• Sonuç bulunamadı

2.7. Felsefe Öğretiminin Cumhuriyet Öncesi ve Cumhuriyet Dönemi Tarihsel

2.7.1. Cumhuriyet Öncesi Felsefe Öğretimi

Türk Dünyasında felsefe öğretimi hareketleri 9. yüzyıla kadar dayandırılabilmektedir. Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte, klasik eğitim-öğretim anlayışıyla eğitim veren medreselerde felsefe konularına yer verilmiştir. Ancak ortaöğretim düzeyinde verilen felsefe dersinin hem nitelik hem de nicelik anlamında yetersiz kaldığı görülmektedir. Ayrıca bu dönemde verilen felsefe dersinin, programlı bir öğretimden uzak bir şekilde verilmeye çalışıldığı bilinmektedir (Dombaycı, 2002, s. 11).

Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinden itibaren medrese programlarında, dini ilimlerin yanı sıra felsefe derslerine de yer verilmiştir. Mantık ve dil felsefesi bütün ilimlerin aracı olarak görüldüğü için ilim tahsilinde bilinmesi gereken ve ön şartlar olarak kabul edilen dersler kapsamında okutulmuştur (Bolay, 2005, s. 37). Ancak medreselerde verilen felsefe eğitiminin hiçbir zaman medrese öncesindeki gibi parlak bir seviyeye ulaşamadığı savunulmaktadır. Nitekim Nizamîye Medreselerinin programında yer alan felsefe dersi, zamanla felsefeye yönelik olumsuz tutumların artması neticesinde kaldırılmış ve yerine kelâm dersleri okutulmaya başlamıştır. Ayrıca Gazalî’nin felsefe ve filozofları tekfir etmeye varan tutumu ve eleştirileri, İslâm dünyasında felsefî araştırmaların etkinliğini yitirmesini körükleyen bir etki yaratmıştır (Kafadar, 1994a).

Osmanlı Medreseleri’nde, pozitif bilimlerin ve felsefenin önem kazandığı dönem olarak Fatih Sultan Mehmet dönemi ön plana çıkmaktadır. Hatta kimi araştırmacılara göre Fatih Sultan Mehmet dönemi bir tür, Türk Rönesans’ının yaşandığı dönem olarak kabul edilmektedir. Fatih Sultan’dan, Osmanlı Devleti İlim Rönesans’ının müjdecisi olarak kabul edilen Kâtip Çelebi’ye kadar geçen iki yüz yıllık sürede felsefe, medreselerde düzenli

60

olarak okutulan bir ders olmuştur. Sahn-ı Seman medrese programının Kelâm dersinde Şerh-i Mevafık ile Haşiye-i Tecrid’in okutulması zorunlu hale getirilmiştir. Fatih Sultan ayrıca çeşitli felsefi problemlerin tartışılması için felsefe meclisleri kurmuş; Hocâzade ve Ali Tusî’den, Gazali ve İbn-i Rüşt arasındaki tartışmayla ilgili eser yazmalarını istemiştir (Bolay, 2005, s. 39).

16. yüzyılın sonlarına gelindiğinde bazı şeyhülislamların önerileri doğrultusunda felsefe dersi medrese programından çıkarılmıştır. Felsefe dersinin programdan çıkarılmasıyla boşalan ders saatlerinin yeri, zaten okutulmakta olan fıkıh ilminin ders sayısı arttırılarak doldurulmuştur. Kâtip Çelebi’ye göre medrese programında yaşanılan bu durum, Osmanlı Medreseleri’nin fikrî çöküşüne sebep olan en büyük olaydır. Tanzimat ile birlikte açılan Mülkiye Mektebi ve Hukuk Mektebi gibi dönemin yeni okullarında dâhi felsefe derslerine rastlanılmaması Kâtip Çelebi’nin bu tespitini doğrular niteliktedir (Kafadar, 1994a).

Osmanlı Devleti’nin son dönemine yönelik yapılan arşiv araştırmaları neticesinde, felsefe dersine bakışla ilgili önemli bir belgeye ulaşılmıştır. 1899’da Maarif Nezâreti’nce okulları denetlemekle görevli bir Denetleme Heyeti kurulmuştur. Bu heyetten, yapacağı denetimler süresince, din eğitimi almamış kişilerde felsefe eğitiminin zararlı olabileceği hususuna dikkat etmeleri istenmiştir (Akyüz, 1997, s. 220). Denetleme Heyeti’nin üzerinde durması istenilen bu durum, Osmanlı Devleti’nin son döneminde de eğitimden sorumlu bazı kişilerin, felsefeye yönelik olumsuz düşünce ve davranışlarının devam ettiğini göstermektedir.

Osmanlı Devleti’nin eğitimde, felsefe öğretimine yer verip vermediği, verdiyse bunun yoğunluğunun ne olduğu durumları aslında oldukça tartışmalı bir konudur. Gazalî’nin, peripatetist (gezimci) felsefeyi eleştirisi sonucunda İslâm düşüncesinin 12. yüzyıldan itibaren yapısal bir değişime uğradığı bilinmektedir. Çünkü bu güçlü eleştiri ile birlikte kelâmın felsefîleşme süreci başlamış ve sonuç olarak da felsefe, kelam ve tasavvuf arasındaki sınırlar ortadan kalkarak bu üç alan iç içe girmiştir. Bu nedenle Klasik Dönem Osmanlı bilginlerinin felsefe ve felsefî problemler karşısındaki tavrını belirlemeye çalışırken bu durumun dikkate alınması gerekmektedir. Osmanlı Devleti’nde felsefe öğretiminin var olup olmadığı, varsa bunun yoğunluğunun ne olduğu hakkında hükümde bulunmak için bu üç alana ilişkin eserlerin detaylıca incelenmesi gerekmektedir (Toksöz, 2007).

61

Hint ve Çin devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti de Uzak Doğu ve Batı felsefelerinden haberdar olup kendi geleneksel değer yargıları çerçevesinde bir gelenek oluşturmuşlardır. 1873 yılında Ahmet Mithat bir yazısında felsefe ve filozofların bizde yeni olmadığını, bu alanla ilgili olarak kütüphanelerde birçok kitabın mevcut olduğunu ifade etmektedir (Biçer, 2010). Felsefe dersinin tüm ülkeler genelinde bağımsız bir disiplin alanı olarak okutulması 19. yüzyılın ortalarında, Fransa’nın ortaöğretim kurumlarında gerçekleşmiştir. Fransa’da her türden ortaöğretimde felsefe dersinin ağırlıklı olduğu sınıflar açılmış ve öğrencilerin felsefe eğitimi alarak ortaöğretimi tamamlamaları hedeflenmiştir (Timuroğlu, 1998). Fransa’da yaşanan bu gelişme Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde girmiş olduğu yenileşme hareketleri üzerinde etkili olarak Osmanlı Devleti’nde de felsefenin ilk defa bağımsız bir ders alanı olarak okutulmasının zeminini hazırlamıştır.

Osmanlı Devleti’nde, bağımsız bir disiplin alanı olarak felsefenin ya da doğrudan felsefe yapabilmek için felsefî düşüncenin ortaya çıktığı ve buna bağlı olarak da felsefe öğretiminin yükseköğretim kurumlarında yer aldığı dönem, batılılaşma sürecinin ve yenileşme hareketlerinin toplumsal sistemi de kararlı olarak değiştirmeye başladığı Tanzimat sonrası dönemdir (Kafadar, 2000, s. 96). Ancak felsefe öğretimine dair en somut adımların II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte atılmaya başladığı görülmektedir.

II. Meşrutiyet Dönemi’ne kadar, çeşitli eğitim kurumlarında birçok farklı isim ve dersler altında felsefe öğretimi, programlı öğretimden uzak bir biçimde yürütülmeye çalışılmıştır. Bu dersler ve derslerde kullanılan eserlere baktığımızda; Fatih Sultan Mehmet döneminde Haşiye-i Tecrid ve Şerh-i Mevakıf, Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z-Zünûn ile Mizanü’l-Hakk fi İhtiyâr el-Ehak eserleri, Mülkiye Mektebi’nde İlm-i Hikmet, Hukuk Mektebi’nde Tarih-i Hikmet-i Hukuk ve Hikmet-i Hukuk dersleri, Darülfünûn da Hikmet-i Nazariye vb. gibi kimi ders ve eserlerle karşılaşılmaktadır (Dombaycı, 2002, s. 11).

Osmanlı Devleti’nin, mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçmesiyle eğitim alanında da birtakım yenileşme hareketleri başlamıştır. Rüştiyelerin (ortaokul) ve idadîlerin (liseler) yaygınlaştırılması, çeşitli yüksekokulların açılması, öğretimde birliğin (Tevhid-î Tedrisat) sağlanması ve ulusallaştırılması için gayret edilmesi bu yenileşme hareketleri neticesindedir. Eğitim alanında yaşanan bu olumlu atmosfer, ortaöğretim kurumlarına felsefe derslerinin konulmasını da gündeme getirmiştir (Erdem, 1998).

62

Osmanlı Devleti’nde ilk defa, 1869 yılında Maarif Umûmiye Nizamnâmesi ile orta dereceli okulların (idadî ve sultanî) öğretim programları düzenli olarak hazırlanmaya başlamıştır. Hazırlanan bu programlarda, günümüzde felsefe grubu dersleri olarak tabir edilen derslerden yalnızca mantık dersine yer verildiği görülmektedir. Felsefe dersinin ilk defa ayrı bir disiplin alanı olarak okutulması, 1910 yılında Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin döneminde İdadî ders programında yer almasıyla gerçekleşmiştir (Cicioğlu, 1985a).

II. Meşrutiyet Dönemi’nde Emrullah Efendi ve Şükrü Bey’in bakanlıkları döneminde Sultanîlere felsefe dersi konulmuştur ancak konulan felsefe dersinin kitabı hazırlanmamış ve felsefe dersini okutacak öğretmenler de yetiştirilmemiştir. Eğitim Bakanlığı felsefî içerikli kitapların çevrilmesine karar vermiş ve matematikçi Salih Zeki Bey’in Fransızcadan çevirmiş olduğu Felsefe-i İlmiye ve Ahlakiye adlı kitabını Sultanîlerde okutmak üzere programa dâhil etmiştir. Tanzimat ve özellikle Meşrutiyet ile birlikte artan dergi ve gazetelerde Ahmet Mithat gibi değerli yazarlar, yazılarında felsefeye yer vererek felsefenin gelişmesine katkıda bulunmaya çalışmıştır. Ahmet Mithat, Darülfünûn da felsefe dersleri vermiş ve verdiği dersleri de dönemin dergilerinde yayımlamıştır. Özel bir lisede felsefe öğretmenliği yapan Rıza Tevfik verdiği dersleri kitap halinde yayımlamaya başlamıştır. 1910 yılına gelindiğinde artık bir felsefe ortamı iyiden iyiye hissedilmeye başlamıştır (Kaynardağ, 1998).

1910 yılında hazırlanan program ile İdadî’nin son sınıfında üç saat olarak okutulmaya başlanan felsefe dersi, 1913 yılında yürürlüğe konulan programda mantık ve felsefe adı altında birleştirilerek İdadî’nin ikinci sınıftan itibaren, fünûn ve edebiyat şubelerinde birer saat okutulmaya başlamıştır. 1915 yılına gelindiğinde ise Sultanî Mektepleri Müfredat Programı’nda yeniden felsefe dersleri son sınıfa alınmış ve ders saati de ikiye çıkarılmıştır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara Hükümeti Maarif Vekâleti tarafından hazırlanan 1922 tarihli Orta Mektep Müfredatı’nda rûhiyât, terbiye ve felsefe derslerine ayrı ayrı yer verilmiştir. Liselerde, birinci sınıfta rûhiyât, ikinci sınıfta da terbiye ve felsefe dersleri haftada ikişer saat olacak şekilde okutulmuştur (Cicioğlu, 1985a).

1921 yılında Eğitim Bakanlığı’nın isteği üzerine Darülfünûn hocalarından İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mustafa Şekip Tunç ve Mehmet Emin Erişirgil ortaöğretim müfredatı ile ilgili görüş ve düşüncelerini kaleme alıp aynı yıl içinde yayınlamışlardır.

Mustafa Şekip Tunç, Eğitim Bakanlığı’nın isteği doğrultusunda ortaöğretim müfredatına yönelik görüş ve düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir:

63

Müfredat programı bu haliyle uygulanamaz. Liselerde felsefe dersinin amacı şunlar olmalıdır: 1) Son sınıfa kadar öğretilen bilimsel bilgileri öğrencinin zihninde birleştirmek, 2) Bilgiyi hazırlayan bilinç ve olaylar üzerinde öğrenciyi düşündürmek, 3) Bilimlerin hangi yöntemlerde geliştiğini anlatmak, 4) Hareketlerimizi ve eylemlerimizi yöneten psikoloji bilgisi için bir girişte bulunmak, 5) Çeşitli filozofların felsefe sorunlarına nasıl baktıkları konusunda bir başlangıç yaparak genel bir düşünce vermek.

Felsefe tarihi bu programlarda yer almamalıdır. Çünkü az olan ders süresince filozofların yaşamöyküleri bile anlatılmaz. Ancak şu yapılabilir; öğretmen başlıca felsefe dönemlerine kısaca değindikten sonra önemli iki filozof seçer, onların yaşam öyküleri ve bağlı oldukları okullarla ilgili özet bilgi verir, yapıtlarından birkaç parçanın çevirisini yaptırır. Yapılan çeviriyi yorumlayarak öğrencinin düşünmesine yol açar. Aynı konu hakkında başka bir iki filozofun düşüncesini de kısaca belirtebilir (Tunç’tan aktaran Kaynardağ, 2002, s. 86).

Mehmet Emin Erişirgil ise görüş ve düşüncelerini daha radikal bir tavır ile liselerde felsefe dersini hakkını vererek öğretememektense tamamen kaldırılmasını gerektiğini şu şekilde savunmaktadır: “Bu ders üniversitede felsefeyi seçmeyecek öğrenciler için gereksizdi. Zaten öğrenci, felsefe programını bu haliyle algılayamaz. Dersin öğretmenini bulmak da bir başka sorundur. Felsefe hakkıyla öğretilip anlatılamayacaksa hiç öğretilmesin daha iyi. Yanlış ve eksik felsefe öğretimi öğrencinin psikolojisine de zarar verebilir” (Erişirgil’den aktaran Kaynardağ, 2002, s. 86).

Tablo 8

Cumhuriyet Öncesinde Sultanî Programlarında Felsefe Dersi

Yıllar Dersin Adı

Sınıflar

I II(*) II. Fen II.

Edebiyat III(*) III. Fen

III. Edebiyat 1910 Felsefe - - - 3 1913 Mantık ve Felsefe - 1 1 1 2 1915 Mantık ve Felsefe - 1 1 2 2 1922 Felsefe - 2 2 1 2

1922 (Yeni Medrese) Felsefe - 2 2 1922 (Kız Yeni Med.) Felsefe - 1 1 (*) Bu programlarda fen ve edebiyat şubesi ayrımı yoktur. Kafadar, 1994a, s. 284