• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. HERMANN HESSE'NİN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE

2.3. Hermann Hesse’nin Romanlarına Genel Bir Bakış

2.3.2. Hesse’nin 1917 (Psikanaliz) Sonrası Yayınlanan Eserleri

2.3.2.1. Demian (1919)

İlk olarak Emil Sinclair adıyla romanı kaleme alan daha sonra kendi ismiyle yayınlayan yazar, sekiz bölümden oluşan romanına başlamadan önce Romantizmin belirleyici özelliklerinden biri olan bireyselliğin yüceltilmesi ve insana verilen değerin vurgulandığı giriş bölümünde, genel olarak romanlarında görmeye alışık olduğumuz kendini arama ve gerçekleştirme çabasını ve bu bağlamda yardımına başvurulması gereken yegane gücün insanın yine kendisi, kendi iç sesi olduğunu dile getirerek daha hikayeye başlamadan genel tema hakkında okuyucuyu fikir sahibi yapar. Buna göre

72

insanın hayata gelmesinin ve belli bir süre yaşamasının tek bir amacı vardır: Kendi yaşam serüveninde kendisine ulaşabilmek. “Her insanın yaşamı, onu kendine götüren

yoldur, bir yol denemesi, bir yol taslağıdır”(Hesse, 2011b: 14).

Kendi öz yaşamıyla büyük paralellikler taşıyan hikâyeyi yazar, ben anlatım tekniğiyle Emil Siclair’in çocukluk yıllarından başlayarak anlatır. Hermann Hesse’nin eserlerinde sürekli karşılaştığımız zıtlıkların sentezi, zıt kutupların birbirine karşı duyduğu ilgi, daha genel bir ifadeyle varlığını zıt olana borçlu olma durumu, eğitimli ve soylu kimseler olduklarını anladığımız anne ve babaya ait bir çocuk olan Emil’in ilkokul yıllarında kendisini içinde mutlu ve güvende hissettiği evinin dışında bambaşka bir dünyanın var olduğunu keşfetmesiyle romanda kendini gösterir. Bir tarafta huzurun, güvenin ve aydınlığın dünyası olarak nitelediği evinin, anne babasının ve kız kardeşlerinin dâhil olduğu dünya, diğer tarafta öteki dünya diye tabir ettiği insanın doğuştan gelen ve içinde varlığını devam ettiren tüm ayartıcı güçlerin egemenliğinde varlığını sürdüren dünya. Yazarın aydınlık dünyayı anlatırken oldukça övücü sözler kullanmasına karşın, iletmek istediği mesajının söylediklerinin tersi olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Nitekim bunlarla ilgili sözlerinde bir küçümseme ve kendini dâhil hissetmeme durumu, ayrıca bu halinden de memnun olması söz konusudur.

“Dünyalardan biri bizim kendi evimizdi, öyleyken daha dar ve daha da sıkışıktı burası,… adı anneydi, babaydı bu dünyanın, sevgiydi çatılmış kaşlardı, örnek alınacak kişilerdi, okuldu”(s.17). İçinde sürekli huzur dolu zamanlara karşı büyük bir özlem

çekiyor olmasına karşın Emil hayatını bu dünyayla sınırlı tutmaya yanaşmaz ve bunu,

“yasak dünyada yaşamaya can atıyordum bazen”(s.19) diyerek ifade eder. Nitekim

gittiği okulda da üst düzey kimselerin çocuklarından ziyade alt kesimdeki varoş çocuklarıyla arkadaşlık etmek ona daha cazip gelir. Söz konusu soylu çocukları “ele

avuca sığmayan çocuklardı ama yine de yasaklanmamış iyi dünyaya mensuptu ikisi de”(s.21) sözleriyle nitelemesi onun, bu çocukların yasaklanmış dünyaya ait

olmamalarını bir eksiklik olarak gördüğüne kanıt niteliktedir. Sinclair’in asıl hikâyesi de burada başlar, nitekim kendilerine yukarıdan bakılan çocuklardan biri olan ve “öteki

dünyadandı o”(s.25) diye tanımladığı Franz Kromer adındaki bir çocukla yaptığı

arkadaşlık onun başına önemli ölçüde sıkıntı açacak olmasının yanında hikâye boyunca yer yer kendinden bahsettirecek kadar önemli bir etki yapmıştır hayatında. İçinde öteki dünyaya olan ilginin sebebiyet verdiği söz konusu çocukla arkadaşlığı da çelişkilidir

73

Sinclair’in, “Kromer’in yanında kendimi boğulacak gibi hissediyordum;”(s.22) diyen Emil ayrıca “Onun beni yanına almasından ve bana da ötekiler gibi davranmasından

memnundum”(s.22) demesi içinde bulunduğu ikileme işarettir. Kendisiyle gönül

yakınlığı kuramadığı arkadaşlarından adeta kendisini geri çekemez onlara yaklaşmak ve kendisini onlara dâhil etmek için çareler arar. Bir gün bu amaçla karşı tarafın ilgisini çekmek adına yapmadığı bir hırsızlık olayını yapmış gibi adeta ben de sizden biriyim hatta suç işlemede daha da hünerliyim dercesine anlatması, onu istemediği kadar öteki dünyanın içine atar. Beklentisinin tersine Franz Kromer ona anlattığı hırsızlık anısından ötürü gıptayla bakmaz, suçunu deşifre etmekle onu tehdit eder. Hiç de ummadığı şekilde gelişen olaylar ve tehditler Sinclair’in hayatını karartır, bu dönem için “sadece

birkaç hafta sürdü, ama sanki bana yıllar gibi, bitip tükenmek bilmeyen bir zaman parçası gibi geldi”(s.37) demesi de çektiği sıkıntı ve strese örnektir. Kendisini öteki

dünyaya adım atmış biri olarak gören Emil artık evinde kendini bir yabancı, suçlu ve günahkar biri olarak görür öyle ki, evdeki rutin hayat için “artık benim değildi hiçbiri,

onların sevinç ve sessizliklerini paylaşamazdım”(s.29) diye düşünmesi içinde

bulunduğu yabancılık duygusuna işarettir. Basit bir yalan ve ardından gelen tehditler ve sömürüler karşısında Emil’in kendisini böylesine çaresiz hissetmesine ve yaşadığı buhranlarına kaynaklık edenin, gerçekten işlediği suçtan ötürü mü yoksa bu olayla beraber içinde yavaş yavaş varlığını hissettiren kötüye iten dürtülerinin mi sebep olduğu tartışılır. Nitekim yaşadığı bu macera onun içinde taşıdığı kötüye ve yanlış olduğunu düşündüğü hayata olan ilgisini bir eylemle ona hissettirmiştir, dolayısıyla içinde bulunduğu suçluluk duygusuna asıl sebep olarak bunu göstermek yanlış olmaz. Yani suçun kaynağı kendisidir, Franz bir yabancıdır, dışardan gelen bir etkidir, o bu olayla görmüştür ki kötülük onun bizzat içinde barınıyordur ve bundan kurtulmanın yolu var mıdır yok mudur belirsizdir onun için. Bu olumsuz etkilerin yanı sıra işlediği suçun kendisine bir ayrıcalık kazandırdığını da, “babamdan üstün durumda görüyordum

kendimi, babamın hiçbir şeyden haberi olmayışına belli bir küçümsemeyle bakıyor, potinlerimin ıslaklığından ötürü beni paylayıp terslemesini bir küçüklük sayıyordum”(s.31) sözlerinden anlıyoruz. İçinde taşıdığı sır onu adeta üstün kılmış,

ayrıcalık kazandırmıştır, öyle ki “babamın kutsallığında ilk kez bu anda bir çatlak

belirmiş”(s.31) demesi onun gözünde saygın bir yere sahip olan babasının onun için son

74

yetmiştir. Söz konusu bu ayrıcalık evrensel bir olguya, insanın ancak günah ve sevap işleyerek insanlık derecesine yükselme olanağının olduğuna işaret etmesi bakımdan önemlidir. Nitekim insan iyinin ve kötünün kesişim noktası olarak yaratılmış ve yaşama amacının ise bu ikilemden sıyrılarak doğruya ulaşmak olduğu semavi dinlerce kabul edilen bir gerçektir. Burada yazarın bu küçük ayrıntıda evrensel bir konuya temas ettiğini görüyoruz.

Kısa bir süre için Sinclair’in hayatına giren fakat etkisini yıllarca hissettiren kötü çocuk Franz Kromer, hayat dönemecinde onun kendisiyle yüzleşmesini simgeler adeta. Onunla beraber suçlara, pişmanlıklara, acılara ve korkulu heyecanlara adım atmış ve evinin güvenli kapılarının ardındaki gerçek yaşamın içinde kendini bulmuştur. Onu çocuk yaşında büyük acılarla tanıştıran bu dönemecin ölüm gibi kaçınılmaz bir olgu olarak yansıtılması hayatta iyiye olduğu kadar kötü olana da duyulan ihtiyacı vurgular niteliktedir.

Hermann Hesse hikâyeyi iki önemli sembolü temel alarak kurar. Bunlardan biri “nişan” sembolüdür ki Sinclair ve Demian arasındaki ilk diyalog Demian’ın konuyla alakalı alışılagelenlerin ötesinde düşünceler ortaya atmasıyla gerçekleşir. Demian’a göre söz konusu nişan vardır ancak bu, öğretmenlerin anlattığının tersine Kabil’in Habil’i öldürmesinden sonra onu korumak adına verilen bir nişan değil, kıssanın başlangıcından beri Kabil ve onun soyundan gelenlerin alınlarında var olan bir ayrıcalık, cesaret ve üstünlüğün nişanıydı. Yani insanlık tarihinde Kabil aslında kötülüğün simgesinden ziyade bir üstünlüğün simgesidir. Habil ise kendilerini iyi diye tanımlayan insanların Kabil gibi gözü karaların karşısında içine düştükleri güçsüzlüklerine adeta bir kılıf uydurmasıdır. Demian bu sözleri ile Emil’i derinden etkilemiş, onun “körpe ruhunun

kuyusuna bir taş atmıştır”(s.47). Sinclair’in öteki dünyaya adım atışından sonra

tanıştığı, yaşıtlarına göre oldukça olgun görünen, davranışlarında ise yetişkinlerden farksız olan ve romana adını veren karakter Demian ile aralarında geçen ilk münasebet bu motifin işlenmesi ile olur.

Franz Kromer’den kurtuluşuna vesile olacak olan Demian’a karşı konulmaz bir ilgi duyan Emil, içten içe ondan hoşlanmaz ve uzak durmaya özen gösterir. İçinde ona karşı hem büyük bir yakınlık duyar diğer taraftan da kendinden iten soğuk bir havası vardır.

75

Doğrusu kendisinden hoşlandığımı söyleyemem”(s.41). Ayrıca Emil’in onunla ilgili, “öyle bir duygu ki, minnet ve ürkekliğin, hayranlık ve korkunun, yakınlık ve içten içe bir nefretin tuhaf karışımından oluşuyordu”(s.59) demesi de yine bu çelişkiye işaret eder.

Kendisini acıların ortasında hissettiği bir anda hayatına giren Demian’ın Sinclair’in hayatındaki önemi üzerinde dikkatle durulması gerekir. Nitekim Demian’ın kendini bulma yolundaki kılavuzu olacak olmasını önceden sezen kahraman, bu yolun zorluklarla, acılarla dolu olduğunu anlamış ve Demian’ın ayartıcılığından uzak durmaya özen göstermiştir. Bir taraftan ona hayranken diğer taraftan ondan tiksinti duymasının sebebini biz, onun kendisini kendine giden yolu takip etmesini isteyen ve bunun için onu adeta zorlayan gücün etkisinden kurtaramamasına ve aynı zamanda onu zorluklarla mücadele etmekten kaçıran bir güçsüzlüğün esiri olmasına bağlayabiliriz. Dolayısıyla yaşadığı bu ikilem nedeniyle Emil, Demian’ın kendisini Franz Kromer’in elinden gizemini çözemediği bir şekilde kurtarmasının ardından “belki bir yıl, hatta daha uzun

bir süre kendisiyle hiç”(s.67) konuşmamış ve ondan kaçmıştır.

Sinclair kendisini Demian’dan uzak tutup yeniden evinin güvenli ortamına bırakmış ancak ilerleyen zamanlarda çocukluğunun giderek ondan uzaklaşmaya başlamasının ardından içinde uyanmaya başlayan cinsellik dürtülerinin onu yeniden Demina’a yaklaştırır, “o andan başlayarak Demian’la yine bir bağ kurulmuştu”(s.70). Aralarında yeniden oluşan bu bağ artık Sinclair’i eskisi gibi korkutmaz aksine ona yaklaştırır. Demian’ın alışılagelen Hıristiyanlık inancına aykırı sözleri Sinclair’i çoğu zaman ürkütse de kafasını karıştırmaktan geri kalmaz. Demian gerek bir dost gerekse bir öğretmen edasıyla Emil’in iç dünyasına nüfuz eder onu tabiri yerindeyse avucunun içine alır. “Onun bir bakışı, rahibin tuhaf bir açıklamasına, acayip bir özdeyişe dikkatimi

çekmeye yetiyor, bir başka bakışı ise beni uyarıp anlatılanlara kuşku ve eleştiriyle yaklaşmama yol açıyordu”(s.71). Genel olarak okula karşı istemsiz olan kahramanın

Demian’la katıldıkları Konfirmasyon dersine verdiği önemin derste öğrendiklerinden kaynaklanmadığını, bu yakınlığı Demian’a borçlu olduğunu da ifade etmektedir.

Okulun tatile girmesinin ardından gelecek dönem başka bir şehirde okula başlayacak olan Emil o seneden sonra uzun bir süre Demian’dan uzak kalacaktır. Demian onun iç dünyasında bir takım gizlere dokunmuş, onları uyarmış ayrıca düşüncelerini etkilemekle iç dünyasına ulaşmaya çalışmış ve başarılı olmuş, ardından da evinden ve kendisinden

76

uzak kalacağı yeni okul döneminde onu tüm kafa karışıklığıyla baş başa bırakmıştır. Sinclair, Demian aracılığıyla adeta önce izleyeceği yol ile ilgili teorik bilgiler edinmiş ardından öğrendiklerini hayata geçirmek için kendini yapayalnız hissettiği bir hayata başlamıştır. Bu dönemi Emil öteki dünyaya yeniden bir dönüş olarak da görür. Nitekim edindiği yeni arkadaşları ile içkiye alışır öyle ki, kendini “ünlü bir meyhane müdavimi

kesilmiştim; bir kez daha o karanlık dünyanın malı olmuştum düpedüz, Şeytan’ın eline düşmüştüm, söz konusu dünyada yaman biri sayılıyordum”(s.95) sözleri ile niteler.

Okulda da başarısız bir öğrenci olan Emil, işlediği günahlar sebebiyle büyük vicdan azabı çekmekte ve kendine gün geçtikçe yabancılaştığını hissetmektedir. Ne özlemini çektiği geçmişine dönebilen ne de içinde bulunduğu yaşama tam manasıyla ayak uydurabilen Emil’i içinde bulunan çıkmazdan platonik aşkı Beatrice adındaki kızın hayali kurtaracaktır. İç dünyasında huzur bulan Sinclair’in okul ve günlük yaşamı da değişmiş, öyle ki müptelası olduğu içki ve gece hayatından bir çırpıda kendini kurtarmıştır. Hayatında gelgitler yaşayan Sinclair çocukluk döneminde de söz konusu bunalımlara maruz kalmış, fakat o zaman kurtuluşu ailesinde, anne ve babasının güvenli evinde bulmuştu, ancak şuan durum değişmiş nitekim bu ikinci kurtuluşunu, “şimdiki

aydınlık dünya, bir bakıma benim kendi eserim sayılacaktı;”(s.102) diye anlatır.

Kendini bulma yolunda ilerleme kaydettiği, bu sözlerle açıklık kazanır.

Hikâyede işaret edilen ikinci sembol Sinclair’in evlerinin “kapı kemerinin üstünde kilit

taşı olarak yerleştirilmiş bir çeşit armaydı”(s.42). İlk olarak Demian tarafından fark

edilen söz konusu arma kabuğunu kırıp çıkmak için uğraşan bir atmaca kuşunu temsil eder. Kahramanın yaşamına yön verecek şekilde önem arz eden bu ikinci sembol hakkında daha önce kısa bir bilgi verilmiş ancak konuyla alakalı detaylı bilgiler Emil’in düşünde gördüğü atmacanın resmini Demain’a göndermesinin ardından Demian tarafından kendisine ulaşan gizemli cevaptan sonra okuyucuya aktarılır. Demian’dan geldiğine inandığı “kuş yumurtadan çıkmak için savaş veriyor. Yumurta dünyadır.

Doğmak isteyen, bir dünyayı yok etmek zorundadır. Kuş Tanrı’ya uçuyor, Tanrı’nın adı Abraxas’tır” (s.114) notu, Sinclair’i yeni bir dönemecin eşiğine getirir. Şimdiye kadar

öğrendiği, kutsallığına inandığı Tanrı’nın aksi özellikler taşıyan ve “Tanrısal ile Şeytansal arasında simgesel bir bağlantı kurmak olan bir Tanrı’nın adı” olarak algıladığı bu terim, zıtlıkların sentezi, iyi ve kötünün birbiriyle olan sıkı bağına işaret etmesi bakımından hikâyeyi oluşturan düğüm noktalarından biridir. Abraxas adındaki bu

77

Tanrı’nın varlığını öğrenmesinin ardından Emil’in hayatında da buna paralellik gösteren değişimler olur. Yeni öğrendiği bu Tanrı’yı anlaması için ona rehberlik edecek olan sıkça gördüğü bir düş bunlardan biridir. Söz konusu düşünde gördüğü varlık onun kendini bulma yolundaki rehberlerinin adeta sentezidir.

Aynı dönem içerisinde Pistorius adındaki org sanatçısıyla kurduğu dostluk ona ilerlediği yolda basamak atlamasına vesile olması açısından yine önemlidir. Emil’in belli bir süre devam edecek olan dostlukları süresince önemli kılavuzlarından biri olan Pistorius’dan öğrendiği en önemli şey, içinde barınan olumlu olumsuz duygu ve düşüncelerini dışlamaması gerektiği, hepsinin onun kendini bulma yolunda bahşedilen ve göz ardı edilmemesi gereken işaretler olduklarıdır. Bu doğrultuda Pistorius’un, “kendi içgüdüleri

ve ayartılarına saygı ve sevgiyle davranabilir. İşte o zaman taşıdıkları anlamı açığa vurur bunlar ve hepsinin de bir anlamı vardır”(s.138) sözleri buna örnektir. Bu

noktadan hareketle eser boyunca sürekli vurgulanan insanın kendini araması ve bulmak için başvurduğu yollar ve çareler bir kez daha “kendisi de yetişkin bir kaçık

sayılabilecek Pistorius”(s.134) un aracılığıyla daha çok Abraxas üzerine yaptığı

açıklamalarla dile getirilir. Din çerçevesinden bakıldığında küfür sayılacak inançlar öne süren bu dine mensup kişiler, doğruları ve yanlışları kabul etmede daha önceden belirlenen kuralları kendilerine ölçü olarak almazlar, onlar bunun için içinde taşıdıkları insanlık gücünden yararlanarak kendi içlerine dönerler ve iç seslerinin, sezgilerinin onları yönlendirmesiyle doğruyu, daha doğrusu kendilerini bulmakla görevlidirler. Bunun yanı sıra bu dostluktan Emil’in öğrendiği bir başka ders ise Romantizmin özelliklerinden biri olan kâinatta var olan birlik ve bütünlüktür. “İç dünyamızla bu

şekilleri yaratan doğa arasında bir uyumun var olduğu duygusunu uyandırır insanda”(s.129) sözleri ile insanın yaşadığı doğayla sıkı bir bağ içinde olduğu hatta “dağ ve ırmak, ağaç ve yaprak, kök ve çiçek, doğada şekillenmiş ne varsa hepsinin örnekleri bizim içimizdedir, bizim ruhumuzdan kaynaklanmaktadır hepsi ve bu ruhun özü sonsuzluktur”(s.129) diyerek insan ve doğanın iç içe geçmiş varlıklar ve birbirinden

bağımsız olarak düşünülemeyen kavramlar olduğu anlatılır. Sinclair izlediği yolda ona yoldaş olan çeşitli kılavuzlarının yardımıyla önemli ölçüde ilerleme kaydetmiş ve zamanla dostu Psitorius’un artık ona katkı sağlamayacağını sezmesiyle aralarındaki dostluk, çizgisini değiştirmiştir. “Yavaş yavaş içimde beliren bir duygu, dostum

78

Sinclair’in, kendisini aşan bir idealin peşinde olan ve bunda başarısız olmaya mahkûm Pistorius için “sözlerini aşırı derecede öğretici buluyor, benim ancak bir parçamı doğru

dürüst anladığını hissediyordum”(s.151) demesi de onun artık kendisi için yetersiz

kaldığını düşünmesine bir başka örnektir.

Sinclair’in hayatının asıl dönüm noktası, arayışının kilit noktası, üniversite okumak üzere gittiği şehirde Demian’ı bulmasının ardından onun annesiyle kuracağı dostluktur.

Kabil sembolünün yanı sıra adı geçen atmaca sembolü de burada yine karşımıza çıkar. Hikâyenin başında kabuğunu kırmak için savaş veren kuşun Sinclair’in evinin kapısında

“zamanla yassılmış ve üzerine defalarca boya çekilmişti”(s.42) denilerek belirginlikten

uzak olarak tanımlanması kahramanın o zamanki yaşam gayesinin henüz farkında olmadığına işaret ettiği şeklinde yorumlanabilir. Şimdi onun gökyüzünde yağmur dolu bir buluttan sıyrılarak yükseklere uçup giden dev bir kuş olarak tasvir edilmesi Sinclair’in kişisel gelişimine paralellik gösterir. Nitekim Sinclair belli aşamalardan geçmiş ve arayışı olgunluk seviyesine yükselmiştir. Demian tarafından söz konusu uçup giden dev kuş, yakın zamanda gerçekleşecek bir yıkımın yeniden doğuşa vesile olacak olması bakımından yorumlanır.“yazgıda atılmış bir adım sanki.”(s.186) Ölüm ve yeniden doğuş genelden özele doğru yorumlanacak olursa; ölüm kokan ve kendini yenilemek isteyen dünya, içinde bulunduğu durumdan bir felaketle kendini kurtarabilecektir ki, bu da yakın zamanda patlak verecek olan savaştır. Rusya ile başlanan savaş sırasında Demian ve Sinclair de savaşa katılırlar. Dünyanın yeniden doğuşuna vesile olan savaş Sinclair’in de Demain’a veda etmesine sebep olması bakımından onun için de bir yeniden doğuş olacaktır. Nitekim kendi ölümüyle Sinclair’i yalnız bırakan Demian, onun ilk kez Franz Kromer olayı ile çocukluk döneminde yardımına yetişmiş ve o zamandan beri de gerek birebir gerekse sezgileri ile uzaktan uzağa ona yardım elini uzatmıştır.

Demian’ın Sinclair için ifade ettiği anlam ve hayatındaki rolü yoruma açık olarak okuyucuya sunulmuştur. Onu gerçekten anlatıldığı şekliyle gerçek bir insan olarak düşünmenin yanı sıra Sinclair’in kendi iç dünyasının bir yansıması olarak da düşünmek yanlış olmaz, nitekim Demian Sinclair’in kendi iç dünyasına yönelmesiyle karşısına çıkmış, ona hem yakın hem de oldukça uzak ve soğuk görünen bir kimlikle eserde anlatılmıştır. Demian bir bakıma hayatın kendisidir. Dünyadır, yaşamdır, günahtır ve

79

yine günahlardan kurtuluştur, evrenseldir; Sinclair onu “binlerce yıllık bir yüzdü sanki,

zamansızdı, bizim yaşadıklarımızdan değişik zamanların damgasını taşıyordu”(s.68)

diye tanımlayarak onu dünya gibi eski, öteden beri varlığını devam ettiren olguların simgesel dışa vurumu olarak yansıtmış, dolayısıyla evrenselliğine işaret emiştir. Demian’ı kimsenin sevmemesi de“Kimse sevmiyordu Demian’ı, annesi dışında kimse

tanımıyordu”(s.67) Demian’ın temsil ettiği yolun zorluklarla dolu olduğuna işaret eder.

Sinclair’in de yer yer ondan uzak durduğunu ve nefret etmesinin sebebinin buna bağlı olduğuna daha önce değinmiştik. Demian hayatı boyunca Sinclair’e rehberlik etmiş ve onu gerçek olgunluğa ulaştığı bir dönemde ölerek yalnız bırakmıştır. Buradan hareketle Demian, Sinclair ona ihtiyaç duyduğu sürece varlığını sürdürmüş onu Bayan Eva’ya ulaştırmış ( Kadın konusunda derinlemesine üzerinde duracağımız Bayan Eva ile ilgili burada detaylı bilgi vermeyeceğiz) ve hikâyenin sonunda ölmek suretiyle Sinclair’in gerçek anlamda hayatından çıkmıştır. Ayrıca Demian’ın Sinclair’e son anında “…kendi

içine kulak verecek, kendi içini dinleyeceksin. O zaman göreceksin ki, ben içindeyim