• Sonuç bulunamadı

Edebiyatçıların Günlükleri Hakkında Genel Bilgiler

2. GÜNLÜKLERİN İNCELENMESİ

2.1. Edebiyatçıların Günlükleri Hakkında Genel Bilgiler

Bu başlık altında edebiyatçıların günlükleri hakkında genel bilgiler verilmiştir. Bazı yazarların birden fazla günlüğünün olması sebebiyle eserler değil, yazarlar esas alınmıştır. Türün Türk edebiyatındaki gelişimini gösterebilmek için günlüklerin ilk baskı yıllarına göre bir sıra izlenmiştir.

2.1.1. Direktör Âli Bey

Seyahat Jurnali, Âli Bey’in 1884-1888 yılları arasında İstanbul’dan Bağdat’a ve Hindistan’a uzanan seyahatini anlattığı eseridir. Yazar, eserinin başında bu jurnalin yalnız gördüklerinden ibaret olduğunu belirtmiştir. Yazarın bu seyahati Duyun-u Umumiye müfettişliği sebebiyle gerçekleşmiştir. Eserdeki metinlerin çoğunda tarih vardır. Âli Bey hayatta iken basılan eserde yazarın zaman zaman ilerleyen sayfalar hakkında bilgi vermesi seyahati sırasında tuttuğu notları basılmadan evvel gözden geçirdiğini göstermektedir. Eser, ilk kez 1896’da Mustafa Rauf Matbaasında basılmıştır.

Seyahat Jurnali Türk edebiyatında Batılı manada ilk günlük olmasının yanı sıra 19. yüzyılın sonunda İstanbul’dan Hindistan’a uzanan bir coğrafya hakkında detaylı sayılabilecek bilgiler vermesi bakımından da önemlidir. Eserin bazı

bölümlerinde yazarın korktuğu, kızdığı, sevindiği olaylara şahit olsak da Seyahat

Jurnali, daha çok dışa dönük bir günlüktür. Yazar bu eseri, görevi icabı gittiği yerlerle

ilgili notlarını başkalarının da okuması için kaleme almıştır. Zira günlük, çoğu zaman bu yerler hakkında coğrafî ve kültürel bilgiler veren öğretici bir kitap mahiyetindedir.

2.1.2. Ahmet Refik Altınay

Kafkas Yollarında, Ahmet Refik’in (Altınay) 17 Nisan - 20 Mayıs 1918 tarihleri arasında 1915’teki Ermeni meselesini yerinde incelemek maksadıyla yaptığı gezinin notlarıdır. O dönemin olaylarını incelemek için oluşturulmuş tarafsız bir heyetle Trabzon, Gümüşhane, Erzincan, Erzurum, Kars, Ardahan ve Batum illerini gezmiştir. Bu gezisi sırasında gördüklerini de tarih atarak sıcağı sıcağına defterine kaydetmiştir. Bu günlük ilk olarak 1919’da Matbaa-i Orhaniye’de basılmıştır. Tamamen dışa dönük bir günlüktür.

Ahmet Refik Bey, Anadolu’da sefaleti, zulmü ve açlığı gözlemlemiştir. Her biri ayrı bir güzelliğe sahip bu yerler Rusların göz yumması ile Ermenilerin ve Rumların zulmü altında perişan olmuştur. Yazar, gördüklerini günlüğüne geçirirken bölgedeki halktan da aktarmalar yapmıştır. Gittiği yörenin türkülerini, gelenek ve göreneklerini defterine kaydetmiştir.

Yazarın günlüklerinde göze çarpan bir husus da Rusların yeri geldikçe övülmesidir. Her ne kadar iki devlet savaş hâlinde olsa da Ahmet Refik Bey, Rusların mühendisliklerini, sanata, tarihe ve edebiyata verdikleri önemi takdirle anlatmıştır.

Yazar, günlüğünü belli bir prensip çerçevesinde oluşturur. Önce gidilen yer tasvir edilir. Ardından bölgenin tarihi hakkında bazı bilgiler verilip tarihî yapılar anlatılır. O bölgede yaşayan insanlar hakkında bilgiler verilir. Ahmet Refik Bey, daha sonra savaşın izlerine dair notlarını günlüğüne geçirir.

2.1.3. Ali Canip Yöntem

Ali Canip Yöntem’in günlükleri “Ömer Seyfeddin Hayatı-Eserleri” adlı kitabının içinde “Ömer’in Ölüm Hastalığına Dair Notlarım” başlığı ile yer almaktadır. Bu notlar 23 Şubat 1920’den başlayarak Ömer Seyfettin’in vefat ettiği 6 Mart 1920’de sona eren hastalık günlükleridir. Bu günlüklerde Ömer Seyfettin’in kişiliği, onu ölüme götüren hastalığı, tedavi süreci ve vefatıyla ilgili birçok bilgi mevcuttur. Ali Canip

Yöntem ölene kadar arkadaşının yanında olmuştur. Eser, Ömer Seyfettin’in hastalığı ve ölümü ile ilgili bazı bilgilerin yanlışlığını göstermesi bakımından önemlidir.

2.1.4. Salâh Birsel

Salâh Birsel’in günlükleri 1949 yılında başlamaktadır. Günlerin arasında boşluklar vardır ve bu günlükler yazıldığı dönemde yayımlanmıştır. Bunlar dışa dönük günlüklerdir.

Suut Kemal Yetkin, Birsel’in günlüklerindeki boşlukların, yazarın günlüklerinde yaptığı bir seçmenin sonucu olabileceğini ifade eder (Yetkin, 1962: 433).

1955’te yayımlanan Günlük, edebiyatı ön plana almıştır. Yazar, bu eserinde çoğunlukla edebî meselelerden, şiirden, şairden, sanattan bahsetmiştir. Günlüklerde Birsel’in kişisel hayatı görünmemektedir. On altı yıl aradan sonra yeniden günlük tutmaya başladığında ise günlüğünün merkezine kendini koymak istemiştir. Kuşları

Örtünmek bu düşünceyle başlamaktadır:

“ 16 yıl aradan sonra yeniden günlüğüme dönüyorum. Bu kez, günlüğümün tam ortasına kendimi oturtacağım.

Diyeceğim, Frenklerin ‘Journal Intime’ adını verdikleri özel bir günlük yazmak düşüncesindeyim.

1949-1956 yıllarında tuttuğum günlük daha çok bir edebiyat günlüğüydü. Edebiyat önde gidiyor, ben arkadan geliyordum.

Bu kez tersi olacak. Edebiyat arkadan gelecek.

Bunda ne denli başarılı olacağımı bugünden kestiremem.

Daha şimdiden içimde öyle bir kıpırtı var ki bana kitaplardan yakamı kurtaramayacağımı esinliyor.

Ama dileğim, gönlümün gizli gülünü okurlarımın önüne fırlatıvermektir. Haydi yallah!” (Birsel, 1982: 113).

Salâh Birsel, günlüğünün merkezinde olma düşüncesini belli bir süre gerçekleştirir. 1972 yılının günlüklerinde sık sık o gün yaşadığı olaylara, yiyip içtiklerine, hastalıklarına rastlanmaktadır. Ancak bunlar “journal intime” olarak nitelendirilemez.

Yazar, her ne kadar 1972’den itibaren özel bir günlük tutmak istediğini söylese de her şeyi günlüğüne açıkça yazamamıştır. Birkaç defa günlüğünü yayımlamamaya karar verse de kendine de itiraf edeceği üzere ilk günlüğünde olduğu gibi bunları da yayımlanması için yazmıştır (Birsel, 1982: 237). 1975’in sonunda bu durumu açıkça ifade etmiştir:

“ Ey okur bu günlüğü okurken bil ki -bu günlüğü kendim için değil, senin için yazdığımı artık iyice açıklamalıyım- her şeyi anlatmak isteyen bir yazar bile her şeyi anlatamaz. Üstelik, akla düşen her şey de doğru değildir.” (Birsel, 1982: 291).

Ferit Edgü Ada Yayınları’nı kurduktan sonra Salâh Birsel’in günlüklerini hemen basmak istemiştir. Edgü bu düşüncesini 1975’te Birsel’e söylediğinde yazar, bu teklifi kabul etmiştir. Yazarın ilk iki kitabında günlükle mizah kesişmiştir. Özellikle dille ilgili konularda mizah kendini daha çok hissettirmektedir (Karlıdağ, 327-328).

Salâh Birsel, 1976’da yazdığı Fantoma Geliyor adlı denemesinin henüz istediği kıvama gelmeden yayımlanması sebebiyle A. Sülüklüpaşalar takma adını kullanmıştır. Kullandığı tek takma ad budur (Birsel, 1986: 150).

1980’den itibaren Yaşlılık Günlüğü’nü kaleme almaya başlayan yazar, kendini gözlemlemek istese de bu eser tamamen edebiyata, sanata ve sanatçıya dönüktür. Kitapta çoğunlukla Batı edebiyatına dair yazılar, Osmanlı tarihine ait meseleler ele alınmıştır. Bunlar, günlükten ziyade denemeye yaklaşan yazılardır. Yazar, bu durumu

“Bir yerde her şey denemeye dönüşüyor.” şeklinde ifade etmiştir (Birsel, 1986: 90).

Birsel’in bu günlüğü 1984’ten itibaren Düşün dergisinde yayımlanmıştır. Yazarın günlükleri o gün yaşadığı bir olayla, karşılaştığı bir durumla veya bir hisle başlar. Bu durumun akabinde benzer bir olayı, durumu ya da hissi yaşamış kimselerden, buna benzer bir vaziyeti anlatan yazılardan hareketle devam ettirdiği yazılar, denemeye dönüşür. Yazar Yaşlılık Günlüğü’nde dile getirdiği bu durumu Aynalar Günlüğü’nde de “Bu günlüğe yazdıklarım da hep denemeye kaçıyor.” şeklinde ifade etmiştir (Birsel, 1988: 31). Birsel, Yaşlılık Günlüğü’yle 1986’da Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü almıştır.

1986’da Salâh Birsel Aynalar Günlüğü’nü yazmaya başlamıştır. Bu eserde de çoğunlukla Batı edebiyatına, şairlere, şiire dair düşünceler, eleştiriler, alıntılar karşımıza çıkmaktadır.

1989’dan itibaren her şeyde yaşlılığın getirdiği bir sessizliği bulan yazar, bu yılın günlüklerine Bay Sessizlik adını vermiştir. Bu yılın günlüklerinde Batı edebiyatına dair yazılar ağırlıktadır. Bay Sessizlik’le beraber Birsel’in günlükleri hemen hemen tümüyle denemeye dönüşmüştür. Yazarın günlükleri bu noktadan itibaren tamamen dışa dönüktür. Hatta kimi zaman okura hitap sözleriyle başlamıştır (Birsel, 1990: 129).

Salâh Birsel 1990’da tuttuğu günlüklerine Nezleli Karga adını vermiştir. Bu ad, evinin penceresinden sık sık gözlemlediği kargaların da etkisiyle ortaya çıkmıştır. Bu kitapta da edebî konular ağırlıkta olmakla beraber yazar, günlük meselelere, politikaya karşı tutumuna, hayata ve ölüme bakış açısına da yer vermiştir.

Birsel, 1991’den itibaren Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu’nu tutmaya başlamıştır. 22 Şubat 1991’de son denemesini yazdığını belirten Birsel, zamanını tamamen günlüklerine ayıracağını bildirmiştir (Birsel, 1992: 14). Buna karşılık 30 Mayıs 1992’de yeni bir denemeyi (Dimağı Kokulu Kafalar) bitirdiğinin haberini vermiştir (Birsel, 1996: 55). Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu’ndaki günlükler de tamamen edebiyat üzerinedir. Çoğu da öncekiler gibi günlükten ziyade denemeye yaklaşmaktadır.

1992’den itibaren Yanlış Parmak’ı kaleme alan Birsel, burada da önceki kitaplarındaki tutumunu sürdürmüştür. Günlüğünde ele aldığı edebî konuları zaman zaman ertesi gün devam ettirmiştir. Yazar, Yanlış Parmak’ta sık sık yazarların ve şairlerin bir konu hakkındaki düşüncelerinden hareketle o günkü konusunu bulmuştur. 1993 ve 1994 yıllarının günlüğü, Papağanname, Salâh Birsel’in bu türdeki son eseridir. Eser genel olarak önceki yılların günlükleri ile benzer konuları içermekle beraber yazarın kimi zaman yaşlılıktan, ölümden, okur mektuplarından söz açtığı da görülmektedir.

2.1.5. Vecihe Ekrem Şerif Egeli

Bir Yaman Vardı, Vecihe ve Ekrem Şerif Egeli’nin 30 Kasım 1952’de trafik kazasında ölen oğulları Yaman için yazılmış bir günlüktür. Eser, 20 Ağustos-12 Ekim 1955 tarihleri arasında İtalya, İsviçre seyahatinde kaleme alınmıştır. Vecihe Hanım günlüğünü oğluna hitap ederek tutmuştur. Bu günlük daha sonra Halide Edip, Yakup Kadri, Ahmet Hamdi Tanpınar, Vâlâ Nureddin, Burhan Toprak gibi isimlerin değerlendirilmesine sunulmuş ve basılmıştır. Eserin başında ön sözleri bulunan isimlerden Halide Edip, Vecihe Hanım’ın üslubunu övmüş, bu günlükte tabiatın

“yumuşak bir realizm” ile çizildiğini ifade etmiştir (Egeli, 1956: 10). Yakup Kadri ise

o zamana kadar gördüğü ve okuduğu sanat eserlerinin pek azının kendisini bu kadar duygulandırdığını yazarak eseri “edebiyatın çok üstünde bir insanî hâdise” olarak değerlendirmiştir (Egeli, 1956: 14). Bir Yaman Vardı, edebî kıymeti bir yana

bırakılırsa oğlunu kaybettikten sonra Allah’a inancını yitiren bir annenin tahassüslerini içeren bütünüyle içe dönük bir günlüktür.

2.1.6. Nigâr Hanım (Nigâr Binti Osman)

Nigâr Hanım, 1848’deki Macar İhtilali’nde Macaristan’dan kaçarak Osmanlıya iltica eden subay Osman Paşa ile Emine Rıfatî Hanım’ın kızıdır. İyi eğitim görmüştür. Ölen kardeşine yazdığı bir mersiye ile şiir dünyasına girmiştir. Henüz on dört yaşında iken evlendirilmiş, evliliğinde mutlu olamamıştır. Günlüklerinin bir kısmından ibaret

Hayatımın Hikâyesi de İhsan Bey ile iki defa mutluluğa ermeyi deneyip ikisi de

boşanmayla sonuçlanan kederli hayatının eseridir. Boşandıktan sonra bir yıl arayla önce annesini ardından da babasını kaybetmiştir. Ancak bu noktada şunu belirtmek gerekir ki Hayatımın Hikâyesi, şairin yirmi defterlik günlüklerinin oğulları tarafından seçilen numunelerinden ibarettir. Aşiyan Müzesinde bu defterlerden on üç tanesi mevcuttur. Biz tezimizin çerçevesini basılmış günlüklerle çizdiğimiz için Hayatımın

Hikâyesi’ni esas aldık. Nigâr Hanım’ın günlüklerinin tamamını kapsayan bir çalışma

ilk olarak 1998’de Nazan Bekiroğlu tarafından yapılmıştır. Bekiroğlu’nun belirttiğine göre bu defterlerin bir kısmı Nigâr Hanım’ın oğulları tarafından imha edilmiştir (Bekiroğlu, 2011: 21). Nigâr Hanım, Hayatımın Hikâyesi’nde kocasının sefahat âlemlerine, sorumsuzluğuna uzun süre dayanmış, nihayet boşanmış ve bu evliliğinden dünyaya gelen üç oğlunu Mekteb-i Sultânîde okutmak, onlara iyi bir eğitim vermek arzusunda bir kadın portresi çizmektedir. Bu hayatın içinde onu mutlu eden şeyler ise dönemin sanat çevresi içinde bulunmak, devlet erkânı tarafından taltif edilmek, beden ve ruh sağlığına iyi geldiği için seyahat etmektir. Bu günlerini de defterine yazmadan yapamayacağını sık sık dile getirmiştir.

Nigâr Hanım, tifüs sonucu 1 Nisan 1918’de vefat etmiştir. Hastaneye kaldırıldığı 19 Mart akşamına kadar günlük tutmaya devam etmiştir. Nigâr Hanım “Alnımın Yazısı” adını verdiği defterlerini ölümünden elli yıl sonra açılmak kaydıyla Aşiyan Müzesine bağışlamıştır.

Nigâr Hanım, Batılı olmak yolunda Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden biridir. Onun şahsiyetini de günlüklerini de özel kılan budur. “Şurası muhakkak ki

değişen zihniyetin öncülerindendir.” (Eroğlu, 2015: 141) Nazan Bekiroğlu, Nigâr

Hanım’ın Türk edebiyatındaki önemini şu şekilde vurgulamıştır:

“ Kadın ediplerin az olduğu, olanların da erkek adları arkasına gizlendiği bir dönemde Nigâr Hanım, gerçek kimliğini saklamadan duygularını samimiyetle ifade ettiği Avrupaî tarzda eserler vermesi, şiirlerinin yabancı dillere çevrilmesi, Avrupa basınında tanınması, çeşitli yabancı dilleri bilmesi, uzun yıllar salonunda seçkin bir sanatkâr zümresini ağırlaması, sosyal yaşantısı bakımından farklı ve yeni bir imaj oluşturmasıyla modernleşme sürecinin ‘öncü’ Türk kadınları arasında yer alır.” (https://islamansiklopedisi.org.tr/Nigâr-hanim, 24.12.2019’da erişildi). Türk edebiyatında Batılı manada ilk günlük Seyahat Jurnali (1896) olsa da bu eser çoğunlukla gidilen yerlerin çeşitli yönlerden anlatılmasından ibarettir. Oysa aynı tarihlerde tutulan Hayatımın Hikâyesi, yazarının hislerini ihtiva etmektedir. Üstelik bu günlüğün yazarı bir kadındır. Dönemin şartlarında bir kadının böylesine içe dönük bir günlük tutması son derece sıra dışıdır. Nigâr Hanım’ın günlükleri esas bu bakımdan önemli olmasının yanı sıra 1887-1918 yılları arasında Osmanlıda sanat çevresini, toplumsal ve siyasi değişimleri göstermesi bakımından da önem arz etmektedir.

2.1.7. Nurullah Ataç

Nurullah Ataç’ın 1 Ocak 1953’te başlayan günceleri dışa dönük metinlerdir. Fransız edebiyatını ve Fransızca yayınları yakından takip eden yazar, günlük tutmaya da André Maurois’nın Carrefour gazetesinde yayımlanan günlüklerinden özenmiştir. Cemil Sait Barlas Son Havadis gazetesini çıkarmaya karar verdiğinde Ataç’tan da yazı istemiştir. Yazarın günlükleri böylece ilk kez Son Havadis’te yayımlanmıştır. Ataç, 15 Aralık 1953’ten itibaren günlüklerine başlıklar koymuştur. Bu durum yazarın günlüklerindeki deneme havasına uygun düşmektedir. Ataç’ın günlüklerini farklı kılan da iki tür arasındaki geçişkenliktir (Mert, 2015a: 206). Yazarın günlüklerindeki deneme havası 1956-1957 yıllarında daha da belirginleşmiştir. Bu yılların günlüklerinin çoğunda tarih olmayıp başlık bulunmaktadır.

Nurullah Ataç’ın, günlüklerinde en çok üstünde durduğu konu dildir. “Öz Türkçe”den yana tavrını Günce’sinin başından sonuna kadar ortaya koymuş, pek çok eleştirisini de bu konu üzerinden yapmıştır.

Ataç’ın günlükleri ölümünden altı gün önce sona ermektedir. Günce, dil devrimi, edebiyat, edebiyatçılar, eğitim, politika, şehirler ve hayata dair pek çok düşünceyi içerir.

2.1.8. Oktay Akbal

Oktay Akbal’ın günlükleri ilk olarak 1968 yılında Varlık Yayınevi tarafından

Günlerde adıyla basılmıştır. 20 Şubat 1965’ten başlayan bu günlükler 31 Aralık

1966’da sona ermektedir. Yazar 1940-1955 arasında sürekli günlük yazdığını da belirtmiştir (Akbal, 1968: 5). Kitabın baskısının tükenmesinin ardından yazarın günlükleri farklı yayınevlerince Anılarda Görmek adıyla basılmıştır. Bu baskılar

Günlerde’yi de içermektedir. Yazarın diğer günlük kitapları ise Geçmişin Kuşları, Yeryüzü Korkusu ve 80’lerde Bir Yazar adlarını taşımaktadır. Bazı kaynaklarda günlük

olarak değerlendirilen Yüzyıldır Umutsuzluk ise Akbal’ın köşe yazılarından derlediği siyasi içeriğe sahip yazılardan müteşekkildir. Bu sebeple adı geçen eser, tezimizin kapsamına girmemektedir.

1965’ten 1983’e uzanan yıllarda Akbal’ın edebiyata siyasete, topluma dair önemli görüşleri ve tanıklıkları bu günlüklerden okunabilmektedir. Bunlar aynı zamanda hayata, akıp giden zamana, geçmişe, şimdiye ve geleceğe dair yazılardır. Yazarın günlükleri dışa dönük, Akbal’ın kişisel hayatı hakkında neredeyse hiçbir bilgi içermeyen, bizzat yazar tarafından seçilmiş, başlıklar verilmiş ve yayına hazırlanmış günlüklerdir. Bu günlükler kitaplaşmadan önce Varlık dergisinde yayımlanmıştır. Yazar, günlükleri hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur:

“ Bu gündelik notları kimin için yazıyorum? Yalnız kendim için değil elbet. Dergide yayınladığıma göre biraz da okurlar için… Her düşüncemi yazamıyorum bu yüzden… tutuyorum kendimi (…) Benim bu gündelik notlarım okurlar için. Yayınlanabilecek duygular, izlenimler, düşünceler, anılar… Yayınlanacağını bilerek yazıyorum, kendime saklamak için değil. Yazar kendi için de yazsa er geç yayımlayacaktır yazdıklarını. Onun ‘kendi için’ yazdıklarında başkaları ‘kendilerini’ bulurlar. Yazar bu ‘bulurlar’ umudu ile yazacak, yaşayacak…” (Akbal, 1968: 77-78).

Akbal’ın kendisi için tuttuğu günlükleri de vardır. Ancak bunları yayımlamamıştır. 1940-1948 yılları arasında tuttuğu ilk gençlik defterlerini sakladığını, bunları yayımlamayacağını ve zamanı gelince yok edeceğini bildirmiştir (Akbal, 1989: 249).

2.1.9. Ömer Seyfettin

Ömer Seyfettin’in Balkan Harbi sırasında tuttuğu günlükler, yazarın ölümünden sonra Niyazi Ahmet Banoğlu tarafından bulunmuş ve Hayat mecmuasının 12 Ocak 1967 tarihli 3. sayısı ile 23 Mart 1967 tarihli 13. sayıları arasında tefrika edilmiştir. Ömer Seyfettin’in bu Rûznâme’si 27 Eylül 1328 (10 Ekim 1912) tarihinden başlayıp

15 Teşrinisani 1329 (28 Kasım 1913) tarihinde Yunanistan’ın Nafelyon (Nafplion-Anabolu) şehrinde sona ermektedir.

Yazar bu günlüklerde Balkan Harbi’ne nasıl uygunsuz şartlar altında girdiğimizi anlatmıştır. Osmanlı ordusu dağınık, düzensiz, irtibatsız ve tedariksiz hâlde savaşa girmiştir.

Savaşın ilerleyen günleri asılsız haberlerle, kimi zaman kaçarak kimi zaman kovalayarak sefalet içinde geçmiştir. Ömer Seyfettin’in bölüğü ciddi zayiat verip çekildikten sonra yazar, Yunanlılara esir düşmüştür. Esaretinin ilk zamanları kötü bir muamele görmemiştir. Ardından çeşitli yerlerde hapis kalan yazarın son esaret yeri Nafplion olmuştur. Günlükler, “Necat isminde bir vapur geldi.” cümlesiyle sona ermektedir.

2.1.10. Muzaffer Buyrukçu

Muzaffer Buyrukçu’nun ilk günlük kitabı “Arkası Yarın” 1976’da basılmıştır. Yazarın günlükleri 17 Şubat 1960’ta başlamaktadır. Bunlar bir çağrışımdan yola çıkıp anılarla birleşen günlüklerdir:

“ Yapıtlarım bir zaman birimine girerek orda yakaladığı bir çağrışımdan, ilginç bir sözcükten sergilenen bir davranıştan bir düşünceden yola çıkarak günlüğün yapısını örmeye başlar. Geçmişi unutulmuş bir deneyimin kalıntılarını olayların kimlik değiştirmesinden doğan bir anı’yı kurcalar. Kişisel ve toplumsal sarsıntıların özlerinde canlı kalmayı başarabilmiş durumları irdeler. Şairlerin, öykücülerin, romancıların, öteki kültür ve sanat alanlarında güzellik üreten sanatçıların, zihinlerinden fışkıran üst düzeydeki buluşları, tanımları, yaşamlarından yansıyan görüntüleri, tabloları birbirine kaynaştırır.” (Buyrukçu, 1998).

Kronolojik bir sıra izlemeyen bu günlüklerin arasında kimi zaman yıllarca boşluk vardır. Yazılanlar özellikle edebiyat çevrelerine dair bilgiler içermektedir. Buyrukçu’nun günlüklerinde Orhan Kemal, Cemal Süreya, Edip Cansever, Kemal Tahir gibi isimlerle ilgili anılara ve bilgilere ulaşmak mümkündür. Yazarın günlüklerdeki hayatı dergi, gazete yazıhanelerinde, meyhanelerde geçmiştir. Buralarda pek çok sanatçı ile bir araya gelmiştir. Buyrukçu, günlüklerinde bu isimleri, onların konuşmalarını, dönemin edebî meselelerine dair fikirlerini anlatmıştır.

Buyrukçu’nun günlükleri sanat çevresinin hayatına dair yazılardan oluşmaktadır. Yazar, kendisini günlük yazmaya teşvik edenin de sanat çevresini anlatmak olduğunu dile getirmiştir:

“ Biz şiirler, hikâyeler, romanlar yazıyoruz. Yazdığımız hem bizim hem de kalabalıkların hayatı. İyi ama bizim bir de sanat kulisimiz var. Yazılmayan,

yazılmayacak yanlarımız, sözlerimiz, davranışlarımız, düşüncelerimiz var. Bunları da ben yazayım dedim.” (Buyrukçu, 1976: 48).

Buyrukçu’nun günlükleri zaman zaman günlük haberlerin bir özetini de içerir. Yazar, gazetedeki haberleri günlüğüne aktarmıştır.

Yazarın son günlüğü 12.04.1994 tarihini taşımaktadır. Muzaffer Buyrukçu’nun günlükleri, edebiyat dünyasının kulisinde neler olduğunu anlatması bakımından önem arz etmektedir. Bu günlükler, okunmak için kaleme alınsalar da samimi itirafları, beklentileri ve anıları içermektedir. Ayrıca yazarın kişisel hayatına da ışık tutmaktadır. Bu bakımdan günlükler hem içe hem dışa dönük özellikler göstermektedir.

2.1.11. Tomris Uyar

Tomris Uyar, uzun yıllar günlük tutmuş yazarlardan biridir. Yazarın 15 Mart 1975’ten başlayan günlükleri 1999 yılının ağustos ayına kadar uzanır. Uyar’ın günlükleri ilk olarak Gündökümü 75 adıyla Koza Yayınları tarafından 1976’da yayımlanmıştır. Yazarın 1975’ten 1979’un sonuna kadar günlüklerini içeren bu eser,

Sesler, Yüzler, Sokaklar adıyla Hür Yayınları tarafından 1981’de bütünüyle

basılmıştır. Uyar’ın 1980-1984 yıllarına ait günlükleri Günlerin Tortusu adıyla ilk kez Ada Yayınları tarafından basılmıştır. Yazılı Günler (1985-1989) ise 1989’da Can Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Tanışma Günleri/Anları yazarın 1990-1994 yılları arasında tuttuğu günlüklerden müteşekkildir ve 1995’te Can Yayınlarından