• Sonuç bulunamadı

DOĞUM OLGUSU ÜZERİNE SORUŞTURMA

22 Nisan. Bu sabah yine Hans bazı şeyler anlattı:

"Bir sokak çocuğu, trende gidiyor. Kondüktör gelip çocuğu çırılçıplak soyuyor ve sabaha kadar orada bırakıyor.

Sabahleyin çocuk kondüktöre 50.000 gulden verince trende yolculuk etme hakkı kazanıyor."

Baba şöyle yorumluyordu: "Karşımızda kuzey demir yolu geçiyordu. Yükleme hattında duran trende yolculuk yapan bir sokak çocuğuna rastlamıştı Hans. O da öyle yolculuk etmek istiyordu. Böyle bir şeyin olanaksızlığını söylemiştim. Yoksa kondüktör gelir yakalardı. Fantazinin ikinci öğesi, geriye itilmiş çıplaklık isteğidir.

Hans'ın fantazisinde, bir süreden beri 'trafik işaretleri'nin gidip geldiğini, bu işaretlerin attan, demir yolunu kadar uzandığını görmekteyiz. Böylece, her sokak fobisine zamanla demir yolu fobisi ekleniyor. Öğleyin Hans'ın, lastik bir bebekle oynadığını duydum. Gute adını koymuştu ona.

Bebeğin, düdük yerleştirilen deliğine bıçak sokmuş ve bacaklarını ayırmıştı. Sonradan, bıçağı dışarı çıkartmak için, bakıcı kıza, bebeğin bacak arasını göstererek:

"Bak. Çiş aygıtı" demişti.

Hans'a bebek konusunda sordum:

"Bebekle oynadın mı bugün?"

"Bacaklarını ayırdım. Biliyor musun niye? Bıçak içeri düşmüştü. Annemin bıçağı. Bebeği ağlatan delikten sokmuştum onu. Sonra bacaklarını ayırdım. Bıçak oradan dışarı çıktı."

"Bacaklarını neden ayırdın? Çiş aygıtını görmek için mi?"

"Çiş aygıtı oradaydı. Onu görmüştüm."

"Bıçağı neden batırdın?"

"Bilmem."

"Bıçak neye benziyor?" Bıçağı bana getirip gösterdi.

"Belki bir bebeğe" diye cevapladım.

"Hiçbir şeye benzettiğimden değil. Sandım ki, leyleğin bir çocuğu oldu ya da ona benzer bir şey."

"Ne zaman?"

"Bir kez. Duydum. Yok yok duymadım. Belki de ters söyledim."

"Ne demek 'ters' söyledim?"

"O doğru değil demek."

"İnsanın her söylediği bir parça doğrudur."

"Hayır. Evet. Bir parça."

Hans konuşmayı değiştirdi:

"Civcivler nasıl dünyaya geliyor dersin?"

"Leylek yetiştiriyor, büyütüyor. Hayır. Tanrı Baba."

Ona, tavukların yumurtladığını ve yumurtadan da tavuk çıktığını anlattım. Gülüyor Hans.

"Neden gülüyorsun Hans?"

"Anlattıkların hoşuma gidiyor."

Yumurtlamanın nasıl olduğunu görmüş. Bunun üzerine yeniden sordum:

"Nerede gördün?"

"Sende."

"Nerede yumurtladım?"

"Gmunden'de. Çayıra yumurta bırakmıştın. Ondan civciv çıkmıştı. Sen yumurtladın. Kesinlikle, annem söyledi."

"Anneye soralım bakalım doğru mu?"

"Doğru değil söylediğim. Ben, ben yumurtladım bir kez.

Civciv çıkmıştı."

"Nerede?"

"Gmunden'de. Çayıra uzanmıştım. Hayır hayır, diz çökmüştüm. Çocuklar görmüyorlardı, yana saklanmıştım.

Sabah erkenden dedim ki 'çocuklar, ben yumurta yumurtladım bulun bakalım.' Baktılar ve yumurtayı buldular. O yumurtadan da küçük Hans doğdu. Neden gülüyorsun?

Annem bilmiyor, Karoline de bilmiyor. Kimse görmedi, bir kez yumurtladım. Gerçekten. Ne zaman civciv çıkar yumurtadan? Ne zaman yumurta bastırılır tavuğun altına? O yumurta yenir mi?"

Gerekli açıklamayı yaptım.

"İmdi. Tavuğun yanında bırakıyoruz, civciv çıkıyor. Paket yapıp Gmunden'e götürüyoruz."

Hans, psikanalizi rahatlıkla kendi istediği yöne çekebiliyor.

Çünkü anne baba, çoktan yapması gerekli açıklamayı yapıp yapmamakta tereddüt gösteriyor. Semptomları (Belirti) ortaya koyan bir davranışla anne ve babasına diyor ki:

"Görüyor musunuz? Ben doğumu böyle tasarlıyorum."

Bebekle oyunu üzerine, bakıcı kıza söylediği içten değildi.

Babasının, bebeğin çiş aygıtını görmek istediğini ileri sürmesini açıkça reddediyor. Baba, doğum üzerine bilgi vermesindeki savsaklamayı gidermek amacıyla, civcivin yumurtadan çıkışını anlatmaya giriştiğinde, çocuğun tatminsizliği, güvensizliği ve işin iç yüzünü öğrenme isteği olağanüstü güzellikle bir kamuflaja bürünüyor ve son sözleriyle açıkça kardeşinin doğuşunu düşünmeye kadar varıyor.

"Bebekle necilik oynuyordun?"

"Ona Grete adını koydum."

"Neden?"

"Ona Grete dediğim için."

"Nasıl oynadın?"

"Sahici bir bebek gibi baktım ona."

"Küçük bir kızın olsun ister misin?"

"Neden olmasın? Benim olabilir. Ama annemin olmasın.

İstemiyorum."

Sık sık söylüyordu bunu. Doğacak üçüncü çocuğumuzla, ayrıcalıklarının azalacağını düşünüyordu. "Sadece bir kadın çocuk doğurabilir ama."

"Benim bir çocuğum olacak. Bir kız çocuğu."

"Nasıl?"

"Leylek getirecek. Leylek kızı çıkaracak. Kız bir yumurta yumurtlayacak. Yumurtadan Hanna çıkacak. Hanna'dan da başka bir Hanna doğacak. Yok yok, bir Hanna doğacak."

"Bir kızın olsun istiyorsun."

"Gelecek yıl bir tane olacak. Hanna adını vereceğim ona."

"Anne neden bir kız doğurmasın?"

"Ben bir kız istediğimden."

"Senin kızın olamaz ama."

"Doğru. Bir erkek çocuğun kız çocuğu olur. Kız çocuğunsa erkeği."(39)

"Erkek çocukların çocuğu olmaz. Erkek çocukların sadece kanları ve anneleri olur."

"Neden benim çocuğum olmuyormuş?"

'Tanrı baba öyle istediği için."

"Neden senin olmuyor? Olacak ama. Bekle."

"Çok beklerim."

"Ben senin çocuğunum ama."

"Seni annen dünyaya getirdi. Sen anneyle bana aitsin."

"Hanna, bana mı ait, anneye mi?"

"Anneye."

"Hayır bana. Neden bana ve anneye ait değilmiş."

"Hanna, bana, sana ve anneye ait."

"İşte. Gördün mü?"

Kadın cinsel organı tanınmadıkça, cinsel ilişkilerin önemli bir bölümü, çocuk için karanlıkta kalır. ***BABALIK ROLÜ ÜZERİNE BİLGİNİN GÜVENSİZLİĞİ

24 Nisan. Ben ve eşim, Hans'ı iyice aydınlattık.

Çocukların, annenin içinde büyüdüklerini, sonra büyük acılarla, bir 'lumpf ' gibi dışarı atıldıklarını söyledik.

Öğleden sonra kapı önüne çıktık. Hans'ta fark edilir bir rahatlama var. Arabaların ardından koşuyor. Sadece kapının yanından uzaklaşmayışı, uzak yürüyüşlere çıkamayışı, kaygısını tamamen gideremediğini gösteriyor. 25 Nisan.

Hans, karnıma kafa attı. Daha önce bir kez yaptığı gibi. Ona, bir keçi olup olmadığını sordum. 'Koç oldum ben,' dedi.

Nerede görmüştü koçu? Kendi, sorusunu cevapladı:

"Gmunden'de. Fritzl'in vardı." (Küçük, sevimli bir koyunu vardı Fritzl'in.)

"Anlat sana bu koyun ne yapıyordu?"

"Hani Fraeulein Mizzi vardı ya. (Fraeulein Mizzi, bizim evde kalan bir öğretmendi.) Hanna'yı koyunun üzerine oturturdu hep. Ama, Hanna üzerine oturunca, koyun ayağa kalkamazdı, tos da atamazdı. Yaklaştımı tos vuruyordu, boynuzlan vardı çünkü. Fritzl, ipinden çeker onu bir ağaca bağlardı."

"Tos atmış mıydı sana o koyun?"

"Bir kez üzerime atılmıştı. Fritzl de beni onun yanına götürmüştü. Bir kez onun yanına gitmiştim. Bilmeden. İşte o zaman üstüme atılmıştı. Çok eğlendim. Hiç korkmadım."

"Kesinlikle doğru değildi bu."

Çözümlemeyi sürdürüyordum:

"Babayı seviyor musun?"

'Tabii seviyorum."

"Belki de sevmiyorsun. Aynı zamanda hem seviyorsun hem de sevmiyorsun belki." Hans, küçük bir atla oynuyordu o sıra.

At yere düştü. Hans sızlanmaya başladı. "Atım düştü.

Görmüyor musun? Nasıl da çırpınıyor."

"Anne, babayı seviyor diye biraz canın sıkılıyor değil mi?"

"Hayır."

"Niye anne beni öptüğünde hep ağlıyorsun?

Kıskandığından değil mi?"

"Eh öyle."

"Sen baba olsaydın ne yapardın?"

"Sen de Hans olsaydın öyle mi? Dur bakayım. Seni her hafta sonu Lainz'e götürürdüm. Hayır. Hafta içinde. Baba olsaydım. Çok nazik olurdum."

"Anneyle ne yapmak isterdin?"

"Onu da Lainz'e götürmek isterdim."

"Daha daha."

"Hiçbir şey."

"Neden kıskanıyorsun öyleyse?"

"Bilmem."

"Gmunden'de de kıskanıyor muydun?"

"Gmunden'de hayır. (Doğru değildi bu.) Gmunden'de benim kendi şeylerim vardı. Bahçem vardı. Çocuklar da vardı."

"İneğin nasıl buzağıladığını anımsıyor musun?"

"Tabii. Bir arabayla gelmişti oraya. (Gmunden'de öyle demiştik ona. Bu deyim leylek kuramına karşıydı.) Başka bir inek, buzağıyı, onun arkasından çıkartmıştı. (Kuşkusuz, doğum üzerine yaptığımız aydınlatmadan doğan bir kaygı bu.

Onu, araba kuramıyla bağdaştırıyor.)

"Doğru değil buzağının arabayla geldiği. Ahırdaki inekten doğdu o."

Hans buna karşı çıktı. Sabahleyin ahıra bir arabanın geldiğinde ısrar ediyordu. Buzağının arabayla geldiği söylendiği için, kendisinin öyle sandığını belirttim. Sonunda razı oldu.

"Belki Berta söylediği için öyle sandım. Belki de başkası.

Ev sahibi sözgelimi. Oradaydı ev sahibi.

Geceydi. Onun için sana söylediğim doğru. Bana öyle geliyor ki, kimse söylemedi. Gece ben düşündüm buzağının nasıl doğduğunu."

Buzağı arabayla götürülmüştü. Hans, burasını karıştırıyordu.

"Neden buzağıyı leyleğin getirdiğini düşünmedin?"

"Düşünmek istemezdim."

"Hannayı leyleğin getirdiğini düşündün ama."