• Sonuç bulunamadı

Bağlayıcılık (Lüzûm) Kavramı ve Mâhiyeti

D. Bağlayıcılık (Lüzûm) Şartları

1. Bağlayıcılık (Lüzûm) Kavramı ve Mâhiyeti

Esasen her insan suçsuz ve borçsuz olarak dünyaya gelmektedir. Bir diğer deyişle insanın başlangıçta hukukî açıdan bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Daha sonra yapacağı muamelelerle zimmetine suç ve borç tahakkuk etmektedir. İslâm hukukunun temel kaidelerinden biri olan “Berâ’et-i zimmet asıldır” ifadesi de bu hususa işaret etmektedir. Buna göre kişinin suçsuzluğu ve borçsuzluğu asıldır.139 Özellikle bu kaideyle, İslâm borçlar hukukunda kişinin, aksine bir delil bulununcaya kadar borçsuzluğunun esas olacağı kabul edilmiştir. Kişinin, kanundan veya kendi muamelesinden kaynaklanan yükümlülüğün altına girmesi ise bağlayıcılık (lüzûm) kavramı ile ifade edilmiştir.140 Tarafların aralarında gerçekleştirmiş oldukları hukukî bir sözleşme artık akdi yapan kişiler için bağlayıcı olmakta ve onlara üstlenmiş oldukları sorumlulukları yerine getirme zorunluluğu vermektedir.

İslâm hukukunda akdin bağlayıcı olması “lüzûm” kavramı ile ifade edilmiştir. Arapça ََم ِزَل fiilinden alınma bir mastar olan َ مو ُزُل kelimesi sözlükte “lazım olma, zorunluluk, gereklilik; gereksinim, ihtiyaç; birliktelik, ayrılmazlık; sabit ve daim olma, ayrılmama, devam etme” anlamlarına gelmektedir.141 Klasik fıkıh kaynaklarında lüzûm kavramı ile ilgili bir tanım yapılmadığı görülmektedir. Kavramın fukaha açısından zaten biliniyor olması onun için bir tanım yapılmasına ihtiyaç duyulmadığını gösterebilir. Zira fukaha, akitlerin ilgili kısımlarında bu kavramı daha çok sonucu bakımından ele almış ve akdin taraflar için bağlayıcı

138 İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 3/131; Abdülvehhâb Hallâf, Ahkâmu’l-ahvâli’ş-şahsiyye, s. 41; Ebû Zehre, el-Ahvâlü’ş-şahsiyye, s. 154; Abdullah Çolak, İslam Aile Hukuku, s. 141.

139 Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-hükkâm, 1/25-26; Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 7/160. 140 H. Ensar Ceylan, İslâm Borçlar Hukukunda Akdin Bağlayıcılığı, s. 30.

141 Ezherî, Tehzîbü’l-luga, 13/150-151; İsfahânî, el-Müfredât, l-z-m maddesi; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l- muhît, s. 1158; Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, s. 1239; el-Mu’cemü’l-vasît, s. 823; Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 329; H. Yunus Apaydın, “Lüzum”, DİA, 27/260.

olduğunu belirtmek amacıyla kullanmıştır. Akdin bağlayıcı olmasının doğurduğu sonuçlardan biri, akdin tek taraflı iradeye dayalı olarak feshedilememesidir. İşte klasik kaynaklara baktığımızda fukahanın bu kavramı, akdin feshedilememesi yönüyle ele aldığını görüyoruz. Ayrıca yine bu eserlerde akitte muhayyerliğin bulunmaması durumu da bağlayıcılık kavramıyla açıklanmaktadır. Dolayısıyla klasik eserlerde bağlayıcılık, onun doğurduğu bu sonuç üzerinden ele alınmış olmakla birlikte muhayyerliğin sona ermesiyle akdin bağlayıcı hale geleceği şeklinde de ifade edilmiştir. Örneğin Serahsî (ö. 483/1090), şart muhayyerliğinde muhayyerlik hakkı elde eden tarafın, bu hakkını kullanmadan önce ölmesi ile birlikte muhayyerliğin sona erdiğini ve satım akdinin de bağlayıcı olduğunu söylemiştir.142 Kâsânî (ö. 587/1191), muhayyerliğin bâtıl olması halinde akdin bağlayıcı hale geleceğini ifade etmiştir.143 Yine Merğinânî (ö. 593/1197), îcâb ve kabûlün ardından alışverişin kesinleştiğini (lâzım hale geldiğini) ve malın kusurlu çıkması veya müşterinin malı görmemiş olması durumları dışında taraflardan hiçbirinin alışverişten cayamayacaklarını belirtmiştir.144 İmam Şâfiî ise benzer şekilde muhayyerlik bulunmadığı sürece alışveriş akdinin taraflardan her ikisi için de bağlayıcı olduğunu ve akdin reddedilemeyeceğini söylemiştir.145 Görüldüğü üzere o, akdin bağlayıcı olmasını, muhayyerlikten ötürü reddedilememesi şeklinde açıklamıştır. Bir akdin reddedilememesi de onun bağlayıcı olduğunu göstermektedir. Akitlerde muhayyerliğin sona ermesi, artık tek taraflı olarak akdin feshedilemeyeceği anlamına gelmektedir. Zira muhayyer olan taraf, sahip olduğu bu haktan ötürü akdi tek taraflı olarak feshetme hakkına sahip olmaktadır. Dolayısıyla muhayyerlik hakkının ortadan kalkması halinde artık akdi tek taraflı olarak feshedebilme imkânı da ortadan kalkmakta ve akit bağlayıcı hale gelmektedir. Görüldüğü üzere akdin bağlayıcılığı noktasında fesih ile muhayyerliğin sıkı bir ilişkisi vardır.

Her ne kadar klasik kaynaklarda akdin bağlayıcı olması, onun tek taraflı olarak feshedilememesi olarak ele alınmış olsa da lüzûm kavramı, onun bu sonucunu da içine alan daha geniş bir kavramdır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerinde ve

142 Serahsî, el-Mebsût, 13/42. 143 Kâsânî, Bedâi’u’s-sanâ’i, 5/273. 144 Merğinânî, el-Hidâye, 5/7. 145 Şâfiî, el-Ümm, 4/6.

erken dönem fukahadan yapılan rivâyetlerde vücûb (بوجو) kavramının akdin bağlayıcılığını ve zorunlu hale gelişini ifade etmek için kullanılması da lüzûm kavramının bu yönünü desteklemektedir.146

Hz. Peygamber’den (s.a.v.) gelen bir rivâyette o, şöyle buyurmuştur: “İki kişi alışveriş yaptığında, birbirlerinden ayrılmadıkça ve beraber iken veya biri diğerini muhayyer bırakmadıkça her ikisi de muhayyerdir. Yahut biri, diğerini muhayyer bırakmaz ve bu şekilde alışveriş yaparlarsa akit, vâcip olur. Alışverişi yaptıktan sonra ikisinden biri bundan vazgeçmeden ayrılırlarsa yine vâcip olur.”147

Sahabeden İbn Ömer’in (r.a.) alışveriş yaptığı zaman akdi bağlayıcı kılmak için akit meclisinden ayrıldığına dair gelen rivâyette de “vücûb” kavramı kullanılmıştır.148 Bir diğer rivâyette ise İbn Ömer (r.a.), bir alışverişi oturarak yapmış ise akdin bağlayıcılık kazanması için ayağa kalkardı.149 Burada da yine aynı kavramın kullanılmış olduğunu görmekteyiz.

Akdin bağlayıcılık kazanması ifade edilirken vücûb kavramının kullanılmış olması dikkat çekicidir. Zira ََبَج َو kökünden gelen bu kavram, sözlük anlamı itibariyle zorunlu, kaçınılmaz ve mecburi olmayı ifade eder. Bu açıdan lüzûm kavramıyla benzerlik gösterdiği gibi “lâzım olma, sabit olma” şeklinde ََم ِزَل ve ََتَبَث fiilleriyle de açıklanmıştır.150 Cürcânî’nin (ö. 816/1413) naklettiğine göre vücûb kavramı fakihler tarafından “zimmetin meşgul olması” şeklinde açıklanmıştır.151 Bu husus da daha önce ifade ettiğimiz gibi insanın gerçekleştirdiği muamelelerle zimmetine borç tahakkuk ettirmesi anlamına da uygun düşmektedir. Çünkü kişi, kendisini bağlayıcı bir akit yaptığı zaman artık o akdin gerektirdiği şeyleri yerine getirme zorunluluğunu üstlenmiş ve bu borç zimmetinde yer almış olur.

Bilindiği üzere vâcip, Şâri’in mükellef kişiden, bir işi yapmasını veya o işi yapmaktan kaçınmasını istediği ya da onu yapıp yapmama arasında serbest bıraktığı

146 H. Ensar Ceylan, İslâm Borçlar Hukukunda Akdin Bağlayıcılığı, s. 32.

147 Buhârî, “Buyû’”, 45; Müslim, “Buyû’”, 1531; Nesâî, “Buyû’”, 9; İbn Mâce, “Ticârât”, 17. 148 İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 4/505.

149 Tirmizî, “Buyû’”, 26.

150 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, 1/793; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-muhît, s. 141; Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, s. 1487; Sa’dî Ebû Ceyb, el-Kâmusu’l-fıkhî, s. 371-372; İ. Kâfi Dönmez, “Vâcip”, DİA, 42/410.

teklîfî hükümlerden biridir. Terim olarak “Şâri’in mükelleften yapmasını kesin ve bağlayıcı biçimde istediği fiil” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu fiili terk eden kişi aşağılanıp cezalandırılır, yapan kişi ise övülüp sevap kazanır.152 Dolayısıyla bir fiilin vâcip olarak kabul edilmiş olması, mükellefin onu yapmak zorunda olduğunu göstermektedir. Akdin bağlayıcı olması da tarafların onun sonuçlarını üstlendiklerini ve yerine getirmek zorunda olduğunu ifade etmektedir. Bu açıdan bakıldığında vücûb ve lüzûm kavramları arasında “zorunda olma” anlamının ortak olması bakımından sıkı bir ilişki vardır. Hadi Ensar Ceylan, İslâm Borçlar Hukukunda Akdin

Bağlayıcılığı adlı doktora tezinde bu hususu şöyle açıklamıştır: “Vâcip kavramının

akdin bağlayıcılığını ifade etmek üzere kullanılmasından hareket ederek İslâm borçlar hukukunda hukuki sözleşmeler söz konusu olduğunda lâzım kavramının, şer’î hükümlerden “vâcib”i (بجاو) karşıladığını söyleyebiliriz.”153

Çağdaş literatüre baktığımız zaman ise bağlayıcılık kavramının ayrı bir şekilde ele alındığını ve tanımlandığını görüyoruz. Buna göre bağlayıcılık, “Akdin taraflarından herhangi birinin, akit tamamlandıktan sonra tek başına akdi feshedememesidir.”154 Yapılan bu tarife bakıldığında klasik kaynaklarda akdin tek taraflı olarak feshedilememesine ilişkin yaklaşım, çağdaş literatürde tanım olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi akdin tek taraflı iradeye dayalı olarak feshedilememesi, akdin bağlayıcılığının sonuçlarındandır. Dolayısıyla hukukî bir sonucun tanım olarak ifade edilmesi, lüzûm kavramının açıklanması açısından yeterli değildir. Hadi Ensar Ceylan da bu duruma işaret ederek bağlayıcılığı; “Taraflar için akitten kaynaklanan sorumlulukların yerine getirilme mecburiyeti”155 şeklinde tarif etmiştir. Bağlayıcılık ile ilgili yapılan bir başka tanım da şu şekildedir: “Bağlayıcılık, akdin taraflarının hukuken akdin hükmünü yerine getirmek zorunda olmalarıdır.”156 Alışveriş akdi yapmak taraflar için zorunlu değilken artık akit yapıldığında onlar, sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdürler.

152 Zeydân, el-Vecîz, s. 28-31.

153 H. Ensar Ceylan, İslâm Borçlar Hukukunda Akdin Bağlayıcılığı, s. 33.

154 Zerkâ, el-Fıkhu’l-İslâmî, 1/444; H. Ensar Ceylan, İslâm Borçlar Hukukunda Akdin Bağlayıcılığı, s. 39.

155 H. Ensar Ceylan, İslâm Borçlar Hukukunda Akdin Bağlayıcılığı, s. 40. 156 H. Ensar Ceylan, İslâm Borçlar Hukukunda Akdin Bağlayıcılığı, s. 40.

Lüzûm kavramıyla aynı kökten gelen ilzâm ve iltizâm kavramlarını meselenin daha iyi anlaşması için ele almamız yerinde olacaktır. Gerçekleşen bir akdin sonucunda tarafların, akdin gereğini yapma hususunda birbirlerine borçlanmış olduklarını daha önce ifade etmiştik. İşte taraflardan birinin diğerini bu şekilde borçlandırmasına, ilzâm; kendisinin karşı tarafa borçlanmasına ise iltizâm denilmiştir.157 Mustafa Ahmed Zerkâ (ö. 1999), ilzâm kavramının akit teorisinde iki anlamda kullanıldığını belirtmiştir. İlk anlama göre ilzâm, borç meydana getirmektir. Yani bağlayıcılık vasfına sahip olan bir akit, akdi yapan taraf üzerinde bir borç meydana getirir. İkinci anlama göre ise ilzâm, akdi yapan tarafın kendi iradesine dayalı olarak akitten dönememesini ifade eder. Bu ikinci anlamın İslâm hukukçuları tarafından lüzum kavramıyla da ifade edildiğini söylemiştir. İltizâm ise “Şahsın, bir başkasının maslahatı için bir fiili yapmak veya o fiili yapmaktan kaçınmak ile yükümlü olma halidir.”158 Görüldüğü üzere bu iki kavram da temelde “akdin gereğini mecburi olarak yerine getirme” anlamını ihtiva etmektedir. Buna göre tarafların gerçekleştirmiş oldukları bir akit, bağlayıcılık vasfı kazandığında artık onlar için akdin gereğini yapma zorunlu hale gelmiş olur.