• Sonuç bulunamadı

1.8. Araştırmanın Anahtar Kavramları ve Tanımlar

2.1.1. Dil ve Etki Alanları

2.1.1.2. Dil- Düşünce

İnsan fizyolojik ve nörolojik açıdan karmaşık bir varlıktır. Birçok farklı unsuru bünyesinde barındırır ve bu unsurlar belli bir uyum içinde çalışır. Bu unsurlara komut veren beyindir ve insanı bilinçli bir varlık haline getiren düşünme eylemi de beyinde gerçekleşir. Düşünce, bireyin bazen üst düzey becerilerinden oluşan bazen de hissetme, işkillenme gibi zihinsel faaliyetlerinden oluşan, bireyi yeni bilgiye ulaştıran bilinçli bir süreçtir.

“Düşünce, bir bireyin herhangi bir olay ya da durum üzerindeki yargısı ve aynı zamanda bireyin kavramları birbiriyle ilişkilendirerek yeni bilgiye ulaşmasını sağlayan süreçtir” (Cevizci, 1999: 276).

Cevizci’ye göre insan zihninde oluşan pek çok düşünce çeşidi vardır. Bu düşünce çeşitleri şu başlıklar altında toplanabilir:

1. “Sadece içsel uyaranların etkisiyle oluşan sözcük öncesi bir süreç olarak düşünce: Sözü edilen düşünce çeşidinin en önemli özelliği onun çoğunluk bilinçli olmamasıdır. Bu tür bir düşünce sözcüklere dökülmemiş ve sembolleştirilmemiştir.

2. Aynı şekilde, çoğunluk kişinin istek ve arzularına bağlı olarak, dış etkenler, yer, zaman, sebep-sonuç bağıntılar göz önüne alınmadan ortaya çıkan düşünceye ise,

“içe yönelik düşünce” adı verilir.

3. Gerçeklik ilkesine bağlı olarak gelişen düşünce süreci, dış etkenlerin gerçekliğini dikkate alır, söze dökülür ve dilin kurallarıyla mantık çerçevesine girer. Sıradan yaşam şartları altında uyum sağlamaya yönelik bir görevi vardır.

4. Mantıksal kural ve öğelere uygun olmayan düşünce tarzı mantık öncesi düşünme süreci diye adlandırılır.

5. Yaşanılanlardan yola çıkarak bağ kurmayı amaçlayan akıl yürütmenin yönlendirilmiş ve yapılandırılmış biçimi mantıksal düşünce çeşididir.

6. Realist düşünce ise, düşüncelerin bir hedef doğrultusunda bir araya getirilerek düzenlenmesi ile oluşan mantıklı düşüncedir. Nesneler ve kavramlar arasında bağ kurma, değerlendirme, problem çözme ve yeni çözüm önerileri oluşturma gibi değişik türlerde olabilir”(Cevizci, 1999: 276).

İletişim kurmak ve düşünce paylaşımı yapmak basit bir aktivite değildir. İletişim kurulması ve devamının sağlanması için iletişimde var olan bazı öğelerin kullanılması gerekmektedir.

Roman Jakobson (1960)’a göre bu öğeler 6 tanedir:

 Gönderici (söz söyleyen)

 İleti (mesaj)

 Kanal (kullanılan dil)

 Alıcı (dinleyen)

 Dönüt

 Bağlam’dır (Roman Jakobson, 1960: 356).

Şekil 1. İletişim Modeli (Jakobson, 1960: 356)

Bu göstergelerden herhangi birinde eksiklik ya da hata olduğu zaman iletişim kurulamaz veya hatalı kurulur. Bu durumda mesajın doğru iletilebilmesi, alıcı tarafından algılanması ve anlaşılabilmesi için her iki tarafında ortak olarak bildiği kodlama sistemi kullanılmalıdır. Bu sayede düşünce doğru aktarılabilecek ve doğru anlamlandırılabilecektir. İletişimde düşünceyi aktarma işini genellikle dil yapmaktadır ve dil ne kadar doğru kullanılırsa düşünce aktarımı da o kadar sağlıklı olacaktır.

Dil-düşünce ilişkisini dil açısından ele alan uzmanlar dilin düşünceye yön verebileceğini savunurken düşünce açısından ele alan uzmanlar ise düşüncenin dili belirleyebileceğini iddia etmektedirler.

“Dil ve düşünce alanlarında ve bu iki unsurun birbiriyle olan ilişkisi açısından çeşitli çalışmalar yapan Humboldt, dilin bir dış zorunluluk değil insanın doğası gereği iç ihtiyacı olduğunu, insanların birbirleri ile etkileşimde bulundukça zihin gücünün gelişebileceğini belirtmiştir”(Akarsu, 1998: 20-21). “Humboldt, dil düşünce ilişkisinin bireyin zihinsel sürecinde başladığını ve sonra toplumsallaştığını belirtmiştir. Ona göre kişisel etkinliğimiz aracılığıyla bir nesneyi imgeleriz. Doğal haliyle var olan nesne zihnin iç işleyişi ile etkileşime girer ve zihinde onun temsili oluşur. Dil toplumsal bir varlıktır ancak dilin zihinsel tasarımı öznel bir faaliyettir” (Akarsu, 1998: 20-21).

Levi-Strauss’a göre, dil ve düşünce yapısını etkileyen faktörlerden biri mitlerdir.

“Mitler, birden fazla mitin bir araya gelmesiyle oluşan, toplumun ataları tarafından yeni kuşaklara bırakılmış olan iletiler bütünüdür; diğer bir ifadeyle o toplumun söylemidir”

(Levi-Staruss, 2013: 26). “Bu iletiler bütünü, birden fazla oluşması nedeniyle karmaşık bir yapı arz etmekte, yapılması gereken zihnin ardında kalmış olan bu karmaşık yapıyı bir dizge hâline getirmek suretiyle anlamlandırmaktır. Bu yönüyle bütün mitlerin genel manada karşıtlıklar içerdiğini, karşıtlıkların da belirli bir toplumun tavır ve davranışlarını açıklamaya çalışan, düşünce ve doğa tarafından icat edilen tabii mesajları ilettiğini belirtir” (Levi-Staruss, 2013: 26).

Dil ile düşünce arasında gizli bir bağ vardır. Dil ile düşünce arasındaki bu bağın kurulumunda yaşanabilecek herhengi bir aksaklık düşünce oluşumunu engellemez ancak düşündüklerimizi ifade etmemizi zorlaştırabilir. Bu bağlantıda yaşanabilecek kesintiler ya da düşüncenin karşılığı olan sözcüğün bulunamaması eksik ya da yanlış öğrenmelere sebep olabilmektedir. Zihinde tasarlanan düşüncenin yanlış ifade edilmesi yani ifade sürecinde yanlış kavramların kullanılması bize kavram yanılgısı yaşandığını gösterebilmektedir.

“Dil ile düşünce arasında ilginç bir bağ vardır. Dil olmazsa da düşünce olabilir”

(Aksan, 2006: 42-43). “Bazen insan okurken ya da yazarken zihninde çoğu şey tasarlanmış ve betimlenmiş olabilir. Zihninde olaşan soyut ya da somut her nasıl bir tasvir ise onu kelimelere dökemez, anlatamaz. Bu durum da kişiyi rahatsız eder.

Tasarladığı şeyi tam anlamıyla karşılayacak kelimeleri bulamaz. Bu durum düşünme aracılığıyla meydana gelen tasarımların dil olamadan da oluşabileceğini göstermektedir.

Bu da dil ile düşünce arasında anlık bağlantı eksikliğinin var olabileceğini göstermektedir” (Aksan, 2006: 42-43).