• Sonuç bulunamadı

VII. Bellek Teorileri

VII.4. Negatif Bellek

2.2. Âşık Edebiyatı

2.2.2.10. Dedim-Dedi Tarzı Söyleyiş

Hem halk edebiyatı ile hem divan edebiyatında bulunan bir söyleyiş tarzıdır. Koşma ve semaîlerde âşık ve sevgilinin karşılıklı olarak söyleşmeleridir. Divan edebiyatında gazellerde bulunmakta, bu tarza ise müraca’a denilmektedir. Divan edebiyatına ait olan dedim-dedi tarzı söyleyiş, âşık edebiyatına geçerek zamanla âşıklığı oluşturan geleneklerden biri hâline gelmiştir. Günümüzde de âşıklar bu tarzda şiirler söylemektedir.

Dedim-dedi tarzı karşılıklı konuşma, soru sorma ve cevap verme şeklinde olmaktadır. Genellikle sevenle sevilen arasındaki duygular âşık tarafından dile getirilir. Aşığın övgüleri sevgili tarafından küçümsenir, sevgili kendi güzelliğiyle övünür. Âşık içtenlikle sevdiğine kavuşmayı dilerken sevgili aşığını reddeder ve hep kendini üstün tutan ifadeler kullanır. Dedim-dedi düzeni ile meydana getirilen söyleşi niteliğindeki bu şiirlerde değişik kullanım şekilleri görülür. “Dedim-dedi” ifadeleri dizenin başında, ortasında ve sonunda yer alabilmektedir (Batislam, 2000: 201-211).

Dedim-dedili söyleyiş tarzının ilk örnekleri Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t Türk adlı eserinde “aydım=aytım” ve “aydı=aytı” şeklinde başlamaktadır (Büyük Türk Klasikleri, 1985: 122).

Bu alanda halk şiirindeki ilk örnekler Nesimî, Pir Sultan, Tamaşvarlı Gazi Âşık Hasan, Ercişli Emrah, Ruhsatî gibi şairler tarafından ortaya konulmuştur (Kaya, 2010: 3 e.t. 22.05.2012). Âşık Püryanî’nin dedim-dedi tarzında bir koşması aşağıda gösterilmiştir.

Dedim dilber var mı, sen gibi güzel Dedi bana, sen ne tarif edersin. Dedim vasfın için yazdım bir gazel, Dedi dağ-ı divan telif edersin. Dedim nedir fikrin aslına eren, Dedi söyle matlubun verem. Dedim leblerinden bir buse kerem, Dedi sonra başka teklif edersin.

Dedim nedir bu süs bu eda, Dedi bu bizlere ihsan-ı Hüda. Dedim canım var uğruna feda,

Dedi Püryân boşa taltif edersin. Âşık Püryanî (Bayrak, 2005: 564)

2.2.2.11. Destan Söyleme Geleneği

Destanlar, Türk sözlü kültür ürünleri arasında önemli bir yere sahiptir. Türkçede kullanılan destan kelimesi Farsça olan “dastân” kelimesinden gelmedir. Batı dillerinde ise “epope-epos” kelimeleri de daha çok kahramanlık destanları için kullanılmaktadır. Destan kelimesi hem anonim halk edebiyatı hem de âşıklık geleneğinde bulunan tür için kullanılmaktadır.

Oğuz, destanların oluşumu beş aşamadan geçtiğini belirtmektedir. Birinci olarak, topluluğun “destan devri” denilen dönemde bulunması gerekir. İkinci olarak, destanı yaratacak toplumun “sözlü gelenek”e sahip olması gerekir. Üçüncü olarak, destanın teşekülüne ilham olacak bir çekirdek “vak’a”nın olması gerekmektedir. Dördüncü olarak, bu vak’a bir “ozan” tarafından edebi bir ürün hâline getirilmelidir. Beşinci olarak, toplum bu destan devri olarak adlandırılan dönemi bitirmeden “tespit” edilmelidir (Oğuz, 2000: 51-52).

Âşıklık geleneğinde göç, kahramanlık, savaş, deprem gibi toplumun tümünü etkileyen konularda yazılan şiirlere destan denilmektedir. Destan üzerine çalışmaları bulunan Çobanoğlu, “konu sınırlaması olmaksızın âşık tarafından destan yapmaya değer

bulunan bir vak’ayı, bir cisim veya kavramı hikâye ederek anlatan ve sözlü kültür ortamında, aşığın ele aldığı konuyu anlatan tutumuna bağlı olarak geleneksel âşık havaları eşliğinde icra ettiği nazım türü” olarak tanımlamaktadır (Çobanoğlu, 2000: 3). Destanların toplumsal konuları içermesi ilgili dönemin sosyal konuları hakkında bilgi vermesi açısından da önem arz etmektedir.

Çobanoğlu, destanları konularına göre on ayrı ana başlık altında tasnif etmiştir. Sosyal hayat, kültürel hayat, iktisadi hayat, eğitim hayatı, siyasi hayat, dini ve ahlaki hayat, askeri hayat, sosyo-kültürel hayat, doğal çevre ve insan ile ilgili başlıkları altında tasnif yapmıştır (Çobanoğlu, 2000: 56-89).

Türk destanlarının olayları başlatan, etkileyen, sürükleyen ve önemli ölçüde sonucu belirleyen motifler bulunmaktadır. Destanlarda kadın motifi, at motifi, bozkurt motifi, kutsal ağaç motifi, kutsal su motifi, kutsal ışık motifi, dağ motifi ve rüya motifi belli başlı motifleri oluşturmaktadır (Aslan, 2008: 67-76).

2.2.2.12. Hikâye Anlatma Geleneği

Anlatmaya dayalı türler arasında destan ve masaldan sonra en fazla icra edilen tür halk hikâyeleridir. Halk hikâyesi, yerleşik düzenin hâkim olduğu toplulukların ürünü olmakla beraber esasen göçebe ile yerleşik yaşam arasında bir geçiş dönemi ürünüdür. Alptekin, halk hikâyelerinin göçebelikten yerleşik hayata geçişin ilk mahsullerinden olup; aşk, kahramanlık vb. gibi konuları işleyen kaynağı Türk (Köroğlu, Âşık Garip), İslam-Arap-Fars-Hint (Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha), masal-efsane (Kirmanşah, Latif Şah) ve âşıkların hayatlarından (Kerem ile Aslı, Ercişli Emrah ile Selvihan) kaynaklı olan, büyük ölçüde âşıklar ve meddahlar tarafından anlatılan nazım-nesir karışımı anlatmalar” şeklinde tanımlamaktadır (Alptekin, 2002: 52).

Halk hikâyeleri manzum ve mensur olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Manzum kısma istenildiği gibi müdahale edilebilirken hikâyenin iskeletini manzum kısım oluşturduğu için müdahale edilmez (Şimşek, 1997: 36).

Günümüze kadar ulaşmış anlatıya dayalı türlerin oluşmasında toplumlar arası kültürel ilişkiler, yaşam koşulları, coğrafi şartlar ve topluluğun kendi iç ilişkileri etkilidir.

Halk hikâyelerinin hususi anlatıcıları vardır. Eskiden meddahlar hikâye anlatırken günümüzde halk hikâyesini âşıklar ve amatör anlatıcılar anlatmaktadır

(Alptekin, 2002: 37). Her ne kadar hikâye anlatıcısı meddah olarak adlandırılıyorsa da hemen hemen her âşık hikâye anlatmış ve hikâye musannifi âşıklar da bulunmaktadır.

Halk hikâyelerine kahramanlık, aşk, aşk-kahramanlık gibi temel konulara ek olarak günlük yaşamda karşılaşılan durumlar da konu olabilmektedir. Günümüzde anlatılan birçok halk hikâyesi bu türdendir. Halk hikâyesi anlatma geleneğinin günümüz koşullarında devam etmesi çok zordur. Günümüzde bu gelenek yok olma aşamasına gelmiştir. Bundan dolayı da hikâye musannifi âşık artık yetişememektedir.

Halk hikâyelerinde âşık, hangi yörede yetişmiş ise o yörenin ses özellikleri hikâyelerine yansıtmıştır. Hatta hikâye içerisinde farklı bir millet ya da farklı bir bölgeden kişi taklit edilirken o yöreye ait ses özellikleri kullanılmıştır.

Halk hikâyelerinde kullanılan epizot terimi için Şimşek, “Halk hikâyelerinde epizot, bir metnin birbirinden ayrılan parçalarıdır. Bu parçalar anlam bakımından birbirini tamamlayarak hikâyeyi meydana getirir. O hâlde epizot teriminin karşılığı olarak; bölüm, olay halkası veya olay sırası terimlerinden biri kullanılabilir.” (Şimşek, 2002: 506) şeklinde açıklamaktadır. Epizotlara göre incelemede kahramanın ailesi, kahramanın doğumu, kahramana ad verilmesi, kahramanın eğitimi, kahramanların âşık olması, kahramanın sevgiliyle karşılaşması, kahramanın gurbete çıkması, sevgilinin bir başka kahramanla evlendirilmek istenmesi, kahramanın memleketine dönüşü ve sonuçtan (Alptekin, 2002: 87-88) oluşmaktadır. Epizotların tamamı bir hikâyede bulunmayabilir. Her hikâyede bunların tamamı veya bir kısmı bulunabilir.

Edebiyat, müzik, tiyatro gibi sosyal bilimler alanlarında kullanılan motif terimi, edebiyatta “hikâye etmenin en küçük unsuru” olarak açıklanmaktadır. Stith Thompson’ın masallara uygulayarak oluşturduğu “Motif Index of Folk-Literature”da Türk halk hikâyelerinde bulunan kimi motifler bulunmamaktadır. Masal kaynaklı halk hikâyeleri motif bakımından zenginken diğerleri ise motif bakımından zayıf kalmaktadır (Alptekin, 2002: 288).