• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1 - BOŞANMA

1.2. Boşanmaya Etki Eden Psiko-Sosyal Faktörler ve Boşanma Nedenleri

1.2.1. Bireysel Faktörler

Literatüre bakıldığında boşanmaya etki eden bireysel faktörler olarak genetik, cinsiyet, yaş, kişilik ve kişilik bozuklukları, bireyin eğitim düzeyi gibi öğeler ön plana çıkmaktadır.

1.2.1.1. Genetik

Genetik, doğrudan veya dolaylı olarak boşanmaya etki etmektedir. McGue ve Lykken (1992) ikiz örneklem üzerinde yaptığı çalışmada genetik faktörlerin boşanma ile ilişkili olduğunu bulmuştur. Boşanmış ailelerden gelenler boşanmaya genetik yatkınlık gösterebilmektedir ve boşanmış ailelerden gelen çiftlerin ilişkilerinde psikolojik sorunların ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir. Ayrıca genetik; kişilik özelliklerini, davranış kalıplarını, duygudurum bozukluklarını da etkilemektedir (Jocklin, McGue, & Lykken, 1996, s. 288). Çoğu zaman göz ardı edilse de açık bir şekilde, genetik faktörler hem ebeveyn depresyonuna hem de çocukların psikolojik sorunlarına katkıda bulunan bir etkendir. Boşanma gibi ağır dönemlerde bu sorunların etkisinin daha açık bir şekilde ortaya çıktığı, alevlendirici etkiye sahip olduğu bildirilmiştir. Ayrıca, boşanma için önemli bir gerekçe olarak ortaya çıkan anti-sosyal eğilimler doğrudan kalıtımla ilişkilendirilmiştir (Emery, 2013a, s. 114).

1.2.1.2. Kişilik ve Kişilik Bozuklukları

Kişilik, boşanma için önemli bir risk faktörüdür (Jocklin vd., 1996, s. 289). Burada kişiliğin iki tür etkisinden söz edilebilir. İlk olarak kişilik, tipsel ayrımlarda boşanma için risk oluşturmaktadır. İkincisinde ise, kişilik; sağlıksız özellikleri (kişilik bozuklukları) ile ilişkinin sorunlu hale gelmesine ya da sorunlu olarak görülmesine ve boşanma için bir gerekçe olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla kişiliğe bağlı davranış tarzları ve kişilik bozuklukları boşanmalarda ciddi bir etken olarak ortaya çıkmaktadır.

Kişilik, eşler arasındaki uyumsuzluğun/uyuşmazlığın ana nedenlerinden birisidir. Daha başlangıçta eş seçiminde aşırı bağımlılık, aşırı bağımsızlık, kararsızlık, paylaşma

41

duygusundan yoksun olmak, aşırı üstünlük isteği gibi olumsuz kişilik özellikleri başarılı bir evliliği riske sokmaktadır (Salman & Uzunboylu, 2011, ss. 31-50). Bu tür uyuşmazlıklar yaşam tarzı, tüketim alışkanlıkları, cinsel davranışlar, dini yaşayış, siyasi görüş gibi kişisel tercihlerde kendini göstermektedir. Battal’ın yaptığı kapsamlı çalışmada boşanma aşamasına gelen toplam 722 anlaşmazlığın 478’inde çeşitli mizaç uyumsuzluklarının eşler arasındaki anlaşmazlıkların sebebi olarak görüldüğü bulunmuştur. Battal’a göre bu ölçüde yüksek bir oranın ortaya çıkmış olması eşlerin birbirlerini yeterince tanımadan evlilik yapmaları sonucunda sağlıksız bir ilişkiye sahip olmaları ile ilgilidir (Battal, 2008, ss. 123-124). Bunun yanı sıra olumsuz kişilik özellikleri evliliğin devamını etkilemekte ve evlilikte başarısızlığa yol açmaktadır. Bu özelliklerin bazıları şöyledir; asla tatmin olmayan tipler, mülkiyetçi ve tekelci tipler, çabuk öfkelenenler, sebatkâr olmayanlar, üstünlük iddiasında olanlar, aşırı titiz tipler ve flört etmekten hoşlanan tiplerdir (Nazlı, 2016, s. 405).

Boşanmaya etki eden bir başka sorun ise kişilik bozukluklarıdır (Emery, 2013a, s. 113). Kişilik bozukluğu;18 süreklilik arz eden ve bireyin kendi kültürü hilafına, beklenenden önemli ölçüde sapmalar gösteren bir iç yaşantılar ve davranışlar örüntüsüdür. Ergenlik ya da genç erişkinlik yıllarında başlayan bu sorun zamanla bireylerde kalıcı olmakta ve sıkıntıya ya da işlevsellikte bozulmaya neden olmaktadır. Herkeste çeşitli biçimlerde görülebilecek bir takım kişilik özelliklerinin, kişilik bozukluğu olarak nitelendirilebilmesi için, bunların esenlikten/sağlıktan yoksun ve uyum bozucu olması, işlevsellikte belirgin bir bozulmaya ya da kişisel problemlere neden olması gerekmektedir. Değişmeyen bu tutum ve davranış kalıpları şu alanlarda kendini göstermektedir: 1- Düşünce farklılıklarında (kişinin kendisini, başkalarını ve olayları yorumlama biçiminde), 2- Duygulanım farklılıklarında (duygusal tepkilerin görülme aralığı, yoğunluğu, değişkenliği ve uygunluğu), 3- İnsanlar arası ilişkilerde yaşanan zorluklarda, 4- Dürtülerini kontrol etmekte yaşanan zorluklarda. Kişilik bozukluğu yaşayan bireyler, normal bireylere göre kimlik bütünlüğü, savunma mekanizmaları ve

18 DSM (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders), tanı ölçütlerine göre, kişilik bozuklukları üç ana grupta sınıflandırılmaktadır. (A) Paranoid Kişilik Bozukluğu, Şizoid Kişilik Bozukluğu, Şizotipal Kişilik Bozukluğu; (B) Antisosyal Kişilik Bozukluğu, Sınırda Kişilik Bozukluğu, Histrionik Kişilik Bozukluğu, Narsistik Kişilik Bozukluğu; (C) Çekingen Kişilik Bozukluğu, Bağımlı Kişilik Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu. Bunlardan A ve B kümeleri daha çok sınırda kişilik örgütlenmesi gösterirken, C kümesi daha çok nevrotik örgütlenme gösteren bireyleri içermektedir.

42

gerçeği değerlendirme yetisi bakımından farklılaşmaktadırlar (D. Şahin, 2009, ss. 45-46).

Eysenck tarafından evli veya boşanmış kadın ve erkeklerden oluşan toplam 1500 kişiden oluşan örneklem kişilik özellikleri açısından incelenmiştir. Evliler ile kıyaslandığında boşananlar arasında psikotik ve nevrotik (anormal) kişiliğe sahip olanların daha yaygın olduğu ve bunun kadınlar arasında daha fazla ortaya çıktığı bulunmuştur. Aynı çalışmada bir başka kişilik tipi olan dışadönüklüğün de boşanma ile ilişkili olduğu ve erkekler arasında daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir (Eysenck, 1980, s. 1235).

Collange nevrotik (anormal) özelliklerin hâkim olduğu evliliklerde ortaya çıkması muhtemel sorunlu davranış kalıplarından yola çıkarak nevrotik tipteki eşleri ve evlilikleri tasnif etmiştir (Collange, 1997, ss. 64-65);

- Eşinin kendisini kasıtlı ve sistemli olarak aldattığına inananlar.

- Kendi kişilik bozukluklarının bir yansıması olarak yerli/yersiz kıskançlık gösterenler. - Eşini terk etmek için bahane arayan sinirli ve öfkeli yapıdaki tipler.

- Cinselliği sorunlu hale getirenler.

- Saplantı haline gelmiş evlilik korkusu olanlar ve boşanma yoluyla kendine bir sığınak arayanlar.

- Şefkat ve sevgi gösteremeyen tipler (soğukluktan zihinsel bozukluğa kadar). - Kendi benzeri bir eş seçerek narsist bir ilişki kuranlar.

- Eşini aşağılamak amacıyla sürekli olarak onu üçüncü kişilerle karşılaştıranlar. - Saldırganlığını deşarj etmek için eşini hedef haline getirenler.

- "Kurtarıcı“ kompleksine girenler. (Evli iken de boşanırken de bu tipolojideki kişilere rastlamak mümkündür. "Seninle evlenmeseydim, halin ne olurdu”, “en iyisi seni bırakmam, senin iyiliğin için yapıyorum bunu, sana layık değilim ben.")

- Nevrotik bir tutkuya dayalı olarak yapılan evlilikler. (Örneğin bir erkekle değil bir sosyal statüyle evlenen kadınlar).

- Kızgınlıkla yapılan evlilikler (madem o beni terk etti, ben de hemen bir başkasını bulur evlenirim).

43

Burada belirtmek gerekirse kişilik bozuklukların yanı sıra ruhsal bozukluklar boşanmalar için önemli bir sorundur. Boşanmış eşler üzerinde karşılaştırmalı olarak yapılan bir araştırmada boşanmış erkeklerde evli erkeklere göre beş kat yüksek oranda, boşanmış kadınlarda da evli kadınlara göre üç kat yüksek oranda ruhsal bozukluk saptanmıştır. Ruhsal dengeleri yerinde olmayan eşlerin evliliği sağlıklı bir şekilde yürütebilmesi zordur, bu kişiler için boşanma daha olası ve daha örseleyicidir (Yörükoğlu, 2007, s. 108).

1.2.1.3. Cinsiyet

Kadın ve erkek ilişkilerinde yaratılış bakımından farklılıklar söz konusudur. Kadın ve erkeklerin mizaçları ve eğilimleri birbirinden farklıdır (Tarhan, 2005, ss. 214-215). Erkeklere göre kadınların karşı cins hakkında bilişsel olarak daha fazla çaba sarf ettikleri, başka bir deyişle ilişki üzerine daha fazla bilişsel çaba harcadıkları bildirilmektedir. Türkiye'de her iki cinsiyete ilişkin beklentiler ve değerler konusunda yapılan araştırmalarda, evliliğin kadınlar için daha önemli olduğu ve kadınların işlerinden çok ailelerine öncelik verdikleri saptanmıştır. Boşanmada ise sorun olarak ortaya çıkan meselelerin kadınlar tarafından daha fazla önemsendiği belirtilmiştir (Hortaçsu, 1991). Bunlarla birlikte kadınların erkeklerden daha fazla ilişkisel sorunların farkına varma ve bunları tartışmaya açma potansiyeline sahip olduğu, boşanma konusuna (ya da boşanmayı başlatmaya) erkeklerden daha yakın olduğu belirtilmektedir. Yapılan araştırmalarda kadınların boşanma gerekçesi olarak belirttiği maddelerin erkeklerden daha fazla olduğu belirlenmiştir (Amato & Previti, 2003, s. 603).

İstanbul’da yapılan bir araştırmada çeşitli ilçelerdeki yılın ilk üç ayında açılmış 240 boşanma dava dosyası incelenmiştir, bu dosyalardan 150’sinde kadınlar, 90 dosyada ise erkekler davacı olmuştur. Bu dosyaların en az %10’unun şiddet ile ilgili olduğu tespit edilmiştir. Burada önemli noktalardan biri kadınların evlilik ilişkisinde mağdur pozisyonunda yer alması ve özellikle kadına yönelik şiddetin kurbanları olmasıdır. Kadınların aile içi şiddete maruz kalması boşanma için önemli bir gerekçedir. Birçok kadın uğradıkları duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet sonucunda boşanmak için müracaat etmektedir (A. Sezen, http://www.bilka.org.tr).

44 1.2.1.4. Yaş

Yaş, boşanmada belirgin bir faktördür. Emery tarafından ABD (1992) nüfus verilerinden yola çıkılarak yaş ile boşanmanın ters ilişkili olduğu savunulmuştur. Buna göre evlilikte boşanma riski yaşla birlikte düşmektedir. Öyle ki 20 yaşından önce evlenen kadınlarda boşanma oranı 30 yaşından sonra evlenen kadınlara göre iki ila dört kat fazladır (Emery, 2013a, s. 18). Ülkemizde belirtilen yaş aralığında bu ilişki tam tersidir yani boşanma yaşı orta yaşlarda yaş ile birlikte artmaktadır. Bu verilere göre boşanmaların çoğunluğu orta yaşlarda gerçekleşmektedir. Demirkan ve diğerlerinin 1200 kişi ile yaptığı araştırma sonuçlarına göre boşanmaların %43’ü 26-35 yaş arasında gerçekleşmektedir. Bunu %34 ile 36-45 yaş grubu izlemektedir. Yani boşanmaların %77’si orta yaşlarda gerçekleşmiştir. Daha genç yaşlarda (21-25 yaşlar) ise bu oran %10 olmuştur (Demirkan vd., 2009, s. 30).

Ayrıca yaş faktörüne ilişkin önemli bir sosyal problem erken yaşlarda yapılan/yaptırılan evliliklerdir. İletişim becerilerinin, rollerin, beklentilerin farkında olmadan erken yaşlarda kurulan sağlıksız bir ilişki eşlerin mutsuz olma ihtimalini arttırmakta ve evliliğin boşanmayla sonuçlanmasını güçlendirmektedir (Duran & Hamamcı, 2010, s. 88).

1.2.1.5. Eğitim Düzeyi

Evliliğin devamını ve boşanmayı etkileyen faktörlerden bir diğeri de eğitim düzeyidir. ASPB’nın 2014 yılında boşanma nedenlerine ilişkin yaptığı araştırmada Boşanmış kişilere en son bitirdikleri okul sorulmuştur; katılımcıların yarısından fazlası (%53) eğitimsiz ya da ilköğretim mezunudur. %29’u lise ve dengi okul, %17’si yüksekokul mezunudur. Kadınların eğitim düzeyi erkeklere göre daha yüksektir; kadınlar arasında yükseköğretim mezun oranı %20 iken erkeklerde bu oran %18’dir, lise ve dengi okul mezuniyet durumu kadınlarda %32 iken erkeklerde %28’dir. Eğitimsiz ve ilköğretim mezunlarının oranıysa kadınlara kıyasla erkeklerde daha yüksektir (ASPB, 2014, s. 54). Eğitimin boşanmaya etkisi karmaşık ve değişkenlik gösteren bir olgudur. Genel kanı düşük eğitim düzeyinin boşanma olasılığını arttırdığıdır ancak son yapılan araştırmalar kadının ve erkeğin eğitim düzeyine göre boşanma olasılığının değişkenlik gösterdiğine yöneliktir. Ayrıca eğitim düzeyinin etkisi ülkeler/bölgeler arasında da farklılaşmaktadır (Emery, 2013b, s. 409).

45

Bir yönüyle eğitim, bireylerin sosyal statülerinin kaynağını sağlamaktadır. Erkek açısından düşünüldüğünde eğitim seviyesinin yüksek olması, ailenin maddi olanaklarının ve dolayısıyla yaşam standartlarının da yüksek olması anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla erkeğin yüksek eğitim seviyesi boşanma riskini azaltmaktadır. Kadının eğitim seviyesinin yükselmesi ise, evlilik ilişkisinin sorgulanmasını sağlayan ve boşanmayı kolaylaştırıcı bir etken olarak değerlendirilmektedir (Sucu, 2007, s. 28). Erkeğin eğitim seviyesinin artması ile genel yanlış davranışlar (aile sırlarını dışarıya verme, kötü alışkanlıklar, evliliğe akraba müdahalesi) azalsa da uyumsuzluktan kaynaklanabilecek anlaşmazlıkların arttığı da belirtilmektedir (Salman & Uzunboylu, 2011, s. 55). Bununla birlikte kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe evlenme yaşının yükseldiği bildirilmektedir. Eğitim düzeyi yüksek kadınlar çoğunlukla eş seçimine kendileri karar vermekte, aile içindeki görevini farklı şekilde algılamakta ve eşlerinin kararlarına katılma oranları yükselmektedir (Duran & Hamamcı, 2010, s. 89).

Eğitim düzeyi yükseldikçe eşitlikçi tutuma sahip olma da tutarlı biçimde yükselmektedir. Eğitim, işlevsel olarak toplumsallaşma ve toplumun kültür mirasının birikimi ve aktarılmasıyla cinsiyetçi bakış açısının kazanılmasına hizmet eden bir unsurdur. Kadın ve erkeğin eğitim düzeyi arttıkça cinsiyet rollerine ilişkin beklentiler geleneksellikten uzaklaşmaktadır. Geleneksel yaklaşımın devam ettiği toplumlarda ise kadından daha eğitimli olan erkeğin daha fazla sorumluluk alması beklenmektedir (Salman & Uzunboylu, 2011, s. 54).