• Sonuç bulunamadı

Bilim, Yükseköğretim ve Üniversite Kavramlarının Tanımı ve Amaçları 16 

Çalışmanın bu alt bölümünde üniversite kavramının çerçevesini çizebilmek amacıyla gerekli olan bazı kavramlar tanımlanmıştır. Bu kavramlar, “üniversite” ve üniversitenin varlık nedeni olarak görülen “bilim” ve üniversitenin, içinde varlık kazandığı “yükseköğretim” kavramlarından oluşmaktadır.

Ahmet Cevizci (2000) bilim kavramını: “Dış dünyaya, nesnel gerçekliğe ve bu gerçeklikte yer alan olgulara ilişkin, tarafsız gözlem ve sistematik deneye dayalı zihinsel etkinliklerin ortak adı” olarak tanımlamaktadır (ss.143-144). B. Russell bilimi; “Gözlem ve gözleme dayalı uslama yoluyla önce dünyaya ilişkin olguları, sonra bu olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası” olarak tanımlar (aktaran, Çüçen, 2000, s.177).

Cevizci (2000) bilimin üç bakımdan değerli olduğunu öne sürmektedir. Bu değerler; bilimin teknoloji aracılığıyla bireysel ve toplumsal yaşantımıza büyük yarar sağlaması, insana kattığı entellektüel değer ve insanın belli bir dünya görüşü oluşturmasını, belli ilkelere göre düşünmesini sağlayan bilimsel bir zihniyet kazandırmasıdır. (s.147). Benzer şekilde, Karasar’da (2009) bilimin anlama, açıklama ve kontrol işlevlerinden söz eder (ss.8-10).

17

Bilimler uğraş konularına göre kuramsal ve uygulamalı bilimler olarak ikiye ayrılmaktadır. Kuramsal bilimler, gerçek dünyada karşılığı olan olguları inceleyen fizik, kimya, vb. dallardan ya da duyusal-deneysel karşılığı olmayan mantık ve matematik gibi bir alan iken, uygulamalı bilimler tıp, mühendislik gibi doğrudan insan yararına olan alanlardan oluşmaktadır (Arda, 1997, ss.95-96). Nejat Bozkurt (2003), bu ayrımın, pratik-faydacı bir başarı anlayışını ortaya koyan “mühendislik bilimi” olarak teknolojinin gereğinden fazla yüceltilerek, düşünsel özünden uzaklaşmasına ve insanı saygılı bir seyirci ve araştırıcı olmaktan çıkarıp doğanın efendisi yapmak isteyenlerin güç istencine zemin oluşturduğunu vurgulamıştır (s.10). Sertlek (1997) bilimin, insanın insanla, insanın doğayla ilişkisini anlama konusundaki düşünme biçimi olduğunu ve bunun, salt iktisadi alanda üretimi daha verimli hale getirme çabalarıyla sınırlı olmadığını belirtir (s.242). Geleneksel bilgi kuramlarında bilim, politik ve ideolojik etkenlerden bağımsız bir konu olarak ele alınır. Bu görüş, artık sarsılmıştır (Bozkurt, 2003, s.9). Alexandre Koyré “Bilimsel keşifler ve bilim tarihi yalnızca mantıksal, ussal süreçlerin bir ürünü değildir; bilimin temelinde usdışı, mantık dışı, bilim dışı öğeler; metafizik, dinsel, büyüsel, sanatsal ve hepsinden önemlisi felsefi öğeler de bulunur” der (aktaran, Bozkurt, 2003, s.9).

Menteş’e göre (2000) tarafsızlık adına yeterince önlem alınmış ve gerçeği sorgulayan her metodolojik çalışma, bilimsel olarak nitelenmeyi hak eder (s.87). Öte yandan, bilim adamının gerçekleştirdiği araştırmaların, geliştirdiği teorilerin potansiyel riskleri üzerine dikkat çekmek, kamuoyunu kötü niyetli kullanıma karşı uyarmak gibi yükümlülükleri de bulunmaktadır (Cevizci, 2000, s.146).

Günümüzde özellikle bilgiyle donanmış işgücü bir üretim faktörü olarak ekonominin en önemli girdisi olarak görüldüğünden bilim etiği konusunda daha dikkatli davranılmalıdır. Yükseköğretim kurumları aynı zamanda bilgi üretiminin de

18

yuvaları olduğundan, bilgi toplumunda eğitim, özellikle yükseköğretim daha fazla önem kazanmış durumdadır.

Türk Dil Kurumu Sözlüğünde Yükseköğretim, “Ortaöğretimden geçenlere,

üniversite, akademi, teknik ve meslek yüksekokulları vb. eğitim kurumları tarafından planlanıp uygulanan öğretim” olarak tanımlanmaktadır. 1981 yılında çıkarılan 2547

sayılı Yasa’ da yükseköğretimin tanımı şöyledir: “Milli Eğitim sistemi içinde

ortaöğretime dayalı, en az dört yarıyılı kapsayan her kademedeki eğitim-öğretimin tümüdür.” Bu durumda yükseköğretimin üniversite, yüksekokul, akademi gibi kurumların verdikleri eğitimi içine alan bir öğretim kademesi olduğu ifade edilebilir.

Yükseköğretim, lisans ve lisansüstü düzeyde tıp ve hukuk gibi çoğu profesyonel mesleklerin eğitimini kapsar (Kısakürek, 1976, s.6). Yükseköğretimde yer alan öğretim kademeleri incelenirse; on yedi, on sekiz yaşından sonra başladığı ve kendi içerisinde dört farklı seviyede gerçekleştirildiği söylenebilinir. Bu seviyeler Ön Lisans, Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora seviyeleridir. “Bazı mesleklerde doktora yapmadan çalışmak olanaksızdır. (Başaran, 1996, s.128).

Yükseköğretimin amaç ve fonksiyonları tarihi süreç içinde önemli değişimler geçirmiştir. Ortaçağda Avrupa başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde yükseköğretim din odaklı olarak gelişmiş, daha sonraları dinsel etkilerden bir ölçüde ayrılarak, tıp, hukuk ve felsefeyle birlikte pozitif bilimlerin öğretildiği bağımsız yükseköğretim kurumları ortaya çıkmıştır. Bugünkü üniversite anlayışı 19.yüzyılda Wilhem Von Humboldt'un ortaya koyduğu görüşlerden önemli ölçüde etkilenmiştir. Erkan Rehber (2002) Fransa'da ortaya çıkan devlet güdümlü yükseköğretim hareketini ve İngiltere'deki daha liberal yaklaşımı yükseköğretimin fonksiyonlarını etkileyen 19. yüzyıldaki önemli gelişmeler olarak ifade eder. Bu gelişmeler İkinci Dünya Savaşı’na kadar yükseköğretimin yapılanmasını etkileyen önemli modeller

19

olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Amerikan modeli olan, topluma hizmet anlayışının hâkim olduğu "toplum merkezli” bir model ortaya çıkmıştır (s.5). Yükseköğretim alanında 1998 yılında UNESCO tarafından gerçekleştirilen “World

Declaration On Higher Education For The Twenty-First Century: Vision and Action” isimli konferans sonucunda alınan kararlarda: “Toplum ihtiyaçlarına uygun

yüksek niteliklikte mezunlar yetiştirmek” amacının uluslararası boyutta yükseköğretime yüklenen bir görev olduğu görülmektedir.

Yirminci yüzyılda dünyada yaşanan olumlu veya olumsuz tüm sosyo- ekonomik ve politik gelişmeler, yükseköğretim kurumlarını da yakından etkilemiş ve çok önemli değişimler meydana gelmiştir. Yükseköğretim kurumları birçok yönden daha açık duruma gelmişlerdir. Entelektüel sermayenin oluşturulması ve transferi yükseköğretimin geleneksel rolü olmasına rağmen, bulundukları ülke ve bölgelerde sosyal ve ekonomik gelişmeyi desteklemek gibi önemli bir görevi de üstlenmişlerdir. Geleneksel araştırma anlayışı değişmiş; uygulanabilirlik, endüstri ve ekonomi üzerindeki sosyal etki ve ilişkiler, önemli konular haline gelmiştir.

Ülkemizde yükseköğretimin amacı, “Yükseköğretim Kanunu”nda Dokuz paragrafta ifade edilmiştir. Bu görevleri Yüksel Özden (2003), beş madde halinde özetlemiştir: (1) Bilimsel araştırma yapmak, (2) İnsanlığın ve ülkenin sorunlarına çözüm üretmek, 3. Ülkenin gereksinim duyduğu insan gücünü yetiştirmek, (4) Elde ettiği bilgi, beceri, duygu ve sezgiyi diğer insanlara öğretmek, yayın yapmak, (5) Fayda yaratma anlamında topluma örnek olmak (ss.78-80).

Napolyon’un kapattığı Alman üniversitelerini yeniden organize etme görevi verilen Wilhelm Von Humboldt, üniversitelerin amacını şöyle tanımlar: “Üniversite, tüm bilim alanlarındaki eğitim öğretimin, araştırma faaliyetleri ile birlikte ve bir bütünlük içinde yürütüldüğü bir kurumdur. Üniversitenin sahibi devlet değil millettir;

20

devletin görevi öğretim üyelerini atamak, bunların maaşlarını ödemek ve çalışmaları için gerekli özgürlük ortamını oluşturmaktır” (http://merichrd.wordpress.com).

Günümüzde yükseköğretim kurumları kavramı gündelik dilde üniversite kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Ancak tanımında da görüleceği gibi üniversite bir yükseköğretim kurumudur. İngilizce higher education ve Türkçe

yükseköğretim kavramları temelde üniversite kavramının günümüzde kullanılan

halini yansıtmaktadır. Dolayısıyla yükseköğretimin kökenine inmek üniversite sözcüğünü irdelemek ile mümkün olabilecektir.

Türk “Yükseköğretim Kanunu”nda üniversite bir yükseköğretim kurumu olarak ele alınmaktadır.

“Yükseköğretim Kurumları: Üniversite ile yüksek teknoloji enstitüleri ve bunların bünyesinde yer alan fakülteler, enstitüler, yüksekokullar, konservatuvarlar, araştırma ve uygulama merkezleri ile bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı meslek yüksekokulları ile bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın ve kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından kurulan meslek yüksekokullarıdır.”

Üniversite sözcüğü, Ortaçağda birlik (corporation veya guild) anlamına gelen Latince üniversitas teriminden geliyor. Günümüzde bir üniversitenin en az iki fakülteden oluşturulması kuralı, üniversitenin bir birlik olma anlamıyla ilintilidir (Günay ve Aydemir, 1997, s.14). Osmanlı dönemindeki külliye sözcüğü de bütünlüğe ilişkin anlam taşıyor. Üniversite kavramı, bu gün de bilim, evrensellik birlik ve birleştiricilik unsurları üzerinde oluşmuş bilim adamı ve öğrenciler topluluğu anlamını taşımaktadır (Ataünal, 1998, s.8).

21

Bahattin Akşit, (2002) üniversitelerin iletişim ve bilişim teknolojilerinin yaygınlaşması ile tekel olmaktan çıkmakla birlikte, bilimsel bilgilerin üretildiği yer olarak görür. “Bilimsel bilginin üretilmesi için bilimsel cemaatlerin/toplulukların oluşması gerekmektedir. Yüz yıllar ve hatta bin yıllar boyunca bilim insanları üniversite veya benzeri kurumlarda aynı zaman ve mekânda bir araya gelerek bu cemaatleri oluşturmuşlardır” (s.365).

Ülkenin sosyal, kültürel, ekonomik, bilimsel ve teknolojik kalkınmasında önemli işleve sahip temel kuruluşlar olarak görülen üniversiteler, “bilimsel bilgi üretimine dayalı, farklı bilim dallarında faaliyet gösteren fakülte ya da başka adlar alan birimlerden oluşan yükseköğretim kurumu” olarak tanımlanmaktadır (Bozkurt, 2008, s.246). Gasset (1998), üniversite kavramını, kültür aktarımı, meslek eğitimi ve bilimsel araştırma ve yeni bilim adamı yetiştirme işlevlerine sahip olan aydınlanma kurumları olarak tanımlamaktadır (s.36).

Üniversitelerin devlet kurumları haline gelmesiyle, felsefe, tıp ve ilahiyat fakültelerinden teşekkül ettiğini görüyoruz. Bunun nedeni, devletin tıpçılara, din adamlarına ve yargıçlara duyduğu pratik ihtiyaçtı (Özlem, 1999, s.120).

Pazarlama bilimine göre üniversitenin tanımı ise; önlisans, lisans ve lisansüstü derecelerini içeren yükseköğretim hizmeti ile akademik danışmanlık, sürekli eğitim, kariyer planlama, bilimsel araştırma ve yayın hizmetleri veren, bu hizmetlerin sunumunda kar amacı gütmeden bilime ve insanlığa katkı gibi sosyal amaçları gerçekleştirmeye yönelik işletmecilik ve pazarlama faaliyetlerini gerçekleştiren, faaliyetlerinden faydalanan çevrenin maddi ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kendine özgü kurumsal bir kültüre sahip akademik hizmet organizasyonları olarak yapılabilir (Okur, 2007, s.16).

22

Humbolt ise (aktaran, Bozkurt vd., 2008), sınıflandırmayı üç başlık altında yapmıştır. Bu sınıflandırmaya göre, üniversitelerin birinci işlevi, bilimsel inceleme ve araştırmaya dayalı bilimsel bilgi üretimi ve bu bilgilerin yayılmasıdır. İkinci işlevi, bu görevleri yerine getirecek yeni kadroları yetiştirmek, üçüncü işlevi ise, ileride çeşitli mesleklere yönelecek olan öğrencileri, alanları ile ilgili genel ve akademik bir formasyonla desteklemektir (s.247).

Üniversitenin ders yapılan, araştırma yapılan ama asıl bilim yapılan bir kurum olması gerektiği kabul edilir. Bununla birlikte her öğretim üyesi araştırma ile uğraşmalı, kendi alanında bütün ülkelerde neler yapıldığını bilecek kadar boş zamanı ve enerjisi olmalıdır (Russel, 2001, s.208).

Habermas’a göre (aktaran, Aktay, 2003) üniversite işlevini siyaset ve teknolojiyle olan ilişkisi çerçevesinde şöyle yerine getirmelidir: “Üniversitelerin teknik olarak kullanılabilir bilgiyi aktarmaları gerekir, yani üniversiteler, endüstri toplumunun nitelikli yeni kuşaklara duyduğu ihtiyacı karşılamalı ve aynı zamanda kendisinin genişleyen yeniden üretimiyle de ilgilenmelidir. Yalnızca teknik olarak kullanılabilir bilgiyi aktarmakla kalmayıp üretmelidir de. (s.116). Heidegger’e (aktaran, Ökten, 2002) göre ise, “üniversite devletin önderlerine bilgi öğretmek amacıyla bilgi üzerine inşa edilmiş olan bir eğitim gücü haline gelmelidir” (s.5).

Üniversite kavramını günümüzdeki gelişmelere koşut olarak farklı bir pencereden değerlendiren Aydemir Güler’e (1997) göre ise üniversite:

Verili ideolojilerin çarpıştıkları, kar ideolojisi kadar toplumsal çıkar ideolojisinin de üretilebildiği, sermaye egemenliğine uygun entelektüel yaratıcılıklar kadar özgürlük ve eşitlik ideallerinin de üretilebildikleri bir zemini sunuyor. Dünyayı daha fazla bilen, tanıyan aydının toplumsal çıkarı, özgürlük ve eşitliği seçme olasılığı

23

yüksektir. Bilgili olma anlamında aydın pekâlâ eşitsizlik ve sömürü ilişkilerine hizmet edebilir. (s.234)

Taner Timur’a (2000) göre, üniversiteler özellikle ortaçağda dini kurumların baskısı altında, yaratıcı bir konumdan uzak, muhafazakâr kurumlar olarak doğmuş; yüzyıllar boyunca halkları eğitme, Nietzsche’nin ifadesiyle “ehlileştirme” aracı olmuşlardır (ss.13-14). Halsey (1968) Üniversitelerin, bilim, teoloji ve felsefe yapmasının yanı sıra tarihin en büyük ideoloji üretim merkezleri olduğunu iddia eder. Üniversite tarihi boyunca bilgiyi, yapma bilgisi edinme, bilgiyi elde tutma ve egemen olma bilgisi haline çevirmiştir. Üniversite bilgiyi bu yönde kullanma eğilimini meşrulaştırmış, ancak bu süreçte egemen güçlerin çıkarlarının dışına nadiren çıkabilmiştir. Muktedirlerin çıkarlarına uygun eğitim kademelerinden biri haline gelmekten ve böyle kalmaktan rahatsızlık duymamıştır. Yükseköğretim, kültürel mirasta, en yüksek değer biçilen inanç ve fikri kabiliyetlerin muhafazası ile görevlendirilmiştir (s.52). Üniversite bu tarihiyle hem demokrasinin önündeki temel engellerden biri, hem de demokratikleşme mücadelesinin temel dinamiklerinden biri olma potansiyeline sahip olmuştur (Kılıçbay, 1999, s.11-13).