştir. Yumuşak iniş olarak adlandırdığımız bu süreç büyümenin kompozisyonunun iç ve dış talep arasında dengelenmesi ve dolayısıyla büyümenin normalleşmesidir. 2011 yılının ilk yarısında % 10,5 olan büyüme yavaşlayarak yılın ikinci yarısında % 6,8 olmuştur. 2012 yılının ilk yarısında ise bu rakam % 3,1’e kadar gerilemiştir (URL-24, 2013).

Küresel ekonomide belirsizlikler devam ederken Türkiye ekonomisinde yumuşak iniş süreci başarıyla devam etmektedir. Yumuşak iniş olarak adlandırdığımız bu süreç, büyüme kompozisyonunun iç ve dış talep arasında dengelenmesi, cari açığın daralması ve enflasyonist baskıların azalmasıdır (URL-25, 2012). Bu çerçevede, Merkez Bankası para politikasını

43 sıkılaştırarak, ithalatın artış hızını sınırlayan bazı vergisel önlemler alınarak ve BDDK’nın makro-ihtiyati uygulamalar alarak bu sürece destek verildi. Bu gelişmelere paralel olarak, 2012 yılında ekonomimizin % 3,2 oranında büyümesi öngörülmektedir (URL-24, 2012). Bu oran geçen yıl Orta Vadeli Programda (OVP) öngördüğümüz % 4’ün 0,8 puan altındadır. Yaşanan küresel yavaşlama dikkate alındığında bu farkın büyük bir sapma olmadığı görülmektedir.

Nitekim IMF geçen yıla göre 2012 büyüme tahminlerini gelişmekte olan ülkelerde ortalama 0,8 puan aşağı çekmiştir. Buna rağmen Türkiye IMF tahminlerine göre, bu yıl Avrupa’da Letonya ve Kosova’dan sonra en hızlı büyüyen ülke olacaktır. Bu yılki büyüme oranımız gelişmekte olan Avrupa ülkelerinin % 2’lik büyümesinden daha iyi, Latin Amerika’nın % 3,2’lik büyümesiyle başa baş, gelişmekte olan Asya’nın % 6,7’lik büyümesine göre düşük olacaktır (URL-25, 2012).