• Sonuç bulunamadı

B. İSLAM DEVLETİNİN ŞEKLİ, NİTELİKLERİ, UNSURLARI VE

1. Devletin Şekli ve Nitelikleri

Hamidullah diğer konularda olduğu gibi devletin şekil ve nitelikleri ile ilgili ilk olarak Kur'ân’daki malzemeye müracaat etmektedir. Sonrasında Hz.

Peygamberin (a.s.) ve Hulefâ-i Râşidîn’in uygulamaları çerçevesinde o günün yönetim anlayışını günümüzün modern devlet anlayışı ile mukayese ederek, benzer ve farklı yönleriyle birlikte vermeye çalışmaktadır. Bazı yönetim anlayışları birbirlerine çok benzemekle beraber bir takım nüans farklılıklarından dolayı ayrı bir başlık altında ele alınmasında fayda görülmektedir.

(1) Müşterek İdare: Aynı Anda İki Kişinin Yönetimi

Hamidullah, Hz. Peygamberin (a.s.) yeni Müslüman olan memleketlerdeki devlet (kabile) başkanının Müslümanlığı kabul etmesi durumunda İslam öncesi dönemde olduğu gibi İslami dönemde de eski görevinin başında kalmasına müsaade ettiğini söylemektedir. Hz. Peygamber (a.s.) İslam devletinin yönetimi altına giren başkanları mükâfatlandırmak, gönüllerini almak ve o bölgeyi bilen, tanıyan birileri oldukları için onların bilgi ve becerilerinden faydalanmak amacıyla görevlerine devam etmelerine izin verdi. İkili idare anlayışının Kur’ân’daki örneğine ve peygamberin uygulamasına binaen mümkün olduğunu ileri sürmektedir.

Arabistan’ın güneydoğusunda bulunan Umman, Culanda’nın iki oğlu Ceyfer ve Abd’ın ikili idaresi altında yönetiliyordu. Peygamberimizin (a.s.) daveti üzerine Ummanlılar İslam’ı kabul ettiler. Peygamberimizin (a.s.) İslam’ı kabullenmeleri halinde eski görevlerine devam etme vaadine363 binaen bu iki kardeş, Umman

363 “…. Her ikiniz de İslam’ı kabul edecek olursanız, her ikinizi de idare (iş) başında tutacağım. ….”

Hamidullah, Vesâiku’s-Siyâsiyye, s. 161-163, Nu: 76; Mektupla ilgili daha geniş bilgi ve değerlendirmeler için bk. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 416-426.

devletinin başında tutuldu. Ancak onların yanına, Müslümanların işleriyle, öğretim vb. konularla ilgilenecek bir İslam temsilcisi olarak da Amr gönderildi. Hamidullah, bu örneğin İslam’da ikili yönetime izin verildiğinin bir göstergesi olduğunu söylemektedir. Çünkü bu şekil Kur’ân’da da mevcuttur. Hz. Harun (a.s.) devlet idaresinde Hz. Musa’ya yardımcı olmuştur.364 Hamidullah bununla ilgili Şah Veliyullah ed-Dihlevî’nin de “muayyen bir zamanda, tek bir şahısta idare başkanlığı için bu sahada gerekli vasıfları toplu bir halde bulamazsak idari vazifeler, bölünebilmeli hatta bölünmelidir” dediğini aktararak365 idari vazifelerin yönetiminin bölünebileceğini düşünmektedir. Az önce de belirtildiği gibi, Hz.

Peygamber (a.s.), yeni Müslüman olan memleketlerdeki idarecileri İslam’dan sonra da idareci olarak görevlerinin başında bırakmaktaydı. İşte Ceyfer ve Abd da İslam öncesi dönemde her ikisi birden Umman’ı idare etmekteydiler. Bundan dolayı Hz.

Peygamber (a.s.) bu ikisinin aynı anda idareci olmalarını kabul etmiştir.

(2) Sürgündeki Hükümet

Hamidullah, Rasülüllahın Medine’de kurmuş olduğu devlet ve hükümeti, Mekke şehir-devletinin hükümeti olarak düşündüğünü söylemektedir. Bu hükümetin

“sürgündeki hükümet” statüsüne sahip olduğunu ve dejure (hukuki) hükümet olmasının yanı sıra, de facto (fiili-gerçek) hükümet olmasının da şartlarının temin edilmeye çalışıldığını ifade eden Hamidullah, Kur’ân’ın da bu hipotezi desteklediğini söylemektedir.

Kur’ân’da, “Onlar Mescid-i Haram’dan (mü’minleri) alıkoyarken ve oranın bakımına ehil de değillerken, Allah onlara ne diye azap etmesin? Oranın bakımına ehil olanlar ancak Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat onların çoğu

364 Tâ-Hâ, 20/29-32.

365 Daha geniş bilgi için bk. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 410; Hamidullah, Allah’ın Elçisi Hz.

Muhammed, s. 158; a.mlf., “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde İslam Devlet Başkanı”, s. 155; Hamidullah, Muhammed, “Hilafet Mefhumu ve Bugünkü İslam Devletleri Müvacehesinde Hilafetin Tatbikatı Üzerinde Bir Görüş”, (trc. Salih Tuğ), İslam Anayasa Hukuku, (ed. Vecdi Akyüz), Beyan yay., İstanbul 1998, s. 184, 185; Hamidullah, Muhammed, İslam’a Giriş, (trc. İbrahim Arif Koytak-Veysel Uysal), Beyan yay., İstanbul 1999, s. 149 ; a.mlf., Hz.

Peygamberin Altı Orijinal Diplomatik Mektubu, s. 155.

bilmez”366 buyrulmaktadır. Diğer taraftan Hamidullah, “Eğer öyle değilse, Hz.

Peygamberin (a.s.) bir orduya kumanda ettiğinde sancağı Abd ed-Dâr kabilesinden Mus’ab ibn Umeyr’e vermesini; Mekkelilerle görüşmek istediğinde bir elçi göndereceğinde Hz. Ömer’i seçmesini nasıl açıklayacağız?” demektedir.367 Çünkü ona göre Hz. Peygamber (a.s.) Medine’ye hicretle beraber Mekke oligarşisi içinde çeşitli belediye hizmetlerini üstlenmiş kabile mensuplarından İslam’ı kabul etmiş olan kimseleri, aynı görevleri bu kez Medine’deki İslam devletinde yerine getirmek üzere tayin etmekte ve vazife taksimini aynı kabilelere vermekteydi. Bu durum, Peygamberin (a.s.) kendisini Mekke’nin sürgündeki meşru hükümeti, ya da bölgedeki müşriklerle birlikte sürdürülen (devam eden) fiili bir durum olarak düşündüğünü368 ifade eder. Anlaşılacağı üzere Hamidullah burada da farklı bir yaklaşım tarzı benimsemektedir. Nasıl ki hicretten önce Müslümanların Mekke şehir devletinin içindeki konumlarını “devlet içinde devlet” olarak değerlendirmişse burada da Medine’deki İslam devletini sürgündeki hükümet olarak görmektedir.

Onun bu değerlendirmesinden devletin asıl topraklarının Mekke olduğu, dolayısıyla devletin asıl merkezinin müşriklerce işgal altında tutulduğu düşünülebilir.

(3) Konfederal Yapı

Federal devlet dendiğinde, kendisini oluşturan yerel birimlerin (federe devletlerin), ilke olarak uluslararası yetkileri olmamasına rağmen, her birinin anayasa, yasama ve yargılama alanında özerkliğe sahip olmaları anlaşılır. Federal devlet tek yapılı devletten farklı olarak, yetkilerini ortaklaşa paylaştığı birçok başkaca devletlerden oluşmaktadır.369 Konfederasyon ise bir devletler topluluğu olup, üye devletlerin uluslararası egemenliklerine ilke olarak müdahale etmeyen, fakat bazı sınırlı konularda ve alanlarda (örneğin bir dış müdahaleye karşı)

366 Enfâl, 8/34; Ayrıca aynı konu ile ilgili olarak bk. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 225; II, 1005

367 Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 1005; a.mlf., Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed, s. 172; a.mlf., İslam Tarihine Giriş, s. 91.

368 Hamidullah, “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde İslam Devlet Başkanı”, s. 114.

369 Teziç, a.g.e., s. 128.

devletlerarasında uyum sağlanabilmesi için, ortak bir organın varlığını gerektirmektedir.370

Daha önceki bölümlerde İslam öncesi Mekke Şehir-Devleti’nin konfederal bir idari yapıya veya yönetim şekline sahip olduğunu görmüştük. Hamidullah, Medine’de kurulan ilk devletin Hz. Muhammed (a.s.) tarafından kurulan İslam devleti olduğunu söylemektedir. Önceki dönemlerde burada devlet şeklinde bir yapılanmanın olmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla Hamidullah’a göre Efendimizin (a.s.) yönetim anlayışı da kendine özgüdür, herhangi bir miras söz konusu değildir.

Bu durumda Hz. Peygamberin (a.s.) Medine’de kurduğu İslam devletinin yönetim şeklinin nasıl olduğu sorusu ön plana çıkmaktadır. Hamidullah bu durumla ilgili olarak hemen hemen Mekke’deki idari yapıyla Medine’deki yönetim anlayışının aynı olduğunu düşünmektedir.

O, Medine’deki yönetim anlayışının ne olduğuyla ilgili olarak, bazı yerlerde371 federal, bazı yerlerde372 de konfederal terimlerini kullanmıştır. Ancak sistemin “tek devlet” yapısında olmadığını ifade eden Hamidullah,373 genel olarak Hz. Peygamberin (a.s.) Medine’de kurduğu idarenin büyük çapta konfederal, dört dörtlük bir site devleti olduğunu düşünmektedir. Yani devleti meydana getiren kabileler kendilerini ilgilendiren umumi işlerinde bağımsız olmaya devam etmekteydiler. Merkeze sadece çok lüzumlu olan, mesela harp, sulh, bazı davaların devlet reisince tekrar ele alınması (temyiz makamı) gibi işler bırakılmıştır.374

(4) İslam Devletinin Monarşik ve Cumhuri Yapısı

Hulefâ-i Râşidîn’in idaresinin bir monarşi mi yoksa cumhuri bir idare mi olduğu üzerinde bir takım değerlendirmelerde bulunan Hamidullah, öncelikle

370 Teziç, a.g.e., s. 129.

371 Hamidullah, “Alp Arslan Devrinde İslam Anayasasının Durumu ve O Devirdeki Hıristiyan Anayasası ile Mukayesesi”, s. 141

372 Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 411; II, 894-896; a.mlf., Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, s. 37; a.mlf., Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed, s. 101, 171; a.mlf., “İslam Anayasa Hukuku”, s. 22, vd.

373 Hamidullah, Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed, s. 171.

374 Hamidullah, “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde İslam Devlet Başkanı”, s. 155;

a.mlf., “Alp Arslan Devrinde İslam Anayasasının Durumu ve O Devirdeki Hıristiyan Anayasası ile Mukayesesi”, s. 149; a.mlf., Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, s. 37.

Kur’ân’ın cumhuriyet veya krallık rejimine bakış açısını vermektedir. Daha sonra Hulefâ-i Râşidîn’in yönetim şeklini sorgulamaktadır. Monarşi, siyasi otoritenin genellikle miras yolu ile bir kişinin üzerinde toplandığı devlet düzeni veya rejimi olarak tanımlanmaktadır. Cumhuriyet de milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi olarak tarif edilmektedir.

Hamidullah göre Kur’ân, monarşilere (krallıklar) atıfta bulunurken cumhuriyet gibi diğer hükümet şekillerine hiçbir atıfta bulunmamaktadır.375 Yani Kur’ân, krallığı reddetmemektedir. Bununla beraber Kur’ân, iyi krallardan376 örnek vermekle birlikte kötü krallardan377 da bahsetmektedir. Ona göre Kur'ân’ın iyi krallardan örnek vermesi, onları örnek almamız için; kötü krallardan bahsetmesiyse, o tür bir yönetim anlayışından uzak durmamız378 gerektiği içindir.379

Hamidullah’a göre Hz. Peygamber (a.s.) hayatta iken kendisinden sonra yerine kimin geçeceği ile ilgili olarak olumlu veya olumsuz hiçbir kanaatte bulunmamıştır. Bu durum karşısında bazı insanlar devlet hâkimiyetinin bir miras olarak Peygamber ailesine geçmesini, dolayısıyla Hz. Peygamber (a.s.) erkek evlat bırakmadığı için de amcasının oğlu Hz. Ali’nin onun yerine halife olmasını istemekteydiler. Buna karşın bir kısım insanlar da şahsi olarak seçim yapılmasını istediler. Fakat bu grup içinde de seçilecek adaylar konusunda bazı anlaşmazlıklar söz konusuydu. Hamidullah, bütün bunlara rağmen nihayetinde devlet yönetiminde

375 Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 873.

376 Davut ve Süleyman (a.s.) kral olmalarının yanında aynı zamanda birer peygamberdiler.

377 Firavun ve Nemrut gibi.

378 Hamidullah, İlk İslam Devleti, s. 65; a.mlf., İslam’a Giriş, s. 146; a.mlf., “İslam Anayasa Hukuku”, s. 27; a.mlf., “Alp Arslan Devrinde İslam Anayasasının Durumu ve O Devirdeki Hıristiyan Anayasası ile Mukayesesi”, s. 142; a.mlf., “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde İslam Devlet Başkanı”, s. 165.

379 Hamidullah’ın Krallık ile ilgili değerlendirmeleri kısaca şu şekildedir: Kur’ân, kralların kötü tutumlarından öfke duymakta ve tiranlığa (zulüm ve dehşet idaresi) körü körüne itaati asla emretmemektedir. Mesela Kur’ân, limanlarına gelen yabancıların gemilerine el koyan kralın davranışını onaylamamaktadır (Kehf, 18/79). Yine aynı şekilde kötü kralların harpteki tutumlarından da pek de iyi bir şekilde bahsetmemektedir (Neml, 27/34). Veyahut da, Firavun, İsrailoğulları’na zulmettiği için Kur’ân’da birçok defalar itham edilmiştir. Kasas, 28/5–6; Bununla birlikte Peygamberimiz de şöyle buyurmaktadır: “Yaratıcıya isyan teşkil eden bir hususta yaratılmışa hiçbir suretle itaat olunmaz.” Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 879, 880; yine bk.

krallarla ilgili Kur’ân’daki Tâlût kıssası, Bakara, 2/246; a.mlf., İslam Müesseselerine Giriş, s. 98, 99.

tevarüsün (devlet yönetiminin babadan oğla veya, aynı aile içerisinde devamı) gerçekleşmediğini ve bir nevi seçim usulü ile denilebilecek tarzda Hz. Ebu Bekir’in devlet başkanı seçildiğini belirtmektedir.

İşte bu noktada Sahabenin seçmeye karar verdikleri halifenin bir kral mı, bir cumhurbaşkanı mı veya başka bir şey mi olduğu ön plana çıkmaktadır.

Hamidullah’a göre Hulefa-i Raşidin’in hilafeti, krallık veya cumhuriyet yönetimi değildi. Çünkü Krallık idaresinde ilk şart, verasetle intikal, ikincisi de krallığın hayat boyu devam etmesidir.380 Yine Hamidullah’a göre çok eskiden beri çeşitli memleketlerde cumhuriyet idaresi vardır. Cumhuriyet idaresinde iktidarın verasetle intikali söz konusu olmayıp belirli sürelerde seçim yapılmaktadır. Yani cumhurbaşkanı, krallığın aksine hayat boyunca seçilmez. Hamidullah, eğer cumhuriyetten maksat, evvelki cumhurbaşkanıyla hiçbir alakası olmayan birisini, belli bir müddet için seçmek ise, Hulefâ-i Râşidîn’in seçiminde bu iki usulün de tatbik edilmediğini söyler.

Bu anlatılanlardan sonra bir değerlendirme yapan Hamidullah’a göre ilk olarak dört halife belli bir devre için değil, hayatları sonuna kadar seçilmişlerdir.

Hatta her zaman seçimin de olmadığını söyleyen müellife göre halifeler cumhurbaşkanı da değillerdir. Aynı zamanda onlar bir monarşinin kralı da değillerdir. Çünkü verasetle intikal söz konusu değildir. Diğer taraftan üçüncü olarak bugünkü manada devleti idare eden bir grubun381 var olup olmadığını sorgulayan Hamidullah, bu soruya da, idarenin bir tek halifenin elinde olmasını gerekçe göstererek olumsuz cevap vermektedir.382

Sonuç olarak Hamidullah Hulefâ-i Raşidin’in hilafetinin kendilerine mahsus bir idare şekli olup onların idaresinin, ne monarşi, ne cumhuriyet ve ne de bir grupla idare etme (Oligarşi) şeklinde olmayıp, kendilerine özgü bir hükümet

380 Kral genç veya çok yaşlı olarak ölebilir; fakat prensip olarak bütün hayatı boyunca kraldır. Bazı harpler neticesinde, kral saldırıya uğrayıp, yerinden atılabilir. Bu gibi durumlar yine de krallık yönetimine ait genel durumu değiştirmez.

381 Hamidullah, burada 1975 yılının Cezayir’ini örnek olarak vermektedir. Cezayir’de bir devlet reisi yoktu ve bir “ihtilal konseyi” tarafından yönetilmekteydi. bk. a.mlf., İslam Müesseselerine Giriş, s. 94.

382 Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, s. 93.

şekli olduğu kanaatine varmıştır. Şu halde bu yönetimin, bir nevi cumhuriyet ile monarşi karışımı olduğu söylenebilir. Çünkü söz konusu yönetim bir yandan kayd-ı hayat şartıyla seçilmek gibi monarşiye ait bazı özellikler taşırken, diğer yandan da seçimle iş başına getirme gibi cumhuriyet rejimine ait bazı özellikler de taşımaktadır.383

(5) Aynı Anda Birden Fazla İslam Devletinin Bulunması

Yukarıda bir devlet içerisinde aynı anda idarede bulunan iki yöneticinin varlığından bahsedildi. Ancak burada aynı zaman dilimi içerisinde İslam dünyasına hükmeden birden fazla devletin varlığı söz konusudur. Asıl olan Müslüman camianın birlik beraberlik içerisinde, bir arada yaşamasıdır. Bu duruma bir örnek olarak Hz. Peygamberin (a.s.) daha Medine’ye gelir gelmez toparlayıcı, birlik beraberliği sağlayıcı çalışmaları neticesinde ilan etmiş olduğu Medine Anayasası hatırlanabilir. Hamidullah, İslam dünyasının Abbasi Devleti’nin kurulmasına kadar tek bir merkezden idare edildiğini, ancak Abbasoğulları’nın idareyi ele geçirmesiyle durumun değiştiğine dikkat çekmektedir. Ona göre her ne kadar Hz. Osman’dan sonra İslam dünyasında bir takım karışıklıklar çıkmış olsa da İslami yönetimlerin kesin bir şekilde birbirinden ayrılması söz konusu değildi.

İslam dünyasında çift başlılığın oluşmasında Abbasi yöneticilerinin büyük rol oynadığını düşünen Hamidullah, Ümeyye oğullarına karşı yürütülen isyanda başarılı olan es-Seffah’ın Endülüs’le ilgilenmediğini ve neticesinde Emevî ailesinden bazılarının, Kuzey Afrika’ya, buradan da Endülüs’e kaçmayı başardıklarını söylemektedir. Bunların içinde Endülüs devletinin kurucusu Abdurrahman ed-Dâhil de bulunmaktaydı. Abdurrahman, 138 yılında yani Mervan’ın hatta Seffâh’ın ölümünden altı yıl sonra Endülüs topraklarını yönetimi altına aldı. Hamidullah, Abdurrahman’ın, İslam birliğini arzuladığını, ayrılıktan hoşlanmadığını ve bunun için Endülüs camilerinde Müslümanların halifesi Mansur’un adının hutbelerde söylenmesini emrettiğine işaret etmektedir. Ancak bu durum karşısında o, Abbasi Halifesi Mansur’un geniş görüşlü biri olmadığı için

383 Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, s. 94; ayrıca geniş bilgi için bk. a.mlf., “Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde İslam Devlet Başkanı”, s. 168.

fırsattan istifade edip onu Endülüs valisine dönüştürmeyi düşünmediğini söylemektedir. Mansur, aksine Abdurrahman’ı buradan uzaklaştırıp, Irak’tan birisini vali atamak istedi ancak bunda da başarılı olamadı. Böylece Endülüs fiilen bağımsızlaşmasıyla birlikte İslam dünyası iki parçaya ayrıldı ve İslam topraklarının bölünmesi perçinlenmiş oldu.384 Hamidullah bu örneğin de bir yönetim şekli (uygulaması) olarak karşımızda durduğunu ifade etmektedir. Ancak az sonra da değinileceği gibi bu durum Hamidullah’ın arzuladığı bir şey değildir. Çünkü Hamidullah halifelik makamına bilhassa derleyip toparlayıcı olması açısından çok büyük önem vermektedir.

(6) Halifelik Konseyi

İslam dini geldiği ilk zamandan beri İslam toplumunun birlik ve beraberlik içerisinde yaşamasına önem vermekte, ayrılık çıkarmayı büyük bir fitne olarak görmektedir. Çağımız İslam dünyasında artık evrensel halifelik mevcut değildir.

Günümüzde İslam dünyası irili ufaklı birçok devletçiklere bölünmüş durumdadır.

Bugün sadece Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde kurulmuş birçok müslüman ülke vardır. Müslümanların yaşadıkları diğer devletleri de düşünecek olursak bu küçümsenemeyecek bir rakamı ortaya çıkarmaktadır. Müslümanların ilk zamanlarda olduğu gibi tekrar bir araya gelmeleri çok kolay olmasa da en azından bazı alanlarda birliktelik sağlanabilir ki bunun karşısındaki en büyük engel yine iktidara talip olanların birbirlerini çekememeleri ve bir diğerinin hakimiyetini hazmedememeleridir. İşte bu noktada Hamidullah İslam dünyasının içine düşmüş olduğu bu parçalanmışlık halinden kurtulması için “Evrensel Halifelik Konseyi”

önerisini getirmekte ve bunun aslında bir ihtiyaç, bir zorunluluk olduğunu söylemektedir.

Hamidullah, evrensel bir halifelik müessesesinin kurulabilmesi için bölgesel rekabetlerden ve alınganlıklardan kaçınmak gerektiğini ve bunun için de, daha önce Hz. Peygamber (a.s.) zamanında kullanılan çözüm yollarının uygulanabileceğini vurgulamaktadır. Mesela Sünniler kadar Şii ve haricilerin, Kureyşli olan, olmayan

384 Hamidullah, “İslam Anayasa Hukuku”, s. 43, 44

bütün Müslüman devletlerin başkanlarının yer aldığı idareciler tarafından temsil edilen Müslüman devletin başkanlarının katıldıkları bir “Yüksek Hilafet Kurulu”

oluşturulabilir. Hamidullah’a göre komiteye üye olan Müslüman devlet temsilcilerinin halife sıfatıyla nöbetleşe birer yıl reislik mevkiini işgal etmeleri, rakip adayların ihtilaf doğuran hareketlerini bertaraf etmekle birlikte çeşitli eğilimlere sahip devlet idarecilerinin bu teşkilata girmelerini destekleyen bir çözüm yolu olur.

Ona göre bu çeşit bir çözüm şekli, aynı zamanda Müslümanların bir halifeye sahip olmaları şeklindeki dini ihtiyaçlarını da karşılamış olur. Yine böyle bir teşkilatla dünya Müslümanlarının sahip olduğu mali-iktisadi kaynakların karşılıklı yardımlaşmalar için, bir tek elde toplanmasına doğru ilk adım atılmış ve gayrimüslimlerin teşkil ettiği bloklarla iktisadi ve kültürel sahada en kolay ve makul bir yarışma şartı sağlanmış olur.

Hamidullah İslam dünyasının tek bir çatı altında toplanmasını bir engel olarak görenlerin “Halifenin Kureyşiliği” meselesini ve “müşterek idare”nin olamayacağı görüşünde olduklarını söylemektedir. Buna karşılık o, Kur’ân’ın ve Hz.

Peygamberin (a.s.) uygulamalarını temel alarak bu mevzuları ele almış ve “Kureyş’e mensup olmayan bir halifenin seçilmesi”ni385 meşru gösteren ve keza “müşterek idare”ye386 başvurmayı münasip karşılayan delillere ulaştığını ifade etmektedir.

Eğer bu görüşlere bir değer atfedilirse birlik için bir çözüm yolunun bulunacağını düşünmektedir.387

Anlaşıldığı üzere Hamidullah’ın “Yüksek Hilafet Komitesi” tezi bilhassa Müslümanların tekrar bir araya gelip, yekvücut olarak birçok problemin üstesinden gelebilmelerinin önünü açacak olması açısından önemlidir. Birbirine düşman, birbirinden habersiz, dağınık bir İslam devletler topluluğu değil de birbirinden haberdar, birlikte hareket eden bir İslam dünyasının itibarı ve gücü olumlu yönde olmak üzere çok daha farklı olacaktır.

385 bk. “Halifeliğin Kureyşiliği” başlığı.

386 bk. “Müşterek İdare: Aynı Anda İki Kişinin Yönetimi” başlığı.

387 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 149.

(7) Hilafet ve Hz. Ali’nin Halifeliği

Eserlerinin birçok yerinde hilafetle ile ilgili yaklaşımını ortaya koyan Hamidullah, hilafetin birleştirici yönüne dikkat çekerek İslam ümmetini en azından asgari müştereklerde de olsa bir araya getirmenin yollarını aramıştır. Hz.

Peygamberin (a.s.) vefatı ile ortaya çıkan hilafet meselesi, İslam dünyasında o günden bugüne üzerinde tartışılan en önemli meselelerden birisi olarak kabul edilmiştir. Hamidullah’a göre hilafet konusu, dinin aslından olan bir mesele olmamasına rağmen maalesef Müslümanlar arasında itikadî konulardan biri (cüz) haline getirilmiştir.388 Bununla beraber bin yılı aşkın bir zamandan beri bu konuyu tartışan Müslümanlar, bu tartışmalar neticesinde de Şiiler ve Sünniler olmak üzere iki gruba ayrılmışlardır.389

Sünniler ve Şiiler arasındaki hilafet tartışmalarına da değinen Hamidullah’a göre hilafet konusunda Sünni ve Şiiler arasındaki ayrılık Hz. Peygamberden (a.s.) hemen sonra seçilen kişinin sadece şahsıyla ilgilidir. Hz. Peygamberin (a.s.) hem yeğeni hem de damadı olması dolayısıyla peygambere halef olmanın Hz. Ali’nin ve onun soyundan gelenlerin hakkı olduğuna inanmak Şiiler için dini inancın bir esası olarak kabul edilmektedir. Hâlbuki Sünniler, aslında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın bu makama, hemen hemen tüm Müslümanlarca seçildiğini kabul etmektedirler. Aynı zamanda onların geçici olarak peygamberin dünyevi makamına sırasıyla geçtiklerini ve Hz. Osman’ın şehâdetiyle Hz. Ali’nin seçildiğini söylemektedirler. Yine Sünnilere göre, Hz. Ali’nin kendinden önceki halifelerle samimi bir şekilde işbirliği yapması ve onlara hürmette bulunup, saygıda kusur etmemesi onun bu durumu kabullendiğinin bir işaretidir.390 Kısacası Hamidullah, ihtilafın Hz. Peygamberin (a.s.) kendisinden sonra Hz. Ali’yi dünyevi hilafete doğrudan doğruya tayin edip etmediği noktasında düğümlendiğini söylemektedir.

Ayrıca halifenin seçim sürecinde yani ilk halife olarak Hz. Ebu Bekir’in ve

388 Hamidullah, İslam Tarihine Giriş, s. 132.

389 Hamidullah, Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed, s. 269.

389 Hamidullah, Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed, s. 269.