• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2 - BOŞANMA PSİKOLOJİSİ VE DİNİ BAŞA ÇIKMA

2.1. Boşanma Psikolojisi

2.1.3. Anksiyete ve Boşanma

Anksiyete (Endişe/Kaygı/Bunaltı), strese verilen en genel tepkilerden birisidir (Atkinson vd., 2010, s. 495). Korkuya benzeyen ancak nedeni belirgin olmayan (Bowlby, 2014, ss. 109-110; Le Gall, 2012, s. 323) ve bilinçdışı süreçlerle (Freud, 1994, s. 394) ya da duygusal süreçlerden ziyade bilişsel süreçlerle (Beck & Emery, 2006, s. 49) ilerleyen, kişide psikolojik ve psikosomatik tepkilere neden olabilen, ontolojik olarak kişinin var olan durumu bir tehdit olarak deneyimlemesi ile ortaya çıkan çok yönlü ve kapsamlı bir olgudur (M. O. Öztürk & Uluşahin, 2008, ss. 452-467). Belirtileri çoğu zaman depresyon ile örtüşen bu olgu, travma sonrası stres de dahil olmak üzere bir dizi ruhsal soruna sebep olabilecek bir sorundur (Beck & Emery, 2006, s. 87).

Stres ve depresyon mağduru çoğu insan anksiyete semptomları göstermektedirler. Aslında anksiyete belli seviyelerde zor durumlarla başa çıkmakta yardımcı olabilecek bir ruhsal mekanizmadır (örneğin, sınav için belli seviyede kaygı duymak motivasyon açısından yararlı olabilmektedir). Tipik olarak, tetikleyeci olay çözüldüğünde anksiyetenin azalması beklenmektedir. Fakat günlük durumların irrasyonel korkusu haline geldiğinde anksiyete ciddi bir ruhsal sorun olarak kendini göstermektedir.

87

Anksiyete, korku ve endişenin orantısız bir şekilde arttığı, varlığımızı sürdürme yeteneğimizi tehdit edici bir durumdur (Brosan & Todd, 2016, ss. 80-81).

Psikodinamik teoriye göre kaygı, kaçma refleksi ile ilgilidir ve bireyin öz koruyucu iç güdüsünün dışavurumudur. Bu refleks ya da dışavurum görecelidir. Yani kaygının ortaya çıkması durumlara ve bu durumlara karşı kişilerin öngörüsüne ve mukavemetine (bilgi ve güç) bağlıdır. Aslında kaygının üretimi bireyin algılamasına ilişkin öznel bir duygulanımdır. Bu duygu; kalıtımsal mirasın tarih öncesinden bize bıraktığı çekirdek bir yaşantının tekrarıdır. Bu da doğum yaşantısıdır. Çünkü doğumda birey, onu tehdit eden bedensel ve psişik ölümcül tecrübelerle ve tehlikelerle (nefes alamama vs.) yüz yüze gelmiştir. Bunların yanı sıra bu ilk kaygının oluşmasında anneden ayrılmış olmanın etkisi de yadsınamaz. Bu tehditler karşısında psişe kaygı mekanizmasını (prototipini oluşturur) harekete geçirir ve anne rahmine dönmek ister. Anne rahmine dönemeyen psişe bunu kendi ruhsal sitemine yansıtır, libido deşarj olamaz ve kaygı libidonun yerini alır. Buna bağlı olarak çocukta birden fazla kaygı gelişmiş olur; ayrılık kaygısı, zulüm görme kaygısı, depresif kaygı (Bowlby, 2014, ss. 449-451; Freud, 1994, ss. 385-398; Rank, 2014, ss. 32-59).

Bilişsel teoriye göre ise anksiyete, bir durumun tehlikeli olduğuna dair bilişsel yargılardan ve değerlendirmelerden kaynaklanmaktadır. Bu tür kognisyonların (biliş) oluşmasında temelde kökleşmiş yanlış inançlar, kavramlar ve tutumlar, bilişsel şemalar ve gizlenen bilişsel şablonlar bulunmaktadır. Bu şemalar ayrıca, bireyin belirsiz tehdit senaryoları hakkında nasıl düşündüğünü ve onları neye dayandırdığını da belirlemektedir (Mesela bireye tehdit işaretlerini yorumlama ve hakkında çok az bilgi olsa dahi bir durumun önemi veya kişisel anlamı hakkında öngörüde bulunma). Düşünce çağrışımlarına, belirsiz durumların yorumlarına veya çıkarımlara işaret eden şemalar her zaman güncel olarak aktif şemalardır. Bu şemalar, bireyin her an devam eden bilinç yığınında veya çalışan hafızasında ani veya aktif bir şekilde temsil edilmeyen, depolanmış, kökleşmiş ve organize edilmiş diğer şemalardan farklılık arz ederler. Aktive edildiği veya kullanıma hazırlandığı an, söz konusu kişiye özgü şema kümesi, bireyin, hastalık dizgesini ya da bu yönde kategorize ettiği düşüncelerini şekillendirir. Genelleşmiş anksiyete bozukluğunda, bireyin inançlarını ve kişisel tehlike kavramlarını düzenleyen tehlike şemaları nerdeyse sürekli aktiftir. Neticede birey

88

minimum işaretlerle önceden tanımlanmış yargılara (“Tehlikedeyim”, “Hayatta kalmamı ve mutluluğumu tehdit eden bir şey var”) ulaşır, olumsuz öngörülerde bulunur ve felaket senaryoları hakkında kaygılanır. Aynı zamanda şemalar burada uyarıcıyı sınıflandırmak için türüne göre tasnif edilmiş karmaşık sistemlerle birlikte öncüllerden, varsayımlardan hatta kusursuz kıyaslardan oluşan yapısal ve mantıksal unsurları da kapsamaktadır. Mesela, arka planında anksiyete barındıran biliş şemaları, durumların tehlikesini ve dahası varsayımları (“ya şöyle olursa”) ve olumsuz kıyasları (“Öyleyse, böyle”...) tanımlamak için taksonomi sistemleri içerebilmektedir. Bu şemalar aktif veya işleyebilir hale geldiklerinde, bireyin neye dikkat edip odaklandığını, eksik bilgilerin aralarına neler doldurduğunu etkileyen ve objektif olsun olmasın uyarıcıyı tehlike sinyalleri olarak algılama ihtimalini arttıran bilişsel filtreler olarak görev yapmaktadırlar (Riskind, 2007, ss. 144-146).

Varoluşçu görüşte ise aslında anksiyete/bunaltı varoluşun temelinde yer alan bir problematiktir. Buna göre gerçek bunaltı, kişinin varoluşuna ilişkindir (en temelde; ölüme doğru giden bir varlık olarak insan, bunun bilincine ve endişesine sahiptir) ve “hiç” olabileceğinin ayrımına varması ile ortaya çıkar. Korku, kişinin varlığının dışında olan bir tehlikeye karşı tepki ise bunaltı; kişinin doğrudan doğruya varoluşuna, özüne yönelik bir tehdittir. Korku, başka duygusal tepkiler gibi nesnel olarak incelenebilir bunaltı ise; ancak varoluşa yönelik bir tehdit olarak düşünüldüğünde anlaşılabilir (M. O. Öztürk & Uluşahin, 2008, s. 468).

Anksiyeteye sebep olacak ve onu tetikleyecek çok sayıda etken vardır. Bu nedenler arasında şunlar sayılabilir: Kalıtımsal yatkınlık, fizyolojik sorunlar ve hastalık beklentisi, fiziksel hastalıklar ve/veya toksik maddeler, ciddi dış kaynaklı stres (örneğin, fiziksel veya psikolojik tehlikeye uzun süre maruz kalma), öznel duygusal saldırıya açıklığın sınırını aşan belirli dış kaynaklı stres (örneğin, kendi kendini idare eden bir kişiye sıkı askeri bir disiplinin yüklenmesi). Belli bir anksiyete vakasında yukarıda bahsedilen faktörlerin herhangi bir kombinasyonuna da rastlanabilir. Örneğin, bir vaka, aşırı derecede genetik yatkınlık ve asgari düzeyde çevresel stresten kaynaklanırken, bir diğeri kalıtımsal faktörler olmaksızın sadece alışılmamış seviyedeki bir çevresel tehlikeden ileri geliyor olabilir (Beck & Emery, 2006, ss. 158-159).

89

Daha önce ifade edildiği üzere boşanma insanın yaşamını, dünyaya ve insanlara olan inancını tehdit edici travmatik bir deneyim olduğundan yaşamsal bir krizi bir kriz durumunu ifade etmektedir. Bu tür durumlarda insanın yaşamı altüst olmaktadır. Hendrick’in de belirttiği üzere en başta bireyler boşanma ile ayrılığı deneyimlemektedirler. Duygusal bağ düşünüldüğünde ayrılık daha da acı bir hale gelmektedir. Yani bir bağlanma figüründen ayrılma/kopma söz konusudur. Bu da bireyde anksiyeteyi özellikle ayrılık anksiyetisini tetiklemektedir (Hendrick, 2009, ss. 172-174).

Aslında ayrılık anksiyetesi çocukluk çağında anneden ayrılma ile açıkça gözlenen sevilen bir kişinin kaybı ve ondan uzaklaşma, kopma bunaltısının devamı niteliğindedir. Çocukluk çağında tecrübe edildiği gibi yaşamın ilerleyen dönemlerinde sevilen ve ileri derecede bağlılık duyulan birinin kaybı bireyde bunaltıya sebep olmaktadır (M. O. Öztürk & Uluşahin, 2008, s. 467).

Boşanma tecrübesi ve bu süreçte açığa çıkan duygulanım, bunaltı ve travma sonrası stres belirtileri ile örtüşebilecek özelliktedir. Evliliğe yapılan psiko-sosyal-manevi ve ekonomik yatırım boşanma ile boşa çıkmış, zarar oluşmuştur, evlilik sonlanmış, aile parçalanmıştır, ebeveynlerin çocuklarını, çocukların ebeveynlerini görmesi ya da ziyaret düzenlemesi, nafaka vs sorunlar ortaya çıkmıştır. Birey sığınağını, yuvasını kaybetmiş, sığınaksız ve korumasız kalmıştır. Ekonomik ve sosyal tehditler söz konusudur. Ayrıca bireyde geleceğe yönelik (yeniden toparlanabilecek miyim, başkaları bana nasıl bakacak, diğerleri ile karşı cins ile ilişkim nasıl olacak), anlama (bütün bunların anlamı ne, niçin bu benim başıma geliyor, ben bunu hak edecek ne yaptım) ve yalnızlığa dair psiko-felsefi-varoluşsal kaygılar oluşmuş, bireyin saadeti sorunsallaşmıştır.

Boşanma psikolojisine ilişkin pek çok kuram ve teori ileri sürülmüştür. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından aşağıda bunlardan bazılarına değinilmiştir.