• Sonuç bulunamadı

Şema 4.1. Kahramanmaraş’ta bulunan Sinemilli Ocağı’nın alt kolları

5. SİNEMİLLİ OCAĞI’NDA İNANÇ YAPISI 1. Allah

5.11. Dâr-Dâr’a Durma

Dâr’a durmak, taliplerin dedenin ya da babanın ve diğer taliplerin huzurunda, yol uğrunda gerekirse canını bile vermeye hazır olduğunu belirtmek adına niyaz edip cem meydanın ortasına gelip ayaklar mühürlenmiş bir şekilde, kollar göğüste çapraz olacak şekilde, baş öne doğru hafif eğik vaziyette durma biçimine verilen isimdir (Korkmaz, 2016:177).

Dâr: 1. Hallac-ı Mansur’un asıldığı direk anlamında darağacı. 2. Tarikatla ilgili törenlerin yapıldığı meydan ya da meydan odasının orta yeri (Korkmaz, 2016:176).

Dâr’a durmak (çekilmek, çıkmak, gelmek, kalkmak): Cemaatin ve dedenin önünde, canını yol uğruna vermeye hazır olduğunu bildirmek için niyaz ederek meydanın ya da meydan odasının ortasına gelerek ayaklar mühürlenmiş (sağ ayak başparmağını, sol ayak ayak başparmağı üzerine koymak), kollar göğüste çapraz, baş öne eğik durmak (Korkmaz, 2016:

177).

Dâr ya da dâr-ı Mansur, “Enel Hak” diyerek can vermiş olan Hallac-ı Mansur anısına dergâha, tekkeye bağlanmanın, yol uğruna gerekirse canını feda etmenin bir ifadesi olarak

görülmektedir. Bir hizmeti yerine getirmek, hizmet ehli olan her can, önce bu meydana gelir ve Hakk’a teslim olur (Korkmaz,2016:177).

Dâr, iki anlama gelir. Birincisi Kürtçe ve Farsça da kapı anlamındadır, ikincisi ise Alevi ritüelinde asılmak anlamındadır. Kendini dâr’a çekmek diye bir kavram vardır. Buna Mansur Dâr’ı, Hüseyin Dâr’ı, Fazlı Dâr’ı, Nesimi Dâr’ı gibi değişik isimler verilmektedir (K7).

* Dâr’ı Fazlı: Yüzüstü yere kapanma duruşuyla temsil edilen Fazlullah-ı Hurufi gibi, yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze alma. Cem esnasında secdeye varıldığında alınan duruş, bu isimle anılır.

* Dâr’ı Hüseyin: Ayak mühürleme duruşuyla temsil edilen İmam Hüseyin gibi, yol uğruna canını vermeye razı olma.

* Dâr’ı Mansur: 1. Dâr. 2. Asılma duruşuyla temsil edilen, darağacında asılarak öldürülen Hallc-ı Mansur gibi, yol uğruna ölümü göze alma, asılmaya hazır olma. Bu dârda kollar hafif aşağı doğru sarkık durur (K16).

* Dâr’ı Nesimi: Diz üstü duruşuyla temsil edilen, Nesimi gibi yol uğruna yüzülmeye hazır olma (Korkmaz, 2016:177). (K16).

Bunlar dışında bir de Fatma Ana Dâr’ı diye anılan bir dâr vardır. Aslında Fatma Ana Dâr’ı ile Dâr’ı Hüseyin aynı duruştur. Gelenekte aynı duruş, iki farklı isimle anılmaktadır. Bu dârda sağ ayak parmağı, sol ayak parmağının üstüne gelir, sağ el sol göğüs üstünde, kalbin üzerine denk gelecek şekilde, baş hafif öne eğik durulur (K16).

Genel, ortak görüş itibariyle Mansur Dâr’ı kavramından söz edilir. Mansur Dâr’ında, Hallaç-ı Mansur’a gönderme vardır. Onun, kendi inancı yüzünden dâr’a çekilmesine gönderme yapılır. Burada genel anlamda, aslında kişinin, kendisiyle yüzleşmesini ve dolayısıyla o anlamda temizlenmesini, arınmasını toplumla yüzleşmesini, bir şekilde helalleşmesi, toplumun da onu, o şekilde arınmış kabul etmesini ifade eden bir kavramdır (K7).

Alevilik yolu ulu bir yoldur ve insanlığı kapsar. Bunun en güzel örneği Dâr’ı Mansur olarak adlandırılan dâr duruşunun varlığıdır. Hallc-ı Mansur asılırken, o dönem Alevilerine İmamiye sınıfı denilmektedir, İmamiye sınıfı Hallc-ı Mansur’a destek vermemiştir. Çünkü insan enel Hakk olabilir, Hakk ile bütünleşebilir, ama bu ehl-i beyte özgür bir durumdur, bir talibe, müride özgü bir şey olamaz, demişlerdir. Fakat, Hallc-ı Mansur asıldıktan sonra onunla ilgili rivayetler, kerametler dilden dile yayılınca Aleviler, cemlerimizde dört tane dâr vardır, biri de Mansur Dâr’ıdır, demeye başlamışlardır (K16).

Dâr’ı didar denen şey ise, yol içerisinde, erkân içerisinde, ayin-i cem içerisindeki özel bir ritüeldir. Kişinin eylemleriyle, kendi iç dünyasıyla ve nefsiyle yüzleşmesini ifade eder. Bunu kişi, cem olgusu içerisinde, toplumla yüz yüze yapar. Aleviliğin özsel anlamda, daha sembolik ritüellere indirgenmeyen, diğer Ortodoks inançlardan ayrıksı duran yönüdür. Kişinin gerçek

anlamda kendisiyle yüzleşmesi, öz eleştiri de bulunması, eleştiri vermesi ve bu anlamda arınmasını ifade eder (K7).

Toplumla iç içe, uyumlu, adaletli, huzurlu ve güvenli bir şekilde yaşamasını sağlamaya yönelik bir eylemdir. Yani kişi, kendisini dâr’a çektiğinde aslında öncelikle kendisiyle, sonra da toplumla yüzleşir, bu bağlamda toplum da kişinin kendisiyle yüzleşir.

Geçmişte cem içerisinde herkesin o dâr’dan geçmesi ya da bir şekilde arınmış olması şartı vardı. Bu durum birazda zorunluluktan meydana gelmiştir diyebiliriz, çünkü kapalı bir toplum yapısına sahip olan Aleviler, otoriteyle aralarındaki sorundan dolayı, kendi meselelerini, kendileri halletmeye çalışmışlardır. Toplumun daha izole, kendi sorunlarını, kendileri arasında çözmesinin bir sonucudur. Bu nedenle cem yapılan meydan hem Hak Meydanı hem de Dâr meydanıdır. Orada talip, dede, mürşid herkes yüzleşmektedir.

Her şeyin ayan beyan olduğu yerdir Dâr Meydanı. Su altındakilerin su yüzüne çıktığı yerdir. Bu meydana çıkan kişi, kendiden geçmiş, kendini yola feda etmeye hazır olduğunu belirtmiş olur. Bu meydanda Hak, her şeyin önündedir. Dâr Meydanı, aslında kişinin yola bağlılığını ifade ettiğini ve her zaman yola bağlı kalacağına dair söz verdiği meydandır. Bu meydanda kişi, demirden leblebiyi yiyeceğini, yola bağlı kalacağını, yolun bütün kurallarını kabul etmiş olduğunu ifade eder.

Dâr, içinde bulunulan Hak-Muhammed-Ali meydanıdır. Musahiplik kabuğuna girmeyen Dâr’ı bilmez. Musahiplik kabuğuna girecekler dar meydanına gelir. Hz. Hüseyin’in Dâr’ına, Hz.

Muhammed ile Hz. Ali’nin kabuğuna girip, hem Dâr hem didar olunur. Bu Dâr’a gelen canlar ölmeden evvel ölmüş sayılırlar, her an için kendini sütten temiz tutmalıdırlar, kendini korumalıdırlar, kimsenin hakkına göz dikmemelidirler, herkese karşı iyi niyetli olmalıdırlar, art niyet nedir, bilmemelidirler (K5, K7, K10).

Dâr-ı didar olduktan sonra, bütün cemiyete sorulur, rızalık alını, bu kişi dardan inecek, rızalık veriyor musunuz diye sorarlar. Cemaat rızalık verdikten sonra dede bir dua daha verir, “ Dar’ın, didarın kabul olsun, Hak, Muhammed, Ali yardımcın olsun, gördüğün dâr-ı didar Ali ile Muhammed’in darı olsun, gördüğün didar Hz. Hüseyin’in didarı olsun” şeklinde. Daha sonra o kişi niyaz verip, geçer, yerine oturur. Böylece dar’dan inmiş olur (K10).

Sinemilli Ocağı’nda musahiplerden biri vefat ettiğinde diğer musahip, vefat eden musahibini dardan indirir. Dâr’dan indirirken de yine bir cem düzenlenir. Sağ olan musahip ile vefat eden musahibin aile fertleri, tekrardan dede huzuruna çıkarlar. Vefat eden musahip, sağlığında birilerine kötülük ettiyse, birilerini kırdıysa, birine bir borcu varsa o kişilerden rızalık almak ve kalan borcu ödemek sağ kalan musahibin görevidir.

Sinemilli Ocağı’nda dâr’dan indirme ise iki musahipten birinin Hakk’a yürümesi sonucu yapılan cem törenidir. Bir kişinin, bir kişiden alacağı varsa, kalbini kırdıysa vs. durumlar hep dar meydanında ortaya konulur. Kişiler arasındaki husumet vs. dar meydanında çözülür. Sorunlar

konuşulur, haklı olan bulunur, suçlu olan özür diler, bir daha aynı hatayı yapmayacağının temennisini verir, diğer kişinin gönlünü alır. Diğer kişi de razıyım der. Daha sonra da dede duasını verir.

5.12. Rızalık

Rıza, Tanrı’dan gelen her şeyi gönül hoşluğu ile karşılamaktır. Rızalaşma ise yola aynı gece alınan çiftler için, bir yıl sonra dede o bölgeye geldiğinde yeni bir cem ile dâr’a çekme durumudur. Rızalık ise birbirine dargın, kırgın, alacaklı-borçlu ya da davalı olan yola bağlı canların cemden evvel sorgulanıp kendisiyle, cemaatla ve yolla rızasının alınması durumu, rızalık almadır (Korkmaz, 2016: 575-577).

Musahip yahut komşu dar-ı didara çıktığında rızalık var mıdır, siz bana vekâlet veriyor musunuz, yani siz bu işe razı mısınız diye sorulur. Kişi derse ki sizin yapacağınız her şeye kendi adıma rızalık veriyorum, o zaman dedenin söyleyeceği, yapacağı her şeye tamam demek, kabul etmek durumundadır. Dede dar-ı didar ya da cem yapacağı zaman cemaate sorar, rızalık veriyor musunuz diye. Cemaatin rızalık vermesi, sizi buna layık görüyoruz demesi anlamına gelir (K6, K8, K9).

Sinemilli dedeleri, “elinizle indirmediğinizi kaldırmayın, gözünüzle görmediğinizi söylemeyin, doğru gel, doğru otur, Hak yolundan ayrılmayın” gerçekliğine bağlı yaşamışlardır.

Bunu taliplerine de aşılamaya çalışmışlardır. Bir kimsenin rızası olmadan o kişinin herhangi bir şeyini almak orada dursun dokunmak dahi hoş karşılanmamıştır. Rızalık kavramı Alevilik inancının temel yapı taşlarından birini oluşturmaktadır. Öyle ki dedeler Alevlik bir rıza kapısıdır, derler. Rızadan öte bir şey yoktur. Büyüğün küçüğüne, küçüğünün büyüğüne saygı göstermesi, şefkatli davranması gerekmektedir. Kişi, bir yola gideceği zaman çevresindekilerden rızalık almalıdır (K6, K8, K10).

Sinemilli Ocağı’na mensup ocakzâdelere ve taliplere göre beş kişilik bir masaya gelen suyu, çok susadım diyerek gereğinden fazla, iki kişilik içerse bir kişi, o bile haramdır. Haram, yeme, içme âdetini bilmemektir, sana zor gelen bir şeyi, başkasına yapmaktır, kendi anneni, babanı, eşini, çocuğunu nasıl koruyorsan başkasının ailesini de aynı şekilde korumaktır, anlayışına saygı duymamaktır (K8).

Bir kişi, başka birinin kalbini kırdıysa o kişi onunla konuşmuyorsa, kalbini kıran kişi, gidip diğer kişiden özür dilemelidir. Kalbi kırılan kişi de gelip dedenin huzurunda o kişiyi affeder. Kişi özür dileyecek erdemi, diğer kişi de o kişiyi affedecek yüceliği göstermelidir (K5, K6).

Alevilik inancının temel yapı taşlarından olan ve yolun en vazgeçilmez unsurları arasında sayılan rızalık, hak hukuk yememek, başkasının hakkına tecavüz etmemektir. Aynı

zamanda da bir niyet kavramıdır. Birinden bir şey alıyorsak o kişinin rızalık vermesi, yani o şeyi bize verdiğini onaylaması gerekir. İnanca göre aldığınız şeyi aldığınız kişi onaylamazsa haram sayılmaktadır.

Anadolu Aleviliği için yapılan tanımlardan biri de “Alevilik, rıza kapısıdır.” şeklindedir.

Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere bu yolda her şeyden evvel rızalık vardır, rızalık alınmadan bir işe başlanmaz, bir yola gidilmez, hatta sofradaki su bile içilmezdi. Şimdilerde ne yaızk ki bu durumda da bir değişim, esneme söz konusu olmaktadır.

Rızalık almadan sofradaki suyu bile içmeyen Anadolu Alevileri, şimdilerde genel anlamda bu kapıyı, rızalık şehrini unutmuş durumdadır. Ancak Alevi birlikleri, dernekleri bu kurumu, bu şehri yaşatma çabasına girişmiş durumdadır. Bu da Anadolu Aleviliğinin yeniden yeşereceğine, kutsallığını yitirmeden her daim var olacağına dair umutları arttırmaktadır.