• Sonuç bulunamadı

2.4. Yeni Medya

3.1.3. Davranışsal Gelişim ve Medya

Taklit, duyarlılık-duyarsızlık gibi davranışlar, kitle iletişim araçlarının davranışsal gelişim alanında yer alan etkileridir (Ertürk, 2011). Gelişim dönemleri açısından ele alındığında, “duyum ve hareket gelişim dönemi” olarak adlandırılan iki yaşa kadar süren dönemde çocuğun, nesneleri ve kendisini tam olarak kavrayamadığı düşünülmektedir. Bu dönemde çocuk, televizyonda izlediklerini ses ve ışık olarak ayırt edebilirken, televizyonda

gördüklerini taklit etmeye çalışabilir. 2-7 yaş arasını kapsayan işlem öncesi dönemde ise çocuk, dili bir düşünce aracı olarak kullanır ve televizyonda izlediklerini taklit ederek aktarmaya çalışır. Aynı dönemde çocuk, televizyonda izlediği karakterleri fiziksel özelliklerine göre değerlendirebilmekte ve iyi davranışlar sergileyen bir karakter olsa bile çirkin olan bir karakteri kötü olarak algılamaktadır. Yine bu dönemde, şiddet içerikleri çocuğun ilgisini çekmektedir. 8-12 yaş aralığını kapsayan somut işlemler döneminde çocuk, dış görünüşten bağımsız olarak etrafını algılamakta ve yargıda bulunmaktadır. Mantıksal ve tutarlı olan çocuk, ne istediğini ve etrafındakilerin kendisinden ne istediğini kavramaya başlamıştır. Bu dönemde televizyona odaklanan çocuk, izlediği görüntülerden fazlasıyla etkilenir ve görüntülere ilişkin analiz yaparak sonuç çıkarır (Koman, 2011: 330). 12 yaş sonrası soyut düşünce ve akıl yürütme döneminde de soyut kavramları kavramaya ve akıl yürütmeye başlayan çocuğun, televizyon izleme süresinin artmasıyla birlikte, ses-görüntü- mesajlardan daha fazla etkilendiği görülmektedir (Koman, 2011: 331).

Toplumsal öğrenme yaklaşımına göre ise, öğrenme sürecinde toplumsal modellerin gözlenmesinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Kişi, çevresindeki canlı veya sembolik modellerin davranışlarını gözlemlemekte ve gözle görülür (davranışsal) bir tepki göstermeden önce ilk olarak bilişsel düzeyde öğrenmekte, ardından ise görsel tepkiler gelmektedir. Burada canlı modeller insanlar iken; sembolik modeller televizyon, sinema filmleri veya basılı iletişim araçlarının sundukları modellerden oluşmaktadır. Edinim düzeyinde de, birey gözlediği davranışları kendi davranış sistemine yerleştirmektedir. Toplumsal öğrenme yaklaşımında, kitle iletişim araçlarının günümüz toplumlarında giderek artan bir biçimde kişiler arası ilişkilerin yerini aldığı vurgusu yapılmaktadır. Kişi, televizyon aracılığıyla bir tür simgesel iletişimden geçerek çeşitli davranış biçimlerini öğrenmektedir. Fiziksel görüntülere dayalı anlatım, sözel anlatıma oranla çok daha iyi algılandığından, televizyon izleyicisi konumundaki gözlemci niteliği taşıyan çocuk, kendisine sunulan davranışsal söylemden etkilenecektir. Böylece televizyon karşısındaki çocuk, modellerin davranışlarını taklit etme davranışı geliştirecektir (Timisi, 2011: 15-20).

Medyadaki şiddet temsilleri çocuklar açısından sakıncalıdır. Çocuk; şiddete dayalı ilişkileri idealleştirebilir, şiddete karşı duyarsızlaşabilir, şiddeti günlük ve sıradan bir olgu olarak algılayabilir ve izlediği şiddete bir gün kendisin maruz kalmasının kaçınılmaz olduğuna inanarak korku ve kaygıya kapılabilir. Ancak şiddet içerikleri izlemek doğrudan şiddet uygulayan insanlar yaratmamaktadır. Çocuğun medyadaki şiddet temsillerini davranış haline getirmesinde, izlediği şiddet görüntüleri değil, bu türden bir muameleye maruz kalması etkilidir (Cheviron, 2011: 191-193). Timisi (2011: 69)’ye göre:

Çocuklar gözlemsel öğrenme yoluyla davranışı öğrenmekte ancak bunun kendi davranışlarına yansıması ancak çok küçük çocuklarda doğrudan taklit biçimini alabilmektedir. Yaş ilerledikçe rol-modelin davranışının toplumsal değerini ve gerçeklik düzeyini muhakeme etme yetisinin gelişmesiyle davranışın taklit edilmesi arasındaki ilişki farklılaşmaktadır. … Örneğin çizgi filmlerdeki şiddet ile gerçek rol-modellerin şiddeti arasında bir farklılık vardır. Şiddet davranışını ortaya koyan modelin popülaritesi, şiddetin haklı bir sorun çözme aracı olarak meşrulaştırılması, komedi, sansasyon unsuru yapılarak sulandırılması şiddetin taklit edilmesinde aracı olabilir. Burada önemli olan taklit edilen davranışa yüklenen toplumsal değerinin ne olduğudur.

Aslında her insan doğuştan şiddet potansiyeline sahip olup, şiddet çocuğun aşırı duyarlı, içe dönük, isyankâr, aktif, asi gibi özellikleri taşıma durumuna ve çocuk gelişim evrelerine, hatta cinsiyetine göre farklı algılanıp, farklı etkiler yaratabilir. Örneğin kız çocukları şiddete karşı daha duyarlı iken, erkek çocukların şiddete eğilimleri daha fazladır. Ya da, kavgacı ve geçimsiz bir çocuk için şiddet içerikleri daha tetikleyici olabilirken, çekingen bir çocuk bu türden içerikleri izlediğinde korkabilir, içine kapanabilir, kâbus görmeye başlayabilir ve hatta şiddeti öğrenilmiş çaresizlik olarak algılayabilir. Bu durumda çocuk özgürlüğünü ve güven duygusunu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çocuk, duyduğu ve gördüğünü çok kolay oyunlaştırdığından, şiddet içerikli polisiye dizileri, kahramanlık dizileri ve kovboy filmlerinden etkilenen her çocuk, benmerkezci düşüncenin etkisi ile başrol oynamak ister ve asıl sorun bu noktada başlar (Şirin, 2011: 164-173). Diğer yandan, çocuğun ilk tercihi farklı bir etkinlik olsa bile - okumak, spor yapmak gibi çaba gerektiren bir etkinlik – çocuk hiçbir çaba sarf etmesini gerektirmeyen televizyon izleme etkinliğini tercih edebilir (Cheviron, 2011: 190). Bu durumun en önemli sonuçlarından biri, çocuğun yeme, spor yapma, okuma gibi alışkanlıkları edinememesidir.

Şiddet içerikleri, bu içeriklerin sembolik-yapay olduğunun bilincinde olan çocukları etkilemezken, bu ayrımı yapamayan çocukların şiddeti taklit etmeleri olasılığı bulunmaktadır. Medya ortamlarında sunulan sosyal roller, kişilik özellikleri ve kültürel değerler, bireyin önceden sahip olduğu sosyal ve psikolojik özellikler ile birleşerek güçlenebilir ve şiddet davranışına yol açabilir. Bireyin sosyal ilişkilerinde kopukluk varsa şiddet içeriklerinden etkilenme olasılığı artarken, sosyal ilişkilerde denge söz konusuysa bu tür içeriklerin etkisi söz konusu olmaz. Bu nedenle, şiddet içerikleri yayınların kaldırılması, bireyin şiddet eğiliminin ve şiddet davranışlarının ortadan kalkmasına yol açmaz (Şirin, 2011: 175). Burada

gözden uzak tutulmaması gereken nokta, ana-akım araştırma geleneğinden gelen araştırmacıların ve politik aktörlerin, toplumsal şiddetin sorumlusu olarak medyaya odaklanmalarının önemli bir nedeninin de suç oranlarındaki artışın kaynağında yer alan gelir eşitsizliği, sınıfsal ayrım, eğitim olanakları, kültürel dışlanma gibi unsurların görünmez kılınmasını sağlama amacını gütmeleridir (Timisi, 2011: 63-64). Kısaca, özellikle küçük yaştaki çocukların, yapay bir dünya ile kuşatıldıklarını ve seçme-değerlendirme yetkinliğine- deneyimine sahip olduklarını algılamalarının sağlanması gerekmektedir.