• Sonuç bulunamadı

Toplumlar erkeğin ve kadının nasıl davranması, hangi rolleri üstlenmesi ve daha ileri gidersek hangi kiĢisel özelliklere sahip olması gerektiğini belirleyerek biçimsel olan ve olmayan kurallar koymaktadır. Konulan bu kurallar kadınların belirli kalıplar dahilinde algılanmasına ve belirli ön yargılara bağlı olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır (Barutçugil, 2002: 23).

Cinsiyete dayalı ayrımcılıkta bireye cinsiyetinden ötürü adaletsiz davranılmakta ve bireyin insan haklarından yararlanması engellenmektedir.

EĢitsizliğin temelinde cinsiyete dayalı iĢ bölümü yatmakta olup bir nevi güçlünün güçsüzü ezmesi olarak da ifade edilebilmektedir. „‟…kadınlar, çoğunlukla annelik ve eĢlik gibi toplumsal cinsiyetleri ile erkekler ise mesleki unvan gibi statülerle tanımlanırlar‟‟ (Demirbilek, 2007: 13).

Esasında ayrımcılık; pozitif ve negatif ayrımcılık olarak iki baĢlıkta ele alınır. Konu gereği burada negatif ayrımcılık üzerinden konu değerlendirilmeye alınmıĢtır. Cinsiyetçi bakıĢ açısı ile kadın ve erkeklere farklı rollerin sunulduğunu buna bağlı olarak da kadının ev içi iĢler, özel alan ile erkeğinde ev dıĢı iĢler, kamusal alan ile özdeĢleĢtirilmekte olduğunu görmekteyiz. Toplumsal cinsiyete dayalı rollerin bu kadar kesin hatlarla ayrılması sonucu da „‟biz ve öteki‟‟

31 kavramları oluĢmakta ve bizden olmayan öteki için cinsiyete dayalı önyargı temelinde dıĢlanma, ayrımcılık ve Ģiddet bazen görünür bir Ģekilde bazen de gizli bir Ģekilde varlığını sürdürmektedir.

Ġnsan kadın doğmaz; sonradan olur. Ġnsan diĢisinin toplum içersindeki görünüĢünü belirleyen biyolojik, ruhsal ve iktisadi bir yazgı yoktur; erkekle kadınsı erkek denen iğdiĢ edilmiĢ cins arasındaki bu ürünü yaratan uygarlığın tümüdür. Ancak baĢkasının araya giriĢi bir bireyi öteki varlık haline getirebilir (Beauvoir, 1993: 231).

„‟ Öteki ‟‟ne karĢı oluĢan davranıĢı ifade eden ayrımcılıkta, burada öteki bir birey ya da toplum olabilir ve „‟ bizden olmayandan hoĢlanmama ‟‟ Ģeklinde ortaya çıkmakta, çok farklı Ģekillerde oluĢabilmektedir. Kimi zaman genelde olduğu gibi olumsuz davranıĢın kendisi ayrımcılık olurken kimi zamanda görünür olmayıp ayrımcılık ve ön yargı kodları gizli bir Ģekilde hayatımızda varlığını sürdürmektedir. Herkes için olan Ģeylerin kiĢiye cinsiyetinden dolayı yasak kılınması, sınırlandırılması bir ayrımcılıktır. Ġnsanlık tarihi boyunca da kadınlara, zencilere, yabancılara ve modern çağda Batılı olmayana karĢı yani ötekine karĢı ayrımcılık süregelmiĢtir (VatandaĢ, 2007: 33).

Kadınlara KarĢı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası SözleĢmesi dahilinde; „‟ kadınlara karĢı ayrımcılık‟‟ terimi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kiĢisel veya diğer alanlardaki kadın ve erkek eĢitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne olursa olsun kadınlara tanınmasını, kadınların bu haklardan yararlanmalarını veya kullanmalarını engelleme veya hükümsüz kılma amacını taĢıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı herhangi bir ayrım, dıĢlama veya kısıtlama olarak tanımlanmıĢtır.

Ön yargı, ayrımcılığa zemin hazırlar ve ayrımcılık aslında etnik, ırk temelli bir ayrımı belirtip; öteki üzerindeki duygu, düĢünce, davranıĢları ifade eder.

Ayrımcılık; öteki, bizden olmayanlardan hoĢlanmama ve dıĢlama Ģeklinde kendini gösterir. Bir kiĢiyi etnik veya kültürel kökeninden dolayı dıĢlama, iĢverenin iĢi vermede gönülsüz davranması da negatif ayrımcılığa örnektir. Ġnsanlık tarihi boyunca da birçok kiĢinin dıĢlama ve ötekileĢtirmeye maruz kaldığını görmekteyiz (VatandaĢ, 2007: 33).

32 Cinsiyete dayalı ayrımcılıkta cinsiyetler arasına sınır çizilerek, kadın ve erkeğe özgü olan ve olmayan özellikler belirlenerek bir ayrım sağlanmıĢ olur.

Cinsiyetler üzerinden farklılıklara odaklanmak iki cins arasında ön yargı ve ayrımcılığa ne yazık ki zemin hazırlamaktadır.

Avrupa Ġmar ve Kalkınma Bankası Belgesi verilerine göre; cinsiyetler üzerinden yapılan genellemelerde bir cinsin üstünlüğü Ģeklinde bir algı yaratılması; diğer cinsin öteki konumda yer almasına neden olmaktadır. Aynı zamanda bir diğer boyutta ise kadınlara karĢı ayrımcılığın yapılmasına neden olan normlardan erkeklerinde zarar gördüğünü belirtmek gerekir. Güç erkeklikle özdeĢ kabul edilmiĢ olsa da tüm erkeklerin güçlü olmadığını belirtmek gerekir.

„‟…yoksul erkekler ve azınlıklara dahil erkekler genellikle marjinalize edilmekte ve ekonomik fırsatların ve toplumsal güç yapılarının dıĢında tutulmaktadır.‟‟ Bu durumda ayrımcılığın bir baĢka boyutunu gözler önüne sermektedir.

Cinsiyete dayalı ayrımcılık ve önyargının zihinsel arka planı, toplumsal grup ve katmalarda hiyerarĢiye dayalı örgütlenmenin olmasından kaynaklanmaktadır. EĢit ve adil toplumsal örgütlenmelerde de cinsiyete dayalı ön yargıdan söz edilse de, ayrımcılık ve Ģiddete yönelik davranıĢların az olduğu ya da hiç olmadığı görülmektedir. HiyerarĢik örgütlenmenin, adaletsizliğin, güç üzerine söylemlerin fazla olduğu toplumlarda dezavantajlı gruplara yönelik ön yargı ve ayrımcılığın o derece arttığını görmekteyiz (Göregenli, 2012: 22).

Cinsiyete dayalı ön yargı ve ayrımcılığın ortaya çıkmasında, cinsiyete dayalı iĢ bölümünün birincil etkisi vardır. Ġlkel toplumdan günümüze, kadın ve erkekler için farklı görevler, alanlar olduğu görüĢü egemendir. Bir toplumda bir cinse yüklenen sorumluk baĢka toplumda baĢka bir cinse yüklenmiĢ olabilir. Batı toplumlarında çocuk bakım iĢinde erkeklerde sorumluluk almakta ya da Nambikvara kabilesinde kadınlar ev iĢlerini aĢağı görüp, avcılık yapmakta hatta savaĢmaktadırlar, çocukların bakımı ile de babalar ilgilenmektedir. Çoğu Amerikalıya göre ağır iĢ yapmak erkekler için normal olurken, farklı toplumlarda ise kadınların erkekler kadar ağır iĢleri yapmakta olduğunu görmekteyiz (Özen, 1987: 407,Akt.; Kırkpınar, 2001: 45).

33 Sonuç olarak toplumların cinsiyetlere yükledikleri anlamlara vurgu yapılmak istenmiĢtir. Cinsiyetlere yüklenen sorumlulukların geçirgenliği söz konusu ise cinsiyete dayalı ayrımcılık ve ön yargının Ģiddeti o ölçüde azalacaktır.

Dökmen erkeklerin akıllı, matematikte daha baĢarılı, atılgan; kadınların ise konuĢkan, sözel konularda baĢarılı, boyun eğici oldukları yönünde genel kabul görmüĢ farklılıkları belirtmiĢtir. Dikkat edilecektir ki farklılıklar biyolojik temelden ziyade toplumsal cinsiyete bağlı olarak serpilip geliĢmektedir (Dökmen, 2006: 155). Göregenli‟ nin de belirttiği gibi biyolojik özellik gibi kaçınılmaz durumlar ayrımcılığın nedeni değil, toplumsal hiyerarĢi içinde aĢağıda, dezavantajlı olarak konumlandırılmanın yapılması ayrımcılığı doğurmaktadır.

Ayrımcılığın yaygınlaĢtırılmasında; farklı, baĢka olanın nasıl algılandığı, farklı olandan üstün olunduğuna dair güçlü inanç, iktidarın farklı olana dair dıĢlayıcı, ideolojik söylemleri etkili olmaktadır ve yazık ki cinsiyete yönelik ön yargı ve ayrımcılık evrensel boyutta bir sorun olarak karĢımıza çıkmaktadır (Göregenli, 2012: 22).

Kadınların edilgenliği ve zayıflığı üzerine sürekli vurgu yapan yazarlardan biri olan J.J. Rousseau kız ve oğlan çocuklarının faklı yetiĢtirilmesi üzerine kaleme aldığı eserinde, kadının erkeğe haz vermesi ve tabi olması gerekliliğinden hareket ederek, kadın olmadan erkeklerin yaĢayabileceğini fakat erkekler olmadan kadınların yaĢamayacağı görüĢündedir. Kız çocuklarının bakım verici ve uysal olmayı öğrenmeleri gerektiği, kız çocuklarının eğlencesi olan oyuncak bebeklerle ilgilenmelerinde aslında kendi cinsinin zevkini tattıkları Ģeklinde görüĢlerini devam ettirmektedir. Oğlan çocuklarının hareketli ve gürültülü olduğunu, kız çocuklarının ise nazik, süslü Ģeyleri sevdiklerini belirtir. „‟Kadınların ve erkeklerin vücut, mizaç ve karakter itibariyle farklı yaratıldıklarını söyledikten sonra, erkek ve kadın için farklı terbiye yöntemleri uygulamak gerektiğini de belirtelim‟‟ (Rousseau, 2014:

225). Ayrıca kadınların „‟ güzel olmaları tek baĢına anlamsızdır; hoĢa gitmeleri gerekir. Namuslu olmaları yetmez; namuslu olduklarının onaylanmasına ihtiyaçları vardır‟‟ (Rousseau, 2014: 227). Engels‟in deyimiyle „‟aile içinde, erkek, burjuvadır;

kadın, proletarya rolünü oynar‟‟ (Engels, 1990: 79).

Wollstonecraft‟ın ifadesiyle kadınlara horgörüyle yaklaĢan, acınılası varlıklar olarak gösteren yazarlardan biridir Rousseau. Horgörü, cinsiyet temelinde yapılan,

34 aslında her türlü ayrımcılıkta temel alınması gereken bir kelimedir. Ayrımcılık temelinde ne yazık ki bir kiĢi ya da grubun kendi çizgisinin, aĢağısında olduğuna dair önyargılı düĢüncelerden beslenmektedir. Rousseau gibi daha birçok yazar geçmiĢten günümüze bu tarz düĢünceleri beslemiĢlerdir (Wollstonecraft, 2012: 120).

Susan Moller Okin, Batı Siyasal Düşüncesinde Kadınlar adlı kitabında, Mill‟

in 19 yüzyıl‟ın önde gelen feministlerinden biri olduğu ve siyasi düĢünce tarihi boyunca da kadın ve erkek üzerine biyolojik farklılıklar dıĢında eĢit olduğunu düĢünebilen çok az filozoftan biri olduğunu ortaya koymaktadır. Siyasi düĢünce tarihi boyunca „‟ site ‟‟ ve „‟ polis ‟‟ le bağlı olan kiĢi her zaman erkektir. Eflatun Devlet’ te kadınların yönetici sınıfa dahil edilebileceğini, erkek ile kadın arasındaki ayrımın, kadının doğurganlığının kontrol edilmesi ile eĢitleneceğini ileri sürmektedir.

Eflatun Yasa‟da ise kadını ev ekonomisi alanına sınırlamıĢtır. Sonrasında Aristo‟nun kadınlar hakkında görüĢleri, kadının doğal yeteneksiz ve erkekten daha aĢağı olarak nitelendirmesi, orta çağ boyunca savunulmuĢ, aydınlanma döneminde Rousseau tarafından benimsenmiĢ ve bu görüĢ günümüze kadar uzanmıĢtır (Tekeli, 1992: 36).

Engels karı-koca evliliğini kadın ve erkeğin uzlaĢması olarak görmeyip bir cinsin diğerini baskı altına alması olarak ifade etmektedir. 1846 yılında Marx ile beraber yazdıkları yayınlanmamıĢ elyazmasında cinsiyete dayalı eĢitsizliğin temelini

„‟ ilk iĢ bölümü, erkekle kadın arasında, döl verme bakımından yapılan iĢ bölümüdür‟‟ Ģeklindeki açıklamaya dayandırmaktadır. Bu cümleye ek olarak karı- koca evliliğini tarihsel bir ilerleme olarak görmekle birlikte aynı zamanda tarihteki ilk sınıf çatıĢması, erkeğin kadını baskı altına almasının nedeni olarak da görmektedir (Engels: 1990: 70-71).

Ġslam dünyasında özellikte son otuz yılda Müslüman kadın liderlerin ismini daha sık duymaya, kadın etkinliğinin geçmiĢe kıyasla günümüz dünyasında önündeki engellerin kalktığına tanıklık etmekteyiz. Üst düzey yönetim alanı; erkeklere tahsis edilmiĢ ve kadın yapısına uygun olmadığı, rekabetin ve otoriterin hüküm sürdüğü, kadına negatif ayrımcılığın uygulandığı, kadının yokluğu ile ifade edilen bir alandır.

Liderlik teorileri, liderlik üzerine anlayıĢların ne hızla değiĢtiğine tanıklık etmemizi sağlamıĢtır ve buradan yola çıkarak otokratik anlayıĢ yerini günümüzde demokratik yönetim tarzına bırakmıĢtır. Ġzleyicilerin liderden beklentileri „‟ katılımcı, iĢ birlikçi‟‟

35 gibi özelliklere doğru yönelim gösterirken aslında kadın liderliğinin önünü açmıĢ bulunmaktadır (Aslan, 2016: 3).

Pakistan‟ın seçilmiĢ ilk kadın baĢbakanı Benazir Bhutto özgeçmiĢini kaleme aldığı Doğunun kızı adlı eserine „‟ bu hayatı ben seçmedim, o beni seçti ‟‟ söyleriyle baĢlıyor. Cinsiyete dayalı ayrımcılığın kadın aleyhine iĢlediğine, kadın lider olmanın zorluğuna vurgu yapıyor.

…Hangi ülkede olursa olsun modern toplumda kadının iĢi hiç de kolay değil.

Erkeklerle eĢit olduğumuzu kanıtlamak için daha çok uzun bir yol kat etmemiz gerekiyor. Ne yazık ki erkeklerin çoğu kadınları hala zayıf ve aĢağılanabilir insanlar olarak görüyor ve kadın haklarını korumak isteyen erkekleri de baskı altına almaya çalıĢıyor (Bhutto, 2014: 6-7).

Cinsiyetler arasında aslında eĢitlikten bahsetmenin konunun anlaĢılması ve çözüme ulaĢmasında yetersiz kaldığına dair Gültekin‟ in görüĢlerinden bahsedilmiĢti.

Bhutto aslında bu duruma verilecek güzel bir örnektir. Çünkü hamilelik sürecini baĢbakanlık dönemi içinde geçirmiĢtir ve bu sebeple de her kesimden eleĢtirilere maruz kalmıĢtır. EleĢtirilerin asıl nedeni onun eril düzenin hüküm sürdüğü siyasette, güç ve otorite alanında hamileliğin onu zayıf gösterdiğine inanılmasıdır. Pakistan hükümet kurallarına göre baĢbakana doğum izni verilmemesi, doğum yaparken ve doğumdan sonra hükümetin baĢsız kalacağı, devlet iĢlerinin aksayacağı gibi sorunlarla karĢılaĢılacağı iddia edilmiĢ olsa da Bhutto tarihe „‟ baĢbakan iken anne olan ilk kadın ‟‟ olarak geçmiĢtir (Bhutto, 2014: 8-9). Aslında hamileliğin ailesel bir konu olmasına rağmen ülke sorunu haline gelmesinde, katı cinsiyet rollerinin etkisi ve sonraki bölümlerde bahsedileceği üzere siyasette eril tahakkümün, erkek devlet varlığının ve temelinde de cinsiyete dayalı ayrımcılığın olduğunu görmekteyiz.

2.1.1- Sosyal DıĢlanma

Sosyal dıĢlanmada bireyin toplumla bütünleĢmesi noktasında ekonomik, politik, sosyal, kültürel sistemlerden yoksun kalması ve toplumdan dıĢlanması süreci ile ifade edilebilir. Bu sebeple de dıĢlanmanın yoksulluk ile derin bir bağlantısı bulunsa da sadece ekonomik değil, toplumsal bir sorundur. „‟..sırf kadın oldukları için bunu yaĢayan, sadece cinsel tercihleri, etnik- ırksal özellikleri diğerlerinden farklı diye bu ayrıma maruz bırakılanların sayısı düĢük değildir. Bu da bize tek

36 baĢına yoksulluğun, sosyal dıĢlanmanın etkili faktörü olmadığını göstermektedir‟‟

(Hekimler, 2012: 20).

„‟Sosyal dıĢlanma, yalnızca ekonomik göstergelerle ölçülemeyecek bir durumdur ve bireylerin toplumdaki diğer kiĢilerle olan etkileĢimlerini, bu kiĢilerin toplumda kendilerine olan bakıĢ açısını nasıl algıladıklarını da kapsamaktadır‟‟

(AktaĢ, 2014: 12).

Kadın - erkek eĢitliği konusunda kadının dezavantajlı konumunu genel kabul gören bakıĢ açısından hareketle, aslında kadınında bu durumu kabul etmekte ve kullanmakta olduğunu görebiliriz. Bu durum siyasette kadının toplumsal cinsiyet rollerine bağlı kalarak ve aslında sosyal dıĢlanmanın bir sonucu olarak „‟ bacı ‟‟ ve

„‟ana ‟‟ imgelerinin kullanılarak siyaset yapılması olarak karĢımıza çıkmaktadır.

Kadının sosyal dıĢlanmaya maruz kalmasının birincil sebebi, geleneksel anlayıĢa dayalı olarak eĢ ve annelik görevleriyle sınırlanmasıdır. „‟Erkeklerle kadınların eĢitsizliği geleneksel ailesinin doğasından gelen bir durumdu‟‟ (Giddens, 2000: 69).

Anneliğin önemli ve kutsal atfedilmesi, çocuk sahibi olmanın ve yetiĢtirmenin sadece kadının sorumluluğunda olduğunu kabul eden anlayıĢ günümüzde dahi hüküm sürmektedir. Bu durum kadının toplumsal yaĢamdaki varlığını engelleyerek; ekonomik, kültürel, politik alanların dıĢında kalmaya ve bu alanlarda yeterli donanıma sahip olamayarak sosyal dıĢlanmaya maruz kalmasına neden olmaktadır. Bu sebepledir ki erkek ve kadın için eĢit fırsatlardan bahsetmek söz konusu olamamaktadır. Ve yine bu sebepledir ki dezavantajlı konumda ki kadının konu gereği siyasette, bürokraside, eğitimde, ekonomide varlığı/ yokluğu tartıĢma konusu olagelmiĢtir.

Birey kavramı, insan türünün iki cinsi arasında herhangi bir ayrım belirtmeksizin kapsar. Aslında cinsler arasındaki ayrım, dünyanın ve Adem ile Havva‟nın ilk insanlar olarak yaratılıĢı ile baĢlamaktadır. Bu yaratılıĢlar aslında kadın ve erkek ayrımı yaparak farklılığa vurgu yaparken aynı zamanda eĢitliksiz düĢünce ve görüĢlerin zeminini hazırlamıĢlardır. Sonuç olarak da kadının ikinci sınıf insan muamelesi görmesi normallik kazanmıĢtır. Bu normallik insan haklarına, gerçeklere, bilimsel görüĢlere ters düĢmektedir (Eroğlu, 1990: 286).

37 Aynı Ģekilde konuyla paralellik gösteren, yani eĢitliksiz düĢünce ve görüĢlerin sonucu olarak ortaya çıkmıĢ atasözlerini ya da toplumca kabul görmüĢ sözleri incelediğimizde de durum daha netlik kazanacaktır. „‟Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin‟‟, „‟kızını dövmeyen dizini döver‟‟, „‟ saçı uzun aklı kısa ‟‟, „‟ kız kocaya oğlan hocaya ‟‟,‟‟ on beĢinde kız, ya erde gerek ya yerde ‟‟,

„‟ eksik etek ‟‟… Bu tarzda cinsiyetçi tutuma bağlı olarak daha birçok Ģey ne yazık ki yazılabilir. Bu ifadelerden kimisi Ģiddeti kimisi töre cinayetlerini kimisi de kadın aklının erkek düzeyinde olamayacağına vurgu yapmaktadır. Bu cinsiyetçi tutumların kadına değer verilmemesi, sözünün dinlenmemesi gerektiği, kısaca açık bir Ģekilde kadını tanımadığı ve dıĢladığı ortadadır.

Daha öncesinde cinsel kimlik ve cinsiyet rolleri kavramlarının birbirinden farklı olup zaman zaman çeliĢebilmekte olduğundan bahsedilmiĢti. Konu ile ilgili örnek verilmek istenirse, LGBT‟ li bireylerde çeliĢen bu kavramlar toplum içinde yer almalarını zorlaĢtırmaktadır. Çünkü toplum, toplumsal kontrole bağlı olarak; rollerin, sınırların iç içe geçmesine karĢıdır, cinsiyetler arası geçirgenliği hoĢ karĢılamaz ve bu sebeple de bu durum LGBT‟ li bireyleri nefret saldırılarının hedefi haline getirmektedir. Ayrıca Dünya ve Türkiye genelinde LGBT bireylerin intihar oranlarının oldukça yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum toplumun cinsiyet rolleri konusunda hassasiyetini gözler önüne sermektedir.

Tüik 2014 verilerine göre intihar eden kiĢilerin %52.9‟ unun intihar nedeni tespit edilemezken, 2013 de bu oran %54.1‟dir. Ġntihar nedenleri arasında 2013 yılında ilk sırada %16.1 ile hastalık, %9.3 ile aile geçimsizliği, %6.8 geçim zorluğu görülürken, 2014 yılında hastalık %17.9, aile geçimsizliği %9 ve geçim zorluğu

%8.4 olarak intihar nedenleri yüzdelik olarak belirlenmiĢtir. Burada sosyal dıĢlanma konusuyla alakadar olabilecek kısım tespit edilemeyen intihar vakalarındır.

Toplumun çoğunluğundan farklı cinsel yönelimlere sahip olan LGBT gençlerin yapılan çalıĢmalarda intihar oranlarının, heteroseksüel gençlere kıyasla daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.