• Sonuç bulunamadı

Üniversitelerin Toplumsal Gelişme ve Hareketliliğe Etkisi 35 

Toplumsal gelişme, değişmenin olumlu yüzüdür. Genel olarak, toplumsal değişme: “Toplumsal yapının ve onu oluşturan toplumsal ilişkiler ağının ve bu ilişkileri belirleyen toplumsal kurumların değişmesidir” (Tezcan, 1991, s.173). Toplumsal gelişme, bir toplumda ekonomik gelişme ve büyüme ile birlikte sosyal ve kültürel seviyenin iyileşmesinin adıdır; toplumu daha üst düzeyde kültür seviyesine çıkarma ve toplumsal refahın sağlanması gibi ileriye dönük hedeflerdir. Toplumsal sınıf farklılıklarının azaltılması, sosyal mobilitenin sağlanması ve toplumsal

36

bütünleşme ülkelerin benimsediği genel ve ortak tedbirlerdir. Bu tedbirlerin alınmasında eğitim etkin bir araçtır (Özaslan ve vd., 1998, s.16).

Günümüzde dünya ekonomisinin ihtiyacı olan insan kaynağını yükseköğretim kurumları yetiştirdiğinden (Köksoy, 1997, s.1), bireylerin lise sonrası eğitim görmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır (Başaran, 1996, s.18). Yükseköğretim kurumları, genel anlamda, toplumun yüksek düzeydeki insan gücü gereksinimini karşılamak, kültürün aktarılmasını sağlamak, bilimsel araştırmalarla toplum sorunlarını çözmeye yardımcı olmak görevlerini üstlenirler (Başkan, 2001, ss.21-32).

Üniversiteler bulundukları bölgelerde hem kültürel ve sosyal hem de ekonomik olanakları geliştiren kurumlardır. Bölgelerarası gelişmişlik farkını azaltmaya yardımcı olur (Özaslan ve vd., 1998, ss.16-17). Üniversiteler sayesinde yeni istihdam olanakları ve nüfus hareketleri yaşanır. Ayrıca ekonomik, sosyal ve kültürel bir birikim oluşur. Üniversiteler bulundukları bölgenin sosyal, kültürel ve bilimsel faaliyetlerinin merkez noktasıdırlar (Timur, 2000, s.13). Neticede eğitimin, özel olarak ise üniversitelerin sosyal, kültürel ve ekonomik düzeydeki etkileriyle birlikte toplumsal değişmeye ve toplumda hareketliliğe yol açtığı bir gerçektir.

Araştırmalar toplumsal değişmenin oluşumunda ve yerleştirilmesinde, her ne kadar tutucu da olsa (Tezcan, 1991, ss.173-174), eğitimin katkısının olduğunu göstermektedir. Buna karşılık toplumsal değişme de eğitim kurumunun değişme gereksinmesine katkı sunmaktadır. Başaran’a (2006) göre, genel olarak toplumsal değişme şu yeni değerlerin ürünüdür: Kültürel yenilikler, toplumsal yenilikler, bilimsel yenilikler, yeni teknolojiler, insan gereksinmelerinde yenilikler, yönetimde yenilikler, insan ilişkilerinde yenilikler, kentlileşme, iletişimdeki yenilikler. Ülkelerin gelişmişlik farkı, değişmeye erken ya da geç başlamayla ilgilidir (ss.46-48).

37

Bir toplumdaki bireylerin ve/ya grupların sosyal ve ekonomik konumlarını değiştirmeleri ise toplumsal hareketlilik olarak adlandırılır. Toplumsal hareketlilik

yatay ve dikey olmak üzere iki biçimi vardır (Öztürk, 2004, s.77-78).

1. Yatay hareketlilik: Bireylerin ya da grupların “benzer sosyal ve

ekonomik konumlar arasındaki hareketliliğine” yatay hareketlilik denilmektedir. Yatay hareketlilik, bireylerin ya da grupların toplumsal statü, saygınlık ve gelir açısından bir toplumsal konumdan yine benzer bir başka konuma geçmesi demektir.

2. Dikey hareketlilik: Bu kavram da, bireylerin ya da grupların “farklı

sosyal ve ekonomik konumlar arasındaki hareketliliğini” ifade etmede kullanılmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, dikey hareketlilik bireylerin ya da grupların toplumsal statü, saygınlık ve gelir açısından daha aşağıdaki veya daha yukarıdaki bir toplumsal konuma geçmeleri demektir. Bu bağlamda, dikey hareketlilik yukarı doğru olabileceği gibi aşağı doğru da olabilir.

Modern dönemde toplumsal hareketlilik hızlanmıştır. Bunda eğitimin yaygınlaşmasının etkisi büyüktür. Eğitimin, toplumda bireylerin dikey sosyal hareketlilik yapmak için bir araç6 (Tezcan, 1991, s.46) olduğuna ilişkin tartışmalar sürmektedir. Yükseköğretimin üniversiteler bünyesinde yapılmaya başladığı 10. ve 12. yüzyıllardan 16. yüzyıla kadar Ortaçağ üniversitelerine üşüşen öğrencilerin çoğunun yoksul olduğunu (Artz, 1996, s.255) kabul ettiğimizde, yükseköğretim ve dikey hareketlilik ilişkisinin en baştan var olan bir ilişki olduğu söylenebilir. Şengönül’e (2008) göre, eğitim yoluyla bireyler, orta ya da üst düzey profesyonelve yönetimsel konumlara ulaşabilmektedir (s.2).

Ancak eğitim olanaklarının tüm toplumsal kesimlere yaygın olarak sunulması, tüm bireylerin eğitim olanaklarından eşit bir şekilde yararlandıkları anlamına

38

gelmediği de bir gerçektir (Açıkalın, 2008, s.39). Bir ülkenin sosyal ve ekonomik durumu bireylerin refah düzeylerini olduğu kadar eğitim imkânlarını da önemli ölçüde etkilemektedir. (Suğur, 2008, s.15). Bu nedenle toplumdaki sınıfsal bölünme bireysel yetenekler ve başarılar arasındaki farklılıklar olarak görülemez. Bu tür yaklaşımlara göre, eğitim, olumlu bazı işlevlerine rağmen, kapitalist toplumdaki eşitsizliklerin ve sömürüye dayalı ilişkilerin yeniden üretilmesini sağlayan bir araçtır (Suğur, 2008, s.15).

“Yüksek öğrenimin varlığı, bazı toplumsal koşulların yerine

getirilmesini, özellikle, bir bilginler sınıfına serbest zaman olanağı sağlayan ekonomik ve siyasi gelişme düzeyini gerektirmektedir. Üniversiteler, özü itibariyle eşit olmayan yüksek değerli kültürel öğelerin kazanılmasını kontrol ettiğinden toplumsal tabakalaşmada daima rol oynamışlardır. Bu sebeple eşitsizliğe meylederler.” (Halsey, 1968, s.52).

Anthony Giddens’ın (2000) belirttiği gibi, eğitimin gerçekten bir eşitlik aracı olarak işleyip işlemediğine yönelik olarak yapılan çoğu sosyolojik araştırmanın sonucu, eğitimin mevcut eşitsizlikleri değiştirmekten çok onları açık hale getirme ve pekiştirme yönünde etkilere sahip olduğunu göstermektedir. (s.33).

Bazı açılardan farklılaşmakla birlikte modern toplumlarda sınıf yapısından kaynaklanan yetersizliklerin, fırsat eşitliği ve yaygın eğitim aracılığı ile önemli ölçüde ortadan kalktığını, böylece, sınıf yapısının toplumsal hareketliliğe imkân tanıyacak hale dönüştüğünü öne süren belirli yaklaşımlar da vardır. Bu yaklaşımlardan bazıları, günümüz toplumlarını, bireylerin yetenek ve başarılarına göre farklı ve eşit olmayan bir şekilde ödüllendirildiği toplumlar olarak görmektedirler. Dolayısıyla, bireysel yetenek ve başarıya dayalı olmaları nedeniyle

39

bu eşitsizlikler meşru görülmekte ve bu açıdan günümüz toplumlarını daha adil ve eşitlikçi toplumlar olarak nitelemektedirler.

Sosyal bilimcilerin önemli bir bölümü, modern toplumlarda, mesleki statülerin giderek başarının, kişisel beceri, yetenek, kabiliyet ve benzeri özelliklerce belirlendiği bir sistem olan liyakat sistemine dayalı olarak kazanıldığını öne sürmektedirler. Dolayısıyla, bireyler, modern toplumda en çok arzu edilen mesleklere ve toplumsal statülere, çalışılarak ulaşılacağı konusunda ikna edilirler.

Bununla birlikte toplumda kendilerine avantajlı bir konum edinmiş olan bireylerin daha iyi bir eğitim yoluyla daha kısa sürede başarıya ulaşmaları ve dolayısıyla konumlarını sürdürmeleri de oldukça doğal görünmektedir. (Duman, 2005, s.61) Bu nedenle, Giddens’ın (2000) “İngiltere’de, zengin olmanın en emin yolu hala, zengin olarak doğmuş olmaktır” (s.35) ifadesinin bizim toplumumuz için de geçerli olduğunu söylemek pek de yanlış olmasa gerek.

Ancak, yine de eğitimi ister üst sınıfların üstünlüklerini sağlama almak üzere üst sınıf çocuklarıyla beraber (hepsine değil de) sadece bazı yoksullara yükselme fırsatı veren bir sistem, isterse hangi sınıfa ait olursa olsun kişisel beceri ve yeteneklerini kullananlara ayrım gözetmeksizin yükselme olanakları sunan demokratik bir kurum olarak düşünülelim, her iki durumda da alt sınıfların statülerine yapılan aşırı vurguyla kendi kültürlerine yönelik olumsuz bir tavır aşılanmaktadır (Freire, 2006, s.184).Bu durumda, alt sınıflara ait bireyler, ekonomik ve sınıfsal üstünlüklerin insansal üstünlükler olmadığı yönündeki bir özgürleşmeyi değil, karşı kutbuyla özdeşleşmenin özlemini çekerek, tanrı katında eşitlik olduğu bilincine varamayıp özgürleşmediğinde, çıktığı yumurtayı beğenmeyen çirkin ördek yavrularına benzemektedir(s.24).

40