• Sonuç bulunamadı

Beklentiler, Hayal Kırıklıkları - Cemil Meriç

2. GÜNLÜKLERİN İNCELENMESİ

2.2. Konularına Göre Günlüklerin İncelenmesi

2.2.2. Edebî ve Sanatsal Konular

2.2.2.15. Beklentiler, Hayal Kırıklıkları - Cemil Meriç

Cemil Meriç, küçük yaşlardan itibaren kendini okumaya vermiştir. Kitaplar onun yalnız geçirdiği çocukluğunda hayalî bir dünya inşa etmesini sağlamıştır. Hâl böyle olunca kısa sürede kendini geliştirmiştir. İyi bir Fransızca eğitim alması,

İngilizce bilmesi sayesinde Batı edebiyatını da yakından takip edebilmiştir. Bu durum onu önce iyi bir okuyucu, ardından iyi bir yazar ve keskin bir eleştirmen yapmıştır. Meriç’in edebî hayatının başlangıcı ortaokulda iken Karagöz dergisine “Fırsat Yoksulu” mahlası ile yazdığı şiirlerle başlamıştır (Meriç, 1993: 253). Jurnal’in kaleme alındığı 1955’e kadar çeşitli dergilerde makaleleri yayımlanmış, Balzac’ın Altın Gözlü

Kız adlı eserini ve Victor Hugo'nun Hernani piyesini manzum olarak tercüme etmiştir.

Meriç, en önemli eserlerini gözlerini kaybettikten sonra vermiştir. Bu doğrultuda ilk çalışması, gelişimini Jurnal’den de takip edebileceğimiz, Hint Edebiyatı’dır. Öncelikle onu böyle bir çalışmaya iten etken Hint’i tanımamamızdır. Oysa Birûni

Tahkîku mâ li’l Hind adlı eserinde henüz 11. asırda Hint inancı, kültürü ve coğrafyası

ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Ancak bu çalışmaların arkası eksik kalmıştır. Cemil Meriç’e göre “Osmanoğulları tefekkürde monogam”dır. Abdülhak Hamit de Bombay’dan ancak yüzeysel izlenimler getirmiştir. Cemil Meriç, kendisine kadar bu alanda yapılan bazı çalışmaları zikretse de bunların yetersiz olduğu kanaatindedir. Oysa Hint, Avrupa edebiyatına kaynaklık etmiştir. Cemil Meriç “insanlığın irfan ve

idrakine istikamet veren iki yaratıcı millet var: Hint ve Yunan.” düşüncesindedir. Hint Edebiyatı bu sebeple kaleme alınmıştır (Meriç, 1992: 147-150). Eserin yayımlandığı

1964 yılında Türkiye’de genel tablo toplumun farklı kesimlerinin farklı sebeplerle böyle bir çalışmaya kulak vermeyeceğini göstermektedir. Cemil Meriç, bu sebeple henüz Hint Edebiyatı yayımlanmadan okunmayacağını bilmektedir. Böyle bir çalışmaya giriştiği için eleştirilmiştir (Meriç, 1992: 164-165). Kitap, basıldıktan sonra yazarının beklediği ilgiyi hiçbir şekilde görmemiştir. Meriç, durumu “katır ahırında

Beethoven çalmak” olarak nitelemiştir (Meriç, 1992: 369). Ancak yazar, kendindeki

ve eserindeki kıymetin anlaşılması için bir gün kendisine dönülmesini beklemek yerine çaba sarf etmiştir. Hint Edebiyatı basıldıktan sonra Ahmet Kabaklı, Nihat Sami Banarlı, Falih Rıfkı Atay, Yusuf Ziya Ortaç, Çetin Altan, İlhan Selçuk gibi isimlere ithaflarla eserini göndererek kendisine kulak verilmesini rica etmiştir. Cemil Meriç, aynı tutumunu Bu Ülke, Mağaradakiler ve Kırkambar adlı eserlerinde de sürdürmüştür.

Yazar, Fransız dergilerini takip etmiş, Dostoyevski, Balzac, Sartre, Baudelaire, Simon de Beauvoir, Zola, Marx gibi pek çok önemli ismin eserleri ve düşünceleri hakkındaki fikirlerini günlüklerine kaydetmiştir.

Cemil Meriç, günlüğüne pek çok edebiyatçı hakkında eleştiriler yazmıştır. Bu eleştirilerde çoğu zaman keskin yargılar dikkati çekmektedir. Özellikle dil devrimine, “kültür yozlaşması”na son derece karşı olan yazar, bu bağlamda pek çok ismi yermiştir. Bu yozlaşma içinde gördüğü iki isim Celal Sahir ve Ümit Yaşar Oğuzcan’dır. 1930’ların “Kemiksiz, adalesiz bir salon züppesi” dediği Celal Sahir’in şairliğini 1960’larda “yabancı dil bilmez, kendi dilini bilmez, ufuksuzdur, mazisizdir,

istikbalsizdir, bir cenin-i sâkıttır.” dediği Ümit Yaşar Oğuzcan almıştır (Meriç, 1992:

140-141). Ümit Yaşar’ın şairliği için son derece ağır ithamlarda bulunmuş, “şiirleri

ancak kerhanelerde ilgi toplayabilir.” demiştir (Meriç, 1992: 181).

Meriç, şiirle ilgili düşüncelerini de Jurnal’e yazmıştır. Bunlar, içerisinde yine şair eleştirileri de bulunan metinlerdir. Hece vezniyle ilgili aşağıdaki düşünceleri dikkat çekicidir:

“ Fransızlardan başka bütün milletler -Doğu’da ve Batı’da- aruza benzer vezinler kullanırlar. Hece vezni Fransızcanın büyük talihsizliğidir. Bizim hececiler ise (bilhassa Yedi Meşalecileri kastediyorum) hece veznini halktan değil frenklerden aldılar. Bir Sabri Esat’ın, bir Yaşar Nabi’nin, bir Yusuf Ziya’nın… Türk halkıyla ne ilgisi vardı. Rıza Tevfik için bir egzotizmdi hece vezni. Demek istiyorum ki, a) veznin millisi olmaz (…) b) bizim alafranga hececiler aruzu milli olduğu için sevmezler. Kullandıkları vezin frenklerin aleksandrenidir (6+6).” (Meriç, 1993: 171-172).

Hemen belirtmek gerekir ki Cemil Meriç’in bu düşünceleri gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Örneğin, Yusuf Ziya Ortaç’ın şiirleri genellikle 11’li, 13’lü ve 14’lü hece vezniyle yazılmıştır.

Meriç’in günlüklerinde yer verdiği şairlerden biri de İsmet Özel’dir. Özel, bir süre Cemil Meriç’in sekreterliğini yapmıştır. Fakat ikilinin birlikteliği kısa sürmüştür. Meriç, İsmet Özel’in Türkçesini “cılız, bodur ve musikisiz” olarak nitelemiştir. 12 Mart öncesinde şımartıldığını dile getirmiştir (Meriç, 1993: 300-301).

Nazım Hikmet, yazarın günlüklerinde yer verdiği bir diğer isimdir. Meriç, Nazım’ı yüceltenin şiiri değil, kavgası olduğunu savunmuştur. Nazım Hikmet’in mısralarında sadece oyun ve nara bulunduğunu ve bir davanın kanatlarında yükseldiğini ifade etmiştir (Meriç, 1992: 261-262). Nazım Hikmet’in şiirlerinin

mahiyetini anlatmak bu tezin konusu değildir ancak bu düşüncelerin şairin şiiri için yetersiz kalacağını belirtmek gerekir.

İbn Haldûn, Cemil Meriç’in çok önem verdiği bir isimdir. Meriç, sosyoloji ve felsefe üzerine bazı düşüncelerinde onu temel almıştır. Gaston Bouthoul’un İbn

Haldun et sa Philosophie Sociale (1930) eserini okuyan Meriç, Hilmi Ziya Ülken’in

İbn-i Haldun (1940) adlı kitabının adi ve acemice bundan çalındığını iddia etmiştir (Meriç, 1992: 383).

UNESCO’yu kapitalizmin gizlenme araçlarından biri kabul eden Meriç, “Türk

edebiyatı namına, okuması yazması olmayan bir panayır soytarısının, bir Yaşar Kemal’in hezeyanlarını dünya piyasasına” sürmekle; Yaşar Kemal’i de açıkgöz

düşünce cambazı olarak UNESCO’ya sarılmakla suçlamıştır (Meriç, 1993: 126-127). Yaşar Kemal’in verdiği eserler ve Türk edebiyatındaki önemi ise ortadadır.

Cemil Meriç’in, günlüklerinde yakınlık hissettiğini ifade ettiği isimlerden biri Attila İlhan’dır. Düşünceleri arasında büyük yakınlıklar olduğunu söyleyen yazar, yakından tanışmak isteğini 1974’te Attila İlhan’a bir mektupla iletmiştir. Bu mektupta fikrî yakınlıklara rağmen İlhan’ın uçarı ve dildeki aşırı tutumunu dile getirmiştir (Meriç, 1993: 190).

Yazarın takdirle baktığı isimlerden biri de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. Meriç, cumhuriyet devrinin en kaliteli aydınlarından saydığı Yakup Kadri’ye önce hayranlık duymuştur. Sodom ve Gomore, Hüküm Gecesi, Kiralık Konak, Panorama gibi eserlerinde erişilemeyecek bir üslup görmüştür. Bununla birlikte onun karşısında küçüklük duyduğunu itiraf etmiş, bazı konularda Yakup Kadri’den daha bilgili olmasına ve onun aleyhinde sarf edilen eleştirilere sevindiğini gizlememiştir (Meriç, 1993: 304).

Meriç, Şerif Mardin’in eserlerini okuduktan sonra kendisi gibi bir fikir adamı bulmaktan son derece memnun olmuştur. Ancak Mardin’in de dilini ve fazlaca yer verdiği dipnotlarını eleştirmiştir. Bu düşüncelerini Şerif Mardin’e bir mektupla iletmiştir (Meriç, 1993: 168-169).

Beğenilmek, takdir edilmek her sanatçının isteğidir. Ancak takdire şayan eserler ortaya koydukları hâlde beklenen ilgiyi göremeyen sanatçılar bu duruma çeşitli şekillerde tepki gösterirler. Cemil Meriç de yaşadığı dönemde kendi değerinin farkında

bir sanatçı ve düşünür olarak neden okunmadığını sık sık sorgulamıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar gibi o da yaşadığı dönemde bir nevi “sükût suikastı”na uğramıştır. 1981’de yazdığı “İnsan İltifata Susuzdur” başlıklı günlüğünde bu durumu şu şekilde açıklamıştır:

“ Kırkambar, bataklığa fırlatılan bir kaya parçası. Kurbağaların bile barınmadığı bu ölü sulardan en küçük bir ses çıkmadı. [Muhsin İlyas] Subaşı, Küçük Dergi’de, eski günahlarımı sergilemeğe kalkmış (…) Kırkambar’ı, Özdenören de okumuş. Kitap, genç üstadı bir hayli tedirgin etmiş (…) Çetin Altan, yolladığım kitaba bakmamış bile. Bütün ahibba hamuş! Kabaklı tek satır yazmadı. Kaplan, düşüncelerini sergilemek için ebediyete göçmemi bekliyor.” (Meriç, 1993: 265).

Yazarın çocukluğundan itibaren yaşadığı sorun, bir çevreye bağlanamamaktır. Her zaman ya çevreden dışlanmış ya da kendisi o çevreye mensup olamayacağını görmüştür. Cemil Meriç, bu durumu şu şekilde açıklamıştır:

“ Benim trajedim şu birkaç satırda. Sevebileceklerim dilsiz, dilimi konuşanlarla konuşulacak lakırdım yok. Yani dilimle zevklerimle, heyecanlarımla, yarımla Büyük Doğu kadrosundanım. Düşüncelerimle, inançlarımla Yön’e yakınım.” (Meriç, 1992: 362).

Cemil Meriç, kendi değerinin farkındadır. Bunu da günlüklerinde ara ara dile getirmiştir. Kendini çağdaşlarının üstünde görmüştür:

“ Elli yıl sonra belki masallaşacağım. Hint’in bir sayfasını kaleme almak 20. asırda pek az faninin başarabileceği bir mucize, benim bir sayfam bir insana ebediyetin veya Akademinin kapısını açar. Çağdaşlarıma bakınca Lilliput’lar ülkesindeki Güliver gibi kendimi tanrılaşmış hissediyorum (…) Saint Simon dosyada bekliyor, böyle bir kitap bir millet için değil, bir devir için şeref.” (Meriç, 1993: 89).

Bunlar yazarın düşüncelerinden ziyade duygularıdır. Okunmamak her edebiyatçı için ezadır. Meriç de toplumun kendisine duyarsız kalmasına bu şekilde tepki göstermiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki Cemil Meriç’in çok tanınıp az okunan bir yazar olmasında onun düşünce dünyasının okurdan belli bir seviye istemesi de etkilidir.