• Sonuç bulunamadı

Cumhurbaşkanının Parlamento Tarafından Seçilmesi ve Egemenlik

3.3 Egemenlik ve Demokratik Meşruiyet Sorunu

3.3.2 Egemenlik Sorunu

3.3.2.1 Cumhurbaşkanının Parlamento Tarafından Seçilmesi ve Egemenlik

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” kuralı ilk olarak 1921 Anayasası’nda ifadesini bulmakla beraber sonraki tüm anayasalarımızda da yerini almıştır. Bu kuralın demokrasi ile

533 Doehring, Karl, Genel Devlet Kuramı ( Genel Kamu Hukuku), (Çeviren: Mumcu Ahmet), İnkılap Yayınevi,

İstanbul 2002, s. 163.

534 Doehrin, s. 165. 535

Özbudun, 1990 s. 58.

536 Koçak, Mustafa, Batıda ve Türkiye’de Egemenlik Anlayışının Değişimi, Devlet ve Egemenlik, Seçkin

özdeşleştiği, millet egemenliğinin sağlanması yolunda hükümet sisteminin de demokratik bir rejim olması gerektiği söylenmiştir. Yine klasik milli egemenlik anlayışına göre temsili rejim ile milli egemenlik arasında da ilişki söz konusudur. Klasik manada millet geçmişi ve geleceği de içine alan bir tüzel kişiliği ifade eder. Halk ise belli bir anda ülkede yaşayan insanların toplamını ifade etmektedir. Bu nedenle millet egemenliği, halk egemenliği ile ilgili yarı doğrudan ya da doğrudan temsil sisteminden farklı olarak temsili rejimi zorunlu kılmaktadır. Fakat günümüzde millet ve halk kavramları arasındaki fark önemini kaybetmiş milli egemenlik ve temsili rejim arasındaki mantıksal ilişki de zayıflamıştır. Milli egemenlik prensibini benimsemiş ülkelerde de halk oylaması gibi yarı – doğrudan demokrasi araçları kullanılmaya başlanmıştır. 1982 Anayasası da 75. maddesinin 3. fıkrasında halk oylamasını öngörmüştür.537

Klasik anlamda milli egemenlik kavramı mutlak ve sınırsız bir iktidarı ifade etmekle sistemi kişi özgürlüğünü yok eden düzene dönüştürebilir. Zira egemenliğin meşru sahibi kralın yerini millet almıştır. Bunun yerine de çoğunluğun iradesi konduğunda ulaşılacak sonuç çoğunlukçu demokrasidir. Tüm egemenlik teorilerinde olduğu gibi egemenliğin kaynağının bir defa meşru olarak belirlendikten sonra egemenden gelen tüm kararların mutlak itaati gerektirir olduğu kabul edilir. Bu hali ile klasik egemenlik doktrini başta Duguit olmak üzere tüm çağdaş anayasa hukukçuları ve siyasal bilimciler tarafından eleştirilir, bunun doğrulanması mümkün olmayan bir teori hatta dogma olduğu kabul edilir. Yapılan belirlemeler karşısında günümüzde milli egemenlik kavramından ‘demokrasi idealini’ anlamak gerekecektir.538

1961 Anayasası’nın Cumhurbaşkanı ile ilgili öngördüğü sistem, egemenliğin kullanılması formülü ile ilgili getirdiği düzenlemeler de tartışma konusu olmuştur.

Celal Bayar’ın 1924 ve 1961 Anayasaları’nın değerlendirilmesi ile ilgili görüşleri özetle şu şekildedir:

“1924 Anayasası’na göre Türkiye’de demokrasi hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu ve millet tarafından bizzat kullanılacağı görüşünden hareketle uygulanacaktır. 1961 Anayasası ise egemenliğin özerk kuruluşlara ve kurallara bağlı olarak kullanılacağını öngörmektedir ve iki Anayasa da bu egemenliğin kullanılması ile ilgili getirdikleri düzenlemeler nedeni ile farklılaşmaktadır. 1924 Anayasası’nın Ordu’yu ve Aydınlar’ı devlet ortaklığından çıkardığı Saray’ın kanun yapma ve yürütme yetkisini TBMM’ye verdiği, Ordu’nun ve Medrese’nin denetim gücünü seçim mekanizmasına bağlayarak seçmenlere

537

Özbudun, 1990 s. 69.

kaydırdığı belirtilmiştir. Bu gerekçelerle kuvvetler birliği prensibini benimseyen 1924 Anayasası’nın en doğru düşüncenin halk kaynağından geleceği inancı ile kurumlara itibar etmeyip tüm gücü TBMM’de topladığı ifade edilmiştir. 1924 Anayasası’nın bu şekildeki temel fikirleri karşısında, hükümetin meşruiyetini Anayasa ve halk iradesi ile sınırlamak doğru olmakla beraber Ordu, Yargı ve İlim Müesseseleri ile birlikte işbirliği içerisinde devletin yönetimi olanaksızdır şeklinde görüş belirtilmiştir. 1924 Anayasası’nın yönetim ortaklığından çıkardığı Ordu ve Aydın’ın 1961 Anayasası ile yeniden yönetime ortak edildiği; Ordu’nun Milli Güvenlik Kurulu, Aydın’ın ise Anayasa Mahkemesi, TRT, Üniversite… vb. kurumlar ile yönetimdeki yerlerini aldıkları görülmüştür. 1961 Anayasası’na temel olan görüşün halkoyuna dayalı olarak kurulan Meclisin egemenliği gerektiği gibi kullanmak hususunda duyulan kuşkuya dayandığı, bu kuşkuyu gidermek için anılan müesseselerin ihdas edildiği, ulusal egemenliğin kanun yapma gücünün Senato, Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı Anayasa muhafızlığı gibi kurumlar ile daraltıldığı vurgulanmıştır. Bu şekli ile 1961 Anayasası’nın Osmanlı Devleti’nin Saray-Medrese-Ordu şeklindeki üçayaklı yumuşak halk egemenliğine dayalı sisteme yeniden dönüş yaptığı, tüm bunlara rağmen ise Anayasa’nın doğal hakları en sağlam şekilde teminat altına alan, geniş hürriyetli ve demokratik hiçbir fikre karşı olmayan bir yapıda olduğu ifade edilmiştir.”539

Celal Bayar’ın bu görüşleri bazı açılardan eleştiriye uğramıştır. Bunlardan ilki 1924 Anayasası ve yaşanan tek parti döneminde kurulan aydın hakimiyetini göz ardı ediyor olmasıdır. İkincisi, egemenliğin sahibi ile kullanıcısının özdeşleştirilmesi ya da karıştırılıyor olması hususundadır. Zira Anayasa’ya göre egemenlik milletindir, TBMM ise millet adına egemenliği kullanan organdır. Bayar ise TBMM milletin kendisidir demektedir. Oysaki farklı olduğu öne sürülen, egemenliğin TBMM eli ile kullanılması veya yetkili organlar eliyle kullanılması her halde temsili demokrasiyi ifade eder ve her iki sistemde de milletin egemenliğini bizzat kendisinin kullanması söz konusu olmamaktadır. Üçüncü olarak ise Bayar’ın kayıtsız şartsız millet hakimiyetinden söz etmesinin Anayasa ile örtüşmediği belirtilmiştir. Anayasa’nın öngördüğü egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğudur. Bu ifadenin anlamı kayıtsız şartsız millet hakimiyetinden farklıdır. Anayasanın getirdiği formül egemenliğin herhangi bir hanedana kişi ya da zümreye ait olmadığı, kayıtsız ve şartsız aidiyetinin millete ait olduğu anlamındadır. Oysaki Bayar’a göre kayıtsız şartsız millet hâkimiyeti şeklindeki ifadenin anlamı, Millet’in kendisi demek olan TBMM çoğunluğunun egemenlik yetkisini kayıtsız şartsız kullanacağı, Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı, yargı

bağımsızlığı ve denetimi, anayasa yargısı gibi kurum ve kavramların milli iradenin tam ve serbest bir şekilde tezahürünü engeller nitelikleri nedeni ile demokrasiye ters düşeceğidir.

Ancak demokrasi sadece seçim ve çoğunluğunun yönetiminden ibaret değildir. Adalet Partisi ile 1961 Anayasası arasındaki uyuşmazlık egemenliğin kullanılış biçimi ile ilgilidir. Bu yetkinin kullanımı çeşitli organlar arasında bölüştürülmüş olup Anayasa’nın üstünlüğünün benimsenmiş olması karşısında TBMM’nin ya da oradaki çoğunluğu arkasına alan hükümetin Millet adına hareket ettiği iddiası ile dilediğince hüküm sürememesi sorun yaratmaktadır. 540

Öte yandan millet kavramı, geçmiş ve gelecekteki kuşakları içine alan soyut ve manevi bir kavramdır. İrade ise akıl ve sinir sahibi gerçek kişilere mahsustur. Buna göre “milli irade” kavramı gerçekle ilgili olmayan bir varsayımdan ibarettir. Halk iradesi kavramının daha somut olduğu düşünülse dahi onunda bir iradesi olamayacaktır. Olsa – olsa halkı oluşturan bireylerin iradesinin toplamından söz edilebilecektir. Tüm bunlara göre seçimlerde ortaya çıkan ne milli ne de halk iradesi olmayıp, sadece oy kullanmış seçmenlerin çoğunluğunun siyasi tercihi olduğu ortadadır.541

Ayrıca bir halkın kendi kendini yönettiğinin hiçbir zaman görülmediği ve görülemeyeceği vurgulanmıştır. Bu görüşe göre bütün yönetimler oligarşiktir ve zorunlu olarak az sayıda kişinin yönetimini doğurur.542