• Sonuç bulunamadı

Bitlis Hakimi Şeref Han’ın Şah Tahmasb’a ve Azerbeycan Valisi Ulema

Irak, konumu itibariyle zayıf bir durumdaydı. Ülkenin en büyük şehri, Bağdat idi ve idare acemlerin elinde bulunuyordu. İranlı Tekeli Mehmet Han, Bağdat’ın hükümdarı idi. Bu nedenledir ki Sultan, Bağdat’ın fethi için bir sefer düzenlemeyi çok arzu ediyordu. Bu bağlamda Ulama Beyi, vezir sadrazam paşayla beraber Musul’a gönderdi ve bölgeyi feth ettiler119.

Ardından Ulama Bey, kabilesinden bazı adamları bölgedeki Tekelü kabilelerine göndererek sultana itaat ve bağlılıklarını ilan etmeye çağırdı. Bağdat’ı, karşı koymadan teslim etmeleri gerektiğini tavsiye ediyordu. Ancak onun bu tehditle karışık tavsiyeleri bir işe yaramayınca halkına, akıllarını çelip sultanın tarafına çekmek için meseleyi güzel güzel anlatmaya çalıştı.120

Bitlis hükümdarı Şeref Han, sultana başkaldırdığını ilan etti ve Şah Tahmasb’a bağlılığını bildirdi. Nitekim Tebriz Hükümdarı Ulama Tekeli, Tebriz Hükümeti’ni ele geçirene kadar İran’da görev almıştı. Bu yıl girince Şah Tahmasb’tan tarafından bir endişeye kapıldı ve Rum diyarına kaçıp sultana sığındı. Sultan kendisini güzelce karşıladı. Bitlis’i kendisine verdi ve Diyarbakır askeriyle kendisine destek oldu. Ardından Şerif Han ile savaşmaya gönderdi. Aralarında şiddetli bir savaş oldu. Ulama Tekeli, Şerif Hanı öldürdü; ordusu, Bitlis’i ele geçirdi. Şerif Han’ın tebaasından birçoğunu katletti. Bu olay da aynı şekilde doğuya yönelmeye bir sebep oldu121.

Mehmet Han ise bu ikna çabaları ile hiç ilgilenmedi ve bütün gelişmelere karşı hazırlıklı olup çatışmaya niyetli olduğu mesajını verdi. Bu sıralar Tekeli kabilesinde

118 Abbas, El-Azzavi, Mevsuatü Tarihü’l- Irak Beyne İhtilaleyn, Ed-Darü’l -Arabiyetü li’l-Mevsuat, C.4,

s.29; Müneccimbaşı, Sahaifu’l-Ahbar, Ter. N. Ahmed, C.III, s.489; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.II, s.349; Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, s.128; Kılıç, Remzi, a.g.e., s.153.

119 İbcioğlu, Nahçıvan Seferi, s.46; Abbas, el-Azzavi, Mevsuatü Tarihü’l- Irak Beyne İhtilaleyn, s.26-27. 120 Abbas, el-Azzavi, Mevsuatü Tarihü’l-Irak Beyne İhtilaleyn, s.27.

İbn-i Gazali, Bağdat Valisine, Sultanın bölgeye doğru harekete geçtiğini haber veren bir mektup getirdi. Mektupta kendisi ve beraberinde olanları kurtarmak için şehirden ayrılıp derhal İran’a gelmesi tavsiye ediliyordu. Bunun üzerine Mehmet Han, yardımcılarını toplayıp onlara durumu anlattı. Mesele görüşüldükten sonra Tekeli Kabilesi, İran’a gitmeyi kabul etmedi ve bağlılığını bozdu. Onunla hemfikir gruptan bin kişi kadarı da Şah’ın kentine gitmenin zaruri olmadığı görüşünde idiler. Mehmet Han, meseleyi kara kara düşünmeye başladı. Zira Şah, bir kez daha mektup göndererek ellerini çabuk tutmalarını isteyecek olursa, işler daha sarpa saracaktı. Şah’ın yardımcısı, beklenen o mektubu getirdi ve Mehmet Han, daha fazla dayanamadı; özellikle Sultanın bölgeye ulaşıp ordusuyla beraber hudutları silip süpürdüğü ve Hanekin mevkiini geçtiğine dair sağlam haberler alınca şaşkınlığı daha da arttı. Tekeli Kabilesi’ni topladı; onlarla tekrar müzakere edip elinden geldiği kadar onlara öğüt vermeye çalıştı. Onları, kendisiyle birlikte şehirden ayrılıp Şah’a katılmaya çağırdı, ancak hiçbirinden olumlu bir cevap alamadı. Şah’ın yardımcılardan yaklaşık yedi yüz hane, onun bu teklifini kabul etti ve emre uyarak onunla birlikte çıkmaya hazırlandı.

Mehmet Han, Tekeli kabilesine karşı ısrarcı olmaya devam edince üç yüz kadar kişi, ona karşı ayaklandı. Onu düşman kesilip çarpışmaya hazırlanmak için Köprü’nün yakınlarında bulunan kaleye sığındılar ve pusuya yattılar. Mehmet Han, başta onların evlerini tahrip edip ailelerini ve irtibatlı oldukları kişileri katletmek istiyordu. Kabileye saldırıp bir ders vermeyi umuyordu. Ancak Seyyid Mehmed Kamuna, ona karşı çıktı ve aralarında anlaşmazlık çıktı. Bunların tek amacı, Mehmet Hana muhalefet edip sözünü dinlememekti. Onun içindir ki ayak diretmeye devam ettiler ve Mehmet Han’ın amacına ulaşmasına izin vermediler. Artık Mehmet Han’ın bir umudu kalmamıştı. Kendisini bu çıkmazdan kurtaracak iyi bir önlem bulamayınca yaptıklarına pişman oldu. Halka, Şah’a gitmek fikrinden cayıp sultana meyyalmiş, sanki ona itaat ediyormuş gibi göstermelik bir tavır takındı. Bu gelişmeler üzerine Tekeli Kabilesi’nden bir grup adam, Bağdat’ın anahtarlarını teslim edip kendisine itaatlerini arz etmek üzere alelacele Sultan Süleyman’a gittiler. Sultan Süleyman’a gidenlerin hepsi üst tabakadan söz sahibi kimselerdi. Mehmet Han, işin bu dereceye vardığını görünce eskiden olduğu gibi hükümdar kalıp da makamını koruyabileceğine dair bir umudu kalmadı. Zira sözü edilen kimseler, kendisini alt etmişlerdi artık. Ve Mehmet Han, koltuğunu kaybetti. En

iyisi, kendisine tabi olan kimselerle beraber köprüyü geçip Basra yolundan Şah’ın memleketine doğru yola çıkmak olduğunu düşündü.122

Kanûnî Sultan Süleyman'ın İran’a yaptığı seferin birçok nedenleri bulunmaktadır. Bazı kaynaklar bu seferin sebebinin, Bağdat’ta vali olarak görev yapan Zülfikar Han’ın Bağdat’ın kilitlerini Kanunî’ye ulaştırmak istemesi ve bunun sonucu olarak da Zülfikar Han’ın şehit edilmesi olduğunu belirtmişlerse de bu doğru olamaz. Daaha doğrusu tek gerekçe olarak bu gösterilemez. Bu seferin gerçekleştirilmesinin en önemli sebeplerinden biri de Bitlis’i yöneten Şeref Han’ın İran'a sığınması ve Azerbaycan’ın ileri gelenlerinden Tekeli Ulama Han’ın, Kanunî idaresşinde bulunan Osmanlı Devleti'ne sığınması hadisesidir denilebilir.123

Osmanlılar sınır boylarında bulunan valilerden çokza zarar görüyorlardı. Gerek Osmanlı tarafında ve gerekse Şii-Safevi Devleti tarafında yer alan hudut valileri fırsat buldukça isyan ediyordu. İşin garip tarafı, İran’dan Osmanlı’ya iltica eden valişler tek başlarına sığınırlarken, Osmanlı Devleti’nden İran'a sığınan Kürt ve Türkmen beyleri tüm askerleri ve maiyetleriyle birlikte iltica ediyorlardı. Bununla birlikte arazzilerini de İran şahlarına bir bakıma hibe eddiyorlardı.124

Şeref Han, Şii-Safevi propagandasından etkilendi. Bitlisi İran'a teslim ederek karşılığında Azerbaycan hükümetini elde etmeyi amaçlıyordu. Aslında kendisi Teke ili (Antalya) Türkmenlerinden olduğu halde, Osmanlı Hükümdarı’nın vermiş olduğu tımarı Ulama Han Tekeli terkedip Safeviler tarafında yer aldı.125

Azerbaycan Emiru’l-Ümerâsı olarak görevli Tekeli Ulama Han’ın, bu esnada yanında yedi bin atlı askeri bulunmaktaydı. Bu sırada Tekeli Boyu mensubu bulunan Şah’ın başveziri olarak görev yapan Çuha-Sultan’ın, İsfahan’da yer alan yaylardan biri olan Kendiman yaylasında, Şamlu Hüseyin Han tarafından katledilmesini fırsat telakki ederek şahsını vezirlik makamına getirtmeyi arzulamıştı. Ulama Han, Şah ile savaşmak

122 Nazmi Zâde, Gülşen-i Hulefâ, s.2-61.

123 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.II, s.349; Kılıç, a.g.e., s.154.

124 Murteza, Nazmi-Zade, Gülşen-i Hulefa Bağdat Tarihi 762-1717, Tahlil ve Metin Tenkidi Mehmet

Karataş, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s.61.

125 Danışment, a.g.e., C.II, s.159; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.II, s.349; Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas

istemesine rağmen çevresinde Şah’ın karşısına çıkabilecek kadar bir askerî güç elde edemediğinden, Şah’ın üzerine gönderdiği askerlere engel olamadı ve Van Kalesi’ne geri çekildi.126

Şah Tahmasb ile yaptığı mücadele esnasında beraberinde bulunan kişiler Şah’a iltica etti. Bizzt kendisi de Güvercinlik Kalesi’ne geldi. Diyarbakır Beylerbeyisi Hüsrev Paşa’ya elçi olarak Kethüdası Veli Can Bey’i gönderdi. Diğer taraftan Kanunî Sultan Süleyman’dan ilticâ talebinde bulunmuş, bu talebin kabul görmesi üzerine İstanbul’a çağrılmıştı. Köszeg Muhasarası’ndan önce Kanunî tarafından huzura kabulü sonucu Alman Seferi’ne (1532) katılma imkanı elde etmiş oldu.127

Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasındaki Irakeyn Seferi’ni hazırlayan en önemli sebeplerin başında, daha önceden de üzerinde durulduğu üzere Ulama Han’ın Osmanlı’ya, Şeref Bey’in de İran’a ilticaları yer almaktadır. Şeref Han’ın İran’a 938/1531 tarihinde kaçması sonucu Bitlis Sancağı Ulama Paşa’ya tevdi edilmişti. Mu esnada Ulama Paşa’ya yardım etme konusunda Diyarbakır, Dulkadır (Maraş), Karaman (Konya) ve Rûm (Sivas) Beylerbeyileri’ne talimat gönderilmişti. Böylece Ulama Paşa’nın yanına verilen askerleri birliklerle birlikte İstanbul’dan Anadolu yakasına ulaşıp, oradan da Diyarbakır tarafına doğru yürümesi sağlanmıştı.128

İran Seferi ve Bağdat’ın fethi konusunda Kanunî’yi ve İbrahim Paşa’yı iknâ etmeyi başaran kişi olarak Ulama Paşa gösterilmektedir. Ulama Paşa Diyarbakır’da tedariklerini gören Fil-Yakub Paşa ile birlikte 938/1532’de Bitlis’i muhasara edip Bitlis Kalesi’ni toplarla dövmeye başlamışlardı. Bu esnada Şeref Han, Safevîler’den aldığı kuvvetle düşmek üzere olan Bitlis’e yardıma geldi. Ayrıca Şah Tahmasp’ın da büyük bir ordu ile Ahlat’a yaklaştığı haberi her tarafa yayılmıştı. Bunu duyan Fil-Yakub Paşa

126 Danışment, a.g.e., C.II, s.159; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.II, s.349; Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas

Ellerini Fethi, s.128; Kılıç, Remzi, a.g.e., s.155.

127 Gökbilgin, “Süleyman I”, İ,A., C.XI, s.116; Kütükoğlu, “Tahmasb I” , İ.A., C.XI, s.638; Uzunçarşılı,

Osmanlı Tarihi, C.II, s.349; Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, s.128; Kılıç, a.g.e., s.156.

128 Danışment, a.g.e., C.II, s.159; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.II, s349; Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas

ve Ulama Paşa kuşatmayı kaldırıp, Diyarbakır’a çekildiler. Bu arada Şeref Bey ve Şah Tahmasb askerleriyle birleştiler. 129

Ahlat’ta Şeref Bey Şah’a kıymetli, hediyeler ssunması yanında bir de güzel bir ziyafet vermiştir. Şeref Beyin yaptıklarından son derece menun kalan Şah’da onu mevkice yükselterek, 21 Eylül 1532’de yazdığı bir fermanla ‘Şeref Han’ ünvanı ile ‘Kürdistan Beylerbeyliği’ne getirmiştir. Bitlis Eyâleti’ne Ahlat, Muş, Hınıs ve bazı yerler bağlanmıştır. Şah Tahmasb’ın yaptığı bu davranışlar, Osmanlıları kızdırmış ve sonuçta İran’a karşı savaş açılmasına neden oluşturmuştur.

Şah Tahmasp, Kanunî’nin Avrupa ile meşgul olmasından istifade ederek hem Bağdat, hem de Bitlis girişiminde çok önemli iki başarı elde etmiştir. Netice olarak onun bu hareketi Safevî-Osmanlı Savaşı’nın çıkmasına yeterli sayılmıştır.

129 “Şah Tahmasp; 26 Zilhicce 919’da (22 Şubat 1514) İsfahan yakınlarındaki Şahâbâd’da doğdu. Safevî

Devleti’nin kurucusu Şah İsmâil’in en büyük oğludur. Henüz iki yaşındayken lalası Türkmen Emîr Han Musullu ile birlikte Horasan’a gönderildi ve altı yıl orada kaldı. 1521 baharında lalası ile beraber geri çağrıldı, yerine kardeşi Sâm Mirza yollandı. Bundan sonra babasının yanından ayrılmadı. Şah İsmâil’in vefatı üzerine henüz on yaşında iken tahta çıktı (19 Receb 930/23 Mayıs 1524). Saltanatının ilk yılları güçlü kabilelerin iktidar mücadelesiyle geçti. O sırada doğuda Özbekler, batıda Osmanlılar tarafından baskı altına alınmış durumdaydı. Emîrülümerâlık makamına tayin edilen Dîv Sultân-ı Rûmlû’nun iktidarı tamamıyla ele geçirmesi diğer kızılbaş kabileleri arasında oymakçılık taassubunun meydana çıkmasına sebep oldu ve iktidar mücadelesi alevlendi. Şah Tahmasb, güçlü kabilelerin mücadelesine şahit olduktan sonra yavaş yavaş idareyi eline almaya başladı. Özellikle Hüseyin Han Şamlû’nun 1533’te öldürülmesinin ardından tam anlamıyla duruma hâkim oldu. Tahmasb’ın Osmanlılar’la olan mücadelesi ise iç buhranların bir parçası olarak gelişme gösterdi.

Şah Tahmasb kaynaklarda uzun boylu, uzunca yüzlü, açık tenli, ak sakallı olarak tanımlanır. Malî konularda cimrilik derecesinde titiz olduğu, zaman zaman maliye defterlerini bizzat kontrol ettiği, savaşlar ve aşırı vergiler yüzünden halk arasında derin bir hoşnutsuzluğun bulunmasına rağmen onun kişiliğine karşı aşırı bir güven duyulduğu bilinmektedir. Orduya on dört yıl maaş vermediği halde hiçbir şikâyetin vâki olmadığı nakledilir. Sofu bir dindar olarak aşırı eğlenceyi, afyonu ve şarabı yasaklatmıştı (1533). Melankolik bir kişiliğe sahipti ve rüya yorumlarına önem verirdi. 1565’te ülkede bütün vergileri kaldırması yine bir rüyasının etkisiyle olmuştu. Uzun saltanatı boyunca bizzat katıldığı iki büyük savaştan ilki Seksencik mevkiinde Ustaclular’la, diğeri Rûdicâm’da Özbekler’le yapılmıştır. Osmanlılar’ın Irakeyn Seferi ve Azerbaycan’a yaptıkları saldırılarda onlara karşı koyacak bir ordu toplayamadığından savaşa yanaşmayıp her durumda Osmanlılar’ın bölgeden çekilmesini beklemiş, bu suretle elden çıkan yerleri geri alma imkânı bulmuştu. Babasının dinî düşünce ve uygulamalarını normalleştirmiş, Ca’ferîliği hâkim kılmaya çalışmıştır. Kendi yazdığı Teẕkîre’de de belirttiği gibi Osmanlılar’la iyi geçinmeyi esas almış, Kanûnî’den daima iyi sözlerle bahsetmiştir. Vefatında dokuz oğlu ile sekiz kızı hayattaydı. Oğullarından Haydar’ın ve Mustafa Mirza’nın katlinden sonra II. İsmâil ve Muhammed Hudâbende şah olmuş, diğer oğulları Süleyman, Mahmûd, İmamkulu, Ali ve Ahmed, II. İsmâil tarafından öldürülmüştür. Tahmasb’ın Tebriz ve Meşhed surlarını tamir ettirdiği, Kazvin’de saray, cami ve hamam, Kum’da medrese, Sultâniye ile Zencan arasında bir ribât yaptırdığı bilinmektedir. Cülûsundan 966 (1559) yılına kadar İran’da cereyan eden olayları anlattığı Teẕkire adıyla bir hal tercümesi kaleme almıştır. ” (Gündüz, Tufan, Tahmasb md., TDV İslâm Ansiklopedisi, C.39, s.413-415).

Kanunî bir türlü Şii-Safevî Şah’ı Tahmasb’a karşı harekete geçemiyordu. Bunun temel sebeplerinden biri Batı’da Macaristan Kralı ve Alman İmparatoru ile savaşmak zorunda olmasıydı. 25 Nisan 1532’de de tekrar Alman Seferi’ni düzenlemek mecburiyeti hasıl oldu. Bu arada Ulama Paşa, bir taraftaan İbrahim Paşa’ya Kızılbaş beylerinin ekserisinin yanında yer aldığını belirtirken, diğer taraftan İstanbul’a gönderdiği elçiler vasıtasıyla Safevî topraklarının fethedilmesi gerektiğini lanse ediyor ve hatta teşvik ediyordu.130

Deli Menteşe diye isimlendirilen saygın bir İran şahıs da Ulama Paşa gibi, Kanunî’ye gönderdiği mektuplarla İran’ın fethine davet ediyordu. Bu mektuplardan birinde, ‘Safevîler arasında birlik yoktur, Osmanlı Sultanları Padişahı İslâm’dır, ben de askerimle bu yolda başımı fedâya hazırım…’ vs. şeklinde istirhaamda bulunuyordu.

Diğer taraftan Bitlis’e çok yakın mesafede bulunan Hizân Kalesi’ne Bitlis Beylerbeyi Şeref Han’ın saldırı haberi üzerine Ulama Paşa maiyetindeki askerleriyle ansızın Şeref Han’a hücum etmesi sonucu çok şiddetliçatışmalar meydana gelmiştir. Şeref Han’ın ordusu büyük bir bozguna maruz kalmış, sonuçta hem Şeref Han’ın ve hem de komutanlarının başı kesilmiştir. Bu savaş sonrası Bitlis ve çevresini fetheden Ulama Paşa konu hakkında İstanbul’u bilgilenddirmiştir.

Doğu sınırlarını güvensiz kılan bu gelişmeler, Bağdat ve Bitlis Eyaletleri’nin durumu, bir bakıma Osmanlıları İran üzerine sefer düzenlemeye mecbur etmiştir. Bu seeferin temel hedeflerinden biri, bölgede çıkan ayaklanmaları bertraf edereki bunları teşvik eden Safevî Şah’ına karşı savaşmak ve onlara unutamayacakları güel bir öğüt vermektir.131

Safevî hanedanına destek veren Türkmen aşiretleri Şah İsmail‘in132 vefatından

sonra kendi aralarında bir yetki veya gövde gösterisine giriştiler. Ayrıca devlette Pers

130 Danışment, a.g.e., C.II, s.159; Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, s.129; Kılıç, a.g.e., s.158. 131 Danışment, a.g.e., C.II, s.159; Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, s.129; Kılıç, a.g.e., s.159. 132 “Şah İsmail; 25 Receb 892’de (17 Temmuz 1487) Erdebil’de doğdu. Babası Safevî tarikatının şeyhi

Haydar, annesi Uzun Hasan’ın kızı Âlemşah Halime Begüm’dür. Ebü’l-Muzaffer Bahâdır el-Hüseynî unvanıyla anılır. İran’da Şiîliği resmî ideoloji haline getirerek yeni bir devlet kuran Şah İsmâil’in çocukluk yılları zorluklar içinde geçti. Henüz bir yaşında iken babası Şeyh Haydar, Şirvanşahlar’la giriştiği mücadelede Akkoyunlular tarafından öldürülünce kardeşleri İbrâhim, Ali ve annesiyle birlikte

unsurlarıyla tartışmaya başladılar. Birbirine rakip Türkmen kabileleri arasında bile, 1526’da bir iç savaş ortaya çıkmıştı.133

10 Şubat 1515 tarihinde dünyaya gelen Tahmasb, 23 Mayıs 1524 tarihinde134 Şah

İsmail’in vefatı üzerine, daha 10 yaşında iken tahta geçti. Şah Tahmasb, rüşte erişinceye kadar Kızılbaş emirlerinin elinde kalmıştır.135 Türkmen aşiretleri, yeni Şah’ın yaşının

küçük olmasından istifade ederek, Safevi topraklarının bazı yerlerini ellerinde tutuyorlardı. Sayıca kalabalık olan Ustacalular Azerbaycan, kısmen Irak-ı Acem ve Kirman, Şamlular geleneksel yurtları olan Horasan (özellikle Herat ve çevresi) Tekelüler İsfahan, Hemedan ve Irak-ı Acem, Musullular Bağdat, Dulkadirliler Fars, Rumlular Azerbaycan ve Arran, Kaçarlar Gence, Afşarlar Kûh-ı Gilûye bölgelerinde bulunuyorlardı.

İstahr Kalesi’ne hapsedildi. Burada yaklaşık dört yıl gözetim altında tutuldu. Akkoyunlu Sultan Yâkub’un ölümünden sonra tahta geçen Rüstem Bey kardeşi Baysungur’a karşı Safevîler’in desteğine ihtiyaç duyduğundan İsmâil’i ve kardeşlerini Tebriz’e getirtti. Ancak Baysungur’un bertaraf edilmesinin ardından Safevî tarikatının başına geçen Sultan Ali’yi öldürttü (899/1494). Bunun üzerine Safevîler küçük yaştaki İsmâil’i kendilerine şeyh olarak kabul edip onu Erdebil’e kaçırdılar. Ancak Akkoyunlu takibi burada da devam edince önce Reşt’e, daha sonra Gîlân Valisi Kârkiyâ Mirza Ali’nin davetiyle Lâhîcân’a götürdüler. İsmâil, Lâhîcân’da bölgenin ileri gelenlerinden Kadı (Muallim Sadr) Şemseddin Lâhîcî’nin yanında Farsça, Arapça, Kur’an, tefsir ve İsnâaşeriyye Şîası usulünü, kızılbaş reislerden savaş tekniklerini öğrendi. Bu esnada Karacadağ, Tuman Mişkin ve Anadolu’da yaşayan kızılbaş Türkmenler grup grup gelerek İsmâil’i ziyaret ettiler.

Şah İsmâil’in sağlam vücutlu ve kuvvetli bir kişi olduğu belirtilir. Diğer kızılbaşlar gibi o da sakalını tıraş edip sadece bıyık bırakırdı. Avcılığa meraklı ve iyi okçuydu. Kendilerini yolunda ölmeye adamış kızılbaşlar ona tam bir itaatle bağlı bulunduğundan her vesile ile adını anarlardı. Mührü “Z” şeklinde ve yarım ceviz büyüklüğünde olup ortasında kendi adı, etrafına da on iki imamın adları kazınmıştı. İran’da on iki imam Şîa’sının tesisi konusunda kararlı bir yol izlemiş, yerli Şiî ulemâsının yanı sıra Cebeliâmül, Kûfe ve Bahreyn’deki Şiî ulemâsını İran’a davet ederek fıkhî meselelerde ortaya çıkacak problemleri gidermeye ve İsnâaşeriyye Şîası’nın esaslarının belirlenmesine çalışmıştır. Böylece kızılbaşların ve sûfîlerin dinî anlayışında köklü değişiklikler yapmıştır. Bu yeni mezhebe girmeye gönüllü olmayanlara karşı çok acımasız davranmış, böylece İran’ın neredeyse tamamen Şiîleşmesini sağlamıştır. Irak ve Meşhed’deki Şiî imamlarının türbelerini tamir ettirmiş, imamzâdeler için türbeler yaptırmış, on iki imam adına sikkeler kestirmiştir. Fırat ırmağından Necef’e su getirtmiştir. Ordu ve eyalet idaresi kızılbaş Türkmen reislerine, bürokrasi daha çok Farslar’a bırakılmıştır. Bu dönemde fıkıhta Muhakkık Kerekî, bürokraside Emîr Zekeriyyâ-yı Tebrîzî, Mahmûd Hân-ı Deylemî, Kadı Şemseddîn-i Lâhîcî, Emîr Necm-i Reştî, Emîr Necm-i Sânî, Mîr Seyyid Şerîf-i Şîrâzî ve Şemseddin İsfahânî önemli şahsiyetlerdir. Öte yandan kadîm İran geleneğinde var olan, şahın hem dinî hem siyasî otoriteyi elinde bulundurma anlayışını yeniden canlandırmıştır. Şah İsmâil “Hatâî” mahlası ile Türkçe ve az sayıda Farsça şiirler yazmıştır”. (Gündüz, Tufan, Şah İsmail, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.38, s.256) .

133 İsmail Safa Üstün, “İran (Safevîlerden Günümüze Kadar)”, DİA, İstanbul, 2000, C. 22, s 401; Babak

Javanshir, İran’daki Türk Boyları ve Boy Mensubu Kişiler (Safevî Dönemi I. Şah Tahmasb

Hâkimiyetinin Sonuna Kadar 1576), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007, s. 211.

134 19 Recep 930 (23 Mayıs 1524 Pazartesi Biçi (Maymun Yılı). Bkz. İskender Bey Türkmen, a.g.e., C.1,

s.45.

Eski yerel sülaleler de Şirvan, Gilân, Mazenderân ve Lûristan bölgelerine sahipti.136 Türkmen aşiretlerinin verdikleri mücadele neticesinde Safevi ülkesinde merkezî idare sarsıldı. Ayrıca Kızılbaş ümera arasında bozulmalar oldu. Önceleri bir mürit olarak itaat eden emirler mevki, servet ve makam görünce eskisi gibi itaat etmemeye başladı. İstedikleri olmayınca isyan edip Osmanlı Devleti’ne sığınmaya başlamışlardı. Ustacalu, Rumlu, Tekelü, Şamlu, Avşar ve Zülkadir aşiretleri arasındaki kanlı rekabet ve mücadele, Şah Tahmasb’ın 1531 yılında gerçekleştirdiği kıyımından sonra son bulmuştur.137

Diğer taraftan Osmanlılar, Safevîlerin Azerbaycan Valisi Ulama Han ve daha sonra Elkas Mirza’nın İran’dan Osmanlı’ya iltica etmesi ve buna karşılık Osmanlılara tâbi Bitlis Han’ı Şeref Han’ın Safevîlere sığınması ve ayrıca kendi memleketlerinde görülen Kızılbaş ayaklanmaları gibi sebeplerle Kanûnî Sultan Süleyman liderliğinde Azerbaycan, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap’a üç defa sefer düzenmiştir. Sonuçta buraların bir kısmını tahrip ve bir kısmını da ele geçirilmiştir.138

Ulama Han Şah Tahmasb’a isyan etti ve Kanunî Sultan Süleyman’a sığındı. Bu durum İran seferi açılmasına yol açtı139 ve ve 1533 yılında Veziriazâm İbrahim Paşa