• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2 - BOŞANMA PSİKOLOJİSİ VE DİNİ BAŞA ÇIKMA

2.1. Boşanma Psikolojisi

2.1.2. Depresyon ve Boşanma

Depresyon (çökkünlük/üzüntü), dünyada ve ülkemizde yaygın bir psikolojik sorundur. Latince ‘depressus’ ya da ‘deprimere’ kökünden türetilmiş bu kavram ‘çökkünlük’, ‘bastırmak’ gibi anlamlara gelmektedir (Gilbert, 2016, ss. 29-30; Şentepe, 2016, s. 62). Depresyon, bir duygu durum problemidir. Bu tür bir sorun değişken yoğunlukta seyredebilir ve kişinin duygu ve düşünce dünyasında olumsuzluklara neden olur (Blackburn, 1996, s. 10).

Bu duygu durum problemi en ağır psikotik düzeyde, melankolik ve intihar tehlikesi olan bir hastadan keyifsiz, morali bozuk, dünyayı ve geleceğini karamsar bir bakışla değerlendiren bir kişiye kadar olan bütün depresyon düzeylerini içerebilir. Yani depresyon, normal, geçici, anlık bir duygulanımdan bir hastalığın herhangi bir belirtisi ya da tam anlamıyla bir psikiyatrik bozukluk olarak ele alınmaya kadar birçok vakayı kapsayabilen bir kavram olarak kullanılabilmektedir. Bazen günlük düş kırıklıklarının bir yansıması, doğal yaşantı, bir uyum yanıtı veya insan varlığının ölümle yüz yüze geleceği ontolojik durumuna evrensel bir tepki olarak da ortaya çıkabilir. Hatta bazı varoluşsal (egzistansiyel) krizlerin ağır depresyonu tetikleyebileceği de kaydedilmiştir (Alper, 1999, ss. 19-20).

Depresyon, genellikle stres verici bir olaydan sonra üzüntü, mutsuzluk, çaresizlik, ilgisizlik, haz alamama, aşırı kilo verme, değersizlik, ölüm düşüncesi gibi görünümlerle kendini gösteren bir ruh halidir. Bireyler, zaman içerisinde normal stresörlere dahi

83

depresyon bakımından duyarlı hale gelebilmektedirler (Atkinson vd., 2010, ss. 539-540; Greenberg, 2007, ss. 108-109).

Çoğu zaman depresyon ve üzüntü birbirinin yerine kullanılabilen kavramlar olsa da aralarında teknik ayrımlar vardır. Üzüntü duygusu, tam olarak depresyonu ifade etmemektedir. Ancak depresyon, kaçınılmaz bir şekilde üzüntüyü de içermektedir ve şiddetli bir biçimde günlük yaşamı tesiri altına almaktadır. Bu bakımdan depresyonun anlaşılabilmesi için normal ve anormal (patolojik) üzüntü ayrımı yapılabilir. Normal üzüntü ile patolojik olanı arasındaki sınırı belirlemek ise güçtür. Aradaki fark; şiddet miktarına, başka başka ortaya çıksalar dahi üzüntüye eklemlenmiş semptomların görece niteliğine bağlıdır (Lôo & Lôo, 1993, ss. 10-11). Ayrıca depresyonu normal üzüntüden ayıran en önemli hususlardan birisi de, umutsuzluktur. Onun için depresyonu karamsarlık artı üzüntü şeklinde formüle etmek de mümkündür. Bu nedenle umutsuzluk depresyonda belirleyici bir öğe olarak düşünülebilir. Zira depresif hastalar üzerinde yapılan araştırmalarda bu hastaların %78'inden fazlasının geleceğe olumsuz baktıkları tespit edilmiştir. Depresyonun şiddeti arttıkça umutsuzluğun da artış gösterdiği kaydedilmektedir. Umutsuzluğa; çoğu zaman değersizlik, çaresizlik, kararsızlık, eyleme geçememe, işlerini sürdürememe ve suçluluk duyguları da eşlik etmektedir (İmamoğlu & Yavuz, 2011, ss. 228-229).

Aslında depresyon ya da üzüntü, -normal olarak düşünülürse- psişik bir acıdır, talihsizliğe verilen olağan ve sağlıklı bir reaksiyondur. Nedeni çoğunlukla sevilen bir kişinin/şeyin kaybedilmesidir ya da kaybedileceği endişesidir. Elde edilmek istenen şeylerin elde edilememesi ya da amaçlanan şeyin gerçekleşmemesi üzüntünün kaynaklarındandır (Bowlby, 2015, s. 281; Kindi, 2017, s. 51; Razî, 2015, ss. 29, 63). Farklı teorik bakış açılarına göre ele alınacak olursa öncelikle dinamik yaklaşımda depresyon kişiliğin erken dönemlerinde ortaya çıkan bir sorundur. Buna göre; hayalde ya da gerçekte bir sevgi nesnesinin yitimi ve buna bağlı olarak kişinin benliğinde bir yoksullaşma, boşluk, terk edilmişlik duygusu ile birlikte öz değerde belirgin bir azalma veya yok olma söz konusudur. Burada kaybedilen nesneye karşı düşmanca duygular ve agresif dürtüler oluşur ve kişi bunları kendisine yöneltir ve özdeşim kurar. Bütün bunlar kaybın travmasına ve onun sonuçlarına karşı bir savunmadır. Bu tür bir mekanizma yaşamın erken evrelerinde geliştiğinde bir kişilik yapısı haline gelmektedir. Depresif

84

kişilerde libidinal bir saplanma ile sevgi-nefret ikilemi oluşur. Bu, ödipus kompleksinden önceye oral ve anal döneme kadar götürülebilir. Depresif kişiliğin kökeni bu dönemde yaşanmış narsistik yaralanmalardan ve yaşamın ilerleyen evrelerinde de buna benzer yaralanmaların meydana gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu tarz kişiler uğradıkları hayal kırıklıklarından dolayı yaşamları boyunca dışsal narsistik destekler ararlar, bu arayış onların üst benliğinin gelişmesini bozar ve böylece affetmeyen, cezalandırıcı, katı bir üst benlik geliştirirler. Bu üst benlik onların saldırganlık öfke gibi duygularının boşaltılmasına izin vermez. Bu tarz kişiler bütün ilişkilerinde bilinçli sevgi yanında, bilinçaltından yaşanan öfke, nefret gibi duygular taşırlar (Alper, 1999, ss. 44-45).

Bilişsel teoriye göre ise depresyonda kişinin bilişsel şemaları24 en önemli etkendir. Kişinin kendisine, dünyaya ve geleceğe dair olumsuz bakış açısı (negative view) ve deneyimlenen şeylerin olumsuz bir şekilde kurgulanması depresyona ve depresyona bağlı gelişen diğer fenomenlere (depresif ruh hali, irade felci, isteksizlik ya da kaçınma, intihar düşüncesi, bağımlılık) neden olmaktadır. Depresif kişilerin düşünceleri depresif temalarla doludur. Geleceğe, kendine ve dünyaya dair bu düşüncelerde, yetersizlik/eksiklik, kendini ayıplama ve negatif deneyimler vardır. Depresyon derinleştikçe depresif düşüncelerle doyurulmaya başlanır. Depresif düşüncenin uyanması için herhangi bir harici uyarıcı olması yeterlidir. Artık var olan durum ile bunun kişisel yorumlanması arasında mantıksal bir bağ kalmamış olabilir. Burada depresyona neden olan bilişsel çarpıtmalar ve kişiye özgü şemalar söz konusudur. Baskısız dönemde inaktif olan bu şemalar, depresyon geliştikçe daha güçlü bir hal alırlar (Beck & Alford, 2009, ss. 226-257).

Bazı bireyler gerek kalıtsal gerekse çevresel etkenler nedeniyle depresyona karşı daha duyarlı hale gelebilmektedir. Bazı bireyler ise aynı durum karşısında farklı bir perspektif ile hareket ederek bunu bir tehdit olmaktan çok bir gelişim fırsatı olarak da görebilmektedir. Buna karşın düşük sosyal beceriler, yoksul olmak, kişisel bağımsızlığını elde edememek, 7 yaşın altında bir çocuğa sahip olmak ve yakın

24 Bilişsel teorinin çıkış noktası olan şemalar bilişsel şablonların türleri ve bireyin bütün olaylarını, hafızasını, inançlarını ve tutumlarını organize eden zihinsel bilgi yapılarıdır. Ayrıca şemalar, bilgi işlemeyi şekillendiren, psikolojik bozukluklardaki temel bilişsel mekanizmalardır (Riskind, 2007, s. 145).

85

ilişkilerin olmaması depresyona duyarlılığı artıran etmenler arasında sayılmaktadır (Atkinson vd., 2010, ss. 506-548).

Görüldüğü üzere depresyonda çocukluk deneyimlerinden bilişsel çarpıtmalara, kalıtsal faktörlerden çevresel koşullara varana dek pek çok etken yer almaktadır. Bir ilişkinin sona ermesi ise bizzat depresyonu tetikleyebilecek bir olgudur (Gilbert, 2016, ss. 104-107).

Nitekim boşanmış kişilerde depresyonun arttığına dair birçok bulgu ortaya konulmuştur. Evli kaldıkları dönemle karşılaştırıldıklarında boşananların daha depresif olduğu kaydedilmiştir (Menaghan, 1985, s. 302). Bununla birlikte boşanmış kişilerin bizzat yas sürecine benzer reaksiyonlar gösterdiği bilinmektedir. Boşanmada ayrılığa eşlik eden bir kayıp hissi vardır. Boşanma ile birlikte eş kaybedildiği gibi evlilik ve aile hayatı ile ilgili umut ve hayaller de yitirilmiştir. Bu da ayrılan eşlerde yoğun bir yas sürecini tetiklemektedir. Bağlanmanın daha güçlü olduğu durumlarda yas daha da yoğundur. Duygusal olarak diğer eşe kendini daha fazla adayan eş, ayrılık acısını daha da fazla yaşamaktadır. Buna mukabil terk edilen eşin yaşadığı acı, terk edene göre daha yoğun olabilmektedir (Emery, 2013a, ss. 113-123).

Amprik olarak gerçekleştirilen bir çalışmada yaslı depresifler, boşanma ile gelen depresifler ve hasta (depresyon hastası) olarak gelen depresifler karşılaştırılmıştır. Depresyonun seyri bakımından hasta olarak gelenlerle boşanma ile gelenler arasında bir fark bulunamamıştır, yaslı depresiflerde ise diğer iki gruba göre depresyon ataklarının daha az olduğu bulgulanmıştır (Briscoe C & Smith J. B., 1975, s. 439). Şunu kaydetmek gerekir ki sevilen birinin ölümünün ardından ortaya çıkan kayıp ile depresyona neden olan kayıp arasında fark vardır. Yasta nesneyi gerçekten kaybetme ve bunun ruhsal sonuçları varken depresyonda gerçek bir kayıp olsun ya da olmasın bir sevgi nesnesinin yitimi vardır (Alper, 1999, s. 45). Boşanma ile ortaya çıkan yas sürecinde ortada gerçek bir ölüm yoktur, teorik olarak ayrılan eşlerin bir araya gelebilme ihtimali vardır. Bu nedenle boşanmanın yasını tutmak farklı bir kavramsallaştırmadır. Burada daha çok doğrusal değil döngüsel süreçler yaşanmaktadır. Yani bu süreçte sevgi, öfke ve üzüntü gibi duygular döngüsel olarak açığa çıkmaktadır (Emery, 2013a, ss. 122-123). Bu nüanslarla birlikte depresif bozluklarla yas tutma arasında bir örtüşme olduğu vurgulanmaktadır (Bowlby, 2015, s. 292).

86

Yas, dört fazda ortaya çıkmaktadır; (1) Genellikle birkaç saatten bir haftaya kadar süren son derece yoğun üzüntü ve/veya öfke patlamalarının yaşandığı hissizleşme fazı, (2) Bazen birkaç ay bazen de yıllarca süren kaybedilen figürü özleyip arama fazı, (3) Var olan düzenin bozulması ve umutsuzluk fazı, (4) Az çok yeniden düzen kurma fazı. Bu fazların sınırları keskin olmamakla birlikte bireyler yas sürecinde birinden diğerine fazlar arasında girip çıkabilirler (Bowlby, 2015, ss. 103-104).

Ancak boşanma ile basitçe sadece sevgi nesnesinin yitimi ve ardından gelen yas duyguları yoktur. Evlilik ve aile hayatı ile ilgili umut ve hayaller yitirildiği gibi toplumsal kimliğin zedelenmesi ve statü kaybı da vardır. Bu ise başlı başına depresyon için bir nedendir ve özellikle bunun kadınlar açısından önemli ölçüde risk teşkil ettiği ifade edilmiştir (Hortaçsu, 2015, ss. 199-200). Bruce ve Kim ise bekâr ya da evli hemcinsleri ile karşılaştırıldığında hem kadınların hem de erkeklerin bu süreçte daha fazla major depresyon gösterdiklerini, erkeklerin ise bu konuda kadınlardan daha fazla risk taşıdığını bulgulamışlardır (Bruce & Kim, 1992, ss. 916-917). Boşanma sürecinde belirtileri depresyon ile örtüşen bir diğer duygudurum sorunu ise anksiyetedir.