• Sonuç bulunamadı

A. İn’ikâd (Kuruluş) Şartları

1. Ehliyet

İslâm hukukunda her şahıs akit yapabilmek için daha genel bir ifadeyle de tasarrufta bulunabilmek için belli şartları taşımak zorundadır. Bu şartları taşımayan kişinin tasarrufu geçersiz olmakta ve hiçbir sonuç doğurmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında ehliyetin bir nikâh akdinin gerçekleştirilebilir olmasında çok önemli bir yeri vardır.

Bir kimsenin dinî-hukukî birtakım tasarrufları yapabilmesi “ehliyet” kavramı ile ifade edilmiştir. Bu kavram, sözlükte “yetki, liyakat, elverişlilik, yeterlilik” gibi anlamlara gelmektedir.77 İbn Manzûr (ö. 711/1311), ehliyeti “yetkili, hak sahibi, ünsiyet ve bir şeyin erbâbı olma”78 şeklinde açıklamıştır. Kelime olarak ehliyetin

74 Abdülvehhâb Hallâf, Ahkâmu’l-ahvâli’ş-şahsiyye, s. 39; Ebû Zehre, el-Ahvâlü’ş-şahsiyye, s. 148; Bilmen, Kâmus, 2/36; Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 7/112.

75 Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi, md. 54.

76 Ahmet Yaman, İslâm Aile Hukuku, s. 55-56. 77 Ali Bardakoğlu, “Ehliyet’’, DİA, 10/533. 78 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, 11/28-30.

temel manası salâhiyettir. “Falan kimse şu işe ehildir” denildiğinde o kimsenin o işi yapabilir olduğu kastedilir.79

İslâm hukuku açısından ise ehliyet “Leh ve aleyhe olan şer’î tekliflerin teveccühüne, vücûbuna salâhiyetli bulunmaktır”80 şeklinde tanımlanmıştır. Kişi, hayatı boyunca akıl ve beden açısından sürekli bir gelişim göstermektedir. Bu gelişim neticesinde onun sahip olduğu ehliyet de değişmekte ve kuvvetlenmektedir. Bu açıdan ehliyet tedricen gelişme gösteren bir mâhiyete sahiptir. İslâm hukukçuları insanın bu iki farklı değişimini göz önüne alarak hak sahibi olma ve sahip olunan hakları kullanma açısından kişinin sahip olduğu ehliyeti vücûb ve edâ ehliyeti olmak üzere ikiye ayırmışlardır.81 Vücûb ehliyeti “İnsanın leh ve aleyhindeki meşru hakların sabit olmasına elverişli olmasıdır”82 şeklinde tarif edilmiştir. Zerkâ (ö. 1999) ise vücûb ehliyetini ilzâm (borçlandırma) ve iltizâm (borçlanma) kavramları üzerinden ele almış ve “Vücûb ehliyeti, kişinin ilzâm ve iltizama salâhiyetidir”83 şeklinde tarif etmiştir. Edâ ehliyeti ise “İnsandan (bir şeyin) yapılmasının istenmesine, insanın sözlerinin ve fiillerinin geçerli sayılıp, şerî neticelerin meydana gelmesine müsâit, salâhiyetli bulunmasıdır.”84 Ömer Nasûhi Bilmen (ö. 1971) ise edâ

ehliyetini, “İnsanın kendisinden şer’an muteber olacak veçhile fiillerin südûruna salâhiyattar olmasıdır’’85 şeklinde tarif etmiştir.

Fukaha, vücûb ehliyetini “zimmet” kavramı üzerinden açıklamıştır. Zimmet, “İnsanı lehindeki ve aleyhindeki şeylere ehil kılan vasıftır.”86 Bu durumda zimmet, her insan için sabittir ve vücûb ehliyetinin sebebi olmaktadır.87 Dolayısıyla vücûb ehliyeti, zimmet sahibi her insan için geçerlidir. Her insan da zimmete sahip olduğundan vücûb ehliyetine sahiptir. Vücûb ehliyetine sahip olabilme insan olmanın doğal ve zaruri bir sonucu olduğundan akıl, yaş ve rüşd ile hiçbir alakası

79 Zeydân, el-Vecîz, s. 85.

80 Bilmen, Kâmus, 1/31. 81 Serahsî, el-Usûl, 2/332. 82 Zeydân, el-Vecîz, s. 85.

83 Zerkâ, el-Fıkhu’l-İslâmî, 2/739; Mustafa Uzunpostalcı,“İslâm Hukuku Açısından Ehliyet”, s. 157. 84 Zeydân, el-Vecîz, s. 86.

85 Bilmen, Kâmus, 1/31. 86 Bilmen, Kâmus, 1/227. 87 Zeydân, el-Vecîz, s. 86.

bulunmamaktadır.88 Vücûb ehliyeti için yeterli görülen hayatta olma edâ ehliyeti açısından yeterli sayılmamıştır. Edâ ehliyeti, kişinin sahip olduğu hakları kullanabilmesi ve tasarrufta bulunabilmesi olduğundan akıl ve temyiz gücüne dayanmaktadır.89 Vücûb ve edâ ehliyetinin bu özellikleri dikkate alındığında vücûb ehliyeti, hiçbir eylemde bulunmaya gerek olmadan ve insan olmanın doğal bir sonucu olduğundan dolayı da kendiliğinden oluştuğu için pasif; edâ ehliyeti ise kişinin haklarını kullanmak suretiyle yeni tasarruflarda bulunması ve gerçekleştirdiği bu tasarrufların geçerli kabul edilip kendinden beklenen sonuçları doğurması ve dolayısıyla da kişinin hukukî açıdan sorumluluk üstlenmesi anlamına geldiğinden aktif bir ehliyet olarak kabul edilmiştir.90 İslâm hukukunda ehliyet açısından insan hayatı, genel olarak beş ayrı döneme ayrılmıştır. Bunlar sırasıyla ceninlik, temyiz öncesi, temyiz, büluğ ve rüşd dönemleridir.

İnsan ehliyetini tam olarak elde ettikten sonra bazen kendisinden kaynaklanan bazen de hiçbir etkisi ve müdahalesi olmadan birtakım olumsuzluklarla karşılaşabilir. Karşılaştığı bu olumsuzluklar, onun ehliyetini daraltabildiği gibi tamamen de ortadan kaldırabilmektedir. Vücûb ehliyeti, her insan için geçerli olduğundan daralması veya tamamen ortadan kalkması gibi bir şey söz konusu değildir. Fakat akıl ve temyiz gücüne dayanan ve sonradan elde edilen edâ ehliyeti ise her zaman tam olmayabilir hatta bazı durumlarda tamamen ortadan kalkabilir. İslâm hukukçuları, ehliyete zarar veren, onda daralmaya hatta tamamen ortadan kalkmaya sebep olan ve bazen de insanla ilgili olan bazı hükümlerde değişiklik meydana getiren bu hallere “avârız” demişler ve “ehliyet arızaları” başlığı altında ele almışlardır.91 Ehliyet arızalarını da ikiye ayırmışlar ve meydana gelmesinde şahsın hiçbir etkisinin ve kusurunun bulunmadığı hallere “semâvî”, şahsın irade ve seçiminin etkili olduğu ve onun kendi seçiminden kaynaklandığı hallere ise

88 Zerkâ, el-Fıkhu’l-İslâmî, 2/740. Vücûb ehliyeti, tam ve eksik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Anne karnında olan cenin, eksik vücûb ehliyetine sahiptir. Bu sebeple o, sadece lehine olan hakların sübutuna ehil görülmüştür. Bkz. Zeydân, el-Vecîz, s. 86; Orhan Çeker, İslâm Hukukunda Çocuk, s. 48, 117; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, 1/253.

89 Zerkâ, el-Fıkhu’l-İslâmî, 2/743; Zeydân, el-Vecîz, s. 86; Orhan Çeker, İslâm Hukukunda Çocuk, s. 49.

90 Orhan Çeker, İslâm Hukukunda Akidler, s. 13. 91 Zeydân, el-Vecîz, s. 92.

“müktesep” demişlerdir.92 Buna göre akıl hastalığı (cünûn), bunama (ateh), bayılma (iğma), küçüklük (sığar), ölümle sonuçlanan hastalık (maraz-ı mevt), kölelik (rıkk), uyku (nevm), unutma (nisyân), ölüm (mevt), aybaşı hali (hayız) ve lohusalık (nifâs) gibi haller semâvî arızalardan; sarhoşluk (sükr), sefihlik (sefeh), ciddiyetsizlik (hezl), hata, bilgisizlik (cehl), yolculuk (sefer), iflas gibi haller ise müktesep arızalardan sayılmıştır.93

İslâm hukukunda ehliyet teorisi sistematik bir şekilde ele alınmış ve ayrıntılı olarak incelenmiş olsa da evlenme ehliyetine dair böyle bir şey söz konusu değildir. Adem Yenidoğan “İslam Hukukunda Akıl Hastalarının Evliliği Meselesi” adlı makalesinde bu durumu şöyle açıklamıştır: “İslam hukukunda aslında sistematik bir şekilde oluşturulmuş evlenme ehliyeti teorisi bulunmasa da bu, böyle bir teorinin olmadığı anlamına gelmemelidir. Bilakis fakihler kimlerin kendi irade beyanıyla evlenip evlenemeyeceği ve başkaları tarafından evlendirilip evlendirilemeyeceği hususlarını detaylı bir şekilde incelemişlerdir. Bu hususta eksik olan şey klasik fıkıh literatüründe konuya bir bütün hâlinde değil, parça parça değinilmiş olmasıdır. Bu, İslam hukukunda kazustik metodun benimsenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle konunun sistematik bir şekilde ele alınmamış olması yokluğu anlamına gelmemektedir.”94

Edâ ehliyetine sahip olan kişi, hiç kimsenin izin ya da onayına bağlı olmadan lehinde olan haklarına ve aleyhinde olan borç altına girebilmeye ehil hale gelir ve tek başına tasarrufta bulunabilir. Böyle bir kimsenin evlenmek için de kimsenin izin ya da onayına ihtiyaç duymayacağı açıktır. Buna bağlı olarak da evlenme ehliyeti “Kişinin, bir başkasının izin ve icazetine (onayına) ihtiyaç olmadan kendi irade beyanıyla evlenebilmesidir”95 şeklinde tarif edilmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzerine evlenme ehliyetine sahip olabilmek için tam edâ ehliyetine sahip bulunmak gerekir. Bu da akıl ve büluğ ile gerçekleşir.96 Hanefî mezhebine göre büluğa erme nikâh akdinin yürürlük şartlarından olmakla birlikte evlenme ehliyeti tam edâ

92 Buhârî, Keşfü’l-esrâr, 4/370; Zeydân, el-Vecîz, s. 92-93.

93 Buhârî, Keşfü’l-esrâr, 4/370-371;َHayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, 1/262. 94 Adem Yenidoğan, “İslam Hukukunda Akıl Hastalarının Evliliği Meselesi”, s. 418.

95 Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, s. 155; Ahmet Yaman, İslâm Aile Hukuku, s. 40; Abdullah Çolak, İslam Aile Hukuku, s. 63.

ehliyetini gerektirdiğinden ancak âkil, bâliğ ve hür olan kimse evlenme ehliyetine sahip olmaktadır.97 Dolayısıyla küçükler ve akıl hastaları gibi temyiz gücünden yoksun bulunanlar edâ ehliyetine sahip olmadıkları gibi evlenme ehliyetine de sahip değillerdir. Bu kimselerin kendi başlarına evlenmeleri mümkün olmadığından gerçekleştirmiş oldukları nikâh akdi de bâtıl sayılmaktadır. Bundan dolayı da bu kimselerin ancak velileri tarafından evlendirilebilecekleri kabul edilmiştir.98

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri ise tam ehliyet sahibi olan kızların ancak velileri aracılığıyla evlenebileceklerini kabul ederek Hanefî mezhebinden ayrılmışlardır.99 Ayrıca bu mezheplere göre tam evlenme ehliyetine sahip olmak için rüşd şartı da bulunmaktadır.100