• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: II. TÜRK YEDE KENTSEL DÖNÜ ÜM TAR H VE HUKUK

2.1. Türkiye’de Kentsel Dönü ümün Tarihsel Geli imi

2.1.1. Osmanlı Klasik Dönemi ehircili i

2.1.1.2. dari Yapı

Osmanlılar döneminde genel olarak kentsel süreçlere hakim olmak bakımından devletin oldukça etkin oldu u söylenebilir. Kentler devlet adamları tarafından kurulurlardı (Faroqhi, 2004: 49). Bununla birlikte Osmanlı Devleti genel olarak ehir kuran de il, ehir fetheden bir kültüre sahipti. Bu yüzden devletin asıl me guliyeti fethetti i ehirleri kendi kültürünün özelliklerine göre donatmaktı (Ortaylı, 2007: 279). Bu da yine devlet adamları tarafından tesis edilen vakıflar aracılı ı ile gerçekle tirilirdi. Yukarıda bahsedildi i üzere kente göçler de devlet tarafından sıkı bir ekilde kontrol edilirdi. Sonuç itibariyle devletin kentlerin, kurulmasında, ya atılmasında, geli tirilmesinde ve mamur edilmesinde oldukça etkin bir rolü vardı. (Alada, 2008: 65)

Ancak Osmanlı Devleti bu etkin yönetimi az sayıda bürokrat ve devlet memuru ile ba arıyordu. Bu noktada kent idaresinin ayrıntısına inmek gerekmektedir. Osmanlı döneminde kentin en yüksek yöneticisi kadıydı. Kadı hem bir yargıç hem de idari, mali ve beledi fonksiyonları olan bir memurdu. Bu sebeple kadı hem yargı hem yürütme görevini üzerine almı tı (Ortaylı, 2007: 281-282). Kadı yürütme erki olarak beledi ve mülki idare fonksiyonları bünyesinde toplamı tı. Kadı asayi in amiri oldu u gibi beledi hizmet ve kolluk görevlerinin de amiri ve vakıfların denetçisiydi. (Ortaylı, 2007: 283) Kadı görevlerini yerine getirirken, ba ka görevlilerden, kurumlardan ve toplumsal gruplardan yardım alırdı. Kadının, ayak naibi denilen vekilleri, büyük ehirlerde muhtelif semtlerden sorumlu olup onun adına narhın uygulanmasına nezaret, mahallin davalarına ilk merici olarak bakmak ve esnafın tefti iyle görevlendirilmi lerdi. Kadının en ba ta gelen yardımcılarından suba ı ise, yani hem ehrin hem de kırsal kesimin,

asayi inden sorumluydu. Suba ının görevleri mali görevler ve kolluk görevleri olarak ikiye ayrılmaktaydı. Mali görev olarak suba ı bir takım vergilerin toplanmasından sorumluydu. Kolluk görevi olarak suba ı kadının hükümlerini ve merkezden gelen emirlerin uygulanmasını sa lar, suçların önlenmesi ve suçlunun takip edilip yakalanması ve kovu turulması gibi görevleri yerine getirir, kadının suçlu görüp hüküm verdiklerini cezalandırırdı. (Ortaylı, 2007: 284-285) Suba ının yanında, sancakbeyi tarafından atanan ve görevi çar ı ve pazar yerlerini beklemek olan asesler (yasakçılar) bulunurdu. (Ortaylı, 2007: 285) Kadının bir di er yardımcısı, kale dizdarı ve ona ba lı olan erler hazine ve önemli evrakların oldu u iç kalenin güvenli ini sa lamakla yükümlüydüler. (Ortaylı, 2007: 285)

Osmanlı devletinde ehrin asayi ine, toplumsal düzene ve genel ahlaka azami özen gösterilirdi. Gürültü yapmak, nara atmak, kavga çıkarmak, sarho gezmek yasaktı ve zindana atılmak yahut falakaya yatırılmak suretiyle cezalandırılırdı. (Kömürciyan, 1988: 50)

mam, kadının mahalle düzeyindeki yardımcısı idi. Yukarıda belirtildi i üzere mahalle aynı zamanda idari bir birimdi ve bu birimin ba ında imam bulunmaktaydı. Padi ah beratıyla tayin edilen imam mahallenin mülki ve beledi amiri sayılırdı. mam, mahallede yangınlarda ve asayi le ilgili konularda cemaati organize eder, temizlik i lerine dikkat eder, nüfus kayıtlarını tutar ve mahalle halkının her biri için üst makamlara kar ı kefil olur, devletin emir ve yasaklarını hutbe esnasında cemaate duyururdu. mam ayrıca do um-ölüm gibi nüfus kayıtlarını tutar ve mahalle halkına dü en vergiyi tevzii ve tahsil ederdi. Azınlık mahallelerinde ise aynı görevler kendi dini liderleri olan papazlar ve kocaba ılar tarafından yerine getirilirdi. mamlar cami vakfından maa alırken, papazlar da kilise vakıflarından ödenek alırdı. (Ortaylı, 2007: 286, 306)

mamın önderi oldu u mahalle halkı ortakla a olarak birçok beledi sorumlulu a sahipti. Örne in suyolu, çe me gibi altyapı tesislerinden ve sokaklardaki bozulma, yıkılma ve çökmelerin düzeltilmesinden mahalleli ortak olarak sorumluydu. Ayrıca cenaze defin i leri, yangınla mücadele, sokak temizli i ve temizlik için süpürücü tayin edilmesi gibi i ler de yine ortak sorumluluk alanı olarak kabul edilirdi. Mahallenin asayi ini sa lamak mahalleliye dü en bir görev olup, her mahalle ücretini ortakla a verdikleri bekçi tutardı

(Ortaylı, 2007: 307; Alada, 2008: 168-169). Bu i ler mahalle mütevellisi, imam ve esnaf kethüdası tarafından koordine edilirdi. Ayrıca bu i lerin yapılması için gerekli kaynak, mahalle sakinlerinin ortak ihtiyaçlarının kar ılanması amacıyla kurulmu olan avarız akçesi sandıklarından kar ılanırdı. Nakdi paranın yanı sıra mahalle halkının mallarını vakfetmeleri ile vakıf haline gelen avarız akçesi vakfı sosyal yardımla ma, kamusal malaların korunması ve bakımı, ortak giderlerin kar ılanması gibi beledi hizmetlerin yerine getirilmesi için kaynak sa lardı. Avarız akçesi vakıfları imam ba kanlı ında mahalle mütevellisi tarafından yönetilirdi. (Alada, 2008: 168-172)

Osmanlı klasik döneminde ihtisab müessesesi kent yönetiminin önemli bir parçasıydı. Bu müessese aslında slam’ın ilk devirlerinden itibaren slam toplumunun bir özelli i olup, temel olarak iyili i emretmek kötülü ü nehyetmek anlayı ından gelmekteydi. htisab i inden sorumlu ki iye muhtesib denirdi (Kazıcı, 1996: 299-300). Bu ki inin görevi slam dininin, özellikle ahlaki ba lamda, kurallarına uyulup uyulmadı ını denetlemek ve uymayanları cezalandırmaktı. Osmanlılar döneminde ise bu ki inin görevi daha ziyade çar ı ve pazar esnafının denetlenmesine yo unla mı tı. Muhtesibin iktisadi ve sosyal hayata dair vazifeleri u ekildedir. Bunlardan birincisi esnafın kontrolüydü, bu çerçevede muhtesib kola çıkar, fiyat tesbiti ve kontrolü yapar, esnafın fiyat ve di er konularda nizama uygun hareket edip etmedi ini kontrol eder ve ehrin ia e meselesiyle ilgilenirdi. kincisi izinsiz dükkan açanların dükkanlarını kapatarak gedik usulünü denetlemekti. Üçüncü vazifesi ihtisab rüsumu denilen vergileri toplamaktı. Dördüncü vazifesi toplanan ihtisab gelirlerinin da ıtımını yapmaktı. Be inci vazifesi mürur tezkirelerinin kontrolü idi, bu vazife stanbul’a gelen gidenleri kontrol etmek ile ilgiliydi. Kıyafetleri denetlemek, yani farklı dini ve etnik grubların kendilerine uygun kıyafeti giyip giymedi ini kontrol etmek de muhtesibin vazifesiydi. (Kazıcı, 1996: 315-318) Muhtesib ayrıca dini hayatla ilgili vazifelere sahipti, bu ekilde muhtesib dini emirlere uyulup uyulmadı ını kontrol ederdi, bu konuda mahalle imamından yardım görüyordu. (Kazıcı, 1996: 319) muhtesib çar ı-pazarı tefti ederken suçlu gördü ü esnafı herkesin gözü önünde dövdürürdü. (Kazıcı, 1996: 322)

Muhtesib yukarıda sayılan görevleri ile kadının, çar ı ve pazarın denetlenmesi ve ehirdeki iktisadi hayatın kontrolü ba lamında en önemli yardımcısıydı. Ba ta narhın (ürün fiyatı) konulup uygulanması gibi çar ı-pazarla ilgili kurallar muhtesib, kadı ve

esnaf kethüdasının sorumlulu unda idi. Kadı bu durumda devleti temsil eden amir konumunda iken, esnaf kethüdası esnafı temsil ederdi, muhtesib ise yine devleti temsil eden bir görevli olarak kadıya yardım ederdi. htisab i ini yapacak ki i iltizam usulü belirlenir, bu göreve talip olan ki i mukataa bedeli öderdi. htisab rüsumu denilen vergi ile de masrafını çıkartırdı. Muhtesibin i inde yardımcı olmak üzere kolo lanları, teraziciba ı ve ta o lanları denilen görevliler bulunurdu. (Kazıcı, 1996: 307; Ortaylı, 2007: 301)

Osmanlı kent idaresinin bir di er ö esi esnaf te kilatı olan loncalardı. Meslek örgütleri olan loncaların kayna ı, Osmanlı öncesi dönemdeki Anadolu gelene inde var olan fütüvvet (ahilik) derneklerine gitmektedir. Fütüvvet ahlakı, insan-ı kamil olmayı, yani cömert, özverili, disiplinli, büyüklerine kar ı itaatkar ve dengeli bir ki i olmayı gerektirirdi. Her meslek grubuna mensup bekar gençler kendi aralarından seçtikleri bir ahinin önderli inden fütüvvet ahlakına ba lı olarak örgütlenirdi. Osmanlılardan önce Anadolu’da güçlü bir iktidar olmadı ı için ahiler kentlerde bir takım kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde rol oynamı lar ve politik bir güç kazanmı lardır. Osmanlı devleti istikrarı sa layınca ahilerin politik gücü azalmı , ancak ahilik esnaf loncası olarak varlı ını sürdürmü ve fütüvvet ilkeleri geçerli olmaya devam etmi tir. ( nalcık, 2004: 157-158)

Her loncanın ba ında bir kethüda bulunmaktaydı. Kethüda hem loncanın ba ı hem de lonca ile devlet arasındaki ili kilerde loncayı temsil eden ki iydi. Kethüdanın varlı ı aynı zamanda loncanın ba ımsızlı ı anlamına geldi i için kethüdanın belirlenmesi önemli bir konuydu. Bir loncaya ba lı bir bölüm zanaatkar ayrılıp farklı bir lonca olarak örgütlenmek istediklerinde, aralarından bir kethüda seçerek kadıya ba vururlardı. Kadı da kendilerini ba ımsız bir lonca olarak kayda geçirirdi. ( nalcık, 2004: 158)

Tayini kadı tarafından onaylanan kethüda, esnafın yönetiminden, kanuna ve mesle in kurallarına uyulmasından sorumluydu. Lonca kethüdalarının üstünde ehir kethüdası bulunup, bu ki i devlet ve ehir halkı arasında aracılık yapardı. Loncanın di er önemli üyesi yi itba ıydı. Bu ki i esnafın denetiminden, fiyat ve kalite normlarının gözetiminden ve esnaf arası çatı maların çözümlenmesinden ve verilen cezaların uygulanmasından sorumluydu. Yi itba ının, görevlerinde yardım etmek üzere, bir de yardımcısı bulunurdu. Bunların yanında mesle inde uzman ki iler arasından seçilen

bilirki iler (ehli- hibre) bulunmaktaydı. Bu ki iler yapılan ürünlerin kalite standartlarının de erlendirilmesinde ve fiyat tespitinde (narh) bilirki ilik yapmaktaydı. Bu uzman ve yöneticilerin yanı sıra her lonca te kilatının bir de manevi büyü ü olan eyhi olurdu. Böylece bu altı ki i (kethüda, eyh, iki ehl-i hibre, yi itba ı ve yi itba ı yardımcısı) büyük loncalarda altılar denen kurullar olu tururdu. (Ortaylı, 2007: 298;

nalcık, 2004: 159)

Mahallede oldu u gibi, esnaf örgütlerinin de avarız sandıkları vardı. Bu sandı a usta, kalfa ve çıraklar belli miktarda katkıda bulunurlardı. Çar ının temizli i, çar ı dahilindeki yol, çe me su yolu gibi tesislerin bakım ve onarımı avarız sandıklarından sa lanan kaynakla yaptırılırdı. Ayrıca çar ı içi sosyal yardımla ma ve dayanı ma, borç alma bu sandıktan kar ılanabilirdi, dolayısıyla sandık bir tür sosyal fon durumundaydı. Söz konusu hizmetlerin yapılmasına kethüda nezaret ederken, avarız mütevellisi bu sandıktan sorumlu idi. Ayrıca bu i lerin yapılmasını kadı denetlerdi (Ortaylı, 2007: 286-299). Görüldü ü üzere çar ı ile ilgili beledi hizmetler esnafın kendisi tarafından yaptırılıyor ve masrafı da yine kendi bütçelerinden kar ılanıyordu. Devlet de kadı ve muhtesib aracılı ı ile bu hizmetin layıkıyla yerine getirilip getirilmedi ini kontrol ediyordu.

Çar ının iki önemli kuralı gedik usulü ve narhtı (fiyat tespiti). Gedik usulü dükkan adedini belli bir sayıda tutma anlayı ına dayanmaktadır. Buna göre her isteyen yeni bir dükkan açamamakta, dahası her usta istedi i kadar çırak ve kalfa çalı tıramazdı. Yeni dükkan açılması, kalfalı a ve ustalı a terfi belli kurallara ba lıydı ve kuralları lonca yönetimi uygulardı. Narh ise kadı, muhtesib ve yukarıda belirtilen esnaf temsilcilerinin ortak çalı ması sonucunda belirlenirdi (Ortaylı, 2007: 298-301). Narh uygulaması ile üretim ve arzın düzenlendi i, piyasaya kendi kuralları içinde müdahale edildi i, üretici ve tüketicinin korundu u ve sosyal refahın sa landı ı belirtilmektedir. Bu sistem kendi mantı ı içinde rekabeti sa layıp tekelcili i önlerken (Aykaç, 1996: 259) ba ka bir ba lamda tekeller üretip kapitalist anlamıyla rekabeti engellemektedir.

Osmanlı ehrinin idari örgütlenmesinde ve kentsel hizmetlerin yerine getirilmesinde vakıflar önemli bir role sahipti. Vakıf statüsünün esasını bir mülkün menfaatini umuma tahsis edip ve aynını (yani esas mülkü) Allah’ın mülkü kabul edip, temlikten ebediyen kaçınılması te kil etmektedir. Vakıf mülkünün Allah’ın kabul edilmesindeki gerekçe

kamusal hizmetin ebediyen sürmesini sa lamaktı. Bu ekilde tesis edilen vakıf kurumu Osmanlı’nın bir vakıf medeniyeti haline gelmesini sa lamı tır. Ancak günümüz hukukuna göre tesis edilmi olan vakıfların Osmanlı klasik dönemindeki vakıflardan çok farklı oldu unu da ayrıca belirtmek gerekmektedir. (Ortaylı, 2007: 313)

Yönetim, bir kent ya da bölgenin çe itli sebeplerle kalkınması gerekti inde karar verdi inde yaptı ı en önemli ey buraya yan ticari kurulu larıyla birlikte vakıf kurmaktı (Faroqhi, 2004: 30). Osmanlı dönemindeki vakıflar genellikle devlet adamları tarafından kurulurlardı. Bu ki iler ya padi ah ba ta olmak üzere hanedan mensupları, ya da valiler, beyler gibi eyalet yöneticileri ya da pa alar, vezirler gibi üst düzey yöneticilerdi. Dolayısıyla bu vakıfları kuran ki ilerin gelirleri ticaretten ve zanaattan de il, siyasi görevlerinden kaynaklanmaktaydı (Faroqhi, 2004: 57).

Vakfı kuranların siyasi karakteri sebebiyle bu kurulu lar devlet eliyle kurulmu oluyordu. Vakıf kurulu larının geliri de devlet geliri olmakla birlikte, idari ve mali anlamda özerk ve özel bir statüleri vardı. Di er bir deyi le devlet, kamu hizmetlerini bu özel ve özerk kurulu lar üzerinden sa lıyordu. Vakıflara ait olan tesisler hayatlarını devam ettirebilmek için gelir kaynaklarını normal ko ullarda devletin alması gereken vergi gelirlerinden sa lıyorlardı. Bu gelir tahsisini yapan ki i ise, ya devlet ba kanı sıfatıyla sultan ya da onun izin verdi i di er devlet adamları oluyordu. 1530-1540 yılları arasındaki tahrirlere göre Anadolu eyaletinin genel gelirler toplamının % 17’sinin vakıfların elinde oldu u ve vakıfların bu gelir kamu hizmetlerine, din ve hayır i lerine yönelik olarak kullandıkları tespit edilmi tir (Barkan, 2000b: 996-999).

Osmanlı toplumu bir tarım toplumu oldu u için, vakıf gelirlerinin önemli bir bölümü köylerden sa lanıyordu. Örne in 16. yüzyılda Ankara’da 741 köyden 148’i, Bursa’da 1966 köyden 477’si, Kütahya’da 1071 köyden 166’sı vakıf köy statüsüne geçmi bulunuyordu (Ortaylı, 2007: 311). Bir ba ka örnek olarak Konya’daki Mevlana Külliyesi ile Sadreddin-i Konevi Külliyesi pek çok vakıf köye sahip olup bunların ö ür gelirini almaktaydı. (Faroqhi, 2004: 401-402)

Vakıfların di er önemli bir gelir kalemi vakıf külliyesindeki dükkan kiralarından elde edilen gelirlerdir. Vakıf dükkanları o kadar çoktu ki, bazı ehirlerde toplam dükkan sayısının % 70’den fazlası vakıflara ait olabiliyordu. Bazı ehirlerde ise bu oran % 25’i

geçmekteydi. stanbul vakıfları daha büyük oldu u için bu vakıflara ba lı dükkan sayısı da daha fazla olmaktaydı. Öyle ki, stanbul’daki vakıfların büyüklü ü, di er tüm Anadolu ehirlerinin vakıfların toplamından fazlaydı. Anadolu ehirlerinden vakıflara ait dükkanlar genelde yüzlerle ifade edilirken, stanbul’da 2300 kadarı Ayasofya vakfına, 2500 kadarı Fatih Sultan Mehmet vakfına olmak üzere 10.000’den fazla vakıf dükkanı vardır. Ayrıca ba ka vilayetlerdeki vakıf mülklerinden stanbul’a büyük miktarda gelir akı ı söz konusuydu. (Faroqhi, 2004: 54) Aslında vakıfların ehir bünyesindeki gelirleri sadece dükkanlardan kar ılanmamaktadır. Örne in, Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camii imareti vakfına 2466 dükkandan farklı olarak stanbul ve Galata semtlerinde 1130 ev, 3 han, 54 de irmen, 57 oda, 26 mahzen, 4 hamam, 7 burgaz, 2 kapan ve 9 bahçenin gelirini tahsis etmi ti. (Barkan, 2000b: 1056.)

Vakıf, vakıf kurucusu tarafından atanan mütevelli tarafından yönetilmektedir. Mütevelli, vakıfla ilgili bütün i lerden sorumludur. Bu sorumlulukların ba ında vakıf gelirlerini toplamak ve arttırmak, toplanan gelirle vakfın ko ullarını yerine getirmek, vakıfta çalı anların ücretleriyle, vakıf tesislerinin bakım ve onarım masraflarını ödemek gibi i ler gelmektedir. Devlet ise kadı aracılı ı ile vakıfları denetlemektedir. Zira vakıf mütevellilerini denetlemek kadının önde gelen i lerinden birisidir. Büyük vakıflarda devlet, denetleme görevi için ayrıca bir nazır yani denetçi atardı. Nazır, vakıfın amaçlarına uygun olarak i leyip i lemedi ini denetlemekle görevliydi. Vakfın iç denetimi olarak ise ba lıca görevliler ve müstahdemler yılda bir kez bir araya gelerek görevlerin vakfiyenin öngördü ü gibi yapılıp yapılmadı ını görü ürdü. Bu kurulda mütevellinin azli de talep edilebilirdi. Bu ekilde i leyen vakıf, i lerin do ru yürütülüp yürütülmedi i noktasında devlet tarafından denetlense de mali ve idari açıdan özerkti. ( nalcık, 2004: 148)

Vakıflar kentle ilgili hizmetlerin önemli bir kısmını üstlenmi lerdi. Tanzimat dönemine kadar sıbyan mektebi, medrese su ebekesi, sa lık hizmetleri gibi temel kamu hizmetleri vakıfların görev alanına girmekteydi. 315, Ortaylı. stanbul’da her vakfın co rafi bir hizmet alanı vardı ve bir vakfın hizmet alanının bitti i yerde bir di erinin hizmet alanı ba lardı. Örne in Süleymaniye vakıflarının hizmet alanının bitti i yerde ehzadeba ı camii vakfının hizmet alanı ba lar, sonra Zeyrek ve Fatih Camii vakıflarının hizmet alanları sırasıyla gelirdi. (Ortaylı, 2007: 315-316)

Bugünkü belediyelerin en önemli i lerinden olan yolların yapımı –ki Osmanlı klasik döneminde kaldırım denmekteydi- belli yerlerde vakıflara aitti. Kaldırımların vakıflar tarafından yapılması iki türlü olmaktaydı. Birinci türde büyük vakıf binalarının çevresine dü en yolların kaldırımları bu vakıflar tarafından yapılır ve tamir edilirdi, masrafları da vakıf bütçesinden kar ılanırdı. kinci tür ise do rudan kaldırım yapmaya ve tamir etmeye yönelik vakıfların bulunmasıdır. Kısaca birinci durumda kaldırım in ası vakıflar için tali, ikinci durumda asli bir vazifedir. (Orhonlu, 1984: 43-44)

Vakıflar kent hizmetlerini yerine getirmede o kadar etkiliydiler ki, Altıncı Belediye gibi modern belediye te kilatı kuruldu unda bile su hizmetleri gibi hizmetler hala vakıflar eliyle yürütülüyordu, bu hizmet ikili i Osmanlı’nın son dönemlerine kadar devam etmi ti. Fakat vakıf kaynaklarına devletçe el konuldu undan vakıflarda bu hizmetleri gerekti i gibi yerine getiremiyordu. (Ortaylı, 2007: 317-318)

Görüldü ü üzere Osmanlı Devleti’nde kent hizmetleri büyük oranda devlet dı ı kurumlar tarafından yürütülüyordu. Mahalli hizmetler mahalle halkının kendisi tarafından yerine getiriliyor ya da finanse ediliyordu. Çar ı ile ilgili hizmetler çar ı esnafının kendi gayretleriyle yerine getiriliyordu. Kentin geneli için ise vakıflar bu tür hizmetleri sa lıyordu. Burada devleti fonksiyonu kadı, mühtesib ve di er idareciler aracılı ıyla bu hizmetlerin uygun ekilde yapılıp yapılmadı ını kontrol etmekti. Di er bir deyi le devlet daha ziyade bir dı denetçi konumundaydı. Hem etkili denetim, hem de yukarıda belirtildi i üzere zorunlu iskân ve büyük imar faaliyetlerinin devlet tarafından gerçekle tirilmesi sebebiyle devletin kentsel süreçler üzerinde büyük bir gücü vardı.